19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 OCAK 2013 PAZAR Tehlikesiz bir Cumhuriyet arayışı lkemizdeki cumhuriyet karşıtlarını en hoşnut kılan şeylerden biri, cumhuriyet kavramının içinin boşaltılmasıdır. Sevimli, modern, saygınlığı yüksek, fakat kendi ideolojileri açısından tehlike oluşturmayan bir cumhuriyet kavramı, onlar için ideal bir kavramdır. Böyle bir cumhuriyet kavramını kendileri de seve seve kullanabilirler. Bazı tarihçiler ve yazarlar, başta cumhuriyet ve ulus kavramları olmak üzere birçok kavramı çarpıtarak veya anlamsızlaştırarak yıllardan beri istedikleri gibi kullanıyorlar. Bu yazarların kavramları nasıl tahrif ettikleri gösterilmeden, ülkemizdeki düşünsel yaşamın sağlıklı bir şekilde gelişmesi imkânsızdır. İNCELEME CUMHURİYET SAYFA 7 Söyleşi Derken... Eskiden “sohbet” derlerdi. Sonraları değişti, “söyleşi” oldu. Bir çeşit dertleşme, içini dökme!.. Hem kendine hem de senin gibilere, yani kedini dış etkinliklerden soyutlamak isteyenlere... Hani bir kahveye girersin, hiç tanımadığın birinin masasına oturup bir çay içersin, karşındakiyle şundan bundan konuşursun ya, öyle işte!.. Benim yazılarım da bir söyleşidir. Ataç’ın yıllar yılı yaptığı gibi!.. Ben her şeyi biliyorum, bütün bunları benden öğrenin; kara da, beyaz da benim gösterdiğim gibidir, demeden! Şu yazarı, bu politikacıyı körü körüne övmeye, yermeye kalkmadan... Yaşlandıkça söyleşecek insan da kalmıyor... Her yaşın bir başka anlamı vardır. Kırkındaysanız dostunuz, düşmanınız çoktur. Ellisinden, altmışından sonra tenhalık başlar, siz de istersiniz zaten! Yalnızlık kimi zaman bir kurtarıcı gibidir. Ama ille de anlaşabileceğiniz bir iki insan olmalı... Onlar da yok olup gitti mi, tek başınasınızdır. ??? Gazetelerin her birinde sayısız köşelerde yazanlar var. Onlara, yazar demek istemiyorum. Vaktiyle Sait Faik “yazıcı” demiştir öylelerine! Yazıcı olmak, bilir bilmez, günün olup bitenlerine şöyle bir göz atarak ya da özel çıkar hesabını da düşünerek, sözüm ona ‘kendi’ düşüncesini, kendi saydığı bir görüşü okuruna duyurmak!.. Yılları geride bırakmak, işte böyle şeyler yazmayı zorunlu kılıyor. Okunacak, saklanacak, zaman zaman başucu olacak yazılar, kitaplar öylesine azaldı ki nerdeyse yok oldu! Bu benim için, sizin için değil, okurlarıyla söyleşmekten hoşlanan biri için... ??? Türkiye bir cumhuriyet değil mi? Öyleyse padişah torunlarını başüstünde taşımak neden? Hele bir ülkenin başbakanı, bakanları bilmem kimleri, Abdulhamit’in anısını içlerinde yaşatıp onun torununun tabutunu sırtlarında taşımaktan onur duyuyorlarsa!... Gel de yazma, gel de sesini çıkarma, gel de seni seven, okuyan, anlayan dost okurlarınla bu çirkinliği paylaşma!.. Ü Milli egemenlik ile laiklik arasında bağ var Princeton Üniversitesi öğretim üyesi ve bu üniversitenin Ortadoğu Araştırmaları Bölümü’nün başkanı olan M. Şükrü Hanioğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Zihniyet, Siyaset ve Tarih (2006) adlı kitabında şunları söylüyor: “... Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndaki ‘Hâkimiyet bila kayd ü şart milletindir’ ifadesinin ‘laikliğin temelini attığını’ iddia etmek, kavram kargaşası bir yana, günümüz değerleriyle tarihe bakmanın ve ona teleolojik bir misyon yüklemenin oldukça ilginç misallerini ortaya koymaktadır. Her şeyden önce, ‘milli hâkimiyet’ ile ‘laiklik’ arasında zorunlu olarak birbirini doğuran sebepnetice ilişkisi yoktur.” (s. 277) Öncelikle belirtmeliyiz ki, Hanioğlu’nun söylediklerinin tam tersine, milli hâkimiyet ile laiklik arasında zorunlu olarak birbirini doğuran sebepnetice ilişkisi vardır. Din ile siyasetin birbirinden ayrılması olarak tanımlayabileceğimiz laiklik, milli hâkimiyet ile doğrudan ilgilidir. Çünkü dinden ayrılmamış siyaset ile milli egemenlik sağlanamaz. Dinden ayrılmamış siyaset ile sağlanabilecek egemenlik, ancak ve ancak dini egemenlik olabilir. Dolayısıyla, milli egemenlik, zorunlu olarak laik olmayı gerektirir. Bu nedenle “egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu”nu söylemenin laikliğin temelini attığını ileri sürmek bizim ülkemiz için doğru bir saptamadır. Bu tutum, tarihe günümüz değerleriyle bakmanın bir örneğini değil, aksine olguları tarihi süreçleri içinde doğru biçimde kavramanın bir örneğini oluşturur. Çünkü milletler (veya uluslar) tarih sahnesine, çeşitli milliyetlerden toplulukların sekülerleşme süreçlerinden geçmeleriyle çıktılar. Tarihsel toplulukların sekülerleşmelerini etkileyen çok çeşitli faktörler vardır. Şu anda konumuz olmayan bu faktörlerden söz etmeksizin belirtebiliriz ki, ulusları ulus yapan diğer bütün nitelikler de çok önemli olmakla birlikte, sekülerleşme yoluna girmemiş topluluklar ulus olamadılar. Bizim ülkemizde, diğer ülkelerden farklı olarak, egemenliğin millette olduğunu söylemek, laikliğin temelini oluşturmuştur. Çünkü Osmanlılarda üç asırlık bir sekülerleşme süreci olmakla birlikte, laiklik (siyasi sekülerleşme) gerçekleşmemiştir. Laiklik Ulusu oluşturan bireylerin kararlarının toplamı olarak ortaya çıkan ulusal kararın, bağımsız bilinçlerin ve iradelerin mahsulü olması gerekir. Cumhuriyeti cumhuriyet yapan en önemli özellik budur ve bunu sağlayacak olan da bilimsel bilgilerin ve bilimsel düşünce alışkanlığının bütün ulus içinde yayılmasıdır. Elbette her bir bireyin zihninde gelişen düşüncelerden toplam ulusal iradeyi yaratarak büyük bir işlev gören siyasi demokrasi de cumhuriyet rejiminin ayrılamaz bir parçasıdır. Bu nedenle eğer bir genel seçim sistemi, bağımsız düşüncelerin dağılımını değil de belirli egemenlik odaklarının iradelerini yansıtıyorsa, o rejim cumhuriyet rejimi değildir. Cumhuriyet, hem bilim ve bilimsel düşünce, hem de demokrasi demektir. oluşumun tamamlandığı’ düşüncesi, paradoksal bir düşüncedir. Cumhuriyetin tanımı yok mu? Tarihçi Cemil Koçak ise 24 Aralık 2006 tarihli Radikal İki’de yayımlanan “Bilgi, biraz daha bilgi” başlıklı yazısında şunları söylüyor: “...Cumhuriyette de demokrasi olabilir. Ama olmak zorunda değildir. (Bizim tek parti dönemi gibi). Cumhuriyet otomatik ve kaçınılmaz olarak demokrasiyi ve laikliği getirmez ve getirmesi gerekmez de. Fransa, hem cumhuriyet, hem demokrasidir, üstelik laikliği bize model olmuştur. Buna karşılık İran İslam Cumhuriyeti, cumhuriyet olmakla birlikte, bu iki unsurdan da uzaktır. Irak Cumhuriyeti de öyleydi. Laik bir diktatörlüktü. Suriye Cumhuriyeti hâlâ laiktir, ama demokrasiden uzaktır. ABD, bizim anladığımız manada laiklikten epey uzak demokratik bir cumhuriyettir...” (s.9). Koçak’ın sözlerinin hangi birine ne diyelim? Galiba en iyisi sadece bir soru sormakla yetinmek: Sizin cumhuriyetten anladığınız nedir? KÖY ENSTİTÜLERİ Hasanoğlan 70 yaşında İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün kuruluşunun 70. yılı, İzmir’de sempozyumla anıldı. Sempozyumda, Köy Enstitülerinin kuruluşuyla birlikte Türkiye’nin kaderinin değiştiği vurgulanarak, bugünkü 4+4+4 eğitim sistemine karşı durulması gerektiği bildirildi. Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği (YKKED) ve Konak Belediyesi işbirliğiyle gerçekleştirilen “Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü 70 Yaşında” konulu sempozyum, Dr. Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Ahmet Soner’in “Hasanoğlan” belgeselinin de gösterildiği etkinliğin açılışında konuşan Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan, enstitülerin kuruluşuyla Anadolu’nun talihinin de değişmeye başladığını, ancak kısa süre sonra kapatıldıklarını vurguladı. YKKED Genel Başkanı Prof. Dr. Kemal Kocabaş da bugünkünün aksine 43’lü yıllarda Hasanoğlan’da, kamucu, eşitlikçi bir eğitim sunulduğunu anımsattı. Açılış konuşmalarının ardından gazetemiz Ege Bölge Temsilcisi Serdar Kızık’ın yönetiminde Mehmet Başaran, Dr. Niyazi Altunya, Sabri Kurt, Tahsin Yücel ve Dursun Kut’un konuşmacısı olduğu ilk oturum gerçekleştirildi. Babası Hicri Kızık’ın Hasanoğlan Köy Enstitülü bir eğitimci olduğunu belirten Kızık, cumhuriyet anlayışına sahip çıkmada babasının önemli rolü olduğunu vurguladı. Etkinliğin ikinci oturumu Dr. Niyazi Altunya yönetiminde yapıldı. Sekülerleşmenin uluslaşmadaki rolü Sosyolog Nilüfer Göle ise Seküler ve Dinsel: Aşınan Sınırlar (2012) adlı kitabında şunları söylemektedir: “...Türkiye 1923’te Osmanlı monarşisini yıkmış ve sekülerizmin ideolojik çerçevesi içinde ulusdevlete geçişi sağlamıştı; İran ise monarşinin gücüne 1979’daki İslam devrimiyle son vermişti. İki ülke de cumhuriyetçi ülkelerdir, ama sekülerdinsel ayrılığı birbirlerinden farklıdır: Türkiye ulusal’ın oluşumunu siyasal sekülerizm (‘laiklik’) ile, İran ise siyasal İslamcılık yoluyla tamamlamıştır.” (s. 17) Göle’nin de kavramları birbirine karıştırdığı ve ulus gerçeği ile cumhuriyet kavramı arasındaki tarihsel bağı kopardığı görülebilmektedir. (İran 1979’da monarşinin gücüne son mu verdi, yoksa şah monarşisini yıkıp ayetullah monarşisini mi başlattı?) Avrupa’da Rönesans’la başlayan uluslaşma süreci, sekülerleşme süreciyle birlikte ilerlemiştir. Dil, din, coğrafya, gelenek birliği ve ülke çapında pazar ekonomisinin varlığı, bir ulusun önemli bileşenleri olmakla birlikte, bir tarihsel topluluğu ulus aşamasına yükselten şey, esas olarak sekülerleşmedir. Dolayısıyla ‘siyasal İslamcılık yoluyla ulusal ülkemizde cumhuriyetle birlikte başlamıştır. Saltanatın ve hilafetin kaldırılması, milli egemenliğin gerçekleşmesinin önündeki engelleri kaldırmış ve böylece laikliğin de temelini ve garantisini oluşturmuştur. Batı Avrupa ülkelerinde milli egemenliğe gidiş bizdekinden farklı olmuş ve sekülerleşme yollarından geçilerek milli egemenlikler kurulabilmiştir. Gerçek cumhuriyeti kurmak Ulusu oluşturan her bir birey doğru bilgilere ve gerçeğe yaklaştığı ölçüde, o bireylerden oluşan toplum da ancak o ölçüde bir cumhuriyet toplumu olur. Aksi takdirde rejim, adı cumhuriyet bile olsa, gerçekte bir ortaçağ rejimini temsil ediyor olabilir. Ulusun genel ve yerel seçimler ve seçilmiş temsilcileri aracılığıyla genel iradesini yansıtması da şüphesiz çok önemlidir. Bu mekanizma yaşatılmadan cumhuriyet ve milli egemenlik sürdürülemez. Fakat tek tek her bireyin iradesinin oluşmasının koşulları ve yolları da aynı derecede önemlidir. Her bir birey, bilimsel düşünebilme becerisini edinebildiği, doğru bilgilere ulaşabildiği, siyasi düşünce ve siyasi irade özgürlüğüne yaklaşabildiği ölçüde, böyle bireylerden oluşan toplum da gerçek anlamda bir cumhuriyet toplumu olmaya yaklaşır. Özgür düşünce olmadan cumhuriyet de olmaz Cumhuriyet, egemenliğin kaynağının ulus (veya millet) olduğunu kabul eden bir toplumsal yönetim sistemidir. Ulus, egemenliğini seçilmiş temsilcileri aracılığıyla gerçekleştirir ve sürdürür. Bu iki özellik gerçekleşmişse, o toplum cumhuriyetle yönetiliyor demektir. Egemenliğin kaynağının ulus olması demek, ulusun yönetimine yön verecek esasların ve ulusun geleceğinin, herhangi bir imparatorun, kralın, padişahın, kutsal bir gücün veya liderin kararına değil, ulusun kendi kararlarına ve iradesine bağlı ve dayalı olması demektir. Piyanistler, Rahmaninov anısına yarışacak TÜRKRUS KÜLTÜR VAKFI Haber Merkezi TürkRus Kültür Vakfı tarafından piyanist ve besteci Sergey Rahmaninov anısına düzenlenen piyano yarışmasının ikincisi, 29 Mart1 Nisan tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirilecek. TürkRus Kültür Vakfı’ndan yapılan açıklamaya göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın himayesinde yapılan yarışmaya, Rusya’nın İstanbul Başkonsolosluğu, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve Moskova Çaykovski Devlet Konservatuvarı da destek veriyor. Türk ve Rus üyelerden oluşacak yarışma jürisinde, İdil Biret, Verda Erman, Seher Tanrıyar, Hülya Tarcan gibi isimler yer alıyor. Son başvuru tarihi 1 Şubat 2013 olan yarışmada birinciye 5 bin, ikinciye 4 bin, üçüncüye 2 bin 500 liralık ödül verilecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle