19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 AĞUSTOS 2013 PERŞEMBE 6 Kırk yıldan fazla geçti aradan, “Sayın muhbir vatandaş”, siyasal yaşamımıza yeniden arzı endam eyledi. Ve sosyal yaşamımızın başköşesindeki yerini aldı. Gazetelerin bildirdiğine göre, Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Dairesi Başkanlığı tarafından hayata geçirilmesi planlanma aşamasında olan “Sırdaş Polis İhbar Noktası Projesi”ne göre vatandaşlar sokak ve mahallelere yerleştirilecek ihbar kutularına isimsiz şekilde ihbarda bulunabilecekler. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi, Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun projeye tepkisi şöyle: Bu bir jurnalcilik projesi, hukuk devletinde telaffuzu bile mümkün değil. Kaboğlu’na göre, Sırdaş Polis İhbar Noktası uygulaması yaşama geçtiği zaman hukuk değil, kişilerin birbirinden farklı ideolojik eğilimler, inançlar, siyasal görüşler ve yaşam tarzlarını ölçü alarak, ihbar etmesi söz konusu olacaktır. Bu da hukuk devletine aykırıdır. Tabii Sayın Kaboğlu’nun söylediklerine, kişilerin intikam, kin, menfaat gibi saiklerle, çekemedikleri kişilere iftira atmaları durumlarını da eklemek gerekir. Polis Akademisi Öğretim Üyesi Prof. Turgut Göksu ise projeyle ilgili şunu söylemiş: Vatandaş 155 hattını zaten kullanıyor, buna neden gerek duyulduğunu öğrenmek gerek. HHH Herhalde, “Sırdaş Polis İhbar Noktası”nın “Özel Yetkili Mahkeme”lerin gizli tanık kurumu ile birlikte çalışmasıyla, artık rejimin son boşlukları da doldurulacak, herkesin komşusunu, rakibini, iş ortağını, hasmını ya da yakınını ihbar ettiği yeni bir ileri demokrasi dönemi iyice oturacaktır. HABERLER kadar asılsız ihbarlarla başa çıkamamış, “illallah” demişlerdi. HHH 12 Eylül faşizmi yöntem ve kurumlarını alıp işletmekte, hatta daha da ileri noktalara götürmekte çok usta olan AKP iktidarı, bu defa başka bir faşist dönemin “12 Mart”ın ünlü, “Sayın muhbir vatandaş” kurumunu “Sırdaş Polis İhbar Noktası”na çevirerek yeniden ihbar kurumunu baş tacı ediyor. Anlaşılan önümüzdeki dönem sıkı bir jurnal dönemi olacaktır ki, “Alo Polis” ile yetinilmeyip yeni bir kurum getirilmektedir. Sırdaş Polis İhbar Noktası uygulaması ile, Türkiye’de insanların yaşamı tam anlamıyla cehenneme çevrilecek; Arthur Miller’in “Harlem’in Büyücüleri” (Cadı Kazanı) veya George Orwell’in “Korkunç 1984”ünde öngörülenler 21. yüzyıl Türkiyesi’nde ete kemiğe bürünecektir. Bu noktadan itibaren, artık Türkiye’de “Nereye gidiyoruz” sorusu tümüyle anlamını yitirecek yerini şu soru alacaktır: Nerelere geldik! Bu kurumun yürürlüğe girmesinden sonra, artık kimse çıkıp da, “Türkiye bir İran olur mu”, gibi anlamsız sorular sormayacak, sorarsa da ayıplanacaktır. Gazetelerde, “Sırdaş Polis İhbar Noktası” haberinin çıktığı gün şu haber de vardı: Uzlaşma Komisyonu’nun üzerinde uzlaştığı madde sayısı, 48 den 57’ye çıktı. Hiçbir yorum yapmıyor. Bu iki haberin birlikte değerlendirmesini takdirinize bırakıyorum. Allah sabır versin efendim! Hoş Geldin ‘Sayın Muhbir Vatandaş’! Bu “büyük buluş!” için AKP iktidarını kutlamak isteyenler, acele etmesinler derim. Çünkü bu harika buluş AKP iktidarının değildir. Tayyip Erdoğan, insanları tencere tava çalan komşularını ihbara davet ettiği zaman da yazmıştım. İhbar kurumunu Abdülhamit’ten 62 yıl sonra yeniden ciddi biçimde kurumlaştırmak “şerefi !” 12 Mart faşizmine aittir. Abdülhamit döneminin, resmi adı “jurnalci” olan ihbarcıları, Abdülhamit’in devrilmesinden 62 yıl sonra “Sayın muhbir vatandaş”a dönüşmüştü. Sıkıyönetim bildirileriyle “Sayın muhbir vatandaş”lar, sakıncalı kişileri ihbara davet edilmekteydiler. Zamanla gelen isimsiz ihbarlar öylesine artmıştı ki, çok eski olan bu harika yöntemi akıl edenler bile isimsiz ve çoğu, sıkıyönetim makamlarının bile sabrını taşıracak Mursi’yi Kim Devirdi? Dünyayı Anlama Sanatı Mursi devrilmeseydi Mısır’ı demokrasiye mi dönüştürecekti? Bir muhafazakâr yazar bunu iddia ediyor (*). Müslüman Kardeşler’e bu fırsat tanınmamış, askerler gelip devirmişler ve İslamın demokrasiye dönüşümü de böylece engellenmiş. Mursi, IMF’den borç almak zorunda kalacakmış, böylece sekülerleşecekmiş.. pratikleşecekmiş.. İslam ülkelerine jakoben laiklik dayatılıyormuş, oysa sekülerleşerek zaman içinde demokrasiye varacaklarmış. Kahrolsun laiklik! Şüphesiz ki, eğer dünya tamamen karanlık bir çağa girmeyecekse, gelişim süreci böyle gidecekse, siyasal İslamın ve İslam toplumlarının dünyevileşmesini kaçınılmaz görmek mümkün. Bu görüşe yakınım. Geçmişte Hıristiyan toplumların dünyevileşmesinin ve laikleşmesinin izlediği aynı yollardan, günümüz İslam toplumları da geçmek zorunda değil. Bu saçma bir düşünce olur. Her şey, yaşadığımız ve gelişmekte olan geleceğin koşullarında gerçekleşecektir.. Burada sorun, sekülerleşme/dünyevileşmenin çok uzun zaman diliminde, ağır ve sancılı olmasıdır. Büyük kesintiler devreye girebilir, büyük geri dönüşler olabilir.. Yüzyıllık süreçler söz konusu olabilir.. Bu süreçte ise egemen İslami güçler, kendilerinden olmayan dünyevi, azınlık, laik veya iktidara yakın toplumsal güçleri bastırabilir, ezebilir.. Onların gelişmelerini engelleyebilir ve kurduğu büyük otorite ile bu güçleri sürekli iktidar dışında tutabilir (Bkz. Mısır, Türkiye.)... Ayrıca kadın özgürlüğü olmadan dünyevileşme olmaz! Dünyevileşmeyi “IMF’den borç alacaktı, pratikleşecekti ve hızla sekülerleşecekti, askeri darbe İslamın demokratikleşmesini önlemiş oldu” kolaycılığına indirgeyen bir bakışın, hayatta karşılığı koskoca bir sıfırdır. HHH Mursi’yi “Jakoben laikler” mi devirdi? Bunu iddia etmek komik olur. Sisi mi laik? Mursi neden devrildi? Bu konuda onlarca yazı yazıldı. Mursi’nin iktidar pratiğini eleştirmeden, olayı salt “askeri darbe”ye indirgemek, toplumsal dinamizme ve sürece yabancı kalmaktır. Toplumlar yaşayan ölüler değiller.. sürekli hareket ve gelişim halindeler. Günümüzde gelişme dinamizminin ivmesi yükseldi. Özellikle ekonomik ve sosyal gelişmesini çağdaşlaşma doğrultusunda tamamlayamamış bizim ve Mısır’daki gibi ülkelerde, toplumsal dinamizmin iktidarları bekleme süreci çok kısaldı.. Tahammül marjı azaldı! Doğan Kuban’ın dünyada tek uygarlığın geliştiği ve bunun dışında kalınamayacağı yazısını anımsadım! Bu dinamizmin ana unsuru olan bugünkü gençlik (yani yarınki toplum), bizim bildiğimiz dünün gençliği değil, belki de önemli ölçüde dünden bihaber yarının gençliğidir! O, yarının değerlerini, daha bugünden yaşamak ve kurmak istemektedir. Bu değerlerin iktidarını arzuluyorlar! Kullandıkları teknoloji, ışık hızıyla her an her şeyi her yerde aniden ve eşzamanlı yaşıyor olmaları, bunu dayatıyor, zorunlu kılıyor, bu bilinci yaratıyor.. Ne Erdoğan’ın ne Mursi’nin geçmişe, dinsel ideolojilerine ve bu ideolojilerini iktidar gücüyle topluma dayatma politikalarına uzun süre tahammül edebilirler. Çünkü iktidarlardaki bu “yabancılara” boyun eğerlerse, kendilerini ve geleceklerini de yok edeceklerdir. Bu nedenle, “seçildi, daha dört yılı varken izin verilmedi, devrildi” gibi gerekçeler ileri sürmek, “dünkü toplumlar”da kalmıştır ve geçerliliğini yitirmektedir. HHH Mursi ne yaptı? Bunun için çok yazı yayımlandı, ama Özlem Yüzak’ın Mursi’nin Düşüşü’nü konu alan yazısı durumu özetliyor (www.cumhuriyet. com.tr). Mursi, toplumda bütün iktidar odaklarını denetimine almaya, demokratikleşmeyi geliştireceğine baskılamaya yöneldi: “Laik kesimleri ciddi şekilde ürküten uygulamalara geçildi; kadınların hakları tırpanlandı, azınlıkların üzerindeki baskılar arttı. Mısır zaten toplumsal kutuplaşmanın yüksek olduğu bir ülke idi. Devrim ile bir umut doğmuştu, ancak Mursi’nin politikaları ile bu kutuplaşma daha da büyüdü. Ülkenin modern çoğulcu ve dışa dönük olmasını isteyen laik ve iyi eğitimli Mısırlılar ile.. muhafazakâr ve dinci kesimler arasındaki uçurum açıldı.. 24 yaş altı gençler arasında işsizlik oranı yüzde 40’lara ulaştı. 10 saate varan elektrik kesintileri, su ve gaz kıtlığı, uzun benzin kuyrukları... Şiddet olayları, cinayetler 3 misli arttı...” Tahrir ve diğer kentlerde alanları dolduran 10 milyondan fazla Mısırlıyı görmeden, Mursi’yi “askeri darbe”nin devirdiğini söylemek kolaycılıktır. Tahrir’deki milyonlar Mursi’nin sarayına yürüseydi ve rejimine son verseydi, o zaman askeri darbeden söz edilemeyecekti. Ama 10 milyonlar kestirmeden gittiler, ordu aletini alkışladılar. Durumu sadece analiz ediyorum! Ama Mursi kötü yaptı, ülkeyi böldü, muhalefeti ötekileştirdi ve dışladı, ülkeyi çökertti.. Oysa tek yapacağı, muhalefeti de yanına alarak Mısır’ı birlikte esenliğe çıkarmaya çalışmaktı! Bugünkü durumdan tamamen Mursi ve politikaları sorumludur! Bir de Ankara’daki akıldaneleri! Menderes örneğinde de, ülkeyi bölüp parçalama ve muhalefeti ezme, diktatörlük kurma noktasına getirmesine bakılmaz, “Kahrolsun askeri müdahale” denir.. Bu müdahale koşullarını kim ve neden yarattı; bu, müdahaleden çok daha önemlidir! İktidarın demokrasi ile rezil uygulamalarını, toplumdan soyutlayamazsınız! İktidar ne halt yerse yesin, ama toplumdan kendisine karşı bir müdahale gelmesin.. Ne yazık ki böyle statik toplumlar yok, etkitepki mekanizmaları, toplumun çeşitli dinamikleri devreye girer, kaçınılmaz olarak. “Olmasaydı” gibi iyi niyetler, sadece hava cıvadır! HHH Atatürk, çok uygun koşullarda laik devlet uygulamalarına geçerek ülkeye çağdaşlaşmada, dünyevileşmede dev adımlar attırdı.. Bu nedenle farklıyız! Bunun değerini bileceğimize laikliği genellikle kötülemek, sadece köktendincilik olur. AKP gibi siyasal İslamcı bir partinin iktidara gelmesini, “topluma laiklik dayatmasına karşı halkın tepkisi” olarak nitelendirecek kadar cahil kimse yoktur umarım. Liberal muhafazakâr partiler Türkiye’yi çökertmeselerdi, AKP mi olacaktı? Özetle, günümüz toplum dinamiklerini okumayan, geçmişe takılı kalır. (*) Taha Akyol, Seküler İslamcılık? www. hurriyet.com.tr/yazarlar Ali İsmail’in organlarını koymak için sanayiye kutu yaptırdılar Utanç faturası İLHAN TAŞCI Katiller CAN HACIOĞLU aranıyor ESKİŞEHİR Gezi Direnişi sırasında Eskişehir’de 2 Haziran’da eli sopalı bir grup tarafından dövülen ve 10 Temmuz’da yaşamını yitiren Ali İsmail Korkmaz’ın ağabeyi avukat Gürkan Korkmaz, “Olayın aydınlığa ulaşmasını bekliyoruz. Kardeşimizin katil veya katilleri er geç mutlaka ortaya çıkarılacak” dedi. Ail İsmail için kentte eylemler sürerken İHD de Ali İsmail için kentin her yerine “Katiller aranıyor” yazılı afişler astı. Afişlerde, “Saldırıyla ilgili bilginiz varsa lütfen adalete yardımcı olun” çağrısı yer aldı. Ali İsmail Korkmaz Parkı olarak değiştirilmesi istenen Eti Parkı’nda toplanan 300 kişi, forum düzenledi. Parkın bir köşesinde Ali İsmail Korkmaz’ın saldırıya uğradığı günkü kıyafetleri sergilendi. Foruma Ali İsmail Korkmaz’ın Hatay’dan gelen ağabeyi avukat Gürkan Korkmaz da katıldı. Gazetemizin “İşte Ali’nin katilleri” manşetiyle yayımladığı haberi değerlendiren Korkmaz, “Cumhuriyet ilk günden beri olayı gündemde tutuyor. Bunun için Cumhuriyet’e teşekkür ediyoruz” dedi. ANKARA Eskişehir’de beyzbol sopası ve coplarla dövülerek öldürülen İngilizce Öğretmenliği Bölümü birinci sınıf öğrencisi Ali İsmail Korkmaz’ın adli tıp incelemesi için alınan “beyin, akciğer, karaciğer, kalbin tamamı, böbrek parçaları ve iki tüp kan” örneklerinin sanayide “oto kaportacıya” yaptırılan kutuyla Ankara Adli Tıp’a gönderildiği ortaya çıktı. Sivilpolis kişiler tarafından dövülerek öldürülen Korkmaz’ın doku ve kan örneklerinin konulacağı galvaniz kutu, Eskişehir Sanayi Çarşısı’ndaki ‘Sever Oto Kaporta Boya Atölyesi’nde yaptırıldı. Kaporta atölyesi de bu “hizmetin” bedeli olarak Eskişehir Başsavcılığı’na 59 liralık fatura kesti. Korkmaz’ın ağabeyi avukat Gürkan Korkmaz, “Sanayide kutuyu niye yaptırmışlar bilmiyorum. İlk kez sizden duydum” dedi. Ali İsmail Korkmaz’ın yaşamını yitirmesinin ardından yapılan otopside, cesedinden “beyin, akciğer, karaciğer, kalbin tamamı, böbrek parçaları ve iki tüp kan örneği” alındı. Alınan “materyaller” de “histopatolojik (doku) ve toksikolojik (toksin)” incelemesi yapılmak üzere, Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı’na gönderildi. Ancak doku ve kan örneklerinin Ankara Adli Tıp Kurumu’na gönderilmesinde pek de alışık olunmayan bir yönteme başvurulduğu anlaşıldı. Soruşturma dosyasında yer alan belge ve yazışmalara göre Eskişehir Sanayi Çarşısı’ndaki Sever Oto KaportaBoya Atölyesi’ne galvaniz kutu yaptırıldı. Sever Oto KaportaBoya Atölyesi de yaptığı bu iş karşılığında Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı adına 10 Temmuz 2013 tarihinde 59 liralık fatura kesti. l Ali’nin ismi faturada işin cinsine ilişkin bölümünde “1 Adet Galvaniz Kutu” yazılırken, faturanın orta kısmına “Ali İsmail Korkmaz” ismi yazıldı. Ali İsmail Korkmaz cinayet dosyasının numarası olan 2013/15656 faturada yanlışlıkla “16656” olarak yer aldı. Soruşturmadan alınan savcı Hakan Ali Erkan imzasını taşıyan “sarf kararı”nda şöyle denildi: “Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2013/15656 sırasında kayıtlı soruşturma dosyası ile yürütülen maktul Ali İsmail Korkmaz’ın 10.7.2013 günü yapılan otopsi işlemi sonucu cesedinden alınan parçaların Ankara Adli Tıp Kurumu Grup Başkanlığı’na gönderilmesi için galvaniz işlemi yaptırıldığı ve sonucunda Sever Oto Kaporta isimli işyerinin 10.7. 2013 gün ve Seri A 040997 Seri numaralı 59 TL bedelli faturayı ibra ettiği anlaşılmakla, bahsi geçen fatura tutarının ileride haksız çıkacak taraftan karşılanmak üzere şimdilik maliyede mevcut suçüstü ödeneğinden ödenmesine karar verildi.” Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Fatih Yavuz, normalde örnek alma kavanozları olduğunu belirterek “Kutunun içine konulduğunu zannetmiyorum. Olayı bilmiyorum ama hepsini taşımak içindir. Bir kutu yaptırıp içine böbrek, dalak öyle rastgele atılmaz. Normalde standart kavanozları var. Onlara konur, otopside 56 örnek kabı olur. Tümünü taşımak için bir kaptır diye düşünüyorum. Öbür türlü olamaz” değerlendirmesini yaptı. Doku ve kan örneklerinin sanayide yaptırılan kutuya doğrudan mı konulduğu, yoksa medikal bir kutunun koruması için mi yaptırıldığı anlaşılamadı. l Faturanın Sabri Çelik: Bayramdan sonra Türkiye’deyim Palalıya 27 yıl l Doğan Haber Ajansı’na konuşan Sabri Çelebi, Fas’ta olduğunu belirterek “Hakkımda 27 yıl istenmiş, adam öldürenler bile 4 yıl yatıp çıkıyor. 50 yıl istense umurumda değil yine de Türkiye’ye döneceğim. Çocuğumun rahatsızlığı nedeniyle dönüşüm gecikti” dedi. Çelebi 13 Ağustos Salı günü Türkiye’ye dönüş biletini iptal ettirdiği yönündeki iddiaları yalanladı ve “Ramazan Bayramı’ndan sonra Türkiye’de olacağım” diye konuştu. İstanbul Haber Servisi Taksim Gezi Parkı olayları sırasında elinde palayla eylemcilere saldıran Sabri Çelebi hakkında basit yaralama ve görevi yaptırmamak için direnme suçundan 27 yıla kadar hapis istemiyle iddianame hazırlandı. Savcılık istenen cezayı, yaralama suçunun silahla yapıldığı gerekçesiyle artırdı. İwsddianamede, şüphelinin elindeki palayı silah kabul etti ve Çelebi’nin ifadesinde, olaylar nedeniyle ekonomik sıkıntı yaşadığı, işyerine zarar vermelerini engellemek için palayı aldığı ve maksadının korkutmak olduğu belirtildi. İddianamede şüpheliler Sabri Çelebi, Ahmet Girgin, Şeyhmus Kırmızı ve Murat Ertik hakkında kasten yaralama ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından 9 yıl 9 aydan, 27 yıla kadar hapis cezası istendi. İddianamede Çevik Kuvvet Şube Müdür Yardımcısı Kayhan Şahan ile Seyfettin Efe ve Kaan Polat müşteki olarak yer aldı. İddianamede şüpheliler Sabri Çelebi, Ahmet Girgin, Şeyhmus Kırmızı ve Murat Ertik’in eylemcilere sopa ve satırlarla saldırmaya başladıkları, polis memuru Kayhan Şahan’ın da eylemcilere zarar gelmemesi için şüphelilere müdahale ettiği belirtildi. Şüphelilerin, eylemlere katılan müşteki Kaan Polat ve Seyfettin Mete ve polis memuru Kayhan Şahan’a bıçakla saldırdıkları ve bunun sonucunda yaralandıkları ifade edildi. İddianamede Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarının raporunu da yer verildi. Rapora göre şüphelilerden ele geçirilen bıçak ve sopaların yasak bıçak niteliğinin bulunmadığı belirtildi. 10 Temmuz’da Fas’a gidişdönüş bileti alan Sabri Çelebi, hakkında yakalama kararı çıkarılınca Türkiye’ye dönüş biletini iptal ettirmişti. Çelebi’nin, son olarak 13 Ağustos’a bilet aldığı ancak daha sonra Türkiye’ye dönmek için yaptırdığı tüm rezervasyonlarını iptal ettirdiği öğrenildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle