18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 NİSAN 2013 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kim istemez, 2020 yılı olimpiyatlarının İstanbul’da yapılmasını? Tabii, ülkesini ve bu kenti sevenlerden söz ediyorum. Onlar en önce ister... Yani ülkesini ve kentini gerçekten sevenler. Ama bunu en çok isteyen, acaba gerçekten bu ülkeyi ve bu şehri sevenler mi? Bu, tartışma konusu. Çünkü yaşadıklarımız, gördüklerimiz ve tanık olduklarımız böyle söylemiyor. Oysa yetkililer, ülke yönetiminde söz sahibi olanlar, bu gerçekleri görmezden geldikleri gibi, kamuoyunu ve de yabancıları söylemleriyle yanıltıyorlar. Ve büyük işlere talip oluyorlar. Nasıl mı? Bakın nasıl: Galiba meslekten gelme bir alışkanlıkla, bazen spor sayfalarını da okurum gazetelerde. 27 Mart tarihli gazetemizin spor sayfasında “Olimpiyat Şehri İstanbul” başlıklı geniş içerikli haberi okuduğumda, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in sözleri özellikle dikkatimi çekti. İstanbul için bildik ve kalıplaşmış söylemlerle sesleniyor, kentin kültürel ve tarihsel dokusuna değinerek “Çok sayıda medeniyete sahiplik etmiş... sokaklarımızda gezdiğiniz zaman caminin, kilisenin, sinagogun yan yana Olimpiyat Şehri İstanbul mu Sahiden? Deniz BANOĞLU bulunduğu yegâne şehrin İstanbul olduğunu göreceksiniz...” gibi pek bildik saptamaları yaparken, sizi adeta şoke eden, daha doğrusu güler misin ağlar mısın dedirtecek bir deyişle karşılaşıyorsunuz... Sayın bakanın görüşüyle, Türkiye “güçlü demokrasiye sahip, laiklikle yönetilen tek İslam ülkesi”ymiş, olimpiyatlar İstanbul’da yapılsaymış “şimdiye kadar hiçbir İslam ülkesinde gerçekleştirilmemiş olan olimpiyatların gerçekleşmesi anlamına” gelecekmiş.. Bakın unuttum... Bakanın vurguladığı özellikler arasında kentin, dolayısıyla kenti barındıran Türkiye’nin “çoğulculuk ve hoşgörü” kültürü de varmış.. Özetle İstanbul, dolayısıyla Türkiye demokrasinin, laikliğin, hoşgörü ve çoğulculuğun egemen olduğu, dünyanın örnek bir kenti ve ülkesiymiş de biz bilmiyormuşuz. Önce sayın bakan, galiba dil sürçmesiyle olacak, “laiklik ilkesi” diyecek yerde “laiklikle yönetilen” demek gibi bir yanlışlık yaptı. Laiklik bildiğimiz kadarıyla bir yönetim şekli değildir. Neyse. Zaten laiklik mi kaldı ülkemizde? Sayın bakanın geldiği partinin başkanı ve Türkiye’nin başbakanı değil miydi ki, İslamla laiklik bağdaşmaz diyen. Laikliği yok etmek için uygulananları bakanımız görmezden mi geliyor? Dini eğitimi okullarda zorunlu ders Vekiller BİR “vekil” sözcüğüdür gidiyor, vekiller aşağı, vekiller yukarı. Galiba, “milletvekili” sözcüğünü uzun bulup fazla nefes tüketme zahmetine katlanmak istemeyenlerin kısaltması. Belki de manşet atarken sütun darlığı çeken dizgici, gazete erbabının işidir. Ama kim niçin ve nasıl yaparsa yapsın, hiç değilse hukukçularla ciddi medyacıların anayasa hukuku gibi kritik bir alanda kavram çarpıklığına yol açacak tutumlardan uzak durmaları gerekmez mi? Özellikle, hiç gerek yokken “yeni anayasa” yapma türünden yanlış ve netameli bir işe kalkışanların çoğaldığı bir dönemde. ünkü “vekil” sözcüğü “milletvekili”nden koparılarak tek başına kullanıldığı zaman hukuk açısından çok değişik anlamlara gelebilir. 1924’ün anayasa metni 1945’te Türkçeleştirilirken “meb’us” yerine “milletvekili” gibi iki sözcüklü bir bileşik kavramın kullanılmış olması tam da böyle bir anlam çarpıtmasını önlemek içindir: Vekil sözcüğü, bir bakıma güç birliği kavramından fazla uzaklaşmak istemeyen ve çoğu zaman haksız olarak tek kişilik otoriterlikle suçlanan devrimci cumhuriyet anayasacılığında hep “icra vekili” anlamına gelir; yani Meclis’in iradesini yerine getiren, yürürlüğe sokan kişi. Osmanlının “nâzır” sözü yerine biraz yanlış çeviricilik acemiliği taşıyan “bakan” kavramı bile bu bakımdan yeterli olamamıştır. Kaldı ki, “emredici vekâlet” uygulamasını önlemek için anayasayla yürürlükte tutulan “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün milleti temsil ederler” hükmü de cumhuriyetçi anayasacılığımızın özde en anlamlı demokratik özelliklerinden biridir. imdiki Meclis’in iktidar çoğunluğu milleti değil de neyi ve kimleri temsil etmektedirler ki, millet kavramını böylesine yüceltip vatandaşı ve temsilcilerini tam bağımsız duruma getiren bir anayasacılık geleneğinin ayakta kalmış temel ilkelerini derleyip toparlamak varken onları bir yana iterek ne idüğü belirsiz bir “yeni anayasa” rüzgârına yelken açmakta ve dış kokulu başkanlık sistemi batağına doğru bilinçsizce sürüklenmektedirler? yapmaktan başlayan uygulamaların, sınav sorularında öğrencilerin mezhebini sorgulamaya varıncaya kadar giden yaptırımlara ne demeli? Bir de “güçlü demokrasi var ki” tam evlere şenlik! Hangi demokraside, bunca gazeteci, bunca bilim adamı, bunca akademisyen; yazarı çizeri, askeri generali, genci yaşlısı, hastası sağlamı hapistedir söyler misiniz? Yetkililere bakarsanız onlar gazeteci değil, ikisi üçü gazeteci diğerleri terörist. Hangi delile, hangi belgeye, hangi kayıtlı suçlamaya dayalı bir iddia bu terörist suçlaması; kimse bilmiyor. Naçizane önerim: Yetkililer, Spor Bakanı ve Kültür ve Turizm Bakanı 2020 Olimpiyatları’nın İstanbul’da yapılmasını istiyorlarsa, olmayanları varmış gibi göstermek yerine bir büyüklük yapsınlar da hiç değilse “olacak” diye vaat etsinler. Biraz ütopik ama olsun: Örneğin, “İstanbul ve Türkiye en kısa zamanda, İslam âleminin tek laik; en demokratik, en hoşgörülü, çoğulculuk anlayışı en güçlü ülkesi olacak” desinler. O tarihe kadar kim öle kim kala... Bu arada bizlere de bir umut olur hiç değilse. Ne dersiniz ? Ç Ş Sahte Kabadayı’dan Çiçek Abbas’a, Keloğlan’dan Selvi Boylum Al Yazmalım’a onlarca unutulmaz Türk filmi, HD kalitesiyle yenilendi, Turkmax’a geldi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle