19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 8 HABERLER İstanbul K Edirne B Kocaeli Y Çanakkale B İzmir PB Manisa PB Denizli PB Zonguldak Y Sinop Y Samsun Y 3 1 2 4 6 4 2 3 5 4 CUMHURİYET 7 OCAK 2013 PAZARTESİ TÜRKİYE Trabzon Y Giresun Y K Ankara Eskişehir K Konya K Y Sivas Antalya PB 6 5 1 1 0 0 13 Adana Mersin Erzurum Diyarbakır Şanlıurfa Mardin Siirt Hakkâri Van Kars Y Y Y Y Y Y Y Y B K 12 13 1 5 10 5 5 2 4 2 Oslo Y Helsinki B Stockholm Y Londra Y AmsterdamY Brüksel Y Paris B Bonn Y Münih Y Berlin Y 2 2 2 10 10 10 9 6 5 6 DIŞ MERKEZLER BudapeştePB 4 Madrid PB 12 Viyana Y 5 Belgrad B 2 Sofya K 2 Roma B 16 Atina Y 11 Zürih B 4 Moskova K 6 Aşkabat A 11 Taşkent B 7 Baku PB 10 Bişkek PB 5 Tiflis Y 5 Kahire Y 15 Şam Y 9 Tahran Y 8 ‘Asıl balyoz hukuk ve adalete indi’ Ben, “Asrın İftirası” olarak tarihe geçecek BALYOZ davası nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nde halen görev yapmakta iken tutuklanan, haksız ve Sivil memur hukuksuz yere 16 yıl ağır hapis cezasına GÜLLÜ SALKAYA çarptırılarak Hasdal zindanına atılan sivil memur Güllü SALKAYA. 2010 yılına kadar sadece bana verilen günlük evrakları daktilo eden bir devlet memuru, imkânsızlıklar içinde iki çocuğunu çağdaş, erdemli bir insan olarak büyütmeye çalışan bir anne, mutlu bir eş, sahip olduklarımla yetinen bir vatandaştım. 5 Nisan 2010 sabahı evim onlarca polis tarafından arandığında, ben, eşim, çocuklarım ve hatta arkadaşlarım bile bunun bir yanlışlık olduğundan, bir süre sonra yapılan haksızlığın ve masumiyetimin ortaya çıkacağından o kadar emindik ki. İfade için çağırıldığımda avukatım olması gerektiğini bile bilmiyordum. Koca devletin, Silahlı Kuvvetleri’nde görev yapan bir sivil memuresinin hukukunu koruyacağına, bu büyük yanlışlığın da benim suçsuzluğumu kanıtlamakla görevli ve sorumlu olan cumhuriyetin savcıları tarafından bizzat düzeltileceğine inancım tamdı. 2011 Aralık ayında işyerinde her zamanki günlük işlerimi yaparken kızım telefonla aradı ve üzerinde 10’ncu Ağır Ceza Mahkemesi yazan bir zarf geldiğini söyledi. Heyecanla eve gittim, zarfı açtığımda “hükümeti yıkmak için darbe teşebbüsünde bulunmakla” suçlandığımı belirten bir mahkeme celbiyle karşılaştım. Hava Harp Akademisi’nde görev yaptığım idari büroda, genellikle personelin yıl içindeki eğitim öğretim faaliyetleri, sınav not çizelgeleri veya ders programlarını yazdığım bilgisayar geldi aklıma, klavyesiyle kime nasıl bir zarar verilebilir diye düşündüm. Mahkeme tarafından tutuksuz ve duruşmalardan muaf olarak yargılanmama rağmen aklımdaki sorulara cevap bulabilmek adına neredeyse duruşmaların tamamına katıldım. Üzülerek itiraf etmeliyim ki her celsede adalet, hak, hukuk, adil yargılama, masumiyet karinesi, kul hakkı gibi inandığım birçok değere, bizzat bunu sağlamakla yükümlü kişilerce adeta BALYOZ vuruldu. Mahkemenin usulsüzlüklerine, engellemelerine ve tüm haksız, hukuksuz uygulamalarına rağmen savunma tarafından, sadece benim değil, tüm sanıkların suçsuzluğu hiçbir şüpheye meydan bırakmayacak şekilde binlerce maddi delille ispatlandı. Sonuç malum, “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren devirmeye teşebbüs” suçunu işlediğim iddia edilerek 16 yıl ağır hapse mahkum edildim. Sadece bu kadar mı? Değil tabii ki; bir de “babalık ve kocalık haklarından” mahrum edildim. Tek amacı ailesine katkı, çocuklarına iyi bir gelecek sağlamak olan 27 yıllık devlet memuresi bir vatandaş ve darbe!.. Bence, bir tek benim durumum bile bu davanın sahte, iftira ve yalanlarla dolu bir kurgu olduğunu gösteriyor. Şimdi, 21 Eylül 2012’den beri adaletin er geç tecelli edeceği umuduyla bekliyorum. Aynı haksızlıklara maruz kalarak iki senedir burada tutsak olan komutanları gördükçe, kendi kendime “güçlü olmalıyım” diyorum. Yalnız olmadığımı bilmek, umutlarımın kanatları olacaktır. Sevgiler ve saygılar sunuyorum. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İmralı ile görüşmelerin yeniden başladığını açıklaması ve ardından önce MİT Müsteşarı sonra da BDP heyetinin Abdullah Öcalan ile görüşmeleri, CHP yönetimi tarafından ilk kez masaya yatırıldığında üzerinde mutabık kalınan tavır “Biz bir görüş belirtmeden önce AKP’nin ne yapacağını izleyelim. Sürecin meşruiyeti için ana muhalefete gelmek zorundalar” şeklindeydi. Ancak CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, önceki gün yapılan parti meclisinin açış konuşmasında bu ortak pozisyondan ileri bir adım atarak “hükümete kredi verdiklerini” açıkladı. CHP’nin Kürt sorunu konusunda geçmişte izlediği politikalar hatırlanacak olursa tarihi öneme sahip bir çıkıştı bu. Ancak dün Başbakan’ın “Krediye sen muhtaçsın”, “Himmete muhtaç bir dede” ve “yenilen pehlivan” gibi benzetmelerini dinleyen pek çok CHP’li, “Biz bu krediyi vermekte acele mi ettik?” diye düşünmeden edememiştir herhalde... Kılıçdaroğlu ‘Kredi’yi Erken mi Verdi? den uzak Uzlaşı kültürün anlamamış Desteğin değerini Genel başkan yardımcılarından Perihan Sarı’nın şu tespiti de Tanrıkulu’nun bakışını tamamlıyor aslında: “Başından beri Başbakan’la ilgili Türkiye’nin temel sorunu, demokrat olmaması ve demokrasinin temeli olan ‘uzlaşma kültürü’nden uzak olması. Dünkü açıklamaları da uzlaşma dilinden ne kadar uzak olduğunu bir kez daha ortaya koydu.” Partide teşkilatlardan sorumlu isim olan Adnan Keskin ise Erdoğan’ın bu tavrının arkasında yatan planı şöyle yorumluyor: “Toplumsal mutabakatı, Meclis’i elinin tersiyle iterek ‘Ben kendim çözerim’ diyor ve siyasi primini de kendi hanesine yazmak istiyor. Sorumlu devlet adamı yaklaşımı yok. Siyasi oporünizm kokuyor. Habur ve Oslo’da da aynı tavır vardı. Bir yandan müzakere yapıldığını söyleyenleri ‘şerefsiz’ diye suçlarken diğer yanda onun primini toplayarak seçim kazanma hesapları yapıyordu. Galiba yine aynı yola girecek.” nun minderinde güreşmeyiz Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın “AKP ile CHP’nin masaya oturması” O teklifine de karşılık verecek. Aslında Erdoğan’ın bu sözleri de kendi içinde çelişkili. Bir yandan “Müzakereleri biz değil devlet yapıyor” derken öte yandan CHP’ye “çözüm için ortaklık” daveti yapıyor. CHP lideri daha önce “sorunun iki partiyle değil, en geniş toplumsal mutabakatla çözülebileceği” yanıtını vererek Meclis’i işaret etmişti. Bu tavırda değişiklik beklemeyen Keskin’e göre: “CHP Erdoğan ile onun minderinde güreşmeyecek!” ??? CHP kulislerindeki son durum bu. Erdoğan’a yönelik eleştiriler beraberinde ona verilen “kredi”nin zamanlamasına yönelik soru işaretleri de getirebilir önümüzdeki günlerde. Ancak Başbakan’ın siyasi konjonktüre göre bir gün söylediğinin öbür gün tersini savunduğu durumlara hepimiz oldukça alıştık. Dokunulmazlık ve idam tartışmaları hafızalarda taptaze. O yüzden, Kılıçdaroğlu ve kurmaylarının, BDP ve örgütün Kandil kanatlarından gelecek açıklamalardan sonra çok da uzak olmayan bir gelecekte Erdoğan’dan gelecek sürpriz bir hamleye şimdiden hazırlıklı olmasında fayda var. GÜNDEM ? Baştarafı 1. Sayfada MUSTAFA BALBAY CHP lideri, Başbakan’ın bu sözlerine salı günü yapılacak CHP grup toplantısında yanıt vermeye hazırlanıyor. Yakın çalışma arkadaşlarının satır aralarından, verilecek yanıtın işaretlerini okumaya çalıştık. CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, partinin ‘yeni’ yaklaşımının simge isimlerinden. Onun bakışı şöyle: “Üzücü olan şu ki, CHP’nin bu önemli duruşunun değerini Başbakan hiç anlamamış. Bu konuyu günlük siyasetin dışında tutmamız, birbirimize karşı en az saldırgan olmamız gereken bir süreçte, verdiğimiz desteğe rağmen hâlâ bizimle polemik peşinde.” KOCABIYIK VE CUMHURİYET Borusan Holding’in kurucu ve onursal başkanı Asım Kocabıyık’ı kaybettiğimiz günlerde, yazarımız Evin İlyasoğlu tarafından kaleme alınan “Gürer Aykal: Bir Cumhuriyet Çocuğunun Orkestra Şefi Olarak Portresi” isimli kitabı okuyordum. Kitapta Kocabıyık ile Borusan Filarmoni Orkestrası’nı kurması için özel olarak davet ettiği Aykal arasında gazetemize ilişkin yaşanan anekdot dikkatimi çekti. Aradığımda bilgiyi teyit eden bir başka Cumhuriyet dostu Gürer Aykal olayı şöyle anlattı: “Bir gün orkestranın kuruluşunda büyük emekleri geçen Borusan Kültür Sanat Genel Müdürü Sami Caner telefonla aradı, ‘Asım Bey’den bir yazı geldi’ dedi. Ofise gittim. Yazıyı elime verdi. Özetle şöyle diyordu Asım Bey: ‘Cumhuriyet gazetesinin bugünlerde verdiği eklerde Cumhuriyetimizin nasıl kurulduğu anlatılmaktadır. Siz yaşınız gereği bunu bil meyebilir veya unutmuş olabilirsiniz. Ancak bu ekleri okuyunuz ve maiyetinizdekilere, orkestra üyelerine de okutunuz.’ Bu yazı sadece bana değil, tüm orkestra üyelerine çalışmalarımızda büyük bir güç verdi, moral kaynağı oldu.” Kocabıyık’a ilişkin Aykal’ın unutamadığı bir başka anısı da şöyle: “Asım Bey’in hem sanayimize hem de sanata katkılarında Atatürkçülüğünün rolü çok büyüktür. Erzurum’da turneye gittiğimizde oradaki üniversite rektörüne ‘Ne mutlu ki ben hayatımı Atatürk ilkeleriye, inkılaplarıyla iç içe geçirebildim. Elimizde Atatürk’ün ilkeleri gibi büyük bir hazine varken başka yerlerde ikbal aramamıza hiç gerek yoktur’ demişti.” Atatürk âşığı ve Cumhuriyet dostu Kocabıyık’ın ailesi ve sevenlerine başsağlığı dileriz. Silivri’de tutuklu Başbuğ’dan yargıyı hedef alan sert açıklamalar: Utanç verici İstanbul Haber Servisi Ergenekon davasında İnternet Andıcı dosyasından Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, cezaevindeki 1. yılını doldururken gazetelere bir mektup göndererek açıklamalarda bulundu. Başbuğ, “hükümetin görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” ile suçlandığını anımsatarak Başbakan Erdoğan’ın “Başbuğ paşamızın döneminde de biz çalışmalarımızı gayet başarılı şekilde yürüttük” şeklindeki açıklamasına dikkat çekti. Başbuğ’un avukatı İlkay Sezer, “Başbakan’ın tanık olarak dinlemesi” talebinin mahkeme tarafından uzun süre karara bağlanmaması nedeniyle mahkemeden bu konunun karara bağlanmasını talep etmişti. Mektubuna “Dünyanın hiçbir ülkesinde hem ülkenin silahlı kuvvetlerinin komutanı hem de bir silahlı terör örgütünün yöneticisi olan genelkurmay ‘Komutan sanık, terörist tanık’ başkanı görülmemiştir. Ancak, bu utanç verici ayıp 6 Ocak 2012 günü Türkiye’de yaşanmıştır” dedi. Mektubunda terörle mücadele alanında yapılan başarılı çalışmaları anımsatan Başbuğ, Ergenekon davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ni şöyle eleştirdi: “Mahkeme Genelkurmay Başkanı’nı sanık, terör örgütünün bir liderini ise tanık YARGITAY HUKUK DERSİ VERDİ Tutuklulukta sürenin aşılması tazminat nedeni ANKARA (ANKA) Terör örgütüne üye olmak suçundan yol tutuklaması yapıldıktan belli bir süre sonra hâkim karşısına çıkarılan sanığın tazminat talebinin reddedilmesi Yargıtay’dan döndü. İnsan Hakları Sözleşmesi’ne atıfta bulunan Yargıtay, kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilere tazminat verilmesi gerektiğine hükmetti. Daire, “Davacının 30 gün gibi uzunca bir süre cezaevinde tutulduktan sonra yargılamayı yapan yetkili mahalli ceza mahkemesine naklinin yapılmış olmasını, bırakınız en kısa süre olarak, makul süre olarak dahi kabule imkân bulunmamaktadır” dedi. Yargıtay, yerel mahkemenin makul bir tazminata hükmedilmesi yerine, yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesini de kararı bozma gerekçesi saydı. Savcı, Karadayı’yı Çevik Bir’e soracak ALİCAN ULUDAĞ ANKARA 28 Şubat soruşturmasını yürüten savcı Mustafa Bilgili, gözaltına alıp sorguladığı eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın serbest bırakılmasına yapacağı itiraz öncesi, Sincan Cezaevi’nde tutuklu bulunan emekli Orgeneral Çevik Bir’i dinleme kararı aldı. Savcı Bilgili, Çevik Bir’e, Karadayı’nın yaptığı savunmalara ne diyeceği sorulacak. 28 Şubat döneminin Genelkurmay İkinci Başkanı olan ve Batı Çalışma Grubu (BÇG) belgelerinin altında imzası bulunan Çevik Bir, tutuklandıktan sonra avukatı aracılığıyla savcılığa, Karadayı hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. Çevik Bir’in suçladığı Karadayı, geçen perşembe günü savcı Bilgili’nin talimatıyla gözaltına alınmıştı. Ankara Adliyesi’ne getirilen Karadayı, sorgulandıktan sonra tutuklama istemiyle sevk edildiği nöbetçi hâkimliğince serbest bırakılmıştı. Karadayı, BÇG’den haberinin olmadığını, buna ilişkin belgeleri de ilk kez savcılıkta gördüğünü söylemiş, “Demokrasiye bağlı kaldım ancak bazı arkadaşlar sınırı aşmış olabilir” demişti. Bilgili’yse Karadayı’nın serbest bırakılmasına itiraz etmeden önce kritik bir hamle yaptı ve Karadayı hakkında suç duyurusunda bulunan Bir’i itirazdan önce dinleme kararı aldı. Bu kapsamda Sincan Cezaevi’ne talimat yazan Bilgili, Karadayı’nın bu hafta başında ifade için getirilmesini istedi. Bir’in bugün veya yarın ifade vermesi bekleniyor. Savcı Bilgili, Bir’in ek sorgusunda Karadayı’nın BÇG’den haberinin olmadığı şeklindeki ifadelerini anımsatıp bu kapsamda konuşmasını isteyecek. Savcı, Bir’den Karadayı hakkında yeni deliller sunmasını isteyecek. Savcı Bilgili, Bir’in Karadayı aleyhinde vereceği yeni ifadeyi de itiraz dilekçesine ekleyecek ve öyle itiraz edecek. sandalyesine oturtma başarısını da göstermiştir. Türk ordusuna komuta etmiş birisinin, arkadaşlarıyla birlikte, ‘terör örgütü kurmak ve yönetmek’ suçlanmasının utanç verici ağırlığını, Türk milleti adına yargılama yetkisine sahip yargı erki daha ne kadar taşımaya devam edecektir? Bu suçlama bir anlamda, 8 yıldır birlikte çalışılan siyasi iktidarı ve kendisini Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na ve Genelkurmay başkanlığına getiren hükümeti ortadan kaldırmaya yöneliktir.” Başbuğ, hakkındaki iddialara karşılık şunları kaleme aldı: “Ortada kara propagandanın yapılacağı internet siteleri yoktur. Çünkü, görev döneminden önce açılmış ve işletilmiş olan siteler kapatılmış; İnternet Andıcı ile açılması planlanan siteler ise aktif hale getirilmemiş, yani açılmamıştır. Gerçek böyle iken, internet üzerinden kara propaganda yapıldığını söylemek, en hafif deyimi ile utanmazlıktır.” Mahkemenin Genelkurmay bilgisayarlarında yaptığı bilirkişi incelemesinin ön raporuna değinen Başbuğ “20082010 Ağustos arasındaki dönemde suç unsuru teşkil edecek bir hususa da ulaşılamamıştır” dedi. Erdoğan’ın 5 Ağustos 2012’deki “Başbuğ paşamızın döneminde de çalışmalarımızı gayet başarılı şekilde yürüttük” ifadesine de dikkat çeken Başbuğ, “Mahkeme ‘Bu sözler bizleri bağlamaz’ deme lüksüne sahip değildir” dedi. Başbuğ, “Silivri’de yaşananlara bakılınca, burada adil yargılamaların yapıldığını ve bu yargılamalardan da adil sonuçlar çıkabileceğini söylemek mümkün değildir” ifadelerine yer verdi. gündem maddelerinden biri olan Silivri yargılamalarının nasıl seyrettiğini yerinde görün. Bu çağrım tüm Türkiye’deki gazetecileredir. Bir kez olsun Silivri Cezaevi sınırları içindeki duruşma salonuna gelin. Bir kez olsun tutuklu yargılananları 810 metre uzaktan da olsa dinleyin. Gazeteci yaşadığı çağın tanığıdır. Türkiye’nin kaderiyle doğrudan ilgili Silivri yargılamalarına bir kez olsun tanıklık edin. ??? Ergenekon davasında akademisyenlikten askerliğe, gazetecilikten avukatlığa kadar pek çok “meslek” yargılanıyor. Bu vurguyu yaptığımızda iktidar kanadından hemen şöyle bir savunma yükseliyor: “Hiçbir mesleğin suç işleme ayrıcalığı yoktur. Herkes yasalar önünde eşittir.” Elbette öyledir. Bu saptamanın altına biz de imzamızı atıyoruz. Ancak Ergenekon davasında insanların mesleğini yapmasından suç üretiliyor. 27 Eylül 2012’den bu yana beni ayrıca uğraştıran bir konuyu, örnek olarak paylaşmak istiyorum. Söz hakkı istediğimiz için “16 duruşma men” cezası aldığımız eylül ayında dinlenen tanıklardan biri Milliyet gazetesi yazarı sevgili Aslı Aydıntaşbaş’tı. Aydıntaşbaş, 17 Mayıs 2006’daki Danıştay saldırısının ardından, o dönem Ankara Temsilciliği’ni üstlendiği Sabah gazetesinde cinayete ve Ergenekon’a ilişkin art arda manşet haberlere imza atmıştı. Aydıntaşbaş, mahkemede 26 Mayıs 2006’dan 1 Haziran 2006’ya dek geniş yankı uyandıran haberlerini anlattı. Buna göre Danıştay cinayetiyle doğrudan bağı saptanamamış olsa bile pek çok faili meçhul olayın ardında Ergenekon adlı dev bir örgüt vardı. Öyle ki bu örgütün gizli bir anayasası bile bulunuyordu. Yasadışı her yol meşruydu, gerektiğinde naylon terör örgütleri kuruyordu. O günlerde Sabah’ın yanı sıra Hürriyet’ten Zaman’a kadar pek çok gazete konuyu benzer boyutlarıyla haberleştirmişti. Ben de 2 Haziran 2006’da şu başlıkla bir yazı yazmışım: “Ergenekon... Her Yere Kon...” Her olayın Ergenekon adlı, varlığı hakkında kesin bilgilerin olmadığı bir örgüte bağlanmasını mizahla karışık eleştirmişim. Kaderimi yazmışım! Geldi bana da kondu. Aydıntaşbaş’a benim yazım da soruldu. 27 Eylül 2012 tarihli dava tutanağının 17. sayfasında ilgili bölümü özetleyerek aktarıyorum. “Cumhuriyet Savcısı: 02 Haziran 2006 tarihli köşesinde şöyle diyor; Er Er Ergenekon, Gel Her Yere Kon... Bu yazıdan o dönemde haberiniz oldu mu? Aydıntaşbaş: Sanırım başlıktan hatırladım. Cumhuriyet Savcısı: Yani buradan bir ilham alma durumunuz oldu mu? Aydıntaşbaş: Sanmıyorum. 2 Haziran mı dediniz? Cumhuriyet Savcısı: Evet. Aydıntaşbaş: Sanmıyorum... Başlığı hatırlıyorum, kelime oyunu olduğu için. Bu benim ilham aldığım yazı mıydı? Öyle düşünmüyorum, hayır. Cumhuriyet Savcısı: Önemli olan, sizden önce Ergenekon telaffuz edilmiş...” Ayrıntıları merak eden, Aydıntaşbaş’ın 93 sayfalık ifadesini, 235. celsenin duruşma zabıtları olarak okuyabilir. 16 duruşma cezamın bitmesinin ardından ilk fırsatta bu durumu heyete aktardım. Ergenekon adının ilk benim yazımda telaffuz edilmiş olamayacağımı, mahkemeye bu konuda ayrıntılı açıklama yapacağımı söyledim. Arşive ulaşınca açıkça ortaya çıktı ki, Aydıntaşbaş’ın haberleri mayıs ayının son haftasında, benim yazım 2 Haziran’da. Bunun üzerine cumhuriyet savcısının duruma açıklık getirmesini, eğer ilham almak söz konusu ise belki tersi olabileceğini, savcının böylesine vahim bir yanlış değerlendirme yapmasına anlam veremediğimi söyledim. Mahkemeye de yazımı ve yazımdan önce çıkan haberlerin kupürlerini verdim. Savcının buna yanıtı şu oldu: “Mustafa Balbay hakkında suç duyurusunda bulunulmasına...” Mahkemenin kararı şu oldu: “Mustafa Balbay’ın 2 Haziran 2006 tarihli yazısının İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden istenmesine...” Emniyet yazıyı önceki hafta gönderdi. ??? Meslektaşlarıma soruyorum: Yukarıda özüne hiç dokunmadan özetlediğim olay, gazeteciliğin yargılanması değilse, nedir? Karşı karşıya kaldığım bu tablo haber değilse, haber nedir? Çağrımı yineliyorum; sevgili meslektaşlar, lütfen 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü hapiste çalışan gazetecilerle birlikte anın! Belki bu “anmayla” pek çok şeyi yeniden canlandırabiliriz. Kırca’dan sanatçılara tepki ? BURSA (Cumhuriyet) İşçi Partisi’nin Osmangazi’deki üye katılım törenine katılan partinin MYK üyesi Levent Kırca, hem iktidarı hem muhalefeti eleştirdi. Öcalan ile İmralı görüşmelerine ilişkin Kılıçdaroğlu’nun yaklaşımına tepki gösteren Kırca, “O sandala binmiştir. Dilerim o sandal fırtınaya dayanamaz ve batar” dedi. Hükümeti desteklediklerini açıklayan sanatçılara da ağır sözlerle yüklenen Kırca, “Bunları gördüğüm zaman kendi sanatçılığımdan utanıyorum” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle