22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 ARALIK 2014 SALI 8 GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK n Baştarafı 1. Sayfada ... ile baktığım olmadı... Ama önceki günkü operasyonlar başka bir şey. Zaten ahı gitmiş vahı kalmış basın özgürlüğüne vurulan yeni ve son bir darbe. Ama bu darbeyi Bay RTE başka biçimlerde yorumlayarak başka bir yöne.. düne kadar kankası, dostu hatta devlet içinde ne dilerse yerine getirdiği, her alanda at koşturan uygulamalarına şapka çıkardığı Gülen’i ve cemaatini bugün yerden yere vurmak için kullanmadığı devlet olanağı kalmadı. HHH İç ve dış medya, operasyonu basın özgürlüğüne vurulan darbe diye niteliyor. Avrupa Birliği RTE’den umudunu kesmiş; operasyonlar Birliğin temel ilkelerine ters düştüğümüzü açıklıyor. Avrupa Parlamentosu Başkanı Schulz, endişeli olduklarını söylerken yardımcısı hükümetin zulmü yeğlediğini belirtiyor. ABD keza... İçeride dışarıda operasyonlara bu denli şiddetle karşı çıkışların nedeni, acaba Bay RTE’nin on iki yıldır gevelediği saçma sapan gerekçeler değil herhalde. Bütün çabalarının 17/25 Aralık sürecinde bir veba mikrobu gibi ta hükümetine dek bulaşan rüşvet ve yolsuzluk dosyalarının üstünü örtmek olduğunu artık içeride dışarıda yadsıyana rastlanmıyor. Ya da yıllarca ne istedi ise verdim dediği kankası Gülen’in artık ülke içindeki yapılanması ile başa çıkamamaktan ileri gelen bir savaşa girişiyor. Bugün baksın iç ve dış medyaya, operasyonların gerçek demokrasiyi tehdit eden bazı gizli girişimleri önlemek amacını taşımadığını… …bilakis operasyonların bir zamanlar vazgeçemediği dostu Gülen’i ve basın özgürlüğünü yok etmeye yönelik girişimlerinin yeni bir parçası olduğunu yazdıklarını görecek… …Ya da baksın Saray’daki aynalardan birine; operasyonların temel hedefinin Gülen’e duyduğu kinden kaynaklanan, intikam peşinde koşan, artık devlet adamı diye de söz edilmeyen bir siyaset adamıyla, yani badem bıyıklı ile karşılaşacak! HHH Sıkıştı mı iktidarını muhafaza edebilmek için toplumun duyarlı olduğu bir konuyu sürekli istismar etti. Sosyal, toplumsal eylemleri, örneğin Gezi eylemlerini, ta kendisine ve oğluna uzanan dört bakanlı rüşvet ve yolsuzluk ile ilgili 17 Aralık operasyonlarını hükümete darbe diye yorumlayıp yutturarak seçmen avında kullandı. Darbe, darbe... Şimdi de Gülen ve cemaat darbesi. Peki ama nerede bu darbe iddialarının belgeleri, kanıtları? Yokk! Örneğin Gülen’i mahkemeye çekecek kanıtlar olmadığı için elinde, şimdi yakın uzak ona taraflı gazetecileri içeri atıyor. HHH İçlerinden biri örneğin talimatlar Pensilvanya’dan geliyor diyecek olsa… …İşte devlet içinde devlete paralel yapı ve bu yapıya polis ve savcıları da ortak ederek, yandaşlar bularak darbe yapmaya hazırlanan Gülen diye ortaya fırlayacak! Bu operasyonların asıl amacı Gülen’i suçlu duruma düşürecek kanıtları bulmak! Ötesi fasa fiso! Bu nedenle zaten adamın basın özgürlüğü anlayışı, ancak kendi ve peşi sıra giden sürgiti AD’nin konuşmaları, davranışlarının yayımlanmasıyla kısıtlı. Bu ülkede basın özgürlüğü var diyorsa buna inandığı için değil, demokrasiyi bu ülkede içe dışa varmış gibi göstermek içindir… Bu, her alanda kullandığı idarei maslahatçı zihniyetinin eseridir. HHH Bir kez daha yazalım. RTE iktidardan gitmedikçe bu ülke ne gerçek demokrasiyi, ne de demokrasinin gereği özgürlükleri görebilir. Kin ve intikam duygularını tatmin etmek için kendi hesabına çalışacak polis ve savcı ekipleri tezgâhladı. Uydurma darbe iddiasını, demokrasinin olmayan varlığını kanıtlamak için… Demokrasinin ve özgürlüklerin temel koşulunun var olmadığı bir ülkede gerçek demokrasiden söz edilebilir mi? Elbette edilemez ve Türkiye’de demokrasinin var olmadığının son kanıtlarını yaşadık, yaşıyoruz: Zira RTE, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda, Yargıtay’da ve Danıştay’da üye sayısını artırarak ve yeni daireler kurarak yargıyı ele geçirdi. Sırada Anayasa Mahkemesi var! HHH Bu ülkenin cumhurbaşkanı kendisini sultan gördükten sonra… Şimdi de başbakanı bir konuşmasında Osmanlı veziri azamlarını halefselef görerek sadrazamlığını ilan ettikten sonra.. …Bu kafalarla bu ülkede gerçek demokrasi ve özgürlükler olacak ha? HABERLER Sloganlar, pankartlar, masum demokrasi istemlerini dile getiren topluluklar, basın özgürlüğü çığlıkları, demokrasi haykırışları... Ortalık toz duman... Her şey allak bullak... At izi it izine karışmış durumda... Aklımızdan olmadan, sağduyu çizgisini yitirmeden soğukkanlı davranmalıyız bu iç bulandırıcı görüntü karşısında ve önce şu soruyu yanıtlamalıyız: Ne oluyor? Aslında olan basit: Bir zamanlar baskı ve zulüm yolunda kol kola yürüyen hukuk tanımazlar, şimdi dünkü yöntemlerini birbirlerine karşı uygulayarak hesaplaşmaya girişmişlerdir, hepsi bu. Bu basın özgürlüğü karşısında özgür medyanın çığlığı değil, dünün zalim şakşakçısı yandaş medyasının bugün mazlum duruma düşmesi üzerine attığı umarsızlık çığlığıdır. Dün yaptıklarını anımsayınca, bugünkü basın özgürlüğü çağrılarının içtenliğine inanmak imkânsızdır. Aslında demokrasiyle, özgür basınla uzaktan yakından ilgisi olmayan bir durum söz konusu. Yarın devran dönünce, bugünün mazlumu yine zalim rolüne dönmeye hazırdır. ‘Uzun Bıçaklar Gecesi’ ve Çarşı Olay, Hitler’in yıllarca baskı ve zulmü ortaklaşa yürüttüğü SA’ları, kanlı bir şekilde tasfiye ettiği 1934’teki “Uzun Bıçaklar Gecesi”ni çağrıştırıyor. HHH Hitler 30 Haziran’ı 1 Temmuz’a bağlayan gece SA’ları liderleri Ernest Röhm ile birlikte yok ederken, bütün dünyaya şunu ilan ediyordu: İktidarıma ortak kabul etmem, buna soyunanı ezer geçerim! O zaman burada ikinci soruya geliyoruz: Ne yapmalı, nasıl tavır almalı? “Müstahaktır” deyip geçmeli, “işte etme bulma dünyası” diye olanlara omuz mu silkmeliyiz? Yoksa bilgiç bir edayla “Söyledik basın özgürlüğü herkese lazımdır diye, o zaman dinlememiştiniz, bak ne oldu gördünüz mü; çekin bakalım şimdi başınıza geleni!” diyerek gülüp geçmeli miyiz? Tabii ki hayır! Basın ve ifade özgürlüğünü, yalnız bizim gibi düşünenler için istemediğimize göre, dünün zalimlerinin taleplerine de kulak vermeliyiz. Toptan genel olarak özgürlük istemeliyiz. Ama dün olanları unutmadan, yalanla oyalanmadan, sahte özgürlük sloganlarına kanmadan, herkesin özgürlüğe hakkı olduğunu savunmaktır işimiz. Dünün zalimlerinin mazlumlarına uyguladıkları yöntemler, yaptıkları zulümler ne olursa olsun, bugün aynılarının kendilerine de uygulanmasını haklı gösteremez. Üstelik unutmayalım ki, başlarına gelenler, dünkü zulümleri yüzünden değildir. Şimdi kendi vesayetine ortak tanımayan gücün tekel kavgasının sonucudur olanlar. HHH Yapılanlara karşı çıkalım, ama dün yapılanları da unutmayalım. Dünkü özel yargı zalimlerini, bugünün güzel yargı mazlumları haline sokan mekanizmanın nasıl işlediğini görelim ve gösterelim, ne özel yargıya karşı güzel yargıyı, ne güzel yargıya karşı özel yargıyı savunalım. Ama gerçek bir mazlum arıyorsak eğer, onu ne özel yargıda ne güzel yargıda, olsa olsa “Çarşı”da bulacağımızı bilelim. Evet, Cumhurbaşbakan’ın ısrarla üzerinde durduğu “Çarşı”nın davası bugün başlıyor. Balyoz ve Ergenekon davaları özel yargıda görülmüştü. “Çarşı” davası güzel yargıda görülüyor. Dünyada ilk kez bir taraftar grubu, hükümeti yıkmak üzere darbe planlamaktan yargı önüne çıkıyor. Çarşı Beşiktaş’ın taraftar grubuydu, “Çarşı” ne sağcıyız ne solcu, futbolcuyuz futbolcu, rıhtımından çoktan demir almış, özgürlük denizine açılmıştı. “Çarşı” artık Beşiktaş için yürümeyi aşmış, Gezi, yeni hepimiz için yürümeye başlamıştı. “Çarşı” hepimiz için demokratik hakkımızı kullanarak yürüyor. “Çarşı” ne o zalimin ne bu zalimin yanında; o zalimsiz, mazlumsuz demokrasi safında duruyor. Zalimsiz, mazlumsuz bir ülke istiyorsak, neden ve kimin yanında duracağımızı bilmeli, “Çarşı”nın davasına sahip çıkmalıyız. “Çarşı”nın davası hepimizin davasıdır. GÜNDEM MUSTAFA BALBAY n Baştarafı 1. Sayfada ... az ötedeki kuzunun akşam yemeğinde yenip yenmemesini oylamasıdır! Özellikle AKP iktidarının demokrasiye bakışı dikkate alınırsa, Türkiye’ye uygun bir tanım... Koalisyon ortaklarının hukuku tam anlamıyla bir silah olarak kullanıp birbirlerine karşı yürüttükleri kavga da demokrasi çayırının altında yapılıyor. Bir doğa kanunu olarak tabii ki ezilen çimler oluyor. Konunun iç içe geçmiş onlarca boyutu var. Öncelikle AKP’nin “operasyonu yapan yasasını hazırlar” ilkesini burada da uyguladığını görüyoruz. Meclis’ten geçen yargı paketinin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından onaylanmasının hemen ardından operasyonun başlaması elbette rastlantı değil. Tıpkı Ergenekon operasyonlarından önce özel yetkili mahkemelere (ÖYM) gerekli atamaların yapılması, gizli tanık yasasının yürürlüğe girmesi gibi... Bu bağlamda Meclis gündeminde bulunan İç Güvenlik Yasası da AKP’yi her türlü eleştiriden, seçim öncesi erozyondan koruma güdüsünden beslenen bir arayış. HHH Operasyon kapsamında gözaltına alınan polis müdürlerinin hemen tümü Ergenekon, Balyoz, Odatv, KCK, askeri casusluk davalarındaki delillerin altında imzası olan isimler. Bu delillerin tartışmalı olduğu, yargılamalar sürecinde karşı kanıtlarıyla birlikte ortaya konmuştu. Ancak bu kişilerin gözaltına alınma nedeni böylesine vahşi davanın açılmasına yardım ve yataklık, hatta öncülük etmeleri değil. Ya ne? 1725 Aralık sürecinde rol oynamaları... Hükümet onlara, “bize bunu yapmayacaktınız, sizi pişman edeceğim” diyor. Zaten operasyonun başlatıldığı tarih de ayrıca manidar. Geçmişte de özel günler seçilerek düğmeye basılıyordu. Bu hafta boyunca en azından AKP medyasının gündemde tutacağı başlıca konu, yolsuzluk iddiaları değil, gözaltı ifadeleri ve hazırlanmış haberlerin sunumu olacak. Yine bu dalga sürerken Yargıtay ve Danıştay’ın yeniden şekillendirilmesi de kamuoyunun gündeminden kaçırılmış olacak... HHH AKP’nin iktidar gücü ile cemaatin devlet içindeki insan gücünün birleşiminden oluşan koalisyonun çatladığına ilişkin ilk haberler 2012 yılında gün ışığına çıkmıştı. Koalisyonun iki kanadının yayın organlarında taraflar birbirlerini satır aralarında satırlıyordu. Siyasetle biraz ilgili tüm kesimlerin dilinde de bu vardı. O günlerde Silivri’de kısıtlı zaman aralarında ayaküstü konuşabildiğimiz gardiyanlara sormuştum: Particemaat kavgası büyürse kim kazanır? İkirciklenmeden şu karşılığı vermişlerdi: Cemaat kazanır. Yargıdan eğitime kadar her alandaki “insan gücü” bunu gösteriyordu. Aynı kişiler nereye gitseler devlet kurumlarının tümünde açık olan televizyon kanalının adını söyleyip, yaptıkları saptamanın doğruluğunu pekiştiriyorlardı. Bugün bu sorunun yanıtı nedir? Öncelikle operasyonun insanihukuki boyutunu bir kez daha vurgulayalım; herkes adil yargılanma hakkına sahiptir, kimse peşin hükümle suçlu ilan edilmemelidir... Operasyon bu anlamda bir dizi soru işareti taşımaktadır. Bunun yanında koalisyonun her iki tarafının da birbirini çok iyi tanıdığını, her şeyin ellerindeki savaş baltalarından ibaret olmasını görmek gerek. Kadınlardan şura için suç duyurusu Bazı sivil toplum örgütlerine üye kadınlar, geçen hafta Antalya’da yapılan ve eğitimde dinin etkisini artıran kararların çıktığı Milli Eğitim Şurası ile ilgili Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ile iki bakanlık bürokratı hakkında yapılan suç duyurusu dilekçesinde, şüphelilerin “zorunlu din eğitimine ilişkin AİHM kararlarını uygulamayarak, görevlerini kötüye kullandıkları” ve “mevcut din dersiyle inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelledikleri” belirtildi. Savcılığa verilen suç duyurusu dilekçesinde, Avcı ile Bakanlık Müsteşarı Yusuf Tekin ve Din Öğretimi Genel Müdürü Nazif Yılmaz’ın, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi, Anayasa ve Milli Eğitim Kanunu’na aykırı davranarak, çocukların bilimsel ve laik eğitim alma hakkını ihlal ettikleri, böylece ‘görevi kötüye kullanmak’ ve ‘inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme’ suçunu işledikleri” öne sürüldü. Dilekçede, kişilerin yaşam tarzına ilişkin tercihlerine müdahale etme suçunu işledikleri de kaydedildi. ‘Davada yargılamaya konu olan iki cd üzerindeki yazılar MAKİNEYLE YAZILDI’ Seyri değiştirecek rapor ‘ KUM P A S IN B İR B A Ş KA KANI T I ’ Dava avukatlarından Hüseyin Ersöz, “Bu inceleme ile sahte Balyoz Harekât Planı’nın kayıtlı olduğu CD’lerin suç uydurmak amacıyla örgütlü bir yapı tarafından üretildiği ortaya konulmuştur” değerlendirmesinde bulundu. Ersöz, kumpasın bir başka kanıtının daha bilirkişi incelemesi ile ortaya çıktığını belirterek “Bu tespit aynı zamanda mahkumiyet kararı veren hâkimlerin taraflı olarak söz konusu incelemeyi yaptırmadığının delilini oluşturmaktadır” diye konuştu. iki CD üzerindeki yazıların başka bir yerden kopyalanıp kopyalanmadığının tespit edilmesini istemişti. Prof. Dr. Salih Cengiz tarafından hazırlanan 15 Aralık 2014 tarihli raporda, kızılötesi ışını kullanılarak yapılan baskı izi inceleme deneylerinde CD zemininin sert olmasından dolayı herhangi bir yazı izine rastlanmadığı belirtildi. CD üzerinde yer alan “Közel” yazısının bulunduğu kısımda dört adet nokta vurgusu gözlendiği kaydedilen raporda, bu vurgu izlerinin UV ışık altında alınan izlerle tam olarak uyuştuğu vurgulandı. Raporda, “Bu izlerin ‘özel’ yazısının yazımında kullanılan kalemin 90 derecelik bir açıyla yazının başlangıç noktasında hızla inmesi sonucu oluştuğu ve bu tür yazıların makine ile oluşturulan yazılarda görülebileceği” belirtildi. Yapılan ve yazıya zarar vermeyen karşılaştırmalı analizler sonucunda CD’lerin üzerindeki 3 adet imzanın elle yazıldığı aktarıldı. Elle yazılan yazılarda yazım hızının arttığı bölgelerde çizginin düzgünlüğünün ortadan kalktığı kaydedilerek, bu yazılarda boylamasına keçe izlerine rastlandığı anlatıldı. Bu yazılarda harfin bitiş noktalarında düzensiz mürekkep birikmelerinin olduğu ifade edilerek, 11 ve 17 No’lu CD’ler üzerindeki “Or.Kna” ve “K.özel” yazılarının aletle yazıldığı belirtildi. Aletle yazıldığı iddia edilen yazılarda harflerin kalınlık ve düzeninde başlangıç noktasından bitiş noktasına kadar herhangi bir değişim olmadığının görüldüğü anlatılarak, bu yazıların bir alet ile muhtemel yazma aygıtı ve yöntem yardımıyla oluşturulduğu kanaatine varıldı. CANAN COŞKUN Balyoz davasında Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin davaya bakan ve kapatılan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği mahkumiyet kararlarını bozduğu toplam 298 kişinin yargılandığı davada, yargılamaya konu iki CD üzerindeki yazıların elle değil aletle yazıldığı ortaya çıktı. Söz konusu CD’ler gazeteci Mehmet Baransu tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na teslim edilmiş, üzerindeki yazıların eski 1. Ordu Harekât Başkanı Tuğgeneral Süha Tanyeri’ye ait olduğu iddia edilmişti. Yargıtay’ın haklarındaki mahkumiyet kararını bozduğu ve Anayasa Mahkemesi’nin haklarının ihlal edildiği kararı verdiği Balyoz davası sanıklarının yargılandığı davada İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi bilirkişiden soruşturmaya konu 1 TRİLYON DOLAR İÇİN HATIRLATMA Komutandan BARKIN ŞIK iki önemli uyarı Başlangıç ve bitiş aynı Eski KKK Yalman’dan suçlama: ‘Başbuğ edepsiz’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman, hafta sonunda piyasaya çıkan kitabında, 2003 yılı başında Birinci Ordu Komutanlığı’nda gerçekleşen plan semineriyle ilgili verdiği talimatın uygulanmamasından o dönemde kendisinin kurmay başkanı olarak görev yapan ve sonradan Genelkurmay Başkanlığı görevine gelen Orgeneral İlker Başbuğ’u sorumlu tuttu. Yalman, Başbuğ’u edepsizlik yapmakla da suçladı. Yalman, Hürriyet gazetesine verdiği röportajda, Başbuğ’u “yetkisini aşarak, usul hatası yapmak ve disiplin suçu işlemekle” suçladı. Yalman, “(Başbuğ’u kast ederek) Siz görevinizi yapsaydınız Balyoz olarak isimlendirilen dava olmayacak, yüzlerce suçsuz insan cezaevinde olmayacaktı” dedi. “Birinci Ordu’daki seminerin çerçevesini İlker Başbuğ biliyormuş ama size bilgi vermemiş... Neden bildirmedi?” sorusuna da “İşte ben bu sorunun cevabını veremiyorum. Kötü niyetle bakamıyorum. Herhangi bir hareket olursa... Ne bileyim... Ben bu sorunun cevabını veremedim. Ama bu bilgiyi bana vermedi, yani görevini yapmadı” karşılığını verdi. Yalman, Başbuğ için “Benim için artık yoksunuz” diye yazmışsınız sorusu üzerine de şunları söyledi: “Öyle yazmışsam öyledir. Hapishaneden çıkıp eve geldiği vakit iki kere aradım. Telefona çıkmadı. Başbuğ, ‘Suçlamalara Karşı Gerçekler’ diye bir kitap yazdı. O kitapta ‘Aytaç Paşa eğer kuvvet komutanı olmayıp da Edip Paşa olsaydı tabii benim adım geçmiyor, zımnen söylüyor ne Balyoz olurdu, ne Ergenekon olurdu...’ diyor. Böyle büyük bir edepsizlik olur mu! Ben bu Balyoz’u, hareketin başından beri engellemeye, durdurmaya çalışmış bir insanım. Hem birinci sene, hem ikinci sene...” Arınç, cemaate yönelik başlatılan soruşturmada Gülen iddiasını yanıtladı ‘Soruşturmada 32. isim yok’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, cemaate karşı yürütülen operasyonun gözaltı listesinde Fetullah Gülen’in olmadığını açıkladı. Arınç, “Soruşturmada 32. bir isim yok. Mahkemelerde serbest bırakılanlar olduğuna göre bu siyasi değil hukuki bir süreçtir” dedi. Arınç, Bakanlar Kurulu toplantısının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı. Cemaate yönelik başlatılan operasyonda, gözaltına alınacak 32. ismin Fetullah Gülen olduğu yönündeki iddianın sorulması üzerine Arınç, soruşturma dosyası kapsamında 32. bir ismin olmadığını söyledi. İfadelerinin alınmasının ardından serbest bırakılanlar olduğunu anımsatan Arınç, “Bu siyasi değil hukuki bir süreçtir” dedi. Mehmet Turan’ın şikayetçi olduğunu söylediğini dile getiren Arınç, taşhiyecilere ilişkin şu bilgileri verdi: “Geçmişte Mehmet Turan isimli şahıs Risaleyi Nur eğitiminde yorumlama yapmış, kendisine inanan insanlar eğitime devam etmiş. Bu çalışmalar sırasında Fethullah Gülen’e eleştiriler getirmiş. İki toplum arasında izah edici bir takım açıklamalar olmuş. İş bundan sonra başlıyor. Emniyet, bazı dinlemelerde bulunmuş, sonuç elde edilememiş. Bu gruba El Kaide bağlantılı olduğu iddiası atılmış. Yeterli bilgi ve belge bulunamamış. Yapılan operasyonla, aralarında Mehmet Doğan’ın bulunduğu 122 Arınç gazetecilerin sorularını yanıtladı. silahlarla benzerlik taşımasının, bir yol gösterme olarak da kabul edilebileceği ön görülmüş. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, bu sürece hiçbir siyasi etki dahil edilmemiştir. Bu cemaatin başı olan Mehmet Doğan’ın şikayeti, daha sonra da delillendiren Mehmet Turan isimli kişi, iki numaralı sanığın verdiği bilgilerden hareketle böyle bir soruşturma başlamıştır. Yargı sürecini takip edeceğiz. Soruşturmanın gizliliği esastır.” ‘Meclis’te gelini olan var’ kişi gözaltına alınmış, bunlardan 22’si tutuklanmış, 17 ay cezaevinde kalmış.” Arınç, geçmişteki operasyon kapsamında yapılan aramalarda, tabanca, el bombası ele geçirildiğini, ancak sanıkların parmak izine değil, aramaya katılan polislerin parmak izine rastlandığının ortaya çıktığını kaydetti. Yargılamada hepsinin tahliye edildiğini dile getiren Arınç şunları kaydetti: “Bazı dizilerde senarist ya da yapımcı olarak rol alan kişilerin gözaltına alınmak istendiğini biliyoruz. Tahşiyeciler ile Fethullah Gülen arasında, herkul.org’da yayınlanan yazıların bu dizilere yerleştirildiği, aramalarda bazı ele geçirilen silahlardaki seri numarasının, emniyetteki Arınç CHP’yi Haluk Koç’un açıkladığı ikinci torpil listesinin sorulması üzerine, “İstisnai kadro dediğimiz şey Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğundan beri var. Memuriyetteki süresine bakılmaksızın KPSS dahil edilmeksizin bazı işler için nitelikli eleman istihdamına imkân veren kadrolar bulunur. 90 seneden beri bu kadrolar cumhurbaşkanlığında vardır. Başka kurumlarda da vardır. Sizin sadece çocuğu oğlu değil, gelini de Meclis’te olanlar var. Ben bunları teşhir mi edeyim? Mecbur ederlerse çocuklarıyla baldızlarıyla eşleriyle birlikte bunları yüzlerine vururuz” diyen Arınç “Elinde bir taşla camları kırmaya kalkarsa CHP Genel Merkezinde taş kalmaz. Kapı bile kalmaz” açıklamasında bulundu” şeklinde konuştu. ANKARA Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu, 2023 yılında 1 trilyon dolar dış ticaret hacmi hedefi bulunan Türkiye’nin ekonomik büyümesini istikrarlı olarak sürdürebilmesinin, “Çevre denizler ve onların bağlantılı olduğu mücavir deniz havzaları üzerinden yaptığı ticaretin düzenli akışına ve ekonomisinin ihtiyaç duyduğu enerjiyi kesintisiz temin edebilmesine” bağlı olduğunu vurguladı. Bostanoğlu, Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarmasını “casus belli savaş nedeni” sayan 1995 tarihli TBMM kararının arkasında durulması gerektiğini belirtirken de Türkiye’nin çevre denizlerindeki yetki alanlarını belirleyecek “Münhasır Ekonomik Bölge MEB” anlaşmalarının yapılması gerektiğini söyledi. Savunma ve Havacılık Dergisi’nin bugün piyasaya çıkacak olan sayısına değerlendirmelerde bulunan ve “Çevre denizlerimizdeki deniz yetki alanları sınırlarının uluslararası hukuk çerçevesinde yapılacak antlaşmalar ile belirlenmesi önem arz etmektedir” diyen Bostanoğlu, Ege Denizi konusunda da uyarılarda bulunarak şunları söyledi: “Ege Denizi’nde Lozan Antlaşması ile kurulan ve 1995 yılında TBMM açıklaması ile teyit edilen dengenin muhafaza edilmesi hayati önemi haizdir. Mevcut açık deniz alanlarının muhafazası önceliklerimizdendir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki önceliği ise Kıbrıs sorunu gibi uzun süreli sorunların ve 2010 yılından bu yana Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde yaşanan gelişmelerin olumsuz yansımalarının en aza indirilmesinin yanı sıra deniz yetki alanlarındaki menfaatlarımızın korunmasıdır. Türkiye ve KKTC, Doğu Akdeniz’deki sorunların tüm paydaşların katılımıyla ve hakkaniyet ilkesi çerçevesinde çözümünü öngören bir yaklaşıma sahiptir. Ancak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) bu yaklaşımın aksine, 2003 yılından itibaren, uluslararası hukuk ile Türkiye ve KKTC’nin haklarını göz ardı edecek şekilde bir tutum izlemektedir. GKRY’nin yaptığı tek taraflı tasarruflar, Kıbrıs müzakerelerini olumsuz etkilediği gibi, Doğu Akdeniz güvenlik ortamındaki endişeleri de artırmaktadır.” İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Biyofizik Ana Bilim Dalı’ndan almış olduğum 02.09.1985 tarih ve 107 numaralı doktora diplomamı kaybettim. Hükümsüzdür. ÜMİT GÜLBİN ODABAŞ C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle