19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 AĞUSTOS 2013 PAZARTESİ 8 HABERLER n Baştarafı 1. Sayfada MUSTAFA BALBAY Ergenekon davasında tutuklu sanıklar cezaevinde zor yıllara dirençle karşılık verdiler GÜNDEM Karar günü geldi İstanbul Haber Servisi Milletvekilleri, siyasi parti başkanları, yazarlar, rektörler, TSK’de en üst düzeyde görev yapmış komutanlar, teğmenler, polisler ve sendikacıların “Ergenekon terör örgütü üyeliği ve yöneticiliği”, “hükümete darbeye teşebbüs” suçlarından yargılandığı Ergenekon davasında hüküm bekleniyor. Silivri Cezaevi yerleşkesinin bitişiğindeki duruşma salonunda görülen davaya bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, 21 Haziran’daki duruşmada karar için davayı bugüne ertelemişti. Mahkeme, Ankara temsilciliğimiz görevini yürütürken gözaltına alınıp 6 Mart 2009’da tutuklanan ve 12 Haziran 2011’de CHP İzmir milletvekili seçilen gazetemiz yazarı Mustafa Balbay ile birlikte 66’sı tutuklu 275 kişinin yargılandığı davayı karara bağlayacak. Savcıların esas hakkındaki mütalaasında Balbay’ın da aralarında bulunduğu 64 kişi hakkında ağırlaştırılmış müebbet ve diğer sanıklar hakkında da ağır hapis cezaları isteniyor. Tutanaklara göre karar, bugünkü 321. duruşmada açıklanacak. Ancak birleştirilen davaların duruşmalarıyla birlikte Ergenekon davalarında 225’i Birinci Ergenekon davasında olmak üzere toplam 621 duruşma yapıldı. Mustafa Balbay, bu zor 5 yılı “Silivri’de her şeye karşın insanlığı, adaleti, yurtseverliği, hukuku, direnmeyi, demokrasiyi, gazeteciliği savunduk” sözleriyle ifade etti. İlker Başbuğ’dan tepki İstanbul Haber Servisi Ergenekon davasıyla birleştirilen İrticayla Mücadele Eylem Planı davası tutuklu sanığı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, kararın açıklanacağı duruşma salonuna ailelerin alınmamasına tepki gösterdi. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Twitter hesabından yapılan açıklamada, şu değerlendirmeler yer aldı: “Sıkıyönetim dönemlerinde bile görülmemiş, ailelerin dahi gelmesi yasaklanmış bir ortamda ‘mahkeme’ kararını açıklayacak... Peki, niye? Çünkü aklıselim kimsenin itibar etmeyeceği bir mütalaa üzerinden karar verecekler.. Çünkü kamu vicdanını rahatsız edeceklerini, masum insanların cezalandırılmasını kamunun kabul etmeyeceğini biliyorlar... Çünkü Türk Devleti ve ordusunun şanlı tarihine bugüne kadar görülmemiş bir kara leke süreceklerini biliyorlar.” İlk operasyon sıradan bir olay gibi algılandı 12 Haziran 2006’da emekli astsubay Oktay Yıldırım’ın, bir gecekonduya sakladığı iddia edilen 27 adet el bombasının ele geçirildiği operasyon, başlangıçta sıradan olay gibi algılandı. Sanık Mehmet Demirtaş’a ait olan ve yeğeni Ali Yiğit’in kiracı olarak oturduğu bir gecekonduda da patlayıcı olduğuna ilişkin ihbar, aynı günü Ali Yiğit’in babası Şevki Yiğit tarafından yapılmış ve operasyon gerçekleştirilmişti. Ardından bu mühimmatın “Ergenekon” adlı İtalya’daki “Gladyo” yapılanmasını andıran, “darbeye zemin hazırlamak amacıyla kaos ortamı oluşmak için” çalışan bir derin yapılanmaya ait olduğu açıklamaları yapıldı. 21 Haziran 2010 tarihinde yitirdiğimiz gazetemiz başyazarı ve imtiyaz sahibi İlhan Selçuk, 21 Mart 2008 günü sabaha karşı evi basılarak gözaltına alındı. Eşzamanlı olarak İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu, emekli Tuğgeneral Veli Küçük ve birçok kişi gözaltına alındı. Halen İstanbul Başsavcı Vekilliği görevini yürüten Zekeriya Öz tarafından yürütülen soruşturma kapsamında art arda operasyonlar yapıldı, binlerce sayfalık iddianamelerle çok sanıklı davalar açıldı. Ergenekon sözünün efsane olmaktan çıkıp “darbe yapmayı hedefleyen, bu nedenle kaos ortamı oluşturmayı amaçlayan” terör örgütü”ne dönüştüğü 2007’den bu yana, özellikle tutuklu yargılananlar için süreç kolay geçmedi. Gazeteci Tuncay Özkan duruşmalarda yıllarca “Suçum ne, suçum açıklansın!” diye feryat etti. Suç duyuruları, salondan çıkarılmalar, mikrofonların kesilmelesi, süre kısıtlamaları, duruşmalardan yasaklanmalar, gizli tanıkların iddiaları ve cezaevinin dört duvarı arasında üzerlerine yıkılmaya çalışılan sayısız suçu işlemediklerini kanıtlamaya çalışmakla geçti bu beş yıl. Sanıklar sık sık “Olmayan bir şeyin olmadığını nasıl ispat edeceğiz!” diyerek haklarındaki suçlamalara isyan etti. Balbay ve Tuncay Özkan, 1 yılı aşkın süre tek kişilik hücrede tecrit edildiler. 20 Temmuz 2009 tarihinde başlayan 2. Ergenekon davası kapsamında 4 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan Mustafa Balbay’ın, cezaevinde yazdığı, Cumhuriyet Kitap ları tarafından yayımlanan “İnsanlığı, Adaleti, Yurtseverliği, Hukuku, Direnmeyi Demokrasiyi, Gazeteciliği Savunma” kitabından alıntılarla 5 yıllık süreci Mustafa Balbay’ın kaleminden aktarmaya devam ediyoruz. Ergenekon tutukluları Mustafa Balbay ve Prof. Dr. Mehmet Haberal, Yüksek Seçim Kurulu tarafından adaylıkları onanarak 12 Haziran 2011 seçimlerinde aday olarak milletvekili seçildiler. Tutuksuz yargılanan eski Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün de Ankara milletvekili seçildi. Ancak tutuklu milletvekilleri İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, sonradan görevinden alınan Başkan Köksal Şengün’ün muhalefetine karşın tahliye edilmediler. Oysa, Balbay’ın kitabındaki anlatımlarına göre cezaevi yönetimi bile tahliye olacağı düşüncesiyle “Mustafa Bey, tahliye kararı çık Milli irade Zor yıllar tığında aniden gidersiniz, elektrik borcunuzu şimdiden tahsil etsek ya da burada kalacaklardan kiminle samimiyetiniz varsa ondan kessek” demişlerdi. Balbay, son savunmasında binlerce kişinin oyunu almasına karşın TBMM’de görev yapmasının engellendiğine bir kez daha dikkat çekti: “Ben Türkiye’de yasama yapma gücüne sahip 550 kişiden biri olarak anayasanın 14. ve 83. maddesini çok yanlış ve aleyhimize yorumladığınız düşüncesindeyim. Bizler bu salonda bulunan Sayın Mehmet Haberal ve ben, aslında özgür insanlardan daha zor koşullarda milletvekili seçildik. Çünkü tutukluyduk, kendimizi ifade etmemiz daha zordu.” Balbay, savunmasında şöyle söz verdi: “Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılsam da hatta devamında sırat köprüsünden geçiş yasağı konsa da ben bu ülke için çalışacağım. Birikimlerimi milletvekili olarak bu ülke için kullanacağım.” Mustafa Balbay, “Savunma” adlı kitabında hücre arkadaşı Tuncay Özkan’ın dava sürecine ilişkin derlemelerini de paylaştı. Kitapta yer alan “Ergenekon’un rekorları”ndan bazıları şöyle: Ergenekon’un silahlı terör örgütü olduğu iddia ediliyordu, yargılanan tüm sanıkların yaş ortalaması ise 55 civarındaydı. Dünyada yaş ortalaması bu kadar yüksek terör örgütü davası olduğunu sanmıyoruz. 30’u aşkın meslekten ve iş alanından sanık vardı. Davada bir gün sabahtan Genelkurmay karargâhı yargılanıyordu. Öğleden sonra mafya davalarından tanınmış kişiler yargılanıyordu. Ertesi gün de eski rektörlerle devam ediliyordu. Ergenekon’un rekorları Demirel: Umalım ki adaleti incitici karar çıkmaz Özgürlükleri genişletmekle bu alandaki bilinci yükseltmek aynı şey değildir. Zira özgürlük aynı zamanda sorumluluktur. Onu kullanma sorumluluğudur. O yüzden de pek çok insan özgürlüğünü kullanmaz, kullanamaz. “İnsan, haklarıyla insandır” sözünün altında yatan anlam da budur. İnsan, sahip olduğu haklar kadar değil, bu hakları kullanabildiği kadar özgürdür. Eğer bu hakların tümünden yoksunsa, bunlar için sürdürdüğü mücadele kadar özgürdür. Çünkü bu haklar için verilen mücadele ona ulaşmak kadar önemlidir. Hemen amaca ulaşmak da belirleyici değildir. Öyle değerler vardır ki, uğruna verilen mücadelede bir dönem için kaybetmeye değer. HHH Girişte yaptığımız “özgürlük tarihi” vurgusu Türkiye’nin siyasi tarihi için de geçerlidir. Kurtuluş Savaşı’nın ardından kurduğumuz bağımsız Cumhuriyetle birlikte özgür bir toplum olma yolunda önemli bir ivme kazandık. Devrimlerin her biri bunun kilometre taşları oldu. Eğitimden oy kullanmaya kadar birey olma bilincinin altyapısı oluştu. 1950’deki çok partili yaşama geçiş, siyasal alandaki özgürlükleri genişletirken bu yöndeki tartışmalara da zemin oldu. 1960’larla birlikte devletin bireylere karşı sorumluluğunun evrensel tarifini yapan “sosyal devlet” tanımı siyasal yaşamımıza girdi. Sosyal demokrasi ile birlikte biçimlenen sosyal devlet kavramını başlangıçta yadırgayan, soğuk bakan hatta eleştiren sağ partiler de zamanla bunu benimsediler. Vaatlerini bu kavram etrafında sloganlaştırdılar. 21. yüzyılın ikinci on yılında, 20. yüzyıla sığan üç önemli devrimin ardından, bunların devamı olan dördüncü devrimin tohumlanmakta, hatta yeşermekte olduğunu görüyoruz. Yeşermekte olan özgürlük ve demokrasi devrimidir. Gezi Direnişi bu ateşi yakmıştır. Ateş bulunmuştur. Zaman zaman alevleri azalsa da sönmez artık. Gezi’nin bu işlevini fark eden iktidar o yüzden ürkmekte, ateşi bir an önce söndürmeye çalışmaktadır. Bugünlerde bile hâlâ Gezi’ye ilişkin yazıların en çok tam ve yarı resmi iktidar gazetelerinde yer alması bu yüzdendir. Gezi ruhu, Türkiye’nin 21. yüzyılıdır. Gezi ruhu, 20. yüzyılın temize çekilmesi, geçen yüzyılda kalması gerekenlerin orada bırakılması, bu yüzyıla taşınması gerekenlerin elbirliğiyle getirilmesidir. Gezi ruhu, Türkiye’nin farklılıklarını yelpaze yapıp ortak paydalarda buluşturma bilincidir. Gezi ruhu, özgürlük bayrağıdır. HHH Önerim, dileğim, özlemim şu: 5 Ağustos özgürlük ve demokrasi devrimine giden yolda yeni bir başlangıç olsun. 5 Ağustos’tan itibaren Türkiye’nin büyük bir cezaevine dönüşmesine neden olan iktidardan sonra “nasıl bir yeniden yapılanma gerekir” sorusu tartışılsın. 5 Ağustos’tan itibaren artık iktidardan yakınma dönemi bitsin; nasıl bir iktidarla yürümek istiyoruz arayışına seçenek üretilsin. 5 Ağustos’tan itibaren özgürlük ve adalet özlemi bütün çabaların ortak paydası olsun. İlk üç devrimi başaran ruh, dördüncü devrimi de mayalayacak güçtedir. Önümüzdeki seçim süreçlerinde hedef bu mayayı tutturmak olmalıdır. Bu satırları yazarken içim kıpır kıpır, ben de her nerede olursam olayım, hangi koşullarda olursam olayım, dördüncü devrimin bir ucundan tutabileceğimi hissetmenin heyecanı içindeyim. İngiliz gazeteci Gareth Jenkins Ergenekon davasını yorumladı: Haber Merkezi 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Ergenekon davasını “Çok büyük bir hadise” olarak niteledi. Demirel, şunları söyledi: “Umalım ki buradan milleti, adaleti incitici kararlar çıkmaz. Umalım ki hak yerini bulur, adalet yerini bulur. Haksız yere insanlar cezalandırılmaz. Henüz ‘suçum nedir’ diyene ‘suçun şudur’ denilemediği bir ortamda, henüz suçunu söylemeden ceza ile cezalandırılması sürpriz yaratır.” Otoriterliğin temellerini attı Haber Merkezi Ergenekon iddianameleri üzerine “Gerçek ile Fantezi Arasında: Türkiye’nin Ergenekon Soruşturması” başlıklı bir rapor kaleme alan İngiliz gazeteci Gareth Jenkins, BBC Türkçe internet sitesinden Rengin Arslan’ın sorularını yanıtladı. Jenkins, “Ergenekon soruşturması başladığında pek çok kişi soruşturmayı yürütenlerin iddialarını önkabul yoluyla algılamaya hazırdı. Pek çoğu dosyanın kendisine bakmadı. Bununla birlikte, yıllar geçtikçe hem Türkiye içinde hem Türkiye dışında davaya yönelik algı büyük ölçüde değişti. Şimdilerde davada, en azından derin bir çatlak olduğunu bilmeyen birini bulmanız çok zor. Sanırım pek çok kişi artık davanın siyasi motivasyonla üretilmiş olduğunu anladı” diye konuştu. Ergenekon soruşturmasının, şu an Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile bir iktidar mücadelesine girdiğini iddia edilen Fethullah Gülen hareketinin üyeleri tarafından yürütüldüğünü belirten Jenkins, “Ergenekon davası, hukukun üstünlüğünün nasıl görmezden gelinebileceğini ve Türkiye basınının baskı, kibir ve bazı mensuplarının ilkesizliği nedeniyle nasıl kontrol altına alınabileceğini göstererek Erdoğan’ın gittikçe otoriterleşen yönetim biçiminin temellerini attı” ifadelerini kullandı. “Ergenekon iddianameleri, her siyasi şiddet eyleminden sorumlu olan hiyerarşik, merkezi olarak idare edilen ve Türkiye’nin modern tarihindeki her militan grubu yönetmiş; aynı zamanda nükleer, kimyasal ve biyolojik silahları uluslararası piyasaya satmaya hazırlanan bir örgüt suçlamasına yer veriyor. Tabii ki böyle bir örgüt yok” diye konuştu. ‘İnsani ilişki terör ilişkisi olmuş’ Balbay, kitabında okurlarıyla paylaştığı savcıların esas hakkındaki mütalaasına karşı duruşmada yaptığı son savunmasında “terör örgütü” suçlamasına şu örneklerle yanıt verdi: “..Bu mütalaada ne bir hukuk metni var, ne kişilere yönelik suçların tarifi var ne de bu yüklenen suçlarla ilgili deliller var. Bu öyle bir mütalaa ki insanlar arasında kurulan ilişki üzerinden terör örgütü kurulmuş. İnsan kendisiyle ilgili suçlamayı bir başkasının bölümünde buluyor. Örneğin benim İlker Başbuğ’la bağlantım yok. Ama İlker Başbuğ’un benimle bağlantısı var. Çünkü benim bölümümde adı geçmiyor ama Sayın Başbuğ’un bölümünde ‘Balbay’la aynı örgüttendir’ diye adım geçiyor... Yani Einstein gelse bu mütalaanın denklemini çözemez... Bizi adeta Kabahatler Kanunu’ndan yargılar gibi alt alta sıralanan faaliyetlere baktığımızda bundan bir şey çıkmaz diyorsunuz, en altında da ‘ağırlaştırılmış müebbet’ diyor.” Mustafa Balbay, kitabında, birbirleriyle hiçbir şekilde bir araya gelemeyecek düşüncelere sahip, aralarında bağlantı olmamasına karşın aynı örgüte üye olmak, yönetmek ve yardım etmekle suçlanan sanıklardan bir “torba dava” çıkarılmasına ilişkin bir anısını da aktarmış. Alparslan Arslan’a Danıştay saldırısında kullandığı iki Glock marka tabancayı aracılara satarak temin etmekten sanık Mahmut Güzel’in sözlerini Balbay şöyle anlatıyor: “Davanın en çarpıcı zıtlıklarından birini 26. Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ ile hamal Mahmut Güzel oluşturuyordu. 700 bin kişilik silahlı kuvvetin komutanlığını yapan Başbuğ, iddianameye göre terör örgütünün yöneticisiydi. Mahmut Güzel de bu terör örgütüne silah sağlamaktan tutuklu yargılanıyordu. Başbuğ’un çok ender katıldığı günlerden birinde az ötesinde de Güzel oturuyordu. O günkü duruşma arasında Mahmut Güzel kendine has şivesiyle ‘Abi ben bu koca orduya silah temin etmişim he mi’ dedi.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle