01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 OCAK 2014 PAZARTESİ 8 İNSAN bir yazıyı bitirirken özetle “Hukuk eğitimine önem vermeyi vurgulamanın tam zamanıdır” dedikten sonra “Ama zaman yoktur, üstelik yazarın gözleri de şu anda harfleri göremeyecek kadar bozulmuşsa şimdilik son noktayı koymaktan başka çare yoktur” diye yazarsa yakın ve uzak çevrede hazin bir kıyamet kopmaz mı? Peki, ne yapsaydı yazar? Hukuk öğretimi bir yana, ilkokulundan üniversitelerine kadar ülkenin bütün eğitimi eğitimci olmayanların yönetiminde tam bir keşmekeşe dönüşmüşse, gereksiz yere dörder yıllık gruplaştırmalarla ilki, ortası ve lisesiyle kolay anlaşılmaz bir düzensizliğe sokulmuşsa, daha sonrasının, yani yüksek öğretimin nasıl bir temele oturtulduğu daha da belirsizleşmiş değil midir? Yükseköğretim ve özellikle üniversiteler sistemi ile meslek HABERLER Kötümserlik Anısı yüksekokulları geniş katılımlı “şura” çalışmalarıyla ciddi bir reformdan geçmedikçe hukuk öğretimi konusunda ahkâm kesmek doğru mu olur? Çivisi çıkmış bir ülkede her şey gibi hukuk öğretimi de perakende çabalarla değil, sistemli ve planlı reformlarla başarılabilecek bir sorun olarak önümüzde. Bu konuda sözü bile edilmeyen plan ve program gibi kavramların yokluğunda vakit ve zaman tartışmaları da anlamsızlaşıyor. ötümserlik budur; ileriyi, geleceği görememek. Yazar, hiç değilse bunu yenmekte topluma yardımcı olmak zorundadır. Zamanın daralması, zamansızlık, her şeyden çok önceki zaman israflarının bir sonucudur. Yani, abesle uğraşmak, safsatayla vakit kaybetmek, zamanı iyi kullanmayı bilmemek. Kötümser düşünce, işte tam bu niteliğiyle, zaman darlığının iticiliğiyle, telaşıyla, gitgide azalmakta olan bir serveti olabildiğince sürdürmenin, tükenmesini önlemenin pintiliğiyle çok tuhaf ve çelişkili bir biçimde eldekini hep elde tutabilmek, çoğaltmak, üretmek, hatta zamanın ezeli niteliği olan akıp gitmeyi önlemek için çalışmak, öğrenmek, yarar yaratmak gibi kavramları akla getiren, devreye sokan bir etken olabiliyor. Görme gücü sönen bir göz daha iyi görebilme çarelerini bulmanın, azalan enerji enerjiyi daha iyi kullanmanın, hatta artırmanın, kaybolup giden, ister istemez gidenin yerini daha iyi doldurup onu ölümsüzleştirerek yeni bir yaşamın yaratıcısı durumuna gelinmiş olunabiliyor. Nafile avunma mı? Evet, ama başka türlüsü de yok. Öyle olduğu içindir ki, uzak ya da yakın geçmişteki kötümserlik “an”larımız yine de yabana atılamaz, “anı” olarak bizimdir ve öğreticidir. Şereflerine “anıt” dikmesek de. Düzeltme: Geçen cuma günkü yazının başlangıcında bir şaşkınlık yanlışı olmuş. Doğrusu, “İslam kültüründe Tanrı’nın adlarından biri olan ‘Hak’ sözcüğü” olacaktı; düzeltir, özür dilerim. n Baştarafı 1. Sayfada GÜNDEM MUSTAFA BALBAY K Faili meçhulleri başlatmakla suçlanan dönemin Başbakanı Çiller dosyasından takipsizlik çıktı Delile rastlanmadı CHP aday adayı Aylin Kotil ALİCAN ULUDAĞ ANKARA Eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın yöneticiliğindeki “çete”nin işlediği iddia edilen 18 faili meçhul cinayete ilişkin açılan davada dönemin Başbakanı Tansu Çiller hakkında yöneltilen suçlama ve ardından takipsizlik kararı verilmesinin gerekçesi ortaya çıktı. Savcılık, Çiller’in şüphelileri suç işlemeye teşvik ettiğine, azmettirdiğine ilişkin soyut iddialar dışında dava açmak için delil bulunamadığını savundu. Soruşturma kapsamında 18 cinayetle suçlanan Çiller’in ifadesi dahi alınmadı. Diğer yandan davanın açılmasına yaptığı itiraflarla sağlayan eski Özel Harekâtçı Ayhan Çarkın’ın “Cinayetler devletin bekası için MGK kararı ile işlendi” ifadesine ilişkin savcılığın hiçbir işlem yapmaması dikkat çekti. Bu konuda MGK’den konuya ilişkin bilgi, belge istenmedi. Terör suçlarına bakan Savcı Sadık Bayındır’ın 19 kişi hakkında dava açtığı faili meçhul cinayetler soruşturmasında 55 kişi hakkında takipsizlik kararı verdiği anlaşıldı. Cumhuriyet’in ulaştığı takipsiz ‘Beyoğlu yeşillenmek lik kararında eski Başbakanlardan Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, dönemin İçişleri Bakanı Nahit Menteşe, eski MİT yöneticisi Mehmet Eymür, Yavuz Ataç, emekli tümgeneral Veli Küçük, Hanefi Avcı, Ali Fevzi Bir, Abdullah Çatlı, Yaşar Öz, Sami Hoştan gibi isimler dikkati çekti. ‘Hesap soracağız’ demişti Çiller’in başbakanlığı döneminde 1990’lı yıllarda işlenen cinayetlerle ilişkilendirilmesine özellikle 4 Kasım 1993 tarihinde İstanbul Holiday İnn Oteli’nde yaptığı açıklama neden oldu. Tansu Çiller, o açıklamasında “Türkiye, milis hareketi niteliğine dönüşmüş ve yaygınlaşmış bir terör hareketiyle karşı karşıyadır. PKK’nin haraç aldığı işadamları ve sanatçıların isimlerini biliyoruz, hesap soracağız” demişti. Bu açıklamanın ardından Kürt işadamlarına yönelik ölüm listeleri ortalıkta dolaşmaya başlamış ve ardından peş peşe infazlar gerçekleşmişti. Bu sözler nedeniyle faili meçhul cinayetler dosyasında Çiller’in adı da şüpheli oldu. Ancak savcılık soruşturma sonunda Çiller’e takipsizlik kararı verdi. zorunda’ SİBEL BAHÇETEPE CHP’nin Beyoğlu Belediyesi kadın aday adayı Aylin Kotil, ilçede kapı kapı dolaşarak yurttaşların sorunlarını dinliyor, projelerini paylaşıyor, ilçeyi halkla birlikte nasıl yaşanabilir hale getirebileceklerini, daha güzel ilçeye nasıl dönüştüreceğini anlatıyor. “Beyoğlu yeşillenmek zorunda” diyen Aylin Kotil, özellikle çevre düzenlemesi konularına ağırlık vereceğini vurguluyor. Aylin Kotil, Beyoğlu ilçesinde 3 aydır neredeyse her gün konutları, okulları, esnafı, sivil toplum örgütlerini ziyaret ediyor, halkın sorunlarını yerinde dinliyor. Sabahın erken saatlerinden itibaren gittiği mahallede ilk bulduğu açık mekânda müşterileri ve çalışanları selamlayan Kotil, apartmanlara girerek ev kadınlarının kapısını çalıyor. Beyoğlu’nda oturan birisi olarak AKP’li Beyoğlu Belediyesi’nin hizmetlerinin yetersiz olduğunu ve ilçenin iyi yönetilmediğini belirten Kotil, çalışmalarına başlamadan önce Beyoğlu ilçesinde yurttaşların en çok nelerden şikâyet ettiğine yönelik anket yaptırdığını, bu anketten “temizlik, çöp, kaldırım ve yol düzenlemesi” sonucunun çıktığını söylüyor. Kotil, şimdiye dek 5 binin üzerinde daireyi gezdiğini anımsatarak, 2014 Türkiyesi’nde halen belediyecilik hizmetlerinin tam olarak yapılmadığını savunuyor. Kararda, Çiller’in arasında bulunduğu şüphelilerle ilgili şöyle denildi: “Şüpheliler; Veli Küçük, Hanefi Avcı, Mehmet Eymür, Sedat Peker, Ali Fevzi Bir, Doğan Güreş, Tansu Çiller, Nahit Menteşe, Ali Yasak, Yavuz Ataç, Müfit Taygun, Emin Arslan, Yaşar Öz, Memduh Samuray Bayraktaroğlu, Erhan Özen, Cevat Korkmaz, Bari Avcı, Hasan Aydoslu, Mustafa Aydoslu, Hüseyin Doğruel, Kahraman Bilgiç, Ünal Sümer, Ömür Özçelik ve Sami hoştan’ın iddia edilen öldürme eylemlerine katıldıklarına/iştirak ettiklerine, eyleme katılanlara yardım ettiklerine, eyleme katılan diğer faailleri azmettirdiklerine, diğer failleri suç işlemeye teşvik ettiklerine, suçun işlenmesinden sonra yardım vadinde bulunduklarına, suçun ne surette işleneceğine, mütaallik talimat verdiklerine, silahlı suç örgütüne yardım ettiklerine dair soyut iddia ve ihbarlar dışında dosya kapsamında dava açmak için delil bulunmadığı anlaşıldığından kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi.” ‘En sert sözleri bile espriyle söyleyeceğim’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ergenekon soruşturması kapsamında cezaevine girdikten sonra çok sayıda kitaba imza atan Mustafa Balbay, dün 8. Ankara Kitap Fuarı’na katıldı. Fuarda en çok ilgiyi Balbay’ın bulunduğu stant gördü. Binlerce kişi Balbay’a kitaplarını imzalatmak için sıraya girdi. Balbay, kendi kitaplarının yanı sıra halen cezaevinde olan Tuncay Özkan’ın hapiste yazdığı 7. kitabı Ötekiler’i de imzaladı. Diğer yandan Balbay, fuara katılmadan önce eşi Gülşah Balbay ile çocukları Yağmur ve Deniz ile birlikte Anıtkabir’i ziyaret etti. Öte yandan Mustafa Balbay, tahliyesinin ardından milletvekili olarak TBMM’de geçirdiği ilk bir ayı AA’ya değerlendirdi. Balbay, siyasette bir üslup sorunu olduğunu, gazeteci olarak yazılarında kullandığı ciddi ama güler yüzlü söylemi Meclis kürsüsüne de taşımak istediğini belirterek “En sert anda, en sert sözü bile bir espriyle söyleyeceğim” dedi.Geleceğe dair büyük umutlar taşıdığını belirten Balbay, “CHP’nin iyi bir seçenek olmasını istiyorum. Ve bu yönde de umutluyum” dedi. Gazeteciliğe ihanet etmek istemediğini ama siyaseti de sevdiğini vurgulayan Balbay, “Hayat beni siyasete itti. Siyaseti çok özgür yapacağım” dedi. “Beyoğlu genellikle İstiklal, Gümüşsuyu ve Cihangir gibi düşünülüyor. Oysa Beyoğlu ilçesinde Kasımpaşa, Okmeydanı gibi yerler de var ve buralarda çöp konteynırları bile yok. Çöpler halen naylon poşetlerle dışarı atılıyor” diyen Kotil, Beyoğlu’ndaki en büyük sorunların arasında kirlilik, hijyen sorunu ve çevre düzenlemesi problemlerinin geldiğini kaydediyor. Kotil, şöyle devam ediyor: “İlçedeki okulların tuvaletlerinde inanılmaz kirlilik var. Çocuklar okullarda tuvaletlere giremiyor. Ben hem bir anneyim hem eğitimciyim. Bu durum beni çok rahatsız ediyor. Kendi çocuğumun böyle bir okula gitmesini istemiyorsam, bölgemdeki çocukların da öyle bir okula gitmesini istemem. Bunun için çalışacağım. Ayrıca kadınların ve gençlerimizin yarım günlük, okullarını ve evdeki işlerini aksatmayacak işlere ihtiyaçları var. İlçemiz, Haliç’e kıyısı olan, dünyada altın boynuz olarak bilinen bir yer. Ancak yeteri kadar değerlendirilememiş. İlçenin yeşil alan sıkıntısını yeniden ele alarak değerlendirme yapacağız. Genellikle düzenlemeler taştan yapılıyor. Tıpkı Taksim Meydanı’nda yaptıkları düzenlemenin bir benzeri parklarda da yapılıyor. Beyoğlu yeşillenmek zorunda. Bir ağaç gölgesinde çay içemiyoruz, hava alamıyoruz diyor insanlar.” İlçede kentsel dönüşüm sıkıntısının da devam ettiğini anımsatan Aylin Kotil, “Bir kentsel dönüşümden ziyade yurttaşın evini ucuza kapatma çalışması var. Amaç, gelir düzeyi yüksek olanların ilçede ikametini sağlayıp halkı şehrin çeperlerine itmek” diyor. Çocuklar tuvalete gidemiyor Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısını değiştirmek üzere hazırlanan taslak böyle özetlenebilir. 12 Eylül 2010 referandumunda hükümet tarafından “devrim” diye sunulan HSYK şimdi “darbeci” olmakla suçlanıyor. HSYK, yargı sisteminin vanasıdır. Oradan sisteme katılan yargı gücü alt katlarda yasalar ve hukuk ilkeleri çerçevesinde dağıtılır. Hükümet o vananın tümüyle kendi elinde olmasını istiyor. Taslağa göre tüm hâkim ve savcıların kaderi Adalet Bakanı’nda olacak, bakanın kaderi de Başbakan’da olduğuna göre, Erdoğan tek seçici, karar verici haline gelecek. “RECEPTAY” diye kısaltabileceğimiz bir kurum daha oluşacak. Bu uygulamanın yaşama nasıl geçeceğini anlatmak için de uzun cümleler kurmaya gerek yok. Başbakan, en alt kademedeki mahkemede verilecek kararı bile etkileme gücüne sahip olacak. Başbakan’ın istemediği yönde karar verecek bir hâkimin ya da soruşturma başlatacak savcının her an yerinin değiştirilebilecek olması başka hangi anlama gelir? Bu, hâkim ve savcıların düz memur durumuna indirgenmesi, mevcut yargı sorunlarının katlanması demektir. HHH Başbakan’ın büyük reform, devrim diye sunduğu değişikliklerde, kısa süre sonra “yanlış olmuş” dediği konu sayısı az değil. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini ileri demokrasi diye sundular, ardından bunu değiştirmek için her yöntemi aradılar. Genel seçimlerin 4 yılda bir yapılmasını yine milli iradeye verilen önemin göstergesi diye sundular, ardından keşke 5 yıl olarak kalsaymış dediler. Şimdi de keşke Adalet Bakanı’ndaki yetkileri HSYK’ye vermeseymişiz, diyorlar. Bütün bu “keşke”leri ne zaman söylüyorlar? Getirdikleri değişiklik kendi aleyhlerine sonuç vermeye başlayınca... O ana dek, insanların özgürlüklerine mal olan büyük yanlışlıklar yapılsa bile temenni sözcüklerinden öteye gitmiyorlar. İktidar kendisini devletin de üzerinde gördüğü için kurumlar yıpranmış, parlamenter sistemin ayakları kırılmış, umurunda değil. Yıkar yeniden yaparız, olmadı başka bir kurum oluştururuz, o da olmazsa gereksizmiş deyip ortadan kaldırırız, diyor. HHH Yargı sistemi içinde yaşanan kuvvetler çatışmasının üç ayağı var: Hâkim, savcı, polis... Savcının başlattığı soruşturmanın gereğini polis yerine getirmiyor. Polisin başlattığı bir yolsuzluk operasyonuna, anında atama operasyonuyla karşılık veriliyor. Hâkimin aldığı bir karar idarece yerine getirilmiyor. Bütün bunların üstüne hükümet, elindeki yetkileri az bulup HSYK yasasını değiştirmek için kolları sıvıyor. Cumartesi günü Adalet Komisyonu’nda yaşanan kavga, hükümetin bu değişikliği anayasaya ve muhalefete rağmen yapmak için yumruk dahil her şeyi deneyeceğini ortaya koyuyor. Değişiklik Cumhurbaşkanı tarafından onaylanıp yürürlüğe girdiği an her şeyi yapıp, Anayasa Mahkemesi’nin olası iptalini de anlamsız hale getirmeyi amaçlayan bir niyet var. Bugüne kadar yargıda yapılan değişiklikler er geç iktidarı nasıl olumsuz etkilediyse bugünkü girişim de benzer sonuç verir. Üstelik daha tahrip edici olabilir. Yapmayın... Yargıyı rayından saptırmayın. ‘Adalete ALİ AÇAR Okmeydanı’nda 2008 yılında küçük bir çocuğa tecavüz ettiği ileri sürülen Selahattin Cirit’in dövülerek öldürülmesi olayına karıştıkları iddiasıyla 5 yıldır tutuklu yargılanan Rıza Çıtakbaş’ın eşi Suzan Çıtakbaş, 14 Ocak’ta görülecek duruşmada tahliye istediklerini söyledi. Eşi hakkında ifade veren M.P’nin Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde tedavi gördüğünü ve gizli tanığın ise olay yerinde eşinin sadece izlediği yönünde ifade verdiğini anlatan Suzan Çıtakbaş, “Ortada ne bir kamera görüntüsü ne de olayda kullanıldığı ileri sürülen demir sopa var. Mahkemeye sunduğumuz hiçbir delil kabul edilmedi. Bir gizli tanık ve akli dengesi yerinde olmayan kişinin ifadesi üzerinden 5 yıldır suçsuz yere cezalandırıldık” dedi. 2008 yılında meydana gelen olayda iddiaya göre Selahattin Cirit, bir ilkokul çocuğuna tecavüz etmiş, Cirit yine bir gün Okmeydanı’nda motosikleti ile okul önünde beklerken, mahalleli tarafından önü kesilerek dövülmüştü. Ağır şekilde yaralanan Cirit, kaldırıldığı Okmeydanı Rıza Çıtakbaş ve eşi, akli dengesi yerinde olmayan bir tanığın ifadesi nedeniyle 5 yıldır tutuklu yargılanıyor güvenmek istiyoruz’ Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde ertesi gün iç kanama nedeniyle yaşamını yitirmiş, olayla ilgili operasyon başlatan polis, aralarında Rıza Çıtakbaş’ında bulunduğu 13 kişiyi DHKPC adına öldürmek suçlamasıyla gözaltına almıştı. Çıtakbaş ve gözaltına alınanlar ise çıkarıldıkları mahkemece müebbet istemiyle tutuklanarak cezaevine gönderilmişti. DHKPC ise olayla hiçbir ilgisi olmadığını belirterek Cirit’in ölümüne ilişkin olayı üstlenmemişti. Olayın üzerinden 5 yıl geçmesine karşın tutuklu yargılanan Rıza Çıtakbaş’ın eşi Suzan Çıtakbaş da yaşananlara isyan ederek eşinin serbet bırakılmasını istedi. Duruşma öncesinde gazetemize konuşan Suzan Çıtakbaş, “Mahkemeye olay yerindeki kamera görüntülerinin istenmesi için yaptığımız başvuru reddedildi. Yine mahkemeden istediğimiz bilirkişi de kabul edilmedi” dedi. Eşinin psikolojik tedavi gören M.P. isimli ile gizli bir tanığın ifadesi üzerine tutulduğunu kaydeden Çıtakbaş, “14 Ocak’ta görülecek olan duruşmada tahliye kararı bekliyoruz. Her şeye karşı yine de hukuka güvenmek istiyoruz” ifadesini kullandı. Toplu mezarlar açılacak DİYARBAKIR (AA) Şırnak’ın Koçağıllı ve Kuşkonar köylerinde 26 Mart 1994’te, bombalama sonucu 38 kişinin öldüğü olayla ilgili Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın verdiği kararla Kuşkonar köyünde toplu olarak gömüldüğü iddia edilen 25 kişinin mezarı açılacak. Güneydoğu’daki faili meçhul cinayetlerle ilgili soruşturmaları yürüten Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, bombalamada hayatını kaybeden ancak resmiyette yaşıyor görünen 25 kişinin gömüldüğü toplu mezarı açmaya karar verdi. Olayla ilgili soruşturmayı yürüten Şırnak Cumhuriyet Savcılığı, bombalamanın PKK tarafından yapıldığını belirterek dosyayı dönemin Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı’na göndermişti. Dosya, yıllarca cumhuriyet savcılığı ile askeri savcılık arasında gidip geldi. Mağdurların avukatı Tahir Elçi, 2006 yılında dosyayı AİHM’ye götürdü. AİHM, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yaşam hakkı, etkili soruşturma hakkı ile kötü muamele ve işkencenin yasaklanması ile ilgili maddelerini ihlal ettiğine hükmetti. Türkiye’nin 38 davacıya toplam 2 milyon 305 bin Avro tazminat ödemesini kararlaştırmıştı. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı da geçen yıl dosyayı yeniden incelemeye aldı. Olayla ilgili soruşturmayı yürüten savcılık da önemli bir karar aldı. Yıllardır terör gerekçesiyle gidilmeyen bölgeye savcılar ilk kez giderek burada 25 kişinin gömüldüğü toplu mezarı açacak ve kimlik tespiti için kemiklerden numune alacak. Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, “Toplu mezar açıldıktan sonra kimlik tespiti için DNA örnekleri alınarak kimlik tespiti yapılacak. Böylelikle 20 yıldır resmi kayıtlarda yaşıyor görünen 25 kişi, artık nüfustan ve resmi kayıtlardan da düşürülecek” diye konuştu. Diyanet’in yeni işi: Umre turu ANKARA (AA) Diyanet İşleri Başkanlığı, yarıyıl tatilinde 10 bin öğrenci, öğretmen ve veliyi umreye götüreceğini açıkladı. Diyanet İşleri Başkanlığı Hac ve Umre Hizmetleri Genel Müdür Vekili Ergün Yücel, öğrencilere yönelik umre turu projesi hazırladıklarını belirterek “Proje kapsamında ilk olarak 5 bin kişinin gitmesini öngördük. Bu rakamı öğretmenler, öğrenciler ve veliler dahil olarak hesapladık. Bununla ilgili kontenjanı duyurduğumuzdan çok kısa bir zaman sonra başvurular doldu. Bunun üzerine 5 bin kişilik kontenjan artırımına gittik. 10 günlük planladığımız bu umre programı için ayırdığımız görevliler dahil 10 bin 461 kişilik kontenjan da doldu. Bunun ardından bütün hazırlıklarımızı tamamladık” dedi. Öğrencilerin 5 gün Mekke, 5 gün de Medine’de kalacağını, kişilerin belirlenmesinde bir ayrıma gitmediklerini söyleyen Yücel, “Projemize her sene ilgi artarak sürüyor” dedi. Kentsel dönüşüm sorunu Kotil, ev ev dolaşarak, halkın sorunlarını dinliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle