29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 ARALIK 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] Şimşek üç bankayı uyardı Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, MASAK’la etkili işbirliği yapmayan bankaların olduğunu açıkladı Bankası’nı suçlamıştı ABD Merkez Bankası FED, kasım ayında internet sitesinde yayımladığı duyuruda, kara para işlemleri yaptığı gerekçesiyle Ziraat Bankası’nın New York şubesinin iş lemlerini durdurduğunu açıklamıştı. Kara paranın İranlı işadamı Rıza Sarraf’a ait olduğu duyurulmuş baş da ayın ran hazi n geçe FED tu. lattığı denetimle birlikte, bankanın altyapısını kara parayla mücadele yasalarına uyumlu hale getirmesini de kapsayan bir planı 60 gün içinde sunması kararlaştırılmıştı. Ziraat Bankası yönetimi ise çareyi ABD’de bireysel, yani perakende bankacılıktan çıkmakta buldu. Öte yandan Halk Bankası’nın adı da evinden ayakkabı kutularında 4.5 milyon dolar çıkan bankanın eski genel müdürü Süleyman Aslan ile Rıza Sarraf’ın bankayla olan ilişkisinden dolayı 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonuna karışmıştı. 17 Aralık operasyonunda, Sarraf’ın bazı bakanların desteği ile İran’ın ambargolu parasını rüşvet karşılığı akladı a sağl ını lmas soku içine t ğı ve kayı dığı ortaya çıkmış, ancak soruşturma takipsizlikle sonuçlanmıştı. EKONOMİ 11 ABD, Ziraat Ekonomi Servisi Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Mali Suçları Araştırma Kurulu’nun (MASAK) bankalara ilişkin değerlendirmesinin tamamlandığını, kurulun söz konusu çalışmayı her yıl yaptığını, suçtan elde edilen gelirlerin aklanması ve terörün finansmanı açısından bankaların yerine getirmeleri gereken yükümlülüklerin çok önemli olduğunu söyledi. Şimşek AA’ya yaptığı açıklamada, “Suçtan elde edilen gelirlerin tespiti ve terörizmle mücadele açısından kurulumuzla etkili işbirliği yapmayan bankalar var. Mahremiyetten dolayı isimlerini açıklamayacağım ama değerlendirmeden geçemeyen 3 bankayı bu kapsamda uyardık. Söz konusu gelirlerin tespiti ve terörizmle mücadelede başarılı olmak için tüm bankalarımızın, şüpheli işlem bildirimi noktasında MASAK’la daha etkin işbirliği yapmalarını bekliyoruz” diye konuştu. Mehmet Şimşek, suçtan elde edilen gelirlerin tespiti ve terörizmle mücadele açısından MASAK’la etkili işbirliği yapmayan bankaların olduğunu, üç bankayı bu kapsamda uyardıklarını açıkladı. Bankaların şüpheli işlem bildirimi yoluyla MASAK’la yaptıkları işbirliğinin, bu alanlarda ellerini güçlendirdiğini belirten Şimşek, kurulun, bankaları değerlendirirken son bir yılda gönderdikleri şüpheli işlem bildirimlerini hem kalite hem de sayı yönünden değerlendirdiğini dile getirdi. por kulüpleri de kapsamda Bankaların iş hacmi ve müşteri profiline göre beklenen sayıda bildirimde bulunup bulunmadığının da göz önüne alındığını belirten Şimşek, S bankaların şüpheli işlem tanımlamasında kullandıkları teknik donanımların da değerlemeye dahil edildiğini hatırlattı. Kayıt dışı ile mücadele açısından da şüpheli işlem bildirimlerini her alanda artırmak için çalışmalar yapan bakanlık, geçen aylarda spor kulüplerini de değerlendirmişti. Şimşek, spor alanında şüpheli işlem bildirimi açısından sorunlar olduğunu belirterek kulüplerden MASAK’a hiçbir bildirim gelmediğini ifade etmişti. Diğer alanlarla birlikte yapılan bildirimlerin sayısını ve etkinliğini artırmak için bir çalışma başlattıklarını anlatan Şimşek, MASAK’ın şüpheli işlem bildirimlerinin kalitesini ve sayısını artırmak için sektörlerle bir araya geleceğini açıklamıştı. Şimşek, bankalar başta olmak üzere finans kuruluşları, kargo şirketleri, döviz büroları, spor kulüpleri, şans oyunu oynatıcıları ve antikacılar gibi belirli sektörlerin temsilcileriyle görüşmeler yapılacağını ve bu sayede mali istihbaratın toplanmasında ve şüpheli işlem bildirimlerinde etkinliğin sağlanacağını açıklamıştı. Yılbaşına Özel % İNDİRİM 30 Bankacılıkta büyük yolsuzluk Ekonomi Servisi İran Ekonomi Bakanı Ali Tayyipniya, bankacılık sisteminde yaklaşık 3.5 milyar dolarlık bir yolsuzluk saptandığını açıkladı. İranlı Öğrenciler Haber Ajansı İSNA’nın haberine göre, Tayyipniya bir basın toplantısı sırasında yaptığı açıklamada, “Ülkenin bankacılık sisteminde 94 trilyon riyallik (3.5 milyar dolar) yeni bir yolsuzluk tespit edildi. Suçlular tutuklanarak hapse konuldu” dedi. Tayyipniya, yolsuzluğa karışan kurum ve kişilerin kimliğini açıklamadı ancak İSNA’ya göre, Tahran ve Kirman eyaletlerinde soruşturması devam eden yolsuzluk dosyasında, iki banka ve ülkede faaliyet gösteren bir hava yolu şirketinin de adının geçtiği iddia ediliyor. ‘Yolsuzluk yarınlarımızı çalıyor’ u Selin Sayek Böke, yolsuzluk ve rüşvetin üretime yönelik yatırımı da engellediğini dile getirdi. Ekonomi Servisi CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke, rüşvet ve yolsuzluğun Türkiye’nin yarınını çaldığını ifade etti. Böke, açıklamasında Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2014 küresel yolsuzluk listesinde, Türkiye’nin bir yılda 11 basamak birden yükselerek 64’üncü sıraya tırmandığını belirtti. Böke, rüşvetin öngörülemezlik nedeniyle üretime yönelik yatırımı da engellediğini vurguladı. Rüşvet ve yolsuzluğun Türkiye’nin yarınını da çaldığını ifade eden Böke, Türkiye’nin şampiyonlar liginde oynaması için yolsuzluklar endeksinde şampiyon olmaması gerektiğini belirtti. Yolsuzlukların neden olduğu öngörüsüzlük nedeniyle anında ülkeyi terk edebilecek bir sermayenin şu anda üretim yaptığına işaret eden Böke, bunun da Türk ekonomisindeki kırılganlığı Selin Sayek artırdığını kaydetti. Böke Karartmak! Geçen hafta Antalya’da toplanan Milli Eğitim Şurası, eğitimin İslamlaşmasının çok daha aşırı noktalara taşınması yönünde kararlar aldı; din eğitimi şurası görevi yaptı. Şura önerilerinin kamuoyunda oluşturulan hava sonucu kısa sürede uygulamaya konulacağına kesin gözüyle bakılabilir. Bu nedenle süreç, eğitimin ve buradan toplumun geleceğinin hiç de aydınlık olamayacağı anlamına geliyor. HHH Şurada karma eğitimin zorunlu olmaktan çıkarılması, okulların öğrencilerin cinsiyetine göre ayrılmasının serbest bırakılması önerisi yapıldı. Böylece eğitim, insan bütünlüğü içinde değil, cinsiyet ayrımı yapılarak verilmek isteniyor. Oysa eğitbilim ve ruhbilim araştırmalarının kanıtladığı bir gerçektir ki karma eğitim verilen okullarda, öğrencilerin, fiziksel ve düşünsel gelişimi çok daha sağlıklı ve dengeli oluyor ve bundan toplum da kazançlı çıkıyor. Türkiye, çocuklarının ve gençlerinin bir arada eğitim görmelerini engelleyerek cinsiyete dayalı toplumsal ayrımcılığı daha da artırmaya çalışıyor. HHH Eğitimin, 4+4+4 ile tüm ilk, orta ve lise aşamalarında geçerli kılınan dindar nesiller yetiştirmeyi Bir ‘ayakkabı kutusu’ da İspanya’dan İspanya’da kamu sözleşmelerinde yolsuzluk yapıldığı gerekçesiyle geçen aylarda çoğunluğu Endülüs bölgesinde olmak üzere 13 kentte başlatılan operasyonlarda gözaltına alınan işadamlarının mahkemeye verdiği ifadelerin ayrıntıları basına sızdı. İfadelerde en ilgi çeken konu Fitonovo adlı bir şirketin sahibi olan işadamı Jose Antonio Gonzalez Baro’nun politikacılara ayakabı kutuları içinde verdiği rüşvet paraları oldu. Soruşturmada işadamı Gonzalez Baro, “Seçimlere az bir süre kalmıştı, Birleşik Sol (Izquierda Unida) Partisi’nin işbaşında olduğu belediyeden 12 spor sahasının çimlerinin değiştirilmesi ihalesini kazanmıştık, bana kimsenin haberi olmadan partiye yardımda bulunursan iyi olur dediler, ben de ayakabı kutularına yerleştirdiğim 70 bin avroyu ilgili kişiye teslim ettim” diye konuştu. Gonzales Baro miktarın zamanla 700 bin Avro’ya kadar yükseldiğine dikkat çekti. İşadamı Jose Antonio Gonzalez Baro’nun yargıç Mercedes Alaya’ya verdiği ifadede en fazla göze çarpan ayrıntı ise bazı kamu yöneticilerinin Baro’dan Viagra da istemesi oldu. Dört günlüğüne de olsa Londra’nın berbat havasından kurtaracak bir tatil için, İspanya’nın Sevilla kentindeyim. “Bu pazartesi yazımı yazmam” diye düşünüyordum. Ne yazık ki tatile kendimi de götürdüğüm, son günlerdeki gelişmeleri de kafamdan çıkaramadığım için, yazmadan duramıyorum, ama bu biraz tatildeki insanın kaygıyı rüzgâra savurup “yüksekten uçma” eğilimlerini yansıtan bir yazı olacak. AKP Türkiyesi’nde, AKP’nin II. döneminde başlayan ve giderek hızlanan gelişmeleri bir “istikrarlı istikrarsızlık” durumu olarak tanımlayabiliriz. Böyle bir durumda, istikrarı bozan etkenler değişmeden kendilerini tekrarlarlar. Bu nedenle, “istikrar” bozulmakta olmasına karşın ne yönde ve nasıl bozulmakta olduğu görülebilir. Bir süredir bu “istikrarsızlığın istikrarının” bozulmakta olduğunu, bozulmanın yönünün giderek öngörülemez olmaya başladığını düşünüyorum. Eğer bu saptama doğruysa, AKP Türkiyesi olarak tanımlayabileceğimiz sosyal formasyonun “kaotik” bir “durumun” içine girme yönünde devinmekte olduğunu söyleyebiliriz. Böyle “kaotik” bir durumda, “kelebek kanadı” etkisiyle çok ufak değişiklikler, çok büyük değişimlere yol açabilir, “Siyah Kuğu” kavramıyla ifade edilen, gerçekleşme olasılığı çok düşük ama gerçekleştiği takdirde, yapının durumunda çok büyük bir sarsıntı yaratabilecek bir olay gündeme gelebilir... Beni yüksek bir soyutlama düzeyinde düşünmeye zorlayan gelişmeleri, kısaca AKP Türkiyesi’nin üç dönemi başlığı altında özetleyebilirim. İki binli yılların başında, Türkiye ekonomisi, çok şiddetli bir mali kriz, devlet şiddetli bir yönetim krizi yaşıyor, bir MGK toplantısı siyasi yaşamı allak bullak edecek gelişmelere yol açabiliyordu. Kısacası yapının durumunda 28 Şubat 1997’den bu yana sürmekte olan “istikrarlı istikrarsızlık” bozuluyor, yapının durumu kaotik bir özellik İstikrarsızlığın İstikrarı Bozuluyor mu? sergiliyordu. Bu yapının durumuna BOP üzerinden gelen baskılar da kaotik devinimleri derinleştirici etkiler yapıyordu. AKP bu ortamda doğdu, seçimleri kazandı, ülkeyi demokratikleştireceği, Avrupa Birliği’ne üye yapacağı, IMF politikalarını sadakatle uygulayacağı, genelde bir “düzen getirici” olacağı inancıyla, iş çevreleri, sağ ve sol liberaller tarafından desteklenerek tek başına hükümet oldu. AKP’nin bu “birinci dönemini”, siyasal İslamın hegemonyasını düzenin yerleşik güçlerini tehdit etmeden, bazen geri adım atarak, bir dirençle karşılaşmadan başarıyla inşa etmeye başlaması açısından istikrarlı bir dönem olarak tanımlayabiliriz. Ancak bu dönemin sonunda patlak veren Cumhuriyet mitingleri, askerlehükümet arasında açığa çıkmaya başlayan gerginlikler, istikrarlı dönemin sona ermeye başladığını gösteriyordu. O zaman bu durumu tespit etmiş ve seçimlerden sonra AKP’nin yeni ve hızlı bir hamle yaparak siyasal İslamın projesini uygulamaya koymaya başlayacağını savunmuştuk. Öyle de oldu, AKP’nin “darbe tehlikesi” söylemi, liberallerin de desteğiyle öne çıktı ve siyasal İslam, projesine bir engel olarak gördüğü “askeri vesayet” olarak tanımladığı devlet personelini tasfiye etmeye, hedef aldığı laikliği bastırmaya başladı. Toplum davalarla, tutuklamalarla, telefon dinlemelerle hop oturuyor hop kalkıyordu, istikrar bozulmuştu. Ancak istikrarı bozucu etkenler, istikrarlı bir biçimde kendilerini tekrarlıyorlardı, bozulmanın yönü de belliydi. “Referandum”, “Yetmez ama evet” hep bu vektörün üzerinde geldi ve geçti. İstikrar kazanan bu istikrarsızlık içinde AKP siyasal İslamın projesini uygulamaya devam ederken yeni yasalar ve uygulamalarla yapının durumuna yeni etkenler katmaya, devlet şiddeti, tek adam “kültü”, keyfi yönetim eğilimi, siyasal İslamın muhalefet tahammülsüzlüğü kendini daha açık biçimde göstermeye, devletin şiddet uygulamaları artmaya başladı. Yapının durumuna katılmaya başlayan bu yeni etkenler giderek “istikrarsızlığın istikrarını” bozmaya başladılar. Yeni bir dönemin başlamakta olduğunun ilk belirtileri “Gezi Parkı” olayında devletin uyguladığı orantısız şiddette, ölümlerde, bunlara karşı yönetici kadronun tepkilerinde kendini gösterdi. İstikrarın istikrarının bozulduğunu gösteren ikinci dalga, siyasal İslamın iki kanadının arasındaki ittifakın bozulmasıyla patlak veren savaşın açığa çıkardığı 17 Aralık yolsuzluk skandalıyla başladı; görevden almalar, kızağa çekmeler sürgünlerle, Gül’ün kenara itilmesiyle Tayyip Erdoğan’ın tek kişilik hâkimiyetinin Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle pekişmesiyle devam etti. Şimdi iki yönden bir “kaos ortamının” gelişmekte olduğu düşünülebilir. Birincisi Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduktan sonra benimsediği yönetim tarzı içinde AKP Türkiyesi’nin üç dönemi Ve ‘kaos ortamı’ beklenmedik, Türkiye’nin üyesi olduğu ittifak ve topluluklarda geçerli söylemlere uymayan, yadırganan, giderek alay konusu olmaya başlayan tutumlar, hatta “anlaşılamaz politika” yönelimleri ortaya çıkmaya başladı. Bunlara bir örnek, Soma faciası üzerine tutumu, ziyareti sırasında yaşananlar ve söylemiydi. “Amerika’yı Kolomb değil Müslümanlar keşfetti,” “Batı bizi sevmiyor, zenginliklerimize el koymak istiyor”, “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz”, “Esnaf gerektiğinde polistir” gibi ifadeler, IŞİD’e ve Kobani’ye ilişkin politikalar, MİT, polis yasası, AKSaray, Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini yok sayma eğilimleri, Cumhurbaşkanı’nın hapisten yeni çıkmış İBDAC lideriyle yaptığı özel görüşme, Türkiye’nin içinde “Ne oluyor?” “AKP bizi nereye götürüyor?” dışarda, “Türkiye ne yapmak istiyor?”, “Artık Batı’nın müttefiki değil mi?”, “Türkiye’yi yutan adam” gibi sorulara ve ifadelere yol açmaya başladı. İkinci örnek de “sıfır sorun”, yeni Osmanlı restorasyonu” gibi iki tamamen iflas etmiş bir dış politika deneyiminden gelerek Başbakan olan Davutoğlu’nun, Başbakan olduktan sonra otoriter ve radikal yüzünü ortaya çıkarmaya başlamış olması, kutuplaştırıcı politikaları, söylemi benimsemesiydi. Davutoğlu’nun, “Emir verdik cezalandırıldılar” açıklaması, ana muhalefet partisi liderine yönelik sert ve tehditkâr ifadeleri, rehine krizi, IŞİD’i açıklama çabaları, son olarak da Devlet Bahçeli ile arasında başlayan geçenlerde, Murat Yetkin’in kaygıyla “tehlikeli hamleler” olarak betimlediği, Kürtler ve Aleviler üzerinden körüklenen milliyetçilik ve mezhepçilik yarışı AKP’nin genel seçimlere, siyasi açıdan çok daha kutuplaşmış, sertleşmiş bir ortamda girmeyi planladığını düşündürüyor. Bu zeminde, Türkiye’de öngörülebilirlik hızla ortadan kalkıyor, “kelebek kanadı” etkisi, bir “Siyah Kuğu” olayının gerçekleşme olasılığı ister istemez gündeme geliyor diye düşünüyorum. amaçlayan İslamlaştırılması süreci, şura önerileriyle iyice pekiştiriliyor. Din dersleri ilkokulların 1., 2. ve 3. sınıflarında da zorunlu kılınıyor; liselerde zorunlu din dersi süreleri iki katına çıkarılıyor. Osmanlıca, imam hatip ve sosyal bilimler liselerinde zorunlu, diğer liselerde seçmeli oluyor. Osmanlıcanın zorunlu olmasına bağlı olarak Arap alfabesinin kullanılması da zorunlu kılınıyor. Dinsel dayatma o kadar keskin ki; çocuğun ve gencin, düşünce özgürlüğünü geçtik, ders seçme özgürlüğünün tadına varması bile çok görülüyor. Bununla da yetinilmiyor; yukarıdan verilen emirle, dinsel eğitim, anaokullarına da indiriliyor. Yetmiyor; anaokullarındaki dinsel eğitimin bir yaşam tarzı ya da biçimi olarak verilmesi isteniyor. Üstelik düzenleme, kamuoyuna değerler eğitimi adıyla parlatılarak sunuluyor. Din ve imana dayalı bu değerlerle yapılmak istenen, yalın bir öğrenme sürecinin çok ama çok ötesindedir. Uygulamada çocuğun ve gencin beyni, dıştan ve içten sarılıp sarmalanacak; kendi bireysel gelişimi, çevresini algılama, deney yapma, usavurma, öğrenme ve oyun süreçleri, ailesi ve arkadaşlarıyla ilişkileri bütünüyle dinsel yaşam biçiminin dar ve yasakçı kalıplarının içine yerleştirilecektir. Çocuğun, ezbercilikle daha da köleleştirileceği beyni somut nesnelerle yoğrulmayacak, tersine cin, peri, cennet ve cehennem gibi tümüyle soyut ve inanç odaklı kavramlarla biçimlenecek ve dünya gerçeklerinden özellikle uzak tutulacaktır. Ek olarak, çocuğun, düşünce ve davranışlarının oluşacağı ortamın, özgür ve yaratıcı düşünmeyi, çözümleyici ve eleştirel bakışı içermeyeceği, tersine ezberciliğe dayanacağı biliniyor. Yaratıcı ve üretici yetenekleri geliştirmeyen bu yapılanmadan, çocuğun ve gencin ilerleyen yaşlarında da akılcı ve bilimsel yaklaşımlar çıkamaz. Önemli bir nokta daha var: Özgürlükçü olmayan bu anlayış, doğal olarak, kadınerkek eşitliği düşüncesini de içeremez. Sonuç olarak şurada öngörülen değerler, insanlığın çağımızda ulaştığı evrensel değerlerden, fıtraten ya da doğuştan uzaktır. HHH Oysa günümüzde ülke ekonomileri, hızla el emeğinden beyin emeğine dayalı üretim süreçlerine geçiyor. İleri teknoloji kullanmaya dayalı üretim yarışı, ekonomi politikalarının temelini oluşturuyor. İleri teknoloji, bilimsel araştırmaya, bilimsel araştırma da yaratıcı eğitime dayanıyor. Kaldı ki teknolojiyi dışarıdan satın almak için bile işgücünün niteliğinin geliştirilmesi gerekiyor. Ancak kamuoyunda öyle bir baskı ortamı yaratılmış bulunuyor ki, bu konular hemen hemen hiç gündeme getirilemiyor; konuşulamıyor. HHH AKP ülke insanının anaokulundan başlayarak eğitim yoluyla beyninin karartılmasında kararlı. Bu karanlığa gidişe toplum adına karşı çıkması gereken kesimler bakın ne yapıyor? Siyaset, aman bize dinsiz demesinler aymazlığıyla seyrediyor; üniversite, YÖK edilmiş özerkliği ve özgürlüğüyle uzaktan izliyor; sermaye, emekçileri sömürü oranını daha da artırabileceği için aldırmıyor. Böylelikle Türkiye göz göre göre kendi beynini ve geleceğini karartıyor!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle