19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 AĞUSTOS 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] 6 Belediyeler borçlulukta yarışıyor Siyasal İslamın yazarlarının yorumlarında “Türkiye artık kendisini dünyanın hamisi görenlerin hedefindedir. Bu da büyüdüğü ve etki alanını genişlettiği içindir” gibisinden saptamalara rastlamaya başladık. Türkiye birilerinin hedefinde midir ben bilemem. Ama “kendisini dünyanın hamisi olarak görenlerin” Türkiye’yi tartışmaya, yakın zamana kadar destekledikleri, AKP’nin de bir madalya gibi taşıdığı, imajı sorgulamaya başladıkları kesin. Geçmişte, AKP hükümetini desteklemiş çevrelerden “Gezi Olayı”ndan sonra gelmeye başlayan yorumlar genellikle “On yıl önce... demokratikleştirme vaadi, ılımlı İslam, bölgede lider... beklentiler vb.” ifadeleriyle başlıyor, düş kırıklığına ilişkin saptamalarla devam ediyor. Sonunda hemen hepsi aynı noktada buluşuyor: “Demokrasi, hukuk devleti diye geldi ben ne dersem o olur diyen bir otokrat oldu. Stratejik derinliği, ABD ve AB ile uyumu vardı. Batı ile Doğu arasında aracılık, tercümanlık yapan, Arap ülkelerini demokrasiye doğru yönlendiren, olaylara yön veren bir oyun kurucu olacaktı, olayların dışında, etkisiz bir seyirciye dönüştü.” Temmuzun son haftasında dünya medyasında “AKP Türkiye’si nereye gidiyor” tartışmaları devam ederken Washington’da yapılan iki toplantıda konuşulanlar yukardaki saptamalarla bir paralellik gösteriyordu. Brooking Institution tarafından 24 Temmuz’da düzenlenen toplantıda, kurumun “Birleşik Devletler ve Avrupa Merkezi” bölümünün uzmanlarından Fiona Hill, Jeremy EKONOMİ 11 milyon emekçi barajda boğulacak de 51.44’ü için TİS hayal haline gelirken bu işçilerin bulunduğu 6 işkolunda işçiler yetkili sendika bulamayacak. Kayıtlı işçilerin yüzde 31’i ise tek sendika tercihine mahkum olacak. DİSKAR’ın raporunda şu tespitlere yer verildi: l Türkİş, Hakİş ve DİSK’e bağlı sendikalar için işkolu barajı 2018 Temmuz’undan itibaren yüzde 3 olarak uygulanacak. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın keyfi tutumu da sürmeye devam ederse inşaat, ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar, hava, kara ve demiryolu ulaşımı, konaklama ve eğlence, basın, yayın ve gazetecilik, gemi yapımı ve deniz taşımacılığı, ardiye ve antrepoculuk, sağlık ve sosyal güvenlik işkollarında yetkili sendika kalmayacak. l Mevcut yasa ve baraj sistemiyle, yüzde 3 barajına geçildiğinde, 8 işkolunda toplu iş sözleşmesi imzalayabilen tek sendika kalabilecek. 8 işkolunda sendika tekeli yaşanacak. l 10 milyon 882 bin işçinin yalnızca 1 milyon 913 bini çalıştıkları işkolu içinde toplu iş sözleşmesi yapabilen birden fazla sendika arasında seçim yapabilecek ve gerçek anlamda sendika seçme, örgütlenme ve toplu iş sözleşme hakkından yararlanabilecek konumda olacak. Sigortalı işçilerin yüzde 80’i ise bu haklardan yoksun olabilecek. l İşkolu barajının yüzde 10’dan yüzde 1’e düşürülmesine rağmen daha önce toplusözleşme imzalayamayan yalnızca 2 sendika toplu iş sözleşmesi imzalayabilir hale geldiği, bu sendikaların hükümete yakın Hakİş üyesi sendikalar olması ve siyasal iradenin müdahalesi ile örgütlendiği gözlemleniyor. l Pek çok sektörde binlerce taşeron işçisinin sendikal hakları gasp ediliyor. Yeni yasadan güç alan taşeron şirketler yaptıkları tek taraflı SGK bildirimlerinde işçileri ayrı ayrı işkollarında göstererek, taşeron işçiler ve onların sendikaları için yetki gaspına yol açmakta. l Taşeron sağlık işçilerinin inşaat, taşıma, gıda gibi işkollarından gösterilerek sendika haklarının gasp edildiği görülüyor. AKP’nin Gerçek Güç Kaynağı AKP gerçek gücünü ne iç ne de dış siyasetteki başarılarından alıyor; AKP’nin gücünün ana kaynağı, giderek artan oranda İslamcı çizgiye doğru dönüşüm geçiren sermayedir. İktidarın yıllardır ya bizimle olursun ya da yok olursun ikilemini dayattığı büyük sermaye, yok olmaktansa ya da niteliği gereği kârlı çalışabilmek için AKP’ye yanaşıyor. Sonrasında toplumun geleceği bakımından olumsuzlukların kapıları ardına kadar açılıyor. HHH Kapitalist ekonomilerde sermaye siyasal iktidarı belirler. Türkiye’de tersi oluyor, siyasal iktidar sermayeyi belirliyor. AKP iktidarı yalnız vergi ve gerektiğinde polis baskılarıyla değil, asıl kamu olanaklarını kullanarak, bir taraftan var olan sermayeyi teslim olmazsan ezeriz korkutmacasıyla kendisine doğru eğip bükerken, iktidarın olanaklarıyla yeni oluşturulan sermaye de “hakiki” AKP’li oluyor! Yeni sermaye ve sermayedar yaratmada, merkezi ve yerel bütçe kaynaklarının kullanımı, mal ve hizmet alımları; özellikle Ankara’da özel yapıların kamuya kiralanması; KİYKamu İhale Yasası değişiklikleriyle kamu ihalelerinde yandaş sermaye yaratma uygulamaları; özelleştirmelerdeki yanlı tutum; kamu bankalarının kredi olanakları kullanılan ana araçlardır. Sermaye yaşamak için kaçınılmaz olarak büyümelidir. İktidarın sayılan araçlarını sonuna kadar kullanan AKP, sermayenin büyümesini belirliyor; sermaye artışı giderek artan oranda AKP eliyle oluyor. En büyük enerji, ulaştırma, kentsel dönüşüm ve yapı işlerinden en küçük belediyenin mal ve hizmet alımlarına kadar her alanın girişimcileri, sermaye birikiminin yeni öncüleri oluyor. İktidar, kendisine bağlanan ve bağlanacak olan sermayenin önünü açmak amacıyla, işgücünün ucuz tutulmasını özellikle sağlıyor; ek olarak doğal ve tarihi çevrenin yağmalanmasında tüm olanakları kullanıyor. Bu amaçla, sermayenin kapitalist ekonominin kurallarına göre çalışmasını sağlayacak dış kurumlar, ÇEDçevre etki değerlendirme ve DDKdüzenleme ve denetleme kurumları ya sermayeye engel çıkarmayacak biçime sokuluyor, işlevsizleştiriliyor; ya da TMMOBmimar ve mühendis odalarının yetkileri örneğinde olduğu gibi ortadan kaldırılıyor. Bu amaçla, gerektiğinde her türlü hukuk, değer, kurum, bilimsel yorum ve giderek en temel ahlak kuralları evrensel anlamlarından farklı yorumlanarak hiçe sayılıyor! SermayeAKP iç içe geçmişliği o kadar ileri götürülüyor ki geçen hafta yapılan TOBBTürkiye Odalar ve Borsalar Birliği genel kuruluna, ana muhalefet dahil, AKP dışından siyasetçi çağrılmıyor; TOBB onları çağırmayabiliyor. Ülke sermayesinin 1700 delegeli bu en üst yasal organı AKP dışındaki siyasete tamamıyla kayıtsız ve topluma karşı da sorumsuz bir tutum sergileyebiliyor! HHH Esas olarak altyapısal ve ranta dayalı olan bu sermaye birikimi türünün uzun dönemde ekonominin gelişmesini olumsuz etkileyeceği; toplumsal ayağının emekçilerin yararına olmayacağı çok açıktır. Çok önemli olan bu konulara geçmeden belirtilmesi gereken, AKP iktidarında sermayeiktidar ilişkilerinin yıkıcı niteliğidir. AKP öncesinin sağcı iktidarları da özellikle 1965 sonrasında kendi sermayedarlarını yaratma çabasına girmişlerdir. Ancak AKP öncesi çok farklıdır; o uygulamalarda dinsellik belirleyici olmamıştır. AKP’nin uyguladığı öncekiler gibi bir ahbapçavuş kapitalizmi değildir; niteliği tümüyle değişik bir sermaye birikimi sürecidir. AKP sermaye birikiminin niteliklerinin daha ayrıntılı irdelenmesi gelecek yazının konusudur. u AKP hükümetinin getirdiği sendika işkolu barajı nedeniyle Türkiye’de zaten düşük olan toplusözleşmeli işçi sayısı 2018’e kadar yarı yarıya düşecek. DİSKAR’a göre AKP işçinin örgütlenme iradesine kelepçe vurdu. İşçilerin yüzde 31’i tek sendika tercihine mahkum olacak. Anayasaya ve ILO’ya aykırı 4 Toplu iş sözleşmesi yapabilen sendika sayısını aşağıya çeken, işçilerin yaklaşık yarısını toplu iş sözleşmesi ve sendikal haklardan yoksun bırakma riskini getiren, işçilerin yaklaşık üçte biri için sendika seçme hakkı ve özgürlüğünü fiilen yok edebilecek olan Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, anayasa ile güvence altına alınmış olan örgütlenme, toplu pazarlık ve grev haklarına, aşırı, ölçüsüz ve demokratik toplum kurallarına aykırı bir sınırlama getirmektedir ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na açıkça aykırıdır. 4 İşkolu barajı, ILO Sözleşmeleri’ne aykırıdır ve ILO denetim organları Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerine 20 yılı aşkın süredir, işkolu ve işyeri barajlarının tümüyle kaldırılması gerektiğini söylüyor. 4 İşçinin örgütlenme iradesi, anayasal hakkı, alın teri, masa başında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bürokratlarının keyfiyetine emanet edildi. Sendikalar yetkiyi dünyanın her yerinde devletten değil, işçiden alır. Sendikalar için baraj olmaz. İşçinin örgütlenme iradesine baraj olmaz. Ekonomi Servisi Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü’ne (DİSKAR) göre 2018 Temmuzu’ndan itibaren 6 milyona yakın işçi yüzde 3 işkolu barajının altında kalacak. Emekçiler için toplu iş sözleşmesi (TİS) hayal haline gelecek. DİSKAR’ın “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi” Kanunu gereğince açıklanan, işkollarındaki işçi sayıları ve sendikaların üye sayılarına ilişkin 2013 Temmuz istatistikleri üzerinden hazırladığı rapora göre, milyonlarca işçinin toplusözleşme hakkının gasp edilmesinin adımları atılmaya devam ediliyor. 2018 Temmuz istatistiklerinin açıklanmasıyla yüzde 3 barajı altında kalacak işkollarında, 5 milyon 982 bin işçi, yani tüm kayıtlı işçilerin yüz Ekonomi Servisi Hazine Müsteşarlığı’nın 30 Haziran itibarıyla alacaklarının toplamı 20.5 milyar lira oldu. Mahalli idarelerin Hazine’ye olan 13.6 milyar liralık borcu, Hazine alacaklarının yüzde 66’sına karşılık geliyor. Bu rakamın 6 milyar 588 milyon lirası vadesi TÜKODER’e en çok şikâyet zamların yanı sıra, elektrik, su, doğalgaz faturalarıyla geçmiş, 7 milyar 19 milyon lirası ise ilgili yapılıyor. TÜKODER Başkanı Eroğlu, Başbakan’ın tüketicilerin mağduriyetleri vadesi gelmemiş alacaklardan oluşuyor. Borçlu belediyelerin başında konusunda hiçbir söz etmediğine vurgu yaptı. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi geliyor. lu, “Başbakan madem faiz lobisinden ve banEMRE DÖKER Belediyenin 2 milyar 314 milyon lirası kalardan şikâyet ediyor, onların yasadışı olavadesi geçmiş olmak üzere toplam İZMİR Türkiye’de yurttaşlar, rak aldığı kalemleri engellesin” dedi. Eroğlu 5 milyar 564 milyon lira borcu bulunuyor. ardı ardına gelen zamların yanı sı TÜKODER’e en çok, elektrik, su, doğalgaz fatuikinci sırada ise Ankara Büyükşehir ra, dolaylı vergilerle sürekli kaba raları ve bunların içine eklenen dolaylı vergilerle Belediyesi yer alıyor. Belediyenin ran elektrik, su ve doğalgaz fatura bankaların yasadışı olarak yaptığı kesintilerle ilgili borçları toplam 2 milyar 247 milları için tüketici derneklerine şika şikâyet geldiğini bildirdi. Eroğlu, “TBMM’de alt yon liraya karşılık geliyor. Ankakomisyonlarda kabul edilen Tüketicinin Koyette bulunuyor. ra Büyükşehir Belediyesi’ne Bankaların haksız yolla aldığı gelirler runması Hakkında Kanun Tasarısı’yla, banbağlı EGO Genel Müdürlüğü 592 milyon, ASKİ ise 329 le ilgili de kendilerine yoğun başvuru ol kaların masraf, komisyon gibi isimler altında milyon liralık borçla duğunu belirten Tüketiciyi Koruma Derne haksız kesintiler yapması ve kredi kartı aidalistede yer ği (TÜKODER) Genel Başkanı Şükran Eroğ tı almasının yasallaştırıldı” dedi. alıyor. Faturalı soygun dönemi Türkiye, en popüler 6. ülke Ekonomi Servisi Birleşmiş Milletler Turizm Örgütü’ne göre, Türkiye 2012’de dünyada en fazla ziyaret edilen altıncı ülke oldu. Türkiye’yi geçen yıl 35.7 milyon kişi ziyaret etti. Örgüte göre, listenin başında Fransa var. 66 milyon nüfuslu ülke geçen yıl 83 milyon turist ağırladı. ABD ise 67 milyon turist çekti. İlk beşte ABD’yi Çin, İspanya ve İtalya izliyor. İstanbul da en popüler kentler listesinde altıncı sırada yer alıyor. Fransa’da turistlerin harcadığı para kişi başına 646 dolarda kalırken; ABD’yi ziyaret eden turistler ortalama 1.884 dolar, Türkiye’ye gelen turistler de 719 dolar harcıyor. Putin ile Erdoğan Shapiro, Ömer Taşpınar, Clifford Gaddy, Hannah Thoburn ve merkezin, “Türkiye Projesi” kısmından Kemal Kirişci, Putin ile Erdoğan’ın benzerliklerini tartıştılar. Tartışmanın çözümünü www. brookings.edu/research/ interviews/2013/07/31turkeyrussiaprotestsdiscussion adresinde bulabilirsiniz. Brooking toplantısı birçok açıdan ilginçti, ama geçen çarşamba günü, ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nin, “Türkiye Nereye gidiyor? Gezi Parkı, Taksim Meydanı ve Türkiye Modelinin Geleceği” başlıklı oturumu bence daha önemliydi. Oturumda yapılan katkıları www. foreign.senate.gov/hearings/ adresinden okuyabilirsiniz. Washington’daki havayı yansıtması açısından, ben her iki toplantıdan da kendimce önemli bulduğum kısımlara ilişkin kısa bir özet aktarmaya çalışacağım. Brooking toplantısında serbest, ayrıntılı uzun bir tartışma yaşanmış. Tartışmanın en dikkat çekici yanı, Putin ve Erdoğan arasındaki benzerlikleri araştırması. Bu benzerlikler araştırılırken ikisinin de “Batı başarılı olmamızı istemiyor” gibi paranoyak bir formüle sarıldığına işaret ediliyor. Putin’in aslında durumun ayırdında olduğu, bu “formülü” bir manipülasyon olarak kullandığı, Erdoğan’ın ise sınırlı eğitimi, yetersiz dış politika bilgisinden dolayı buna gerçekten inandığı vurgulanıyor. Rusya’da polisin Türkiye’deki kadar saldırgan olmadığına dikkat çekiliyor. Rusya’da Putin’in bizzat derin AKP Türkiyesi’nin Yeni İmajı devlet olmasına karşın Erdoğan’ın devlete dışardan geldiğine ama, devletin geleneğini, tarzını benimsediği düşünülüyor. Enerji ve mineral kaynaklarına sahip Putin’den farklı olarak Erdoğan’ın en büyük korkusunun bir ekonomik kriz olduğu ileri sürülüyor. Bir “Model” olma anlamında Erdoğan yönetiminin Batı tarafından çok övüldüğü, bunun giderek AKP’de “bizim Batı’ya ihtiyacımız yok, biz daha iyiyiz” yanılgısına yol açtığı, ama aslında bu üstünlük savına kendilerini de inandıramadıklarına değiniliyor. Erdoğan’ın, bürokrasiyi temizlerken etrafında bir “evet efendimci” kesim oluşturduğu, realiteden koptuğu da gözleniyor. Türkiye kaynaklı konuşmacılar, AKP yönetiminin Batı’dan gelen övgülere çok önem verdiğini, ancak eleştirilere tahammül edemediğine işaret ediyorlar. Bu yüzden de eleştirilerin, ortalıkta değil, yüz yüze yapılmasını öneriyorlar. Amerikalı konuşmacılar ise “Telefonda bir şey konuşuluyor, basına başka bir şey yansıtıyorlar. O zaman ne olacak” diyorlar. Bu tartışmanın daha fazlasını aktarmak isterdim, ama yerim kısıtlı. Kısaca toparlarsam, Erdoğan’ın Putin’le karşılaştırılması, birçok noktada Erdoğan’ın daha baskıcı ve yetersiz olduğunun ileri sürülmesi, yanı sıra ABD çevrelerinde AKP yönetiminin bölgedeki işlevine ilişkin bir kuşkunun oluştuğu söylenebilir. Kurt Volker (McCain Institute Başkanı), James F. Jeffrey (The Washington Institute), Robert Wexler (S. Daniel Abraham Center for Middle East Peace, Başkanı), Prof. Jenny B. White (Boston Üniversitesi) adlı uzmanların konuştuğu, ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nin oturumu esas olarak, “Gezi Olayı”nın ortaya çıkardıkları üzerinde duruyordu. Konuşmacılar, Türkiye’nin dinamik ve istikrarlı bir ekonomisi olduğunu düşünüyorlar, ABD’nin bölgedeki çıkarları açısından önemini vurguluyorlar. Ancak Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde önündeki sorunları aşmakta zorlandığını, aşamazsa, Ortadoğu’daki yangına benzin dökülmüş gibi olacağını düşünüyorlar. Konuşmacılar, hükümetin Gezi Parkı göstericilerine çok sert davrandığı konusunda anlaşıyorlar. Konuşmacıların katkılarında iki “farklı” ama, birbirini tamamlayan yaklaşım dikkat çekiyor. Birincisi, Türkiye hızla dinci ve seküler kamplara bölünüyor. İkincisine göre, kutuplaşma dinci ve seküler ayrımını aşıyor, özgürlükler temelinde yaşanıyor. Türkiye vatandaşları, AKP hükümetinin günlük yaşam tarzlarına, kentlerin Türkiye nereye? özgün yapısına yönelik artan müdahalelerinden, medyayı denetimi altına alma, muhalifleri susturma çabalarından, yolsuzluk kokan mega projelerden, cihatçı El Kaide tipi örgütlere verdiği destekten, bunları ülkeye sokmasından, “Çoğunlukçu” yönetim anlayışından hoşnut değil. Bu hoşnutsuzluk her iki tarafta da var. Konuşmacılar, Erdoğan’ın önemi üzerinde anlaşıyorlar, ama ülke yaşamının ve yönetiminin dinci temellerde yeniden örgütlenmekte olduğunu düşünüyor, gittikçe güçlenen kutuplaşma eğiliminin genel olarak AKP’den değil Erdoğan’ın ve yakın çevresinin tutumundan kaynaklandığına işaret ediyorlar. Her iki toplantıda da ilginç bir biçimde, AKP’den daha çok Erdoğan’ın bir sorun olduğuna ilişkin bir yaklaşım görülebiliyor. Her iki toplantıda konuşanların, Türkiye’nin bu yolda ilerleyerek daha da otoriterleşmesinin, kuşaklar boyu beraber olduğu Atlantik yanlısı eğilimini terk ederek Ortadoğu’da tek başına davranma eğiliminin güçlenmesinin ABD çıkarlarına uygun olmadığını, siyasal İslamın demokratik süreçlere çekilme olasılığını zayıflatacağını, bölgede istikrarsızlıkları arttıracağını düşündükleri de söylenebilir. Sonuç olarak, Başbakan Erdoğan’ın ve AKP hükümetinin dünyada yaratmış olduğu, siyasal İslamla demokrasiyi bağdaştıran, reformist lider, Ortadoğu’da, özellikle Arap Baharı’ndan sonra “örnek ülke”, “yükselen güç”, “küresel oyuncu” imajı, “Gezi Olayı” ile yıkılmış. “Demokrat” imajının yerini “Otokrat” imajı, “Oyun Kurucu” Türkiye’nin yerini olaylara seyirci Türkiye imajı almaya başlamış. HSBC, 40 diplomatik hesabı kapatıyor Ekonomi Servisi HSBC, iş risklerini azaltma programının bir parçası olarak 40 diplomatik hesabı kapatacağını duyurdu. İngiltere’deki Vatikan Büyükelçilik Ofisi de karardan etkilenecekler arasında yer alıyor. İngiltere’nin Konsolosluk Kolordu Başkanı kararın tahribat yaratacağını ifade ederek “Elçilikler ve konsolosluklar olarak sadece vize ve pasaport için para almak için değil personel ücretleri, kira faturaları için de bir banka ihtiyacımız var” dedi. Ancak HSBC, elçiliklerin diğer kurumsal müşterilerle aynı değerlendirmeye tabi olduğunu ve karardan muaf olamayacağını açıkladı. HSBC, Mayıs 2011’den beri uygulamaya aldıkları programla, kurumlar için uluslararası bağlanırlık, ekonomik kalkınma, kârlılık, uygun maliyetlilik ve likidite olmak üzere 5 farklı kriteri baz alarak değerlendirme yapıyor. Kara para aklama faaliyetlerine karşı büyükelçiliklerin hesaplarının denetlenmesinin politik riskler ortaya çıkarmasının kararda etkili olduğu ifade ediliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle