25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 ARALIK 2013 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 19 Bütün çocuklar, ana babalarıyla yarışırlar. Bu yarış, ya büyüklerin kendilerini etkileyen becerilerini önce taklit, ardından daha iyisini yapmaya çalışmak ya da tamamen reddederek yok saymak düzleminde gerçekleşir. Her iki yöntemde de çocuğun asıl amacı, ana babanın kendisini ezen yeteneklerini aşarak önce özgüven, ardından bağımsızlık kazanmaktır. Kimi başarır ve güçlü bir kişilik olur, kimi başaramaz, ömür boyu ana kuzusu, baba pısırığı kalır. Ama ana kızların rekabetinden çok, baba oğul rekabeti daha derin ve sonuçları daha ağırdır. Genelinde baskın karakterde, öfkesinden korkulan, otoriter ve iktidar sahibi babaların oğulları; eğer çatışmaya girecek cesareti gösteremezlerse, ömür boyu babaya hayran, babanın gözüne girmeye çalışan ve ne derse yapan silik, ezik, edilgen kişiler olurlar. HHH “Tanrı’nın Zamazingosu” başlıklı nefis araştırmanın yazarı Tom Hickman’a bakılırsa; babalar ve oğullar salt büyükbaşlarıyla boy ölçüşmez, gizli ya da açık, küçükbaşlarıyla da yarışırlar! Elçiye zeval olmaz, ben söylemiyorum, Hickman yazmış; kimi oğlan çocukları yaşamlarının ilk travmasını, hamamda falan çıplak gördüğü babasının küçükbaşını, kendi minik pipisiyle kıyaslayınca yaşarmış! Anaların (kendimden biliyorum!) doğurduğu andan öteye ister kız, ister erkek evladın her bir uzvunun yerinde ve normal olmasına yönelttiği dikkat düşünülecek olursa; babaların da bazen öldürecek kadar hakir gören kimi babaların takıntısı küçükbaş değilse, başka ne olabilir? Oğullarının çapkınlığıyla övünen babalar, her şeye rağmen zararsızdırlar. Hele biraz mizah sahibi ve biraz bilgelerse... İngiliz aktör Ewan McGregor, 1996 yılında gösterime giren “The Pillow Book” filminde seyircilerin karşısına anadan doğma haliyle çıktığında, kendisi de aktör olan babası James McGrevor’dan şöyle bir faks mesajı almıştı: “Haşmetli bir özelliğimin vârisi olduğunu görmekten mutluluk duyuyorum!” HHH Ama ötekiler var ya, ötekiler, işte onlar, kız ya da erkek bütün çocuklarının, ama daha çok oğullarının özgün kimliğini iğdiş eden babalardır! O babaların gölgesinde, kişilikli oğul bitmez. Baba höt deyince susar, öt deyince konuşurlar. Ve o babalar, bu çocukların sırtından kendi yaşamlarını katladıklarını, iktidarlarını uzattıklarını sanırlar. Oysa... O babaların öyle ya da böyle “gittiği” an, servetlere bile gark etmiş olsa, çocuklarının da “bittiği” andır. Ataları, İstanbul’a Fatih’le gelen anneciğimin müthiş sözüdür: Miras demiş, sen de kalayım biraz! Hele o babaların mirası, başkalarının kan ve gözyaşıyla ıslanmışsa, değil bağlasan, zincirlere vursan o çocukların cebinde durmaz! Yeni yılda taptaze rüzgârlar esen, aydınlık umutlarla harmanlanan özgür bir Türkiye’de yaşamanızı dilerim, sevgili okurlarım! “Bir soğan soyuluyor. Yaşarıyor gözler. Bir devlet soyuluyor. Aldırm ıyor öküzler.” ŞAİR EŞREF (18471914) ARADA BİR ERCAN YEŞİLYURT Giden Babalar, Biten Oğullar Gizli İşler Başbakan Erdoğan, “suç iddiası düşman cenahtan geliyorsa, suç yoktur komplo vardır” mantığı yürütüyor. Bu mantığa göre kakaya bok diyen kakaysa, kaka bok sayılmaz… Oysa suç, iddia makamının komplocu, kompleci, hain ya da sadık bende olması “suç iddiası”nı ortadan kaldırmaz! Ve hükümete yakın çevrelerde yapılan birinci yargı operasyonunda kamuya yansıyan olası suç kanıtları, çok vahimdir. Böylesine ciddi bir yolsuzluk soruşturmasıyla karşı karşıya kalan AKP iktidarının, iddiaların yalan, suç isnatlarının sahte olduğunu ortaya çıkaracak yargı mekanizmasını hızla çalıştırmak yerine; birincisinden küresel anlamda daha da vahim iddialar içeren ikinci soruşturmayı durdurması, başlı başına bir hukuk ihlali olup, kamuoyunda ister istemez “suçluların telaşı” gibi algılanmaktadır. Dahası, eğer ikinci soruşturmanın konu başlıklarından Başbakan’ın oğlu ile El Kaide finansörü Yasin el Kadı’nın kendisi ya da oğluyla bir şekilde ortak olduğu iddiası doğruysa… Türkiye’nin de imzaladığı Uluslararası Terörle Mücadele Anlaşması açısından, T.C. Başbakanı’nın, “terör finansmanı” nedeniyle tepesine binilen Kaddafi’den daha fazla meşruiyeti, dolayısıyla uluslararası dokunulmazlığı kalmaz. Batılıları bilirsiniz. Hemen dokunmazlar. Ama emin olun, er geç dokunurlar! İşin bir de bu yanı, Başbakan’ın giderek cilası dökülen meşruluk durumunu aşan ve Türkiye’yi “müdahale edilebilir” ülke konumuna taşıyan “uluslararası meşruiyet” dışına düşmek tehlikesi de var. Fotoğraf: YERLİ DOCTOR WHO oğul küçükbaşlarının önce boyutu, sonra işleviyle gizli gizli övündüğü ya da dövündüğünü ileri sürmek, sanırım mantıksız değildir. HHH Zaten oğulların küçükbaşı babasal bir ilginin odağında olmasa; oğlu çapkınlık yapınca kendi becermiş gibi övünen kimi babaların “gurur” kaynağı nasıl açıklanabilir? Ya da tersine, cinsel özgürlüğünü “ayıp, günah, haram” diye engellediği oğlunu tez elden everen; cinsel tercihi farklı oğulu ise bazen reddedecek, GÖRÜŞ YÜKSEL PAZARKAYA KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Din Kisvesi Allah’ım sen nelere kadirsin! Sonunda Başbakan Tayyip Erdoğan’a da “din kisvesi altında örgüt” dedirttin. Aynı örgütle ilgili olarak daha önceki söz ve davranışlarını düşündüğümüz zaman, bu sözün çarpıcılığı kolay anlaşılır. Sayın Başbakan bu sözü, Anayasa Mahkemesi tarafından tescil edilmiş “irtica odağı” bir partinin genel başkanı olarak söylüyor. Ve referansı din olan bir başbakan söylüyor. Demokrasi ile salt özdeş gördüğü sandıktan çıkmak için, yardım ve desteğini aldığı kolu kesip atmaya kalkışınca, işler karıştı. Sandık darbesi de evlatlarını yiyor mu? Demokrasinin olmazsa olmazı sandığı darbe aracına indirgeyen Erdoğan, çağdaş demokrasinin işlemesi için vazgeçilmez şeffaflığı her alanda karartarak otorite kurdu. Şimdi bu otorite çöküyor mu? İktidara geldiği ilk zamanlarda, yargının kararlarından hoşnut değildi. Onun için, ben bu yargıya güvenmiyorum, dedi. Sonra onu kendi yargısı haline dönüştürdü. Polisi ortağıyla birlikte dönüştürdü. Kendi polisleri yaptı. Bürokrasiyi kaşla göz arasında kendi bürokrasisi yaptı. Yasa yerine kararname dedi. Yargıya takılacak özelleştirme girişimlerini yargı dışı tutmayı denedi. Artık yalnız yürütmenin başı ve tek egemeni değil, aynı zamanda yasamanın ve yargının da tek egemeni oldu. Kurduğu otoriter yönetimin kızgın ve öfkeli başı! Bununla da yetinmedi. Sandık darbesinde desteğini aldığı ortakla paylaşmak istemiyor artık iktidarı. Onun başını yemeye karar verdi. Bu lokma boğazından geçmezse, ben öyle demek istemedim, diyerek mutlaka yine kol açacaktır. Ama artık tek kolla. Yoksa, bir tansık mı oldu? Cumhuriyet devriminin tekke ve zaviyeleri yasaklaması, din baskısı, din düşmanlığı değil miymiş? Çağdaş uygarlığı hedeflemiş bir toplumun önündeki engelleri mi kaldırmak istemiş. Kant’ın dediği gibi, kamu düzenine ve barışına kasteden din kisvesi altında bir örgüte mi dur demiş? Diyanet’i, din kisvesi altındaki bir iktidar ayağına çarık yapsın diye değil, aksine kamu düzeni için mi oluşturmuş? Şeffaflığı karartmak meğer yolsuzluk muymuş? Yolsuzluk, bilinmeyen ve yaşanmayan bir şey değil. Dünyanın birçok ülkesinde var. Ama Türkiye’de yolsuzluk düzeni doğal düzen haline geldi. Kimseyi tedirgin ve rahatsız etmediği gibi, “çalışıyorsa yesin” gibisinden uygar bir topluma yaraşmayan bir halk deyimi bile dile yerleşti. Halk, seçilenlerin ve atananların tembelliğinden ve yiyiciliğinden öylesine yılmış ki, sokakta çöpünü toplayan bir yönetim görünce, bayram eder hale geliyor. Üstelik, seçimden seçime kömür ve biraz makarna pirinç dağıtana koşup oyunu veriyor. Bunların kendi vergisiyle alındığından habersiz. Gelenin din kisvesine aldanıyor. Kitlelerin hayalcidir, algısı ve yargı gücü kolay kilitleniyor. Din kisvesi altında aslında bir iktidar ve çıkar savaşı verildiğini görmüyor. Ülkeyle birlikte kitlelerin uçuruma sürüklendiğini ayrımsamıyor. Şimdi paylaşım kavgasına tutuşanların kıskacından kurtuluş nasıl olacak? Özgürlükçü demokrasi yolunun açılması için, kitlelerin hayalci karakter ve kafa yapısının değişmesi gerekir. Aklın kilidini kırmak gerek. Aydına, aydınlıkçı muhalefete büyük iş düşüyor. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com Eskiden yani Kenan Evren ülkeyi kurtarmadan önce solculuk, hırsızlık ve zamparalık gizli yapılırdı. Üçü de tehlikeliydi. Sonuçları ağır yaptırımlara tabiydi. Solculuk bilindiği gibi vatana ihanet sayılırdı. Hırsızlık yakalanıldığında aşağılık ve ayıp sayılırdı. Zamparalık ki yakalanan için aile facialarına yol açar; eğer yapan kadınsa cinayetle sonuçlanabilirdi. Solculuk dışında kalanlar toplumda hoş karşılanmaz, ayıplanır ve giderek bunları yapanlar dışlanırdı. Sonra devir değişti. Bu işler yavaş yavaş hoş görülmeye başlandı. Artık yapana helal olsun denilir oldu. Çünkü toplum değişmişti. Yeni zenginler türemiş ve bununla birlikte ahlak anlayışı ve toplumsal değerler duruma ayak uydurmuştu. Artık paranın gücüyle yapılan her şey mubahtı. Seviyeli birliktelikler ve beraberlikler gazete ve televizyonlarda program konusu olmuştu ve en çok onlar seyrediliyordu. Bu işler üstelik özgürlüklerin ve demokrasinin göstergesi sayılıyordu. Özal’la başlayan bu gelişme AKP ile tavan yapmıştı. O kadar ölçüyü kaçırmışlardı ki, bunlar aynı zamanda inançlı insanlardı. Ne olur ne olmaz diye bu zengin hatunlar hac ve umre seferleri organize etmeye başladılar. Çünkü farkına vardılar ki yaptıkları işlerin çoğu günahtı. Bu günahlarını affettirmek için paraya dayalı ibadet veya fakir çocuklara yardım için moda defilesi gibi yardım kampanyalarına başladılar. Hayat tam bir maskeli baloya dönüştü. Siyasi hayatta da bu maskeli balo paralel devam ediyordu. Kürt sorununda diyalog yerine silahlı müdahaleyi hızlandırırken askerde ölen fukara çocuklarının vatan için öldüklerini ve şehitlik mertebesine yükselerek cennete gideceklerini bağırıyorlardı. Ama bu siyasi kararları alanların çocuklarının hiç de cennete gitme çabası yoktu. Kürt diye bir şey yoktu ama Irak’ta kurulan adı da Kürt olan devletin tüm binalarını, asker kışlalarını, okullarını, hastanelerini, hepsini bizim zenginler yapıyordu. Kürt bölgesindeki herhangi bir bakkalda ne varsa Ankara’daki bakkalda da aynı şeyler vardı. Sonra Doğu’da Kürt ayaklanmasına yani PKK’ye karşı siyasi kararla savaşan askerler silahlı çete kurmaktan ve darbe planlamaktan hapse atıldı. İktidar tam hâkimiyet kurdum derken, teknolojinin ne kadar geliştiğinden haberdar olmadıkları için, zenginleştikçe azanlar, gizli işlere bulaştılar. Ortaklar ne olur ne olmaz diye birbirlerini izleyip kasetlere kaydettiler. Öyle bir kamuoyu oluştu ki ülkede, çıkıp meydanlarda “Bu millet için, Allah için bu kadar çabalıyoruz, bizim uşaklar da azıcık yolunu bulmuş, ne var bunda” dese halk yaşa, varol diye alkışlayacak. Bütün bunlara rağmen Taha Akyol “Halbuki demokratik ülkelerde de bazen yolsuzluklar ortaya çıkarılıyor, soruşturmalar açılıyor...” diyerek hem ülkemizde demokrasi olmadığını söylüyor hem de hâlâ AKP’yi savunuyor. Sırf AKP solcu değil diye. G NOKTASI BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Üzerine 1 köpürtülmüş 2 şerbet dökülerek fırında 3 pişirilen bir 4 tür tel kada 5 yıf. 2/ Tah6 tadan yapı lan üfleme 7 li bir çalgı... 8 Malezya hal 9 kına özgü bir tür öldürücü 1 2 3 4 5 6 7 8 9 delilik. 3/ Kimse, 1 L E B İ S T E S kişi... Suyu, işle 2 A C U R E V İ N me ve dağıtım te 3 N E D İ M İ T İ sislerine iletme. 4/ 4 S U S A N Ç N Tümör... Biçem, 5 M E N R E U N üslup. 5/ Bezden K A NO L A biçilmiş elbise... 6 A R K A R Hindistan kökenli 7 N İ P E L N İ L S EME evcil bir sığır tü 8 rü. 6/ Cemaate na 9 İ Ç K E R İ Y A maz kıldıran kimse... Duman lekesi. 7/ Esnafların kendilerine yeni müşteri getiren kimselere ödedikleri komisyon... Bir etkinliğin geçici olarak durdurulduğu süre. 8/ Kiraya verilerek gelir getiren mülk... Lokmanruhu. 9/ Beyaz peynirle yapılan bir çeşit tatlı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Türk halk müziğinde kullanılan, dokuz telli bir saz... Osmanlı toprak düzeninde, yıllık geliri yüz bin akçeden fazla olan dirlik. 2/ Bir anlatımı oluşturan sözcüklerin tümü... Otomobillerin elektriğini sağlayan aygıt. 3/ Ortadoğu’da bir göl... Mızrak ya da süngünün sivri ucu. 4/ Bir nota... “Zümrüdüanka” da denilen efsanevi kuş. 5/ Köpek... Satrançta bir taş. 6/ Irkçılık... Rütbesiz asker. 7/ Aruz ölçüsünde kısa okunması gereken bir heceyi kalıba uydurmak için uzatma... Gelecek. 8/ “ boyu üç servi/Demek ki Levni geçmiş buralardan” (İlhan Berk)... Fert. 9/ Tecrübeli, usta... Özsu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle