21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 ARALIK 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Kozmik Odadan mı? Aykırı Vakıf TBMM’de geçen hafta yaşanan tartışmalardan biri de hiç kuşkusuz Anayasa Mahkemesi’nin vakıf kurmasıydı. Bir tür ticarethane yani. Anayasa Mahkemesi ticarethane kurar mı hiç? Alt komisyonun TBMM Adalet Komisyonu’na yazdığı raporunda bu sorunun yanıtı var: “Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurularda alınan başvuru harcı, özünde anayasanın ‘hak arama hürriyeti’ne aykırı iken aynı zamanda bu hürriyeti ihlal edici niteliğe sahip harçların yine harcı alan mahkeme adına kurulan bir vakfa aktarılması, özünde tartışmalı olan bir düzenlemeyi daha da tartışmalı hale getirmektedir.” Aynı soruya Adalet Komisyonu raporunda da yanıt verilmiş aslında: “Anayasa Mahkemesi vakfına genel bütçeden kaynak aktarılması, vakfın bir özel hukuk tüzel kişisi olduğu nazara alındığında kamu kaynağının özel hukuk tüzel kişisine devredilmesi anlamına gelecektir. Mahkemenin bütçe dışında başka bir tüzel kişilikten kaynak kullanması ileride birçok sorunu beraberinde getirecektir. Düzenleme, bu haliyle anayasada yer alan bütçe ilkelerini ihlal edici niteliktedir.” Birçok açıdan anayasaya aykırı olan bir yasa konusunda Anayasa Mahkemesi Başkanı neden ısrar eder? İktisatçı olduğu için belki de... Halifelik için yarışan Usta Teyyüp ile Fethullah Gülen çekişmesinde Milli Güvenlik Kurulu tutanakları ve gizli belgeler havada uçuşuyor. Cemaat nereden buluyor bunları? Anımsayınız: Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast girişimi savıyla 2009 Aralık ayında bir soruşturma başlatılmış, Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı’ndaki iki kozmik odada 26 gün arama yapılmış, belgeler incelenmişti. Şimdi ortalığa saçılan belgeler bunlar olmasın sakın. Laik orduyu zayıflatmaya yönelik operasyonlar için topladıkları belgeler, şimdi kendi aralarındaki kavgaya malzeme olmuş gibi gözüküyor. Ülkeyi saran dinciliğin gelip vardığı nokta bellidir: Koskoca Türkiye İadei İtibar 2 Seri çekilen filmler gibi oldu ama konu derin olunca bir köşe yazısı ile bitmiyor maalesef. Bu ülkenin sanki doldurması gereken bir kontenjan var sanırım. Sürgünde yaşama, itibarsızlaştırma ve hain damgası yemek gibi. Yurtdışında ziyaret edilen mezar sayıları gün geçtikçe artıyor. Artık bazı ülkelerde tur programlarının içinde yer alıyor bu mezarların ziyaretleri. Bunlar bilebildiklerimiz; peki, ya ismini hiç duymadıklarımız veya bu ülke toprakları içinde de sessizce mezarlarında kalbi kırık ve küskün yatan gönüller? Onlar ne hissediyor? Bir ülke, değerlerini kaybettikten sonra gözyaşı dökerek değil yaşarken onurlandırarak anlam kazanır. Maalesef yaşarken zamanın ruhuna uymayanları biz hep ötekileştirdik. Onlar hataları söylerken veya direnirken bırakın ciddiye almayı dönemin söylemiyle “ignore” ettik. Bu ibareleri sanmayın ki yalnızca sanatçılar ve yazarlar için kullanıyorum. Bu sözleri esas biz yaşarken kendilerini feda edenler için yazıyorum. Şehitliklerdeki şu söz hep beni duygulandırır. “Bizim ölüm anımız toprağa düştüğümüz an değil, unutulduğumuz zamandır.” Bu sözü evrensel anlamda çok yerde kullanabilirsiniz. Ölüm bazen en şerefli seçeneklerdendir. Masum bir insanı hapse göndermek, şerefi ile oynamak, değerlerini alaşağı etmek ve geride kalanların üzüntülerini demir parmaklıklar arkasından seyretmeye zorlamak sizce ölümden daha mı kolay? Yaşarken sevdikleri ile yalnızlaşmak ve etrafından “değdi mi” diye sitemler duymak… Yıllarca onur ve şerefi ile yaşarken bir gün birisinin gelip “Sen aslında onursuz ve şerefsizsin” dediğinde bunun aksini ispatlamaya çalışmak… Bunlar sizce çok kolay mıdır? Bir ömür tüketerek hazırlık yaptığı hayallerinin sadece farklı düşündüğü için avuçlarının içinden alınışını seyretmek daha kolay mıdır? İnanın daha zordur. Bu zorluğu yaratan da sessizliğin kendisidir. Çünkü hep şunu bekler insan, birileri çıkacak ve “Durun ne yapıyorsunuz bu yaptığınız doğru değil” diyecek. Kalabalığın itiraz seslerinden kendi sesini duymamayı umar ve bekler. Ama tek duyduğu sessizliktir. Darbe sonrası yıllarda temiz kâğıdı diye bir kavram yerleşmişti günlük hayatımıza. Devlet ile ilgili bir işe girmeniz veya okula gitmeniz gerekiyorsa birinci dereceden yakınlarınız için bazı evraklar alırdınız. Suç kişiselken bir anda ailesel bir suça dönerdi. O belgeyi isterken utanan ve sıkılan yüzleri isterseniz bir hatırlayın. Devletin yaptığı bu hatayı son dönemlerde hepimiz yapmaya başladık. İnsanları şahsi olarak değil, düşünceleri, kıyafetleri, mezhepleri, inançları, cinsel tercihleri, etnisitelerine göre değerlendiriyoruz. Ama bu hatalara bu şekilde devam edersek bırakın kişisel iadei itibarı, toplum olarak iade edilecek bir itibarımız kalmayacak. Cumhuriyeti’nin yazgısı, Fethullah Gülen cemaati ile İskenderpaşa dergâhı cemaati arasındaki iktidar kavgasına bağlı sanki! Haziran direnişinden bu yana Cumhuriyet yeniden dirilirken bırakın yesinler birbirlerini... Tadı Kaçtı Ardahanlı yazar Alper Akçam, “Kaz etinin de tadı kaçtı” diye yazıyor: “Kaz kesim şenlikleri yapılırdı yaylalarda... Kaz Kesimi’nden Koç Katımı’na, Saban Çıkarma’dan Yılbaşı Erfenesi’ne, Hıdırellez’den Nevruz’a, bir arada yaşayan tüm halklar, belli iklim dönüşümlerini, bereketi kutsarken tüm farklılıkları da yok eder, yüzünü boyayıp başkası olur, kadın erkeğe, erkek kadına dönüşerek cins ayrımlarını siler, deliyi padişah seçip at bindirir, Saya’dan Arap Oyunu’na, Tavuk Barı’na, güler eğlenir, cinselliğin ve insan olmanın en doğal yüzüne dokunur, yaratıcı yeteneklerini sınardı. Şimdi tenekebetonAVMtoplu açılış toplu ibadet resmi geçitlerinde izleyen ve taklit edenin kulluğuna sürükleniyor. Nevruz gibi güzel bir Asya geleneği yalnızca bir etnik kimliğin politik meydan okuma gösterilerine dönüştürülüyor.” Neden Tillo? AKP’nin demokratikleşme fiyongu gereği, öncelikle Siirt’in ilçesi Aydınlar’ın adının yeniden “Tillo” yapılmasının ayrı bir anlamı var: Tillo, hâlâ medrese geleneğini sürdürüyor. Mollalar, evlerde “medrese” adı altında dini eğitim veriyorlar. Tillo’da yetişmiş isimlerden biri de, bugünkü Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez. Babası tarafından küçükken Tillo’daki “âlim”lere bırakılan Görmez, “medrese” mezunu yani. AKP’nin Kürt açılımı çerçevesinde Güneydoğu’ya “mele” önerisinin getirilmesinin arkasında da medrese mezunu Görmez’in payı var. Çünkü Güneydoğu’da, okullu imamlar değil, medrese görmüş melelerin sözü dinleniyor. Polisteki Tasfiye Fethullah Gülen cemaatini emniyetten temizleme harekâtı epeydir sürüyordu. Son durum şu: Cemaatin en etkin olduğu kurumlardan Polis Akademisi’nde ciddi bir tasfiye operasyonu gerçekleştirildi. Akademi mezunu tüm amir kadroları şu anda kızakta. Onların yerine, mesleğe polis memurluğundan başlayarak açılan sınavlarla amirliğe yükselenler, önemli ve nazik makamlara getirildi. Cemaatin egemenliğindeki Polis Koleji de devre dışı bırakılarak, akademinin öğrenci kaynağının cemaat üstünlüğünden kurtarılması amaçlanıyor. Devresi geldiği halde cemaatçiler, olmaları gereken görevlere getirilmiyor. Onların yerine eski kadrolar yeniden göreve çağrılıyor. Hatta, kimi “sol”cu bilinen polisler bile daha önce hiç beklemedikleri yerlere atanıyorlar. Cemaatin epeydir uyguladığı bir yöntem olan, polislerin diğer kurumlara yatay geçişleri de önlendi. Polisteki cemaat unsurlarını etkisizleştirme çabalarının ciddiyetini anlatmak için şu örnek veriliyor: Operasyona, odasında dinlenme böceği bulunan Recep Tayyip Erdoğan’ın en yakınındaki Başbakanlık Koruma Müdürlüğü’nden başlanmıştı. GÖRÜŞ HİKMET ALTINKAYNAK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Okumak Mutluluktur Türban bitti, sıra öğrenci evlerinde. Öğrenci evleri denetlenecekmiş. Hangi hakla? Denetlenirken kitaplara da bakılacak, istenmeyenler toplanacak, belki de okumak yasaklanacak! Yetmedi dershaneler kapatılacak. Öyle mi?.. Emre Kongar “Herkesten bir şey öğrendim” diyor ya, gerçekten öyle, seçimin demokrasi için yeterli olmadığını da bu iktidardan öğrendik. Emre Kongar, Hıfzı Topuz, kültür dünyasının büyük ustalarından, insan onlardan pek çok şey öğreniyor. Kongar’ın da Topuz’un da yazdıkları sanki şiir gibi. Freud’un “daha çoğunu öğrenmek istiyorsanız şairleri okuyun” demesi, İlhan Selçuk’un “Türkiye’yi şairler yarattı... Edebiyatçılarımızın varoluşumuzdaki katkıları çok büyüktür...” demesi boşuna değil… Son grup toplantılarında Kemal Kılıçdaroğlu’nun şiirler okuması, özellikle Ahmed Arif’ten dizeler aktarması, boşuna değil… Öner Ciravoğlu’nun Hıfzı Topuz’la yaptığı söyleşi kitabı “Ardından Yıllar Geçti” de okumayı bitirdiğim yeni kitaplardan biri. Başlamamla bitirmem bir oldu. Çünkü sorular yanıtlar sanki gizemli bir roman gibi beni sürükledi, alıp götürdü. İyi ki şimdi okumuşum. Neden Kongo Demokratik Cumhuriyeti “Lubumbashi Üniversitesi” Topuz’a “Fahri Doktora” unvanı verdi, daha iyi kavradım. Kitabın bölümlenmiş, bir dizin eklenmiş olması, Hıfzı Topuz’un içtenlikli yanıtları; bu yanıtların bilinmeyen birçok gerçeği açıklayıcı olmasının yanında anlatımın duru, açık, yalın, akıcı olması, okumaya ara verdirmedi. Bir solukta okudum. Kitabı okutan yalnızca elbette bunlar da değildi. Hıfzı Topuz’u tanımak… Türkiye’nin içinden geçtiği tarihsel dönemlerde Hıfzı Topuz’un ve onun gibi düşünenlerin neler yaptığını öğrenmek… Öğrendikçe, tanıdıkça zenginleşmek, güçlenmek, özgürleşmek… Hıfzı Topuz’un onca bilgiyi, onca kişiyi, onca ülkeyi, onca olayı anlatması, hele de bunları dün olmuş gibi anlatması, insanı hayran bırakıyor. Onca çalışmayı nasıl yapıyor derseniz, bunun da yanıtını kendi veriyor: “Hiç ayrım yapmadan bütün insanları sevdim” (s.122) diyor. Hıfzı Topuz’a yetişmek zor. En yeni kitabı masamda Namık Kemal’in romanı “Vatanı Sattık Bir Pula” kitabı… Aynı hayranlığı Emre Kongar’la Feridun Andaç’ın yaptığı söyleşi kitabının yeni basımı “Herkesten Bir Şey Öğrendim” nedeniyle Emre Kongar için de söylemek isterim. Şiir gibi okuduğum bir kitap da “Leylim Leylim.” Ahmed Arif’ten Leylâ Erbil’e Mektuplar altbaşlığını taşıyor ve 19541959 ve biri de 1977’de olmak üzere Ahmed Arif’in Leylâ Erbil’e yazdığı karşılık görmeyen aşkını yansıtıyor. Aşk olarak değil de dostluk, kardeşlik, arkadaşlık olarak yıllarca süren gençlik mektupları, aradan 60 yıl geçtikten sonra Leylâ Erbil’i editörü Ruken Kızıler’in ikna etmesi ve Ahmed Arif’in oğlu Filinta Önal’ın onayıyla yayımlanıyor. Leylâ Erbil’in yazdıklarıysa kayıp, ortada yok. Ruken Kızıler’in çabası ve sunuş yazısıyla gündem yaratan Leylim Leylim’in kahramanları Ahmed Arif 1991’de, Leylâ Erbil de bu yıl temmuz ayında yaşamını yitirdi. Ahmed Arif, “gürül gürül akan bir dünyayı” şiire dökmüştür ki, bu hayatın ta kendisidir. Çünkü o, öfkesini olduğu kadar, sevgisini, aşkını, umutlarını, düşlerini yansıtıyor ki, insanı canlı tutan duygu budur. Bütün insanları sevdiren duygu da… Ahmed Arif, Anadolu insanının özlemlerini, acı ve öfkelerini dile getirdi. “Yerel bir hümanizmle yüklü şiirleri” onu evrensele açılmaktan da alıkoyamadı. Leylâ Erbil’e yazdığı mektuplarsa, şiirleri gibi bu gökkubbe altında hep yankılanacak. Bunları edebiyat dünyası olduğu kadar genç âşıklar da okuyacak… Okuyacak, mutlu olacak… Bunlar öğrenci evlerinde de okunacak, dershanelerde de, meydanlarda da… Kim tutar “ ”, kim tutar okuyan, düşünen, üreten gençleri… HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] T.C. KOCAELİ 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ’NDEN ESAS NO: 2011/133 Esas DAVALI : MURAT HAKAN UZAN TC: 15008415374 (Kemal ve Melahat oğlu 30.05.1967 d.lu) Çubuklu Sazak Villaları A2 D: l Beykoz/İSTANBUL Davacı Hüseyin Menekşedağ vekili tarafından davalılar İmar Bankası Off Shore Ltd.Şti, Cem Uzan, Kemal Uzan ve Murat Hakan Uzan aleyhine mahkememize açılan Alacak davasında; Davacı tarafından davalılar İmar Bankası Off Shore Ltd.Şti, Cem Uzan, Kemal Uzan ve Murat Hakan Uzan’dan olan alacağına yönelik olarak dava açılmış olup mahkemenizce dava dilekçesinde ve daha sonra tespit edilen adreslerinize dava dilekçesinin tebliğine ilişkin tebligatlar çıkarılmış olup, adresinizden ayrıldığınız gerekçesiyle tebligat yapılamamıştır. Adres araştırmasından da bir netice alınamadığından dava dilekçesinin ilanen tebliğine karar verilmiştir. Dava dilekçesine HMK uyarınca 2 haftalık süre içerisinde cevap vermeniz veya kendinizi bir vekille temsil ettirmeniz, aksi takdirde HUMK’nin 3156 sayılı yasa ile değişik 213/2 maddesi uyarınca yargılamaya yokluğunuzda devam olunacağı hususu, Dava Dilekçesi yerine geçerli olmak üzere ilanen tebliğ olunur.21/11/2013 “Resmi ilanlar: www.ilan.gov.tr’de” (Basın: 73941) SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Pokerde 1 oyunu aç 2 mak için gerekli el. 2/ Bir 3 takvim türü... 4 Latife. 3/ Bar 5 tezgâhtarı... “ 6 ü namus şişesini ta 7 şa çaldım 8 kime ne” 9 (Nesimi). 4/ İngiltere’de 1 2 3 4 5 6 7 8 9 çok sevilen bir 1 H U B A N N A M E cins bira... Halkın 2 İ M İ K İ K İ Z İstanbul’daki ya 3 B A Z A M İ R A bancılara, özellik 4 E M B R A K le Fransızlara esR A C A kiden verdiği ad. 5 Ş İ V A A R P A İ N 5/ Bir soru sözü... 6 E C E Eyer kolanının to 7 M Ü R A İ A D İ L kaya geçen kayışı. 8 U R A N 6/ Bir borcu azar 9 Z E N A N N A M E azar ödeyerek kapatma... Konut. 7/ Telefon sözü... Nazilerin politikasında Germen ırkından kimselere yakıştırılan ad. 8/ Eylemleri olumsuz yapmakta kullanılan ek... Osmanlılarda önceleri halktan yalnız olağanüstü durumlarda, sonraları ise sürekli olarak toplanan vergi. 9/ Tuzlanıp kurutulmuş yiyecek... Yüz metrenin kısa yazılışı. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Mimarlığın, şehir düzeni ile uğraşan kolu. 2/ Kadın şapkalarına konulan ve yüzü örten ince tül... İlave. 3/ Âşık, vurgun, tutkun... Bir nota. 4/ Osmanlılar döneminde Roma kentine verilen ad... Birçok üflemeli çalgıda, gövdenin son kısmındaki huniyi andıran genişlik. 5/ Tavır, davranış... Düz ve geniş arazi. 6/ Suyosunları... Yiyecek bulamayan, yoksul kimse. 7/ Radyum elementinin simgesi... Koyun ve keçiye verilen ortak ad. 8/ Karışıklık, kargaşa... Mürekkebi kurutmakta kullanılan çok ince kum. 9/ Romantizm akımına tepki olarak 1850’de Fransa’da ortaya çıkan şiir akımı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle