19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 AĞUSTOS 2013 PAZARTESİ KLASİK MÜZİK ETKİNLİĞİ BAŞLIYOR Turgutreis’te festival var Kültür Servisi Kurucu destekçiliğini Doğuş Grubu’nun, sanat yönetmenliğini Yücel Canyaran’ın üstlendiği ve geçen yıl Donizetti Klasik Müzik Ödülleri’nde “Yılın En İyi Klasik Müzik Etkinliği” seçilen DMarin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali’nin programı açıklandı. Bu yıl, 9. kez 2425 ve 2728 Ağustos tarihlerinde Bodrum’da düzenlenecek olan festival, 8 yıldır olduğu gibi bu yıl da birbirinden değerli sanatçıların katılımıyla ve zengin repertuvarıyla müzikseverlere seslenecek. Dört gün boyunca, toplam 7 konserin gerçekleştirileceği DMarin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali’nin açılış konserinde, Türkiye’nin en köklü orkestrası Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO), İspanyol şef Ramon Tebar yönetiminde, dünyanın en ünlü sopranolarından Angela Gheorghiu’ya eşlik edecek. CSO, festivalin 2. gecesinde ise keman virtüözü Maxim Vengerov’a eşlik edecek. Çellocu Daniel MüllerSchott ve dünyanın en gözde oda müziği topluluklarından Amsterdam Sinfonietta 3. gecede yer alırken; piyanistliği ve besteleri ile dünyaca ünlü sanatçı Fazıl Say’ın yer aldığı kapanış konserini, şef Gürer Aykal yönetiminde Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası verecek. u CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 Gezi’de sanatın üretildiği bir gerçek, gençlerin ne kadar yaratıcı ve yetenekli olduğunu da ürettikleri performanslar, konserler, oyunlar, pandomim gösterileri, enstalasyonlar, grafitilerden açıkça gördük. Yula’nın dediği gibi ‘Gezi Direnişi’, ‘sanat’ı bu olayın bir parçası kıldı. Can Dündar’a Saygı... “Can Dündar da Milliyet’ten atıldı …” Buradaki iki harflik “da” eki, bugünkü Türkiye’nin medya ve basın gerçeğini vurgulamasından ötürü çok önemli. Artık yalnızca biri iktidardan yana olan, öteki de iktidarı eleştiren olmak üzere iki medya var; ilki, çoğunluk; ikincisi ise neredeyse her gün daha da azalan bir “azınlık”. Ama fark, yalnızca bununla sınırlı değil. Asıl fark, aynı ülkede çalışan bu iki medyanın bütün araçları ile iki farklı ülkeyi göstermesi ve yazması. Çoğunluğun ekranlarına ve gazetelerine göre örneğin bu ülkede polise saldıran ve “saldırırken” ölenler, gözlerini yitirenler, ağır ya da hafif yaralananlar var. Şehrin deniz kenarındaki meydanlarından birinde, bir Almadovar’a bile parmak ısırtacak bir düş gücünün ürünü olan, türbanlı bir kadının peşinden koşup onu taciz eden yüz tane “yarı çıplak” erkek var. (Yeri gelmişken belirtelim: Böyle bir düş gücünün uygun bir zamanda “güvenilir” bir psikolojik ve psikanalitik çözümlemeden geçirilmesi, toplumumuzun gelecekteki ruh sağlığı açısından son derece önemli!). Ve nihayet, örneğin bir camiye girip içki içen ve öpüşen gençler var. Azınlığın gittikçe azalan ekranlarından ve gazetelerinden yansıyan gerçekler ise çok farklı. Örneğin ölenler ve yaralananlar, saldıran değil polisten kaçan kişiler; zaten “saldıran” olamazlar, çünkü gaz maskelerinden başka “silahları” yok. Bir kadını kovalayan yüz yarı çıplak erkek gösteren tek bir MOBESE kaydı yok. Bu gerçeküstücü sahnenin tanığı da çıkmadı. Camide içki içtikleri ve öpüştükleri söylenen gençler için de öyle. Üstelik bu son suçlamalar için altı saat sorgulanmasına rağmen şöyle demekte direnen bir cami imamı var: “Ben din adamıyım, yalan söyleyemem; camimde böyle şeyler olduğunu görmedim…” Gazetecilik uğraşına adım attığından bu yana hep gerçeklerden yana savaşım veren, “gerçeğin hiçbir yalana benzemediğine” kesinlikle inanmış bir gazeteci ve yazar olan Can Dündar, işte böyle bir ortamda ve kendini gerçeğe bunca adadığı için gazetesinden atıldı. Kişilere tapma kültüne: “Başbakan istesin, gazetemi hemen kapatırım!” diyecek kadar batmış bir gazete sahibi tarafından işinden kovuldu. Yakın sayılabilecek bir geçmişte, Mustafa Kemal Atatürk’ün Mustafa’sına tahammül edememe bağnazlığına karşı o eşsiz “Mustafa” belgeseliyle ve kitabıyla karşı çıkmaktan çekinmeyecek kadar yürekli olan Can Dündar, Köy Enstitüleri’ni ve Devlet Tiyatroları’nın kuruluşunu konu alan belgesel filmleri ve yayınlarıyla da sürekli Aydınlanma’dan yana olan duruşunu hiç sarsılmaksızın sergiledi. Televizyonlarda düzenlediği tartışma programları ise hep eleştirel düşünebilmenin önemini vurgulayan yapımlar oldu. Yazımı Can Dündar’ın “Nereye?” başlıklı kitabındaki “Sıradan Faşizm” adlı denemesinden bir alıntı ile noktalıyorum: “Ürküyorum! Terörizmin akıldışı saldırganlığından değil sadece korkum… İnsanoğlunun bunun üstesinden gelebileceğine inanıyorum. Afganistan’ı yerle bir edecek bir bombardıman da değil tüylerimi ürperten (…) Bu krizde beni asıl korkutan, gündelik hayatın içinde aniden ortaya çıkan, daha kalıcı, daha yakıcı bir düşman: ‘İçimizdeki terörist…’” kendisine yeni bir tabiyet halkası da oluşturur. Özellikle İstanbul’da deprem korkusu kullanılarak tartışılmaz kılınan ‘kentsel dönüşüm’ projesinin temel amaç ve sonuçlarından biri, rant olduğu kadar kendi bekasını da ilgilendiren bu yeni ilişkileri tanzim etmektir” denilen kitap, Sulukule, Tophane, Tarlabaşı, Bahçeşehir, Ayazma, Başakşehir, Küçükpazar sakinlerinin de izini sürüyor. Dört yazarın ortak çalışması olan ‘Gezerken’ adlı oyun 12 Ağustos’ta Kadıköy Yoğurtçu Parkı’nda sahnelenecek ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK Angela Gheorghiu 12. FANTA GENÇLİK FESTİVALİ Doğulu, Ferah ve Aydın aynı sahnede Kültür Servisi 12. Fanta Gençlik Festivali kapsamında, Kenan Doğulu, Şebnem Ferah ve Emre Aydın, 16 şehirde müzikseverlerle buluşacak. 14 Ağustos Tekirdağ başlayacak konserler, 16 Ağustos’ta İzmir, 18 Ağustos Bursa, 20 Ağustos İzmit, 22 Ağustos Samsun, 24 Ağustos Trabzon, 26 Ağustos Erzurum, 28 Ağustos Malatya, 30 Ağustos Şanlıurfa, 1 Eylül Adana, 3 Eylül Kayseri, 5 Eylül Ankara, 7 Eylül Antalya, 10 Eylül Konya, 12 Eylül Denizli ve 14 Eylül İstanbul’da son bulacak. (https://www.facebook. com/fantagenclikfestivali) Gezi Parkı’nda ağaçların sökülmesiyle başlayan “Gezi Direnişi”ne en başından beri tanıklık eden, polisin uyguladığı şiddette dahi meydanları terk etmeyen sanatçıların sesi sanatla yükselmeye devam ediyor. Sanatın birçok alanına konu olan “Gezi Direnişi” ile ilgili kitaplar çıktı, filmler yapılıyor, müzik en başından beri vardı ve de tiyatro... Oyun ilk kez Gezi Parkı’nda sahnelendi. Dört yazar ve yönetyaşına kadar sadece iki ya da üç kez Gezi men; Özen Yula, YiParkı’na gitmiş genç bir adamın gözünğit Sertdemir, Mirza Metin ve den anlatılıyor. Oyunda genç adam, saCem Uslu, direniş günleri debah baskınıyla başlayan olayları, sıradan vam ederken Kumbaracı50’de bir bir vatandaş olarak aktarıyor. araya gelip dört oyun yazdılar. Gezi’de İkinci oyun “Kâğıtçının Köpeği yaşananlara bir tanıklık, tanıklığın farkKıtmir”in yazarı ise Mirza Metin. Bir lı farklı biçimleri, bir sokak köpeğinin kâğıt toplayıcısının yanındaki köpeğin ya da TOMA’nın gözünden anlagözünden aktarılan oyunda, insanların tılanlar, kısacası eğlence ve hümaruz kaldığı şiddeti köpeklerin de yaşazün bir arada “Gezerken” adlı masına dikkat çekiliyor. oyunda... Dört kısa oyundan oluşan Son oyun ise Yiğit Sertdemir’in yaz“Gezerken”de on beşer dakikalık tek kidığı “Bir TOMA’nın Ulusa Seslenişilik oyunlar farklı kişilerce, Gezi olaylaşi”. Bu oyunun kahramanı bir TOMA. rını anlatıyor, eleştiriyor. Sertdemir, oyunda TOMA’ya düşünebilBütün toplumsal olayların sanatta bir me, sorgulayabilme özellikleri yüklüyor. karşılığı olduğunu söyleyen Özen Yula, dört kısa oyundan üçüncüsünü, “Boşluğu Edilgen ve itaatkâr insanın dünyasını bu araç üzerinden aktarıyor seyirciye. Doldurma” adlı bölümü kaleme almış. “Hayatın içinde sanatın vazgeçilYula, Reha Özcan’ın canlandırdığı oyun mez olduğunu gördük” diyen Özen Yukarakteri ile 1 Mayıs 1977 gösterisi sırala, “Gezi Direnişi neticesinde insansında Kazancı Yokuşu’nda hayatlarını yilar sanatta hayatın ne kadar eksik kaltiren 34 kişiye vurgu yapmış. Bu olayladığının farkına vardılar sanırım. Dıra, barikattaki durumlara, yabancı bir deşarıda dünya değişirken sahne üstünlikanlının gözünden bakan ve 1977’de de aynı biçimlerle, aynı yapılarla, aynı aynı meydanda olan bir adamın ağzından hikâyeleri temcit pilavı gibi oynamanın anlatılıyor oyun. bir gereği olmadığının ayırdına var“Gezerken”in ilk oyunu, Cem mışlardır” diye umduğunu söylüyor. Uslu’nun yazdığı “Tesadüf ya da DeGezi’de sanatın üretildiği bir gerçek, ğil”. Oyun, 32 yaşında olan, daha önce gençlerin ne kadar yaratıcı ve yetenekhayatında hiçbir eyleme katılmamış ve o li olduğunu da ürettikleri performanslar, konserler, oyunlar, pandomim gösterileri, enstalasyonlar, grafitilerden açıkça gördük. Yula’nın dediği gibi “Gezi Direnişi”, “sanat”ı bu olayın bir parçası kıldı. “Sanat, Gezi olaylarının peşini bırakmayacağa benziyor” dediğimde Yula, “Demek ki böyle bir yapıya ihtiyaç varmış. Yaşanan bir durum var, olaylar var ve bunun tanıklığı var. Bu tanıklık da sanat temelinde gerçekleşiyor. Bir de bu yapılar ortamın gerilimini sanatla daha katlanılabilir ve anlamlandırılabilir kılmakta” yanıtını veriyor. Son zamanlarda hükümetin sanata ve sanatçıya uyguladığı baskıcı tutum ve aslında sanatı yok etme çabası, sanatçıların ve sanatseverlerinde sabrını taşırdı. Yula, bu tavrın ödenekli tiyatroların kapatılması kararı, sanatçıların bir anlamda cezalandırılması gibi durumların insanlara hoş gelmediğini vurguluyor. “Zira o sanatçılar ve tiyatrolarla yetişmiş kuşakların da hikâyesi hiçe sayılmış oluyordu. Bu durum, bunların hiçe sayılmaması ve dikkate alınması gerekliliği konusunda bir gösterge. Sanat insana yaşama ve tanımlama fırsatı tanır, mühimdir. Hep beraber huzur içinde yaşamamız için sevmesek de bunu anlamamız gerekiyor” diyor. “Gezerken” diğer yazarlar yeni hikâyeler yazdığı sürece hiç bitmeyecek bir oyun. Yula devamını beklediklerini söylüyor. Parklarda sahnelenen oyun havalar serinlemeye başladığında değişik bir konseptle farklı mekânlarda da sahnelenecek. Oyunda, Erdem Akakçe, Sevinç Erbulak, Sermet Yeşil ve Serkan Altıntaş rol alıyor. İlk kez Gezi Parkı’nda sahnelenen oyun, 12 Ağustos’ta Kadıköy Yoğurtçu Parkı’nda saat 20.00’de sahnelenecek. Tolga İslam, Pelin Tan ve Erbay Yücak’ın yazılarından oluşuyor. “Bir şehre müdahale, ona hayatiyet ve özgünlük kazandıran ilişkileri devlet eliyle yeniden düzenler ve yeni bir biçim kazandırır. Bu ‘yeni’ biçimde belirleyen taraf olarak devlet, müdahale ettiği alanlarda yılların birikimiyle oluşmuş sivil dil ve ilişkiler zeminini ortadan kaldırarak İSTANBUL’DA KENTSEL DÖNÜŞÜM n a d ’ a n s e t s ü ‘M ‘İstisna’ya Kültür Servisi İstanbul’daki kentsel dönüşümü konu alan kitapların arasına bir yenisi daha eklendi. Sel Yayınları tarafından geçen günlerde yayımlanan “İstanbul: Müstesna Şehrin İstisna Hali” isimli kitap, Tayfun Kahraman, Osman Balaban, JeanFrançois Pérouse, Cevdet Yılmaz, Alev Erkilet, Ayşe Çavdar, Aslı Kıyak İngin, Özen Yula ‘Gezi Direnişi’ne ve ‘sanat’a tanıklık
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle