23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 AĞUSTOS 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA ekonomi@cumhuriyet.com.tr EKONOMİ 11 İhracatın lokomotifi olan sektörün, göbekten bağlı olduğu Avrupa’ya ihracat temmuzda yüzde 22 daraldı Oto, AB krizine çarptı Ekonomi Servisi Avrupa Birliği’ni dağılmanın eşiğine getiren ekonomik krizin etkileri, Türkiye’de çok sayıda sektörde hissediliyor. Otomotiv de bu sektörlerin arasında yer alıyor. Sektörde temmuz ayı ihracatı AB pazarında yüzde 22 daraldı. Uludağ Otomotiv Endüstrisi İhracatçıları Birliği (OİB) Başkanı Orhan Sabuncu, AB ülkelerindeki daralmaya karşın Türk Cumhuriyetleri, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde ihracat artışı yaşandığını hatırlatarak, “Bu bölgelerin pazar büyüklüğü AB boyutlarında olmadığı için yansıması rakamlarımızda büyük değişikliklere neden olmuyor. Amacımız AB’nin ihracat ağırlığını tüm bölgelere yaymak” dedi. Türkiye genelinde temmuz ayında yüzde 5.5 daralmayla 10 milyar 850 milyon dolarlık ihracata imza AB’deki ekonomik kriz, otomotiv endüstrisi ihracatını daraltıyor. Uludağ Otomotiv Endüstrisi İhracatçıları Birliği’nin (OİB) hazırladığı temmuz ayı ihracat raporuna göre sektör, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 22 daralarak bir milyar 465 milyon dolarlık ihracat yaptı. atılırken, otomotiv endüstrisi de bu gerilemeden payını yüzde 22 seviyesinde aldı. 1 milyar 465 milyon dolar olarak gerçekleşen otomotiv endüstrisi ihracatını değerlendiren OİB Başkanı Sabuncu, tüm ürün gruplarında gerileme yaşandığının altını çizerek bunun arkasında AB ülkelerindeki ekonomik krizin yattığını söyledi. Döviz kurlarındaki parite etkisine de dikkat çeken Sabuncu, temmuzda Avro’nun dolar karşısında değer kaybetmesinden dolayı da 185 milyon dolarlık bir kayıp yaşandığını belirtti. Sabuncu, “En çok satış yaptığımız ilk 10 ülkenin tamamında ihracat düştü. Temmuz rakamı, Haziran 2009’daki yüzde 40’lık düşüşten bu yana AB’deki en yüksek oranlı daralma. AB ülkelerinin otomotiv ihracatımızdaki payı da Aralık 2008’deki yüzde 60’tan bu yana en düşük seviye Cem olan yüzde 63’e geNegrin riledi” diye konuştu. Avrupalının cüzdanı delinince satış düştü Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği (TGSD) Başkanı Cem Negrin, Avrupa’daki ekonomik krize çözüm üretilemediğini vurgulayarak “Avrupalı’nın cüzdanı delinince” Türkiye’nin de bölgeye ihracatının düştüğünü belirtti. Ekonomi ve Strateji Danışmanlık Hizmetleri’nin TGSD için hazırladığı “Hazır Giyim Endeksi”nin haziran ayı raporuna göre Negrin, Avrupa Merkez Bankası’nın kararlarının sadece finansal yapı üzerinde etkili olacağını ifade etti. Negrin, döviz sepetinin rekor seviyede gerilediğini hatırlattı. “Türkiye oldukça pahalı hale geldi. Bu gidişat bizi sıkıntıya sokar” görüşünü savunan Negrin, Avrupa Birliği ülkelerindeki perakende harcamalarının gerilemeye devam ettiğini anımsattı. Negrin, özellikle işsizlik ve istihdam kaybının perakende harcamalarını azalttığını dile getirdi. Sorunlu Olimpiyat Algısı! Olimpiyatların açılışına katılan Başbakan, 2020 Olimpiyatları’nın İstanbul’da yapılması için çaba harcıyor. Çabası doğru olsa da Başbakan’ın kullandığı gerekçe çok büyük bir yanlışı içeriyor! Başbakan, şimdiye dek hiçbir Müslüman ülkede olimpiyatların yapılmadığını vurguladıktan sonra, bu nedenle Müslüman Türkiye’nin olimpiyatları hak ettiğini öne sürüyor. Bu ülkenin iç ve dış siyasetinde Müslümanlığı kendi işine geldiği gibi iliklerine dek kullanan; halkın din duygularını sonuna dek sömüren Başbakan, aynı yaklaşımı olimpiyatlar konusunda da sergiliyor. Müslümanlığı bir araç olarak kullanmak istiyor. Ülke halkının büyük çoğunluğunun Müslüman olması şu iki gerçeği değiştirmez; birincisi, anımsatalım ki bu ülkenin adı Türkiye Cumhuriyeti’dir; ikincisi de bu söylem olimpiyat kavramını dine bağladığından tümüyle yanlıştır. ??? Eski Yunan’da, ortaya çıkışının koşulları bir yana, olimpiyatların 1896’da çağdaş anlamda yeniden başlamasının hangi gelişmelerin ve etmenlerin doğal bir sonucu olduğunu Başbakan bugünkü dünyayı doğru anlayabilmek için bilmek zorundadır. Olimpiyatlar, bu konuda değişik yorumlar olmakla birlikte, özünde insanın, aklıyla ve bedeniyle özgürleşmesinin doğrudan sonucudur. Aslında, kendisi de, aklın ve bedenin birlikte özgürleşmesinin bir sonucu olan kapitalist üretim sürecinin bir türevidir. Sporda daha hızlı, daha güçlü ve daha yüksek için tümüyle amatör bir ruhla yarışılan olimpiyatlar, günümüzde en önemli uluslararası spor olayıdır. Anlaşılıyor ki, Başbakan, insanlığın ulaştığı bugünkü gelişmişlik aşamasının aklı ve bedeni özgürleştirici özelliklerinin bilincinde değildir; bu nedenle de şimdiye dek Müslüman ülkelerde neden olimpiyat yapılmadığını sorgulayamıyor. Başbakan’ın başında olduğu AKP iktidarında, bilimsel araştırma özgürlüğü bile unutulmuştur. Sanatsal yaratıcılık baskı altındadır. İnsan aklının özgürleşmesi, gündemde yoktur; eğitimde dindar nesiller yetiştirilmesi tek hedeftir. Ahlak kurallarını, giderek özel yaşamı da kendince kurgulayan ve topluma zorla kabul ettirmeye uğraşan Başbakan ve yönetimi, sayısız örnekleriyle kanıtlandığı gibi, insan bedenini kullanımının yalnızca o insanın kendine ait olduğunun bilinç düzeyinden de çok uzaktır. ??? Oysa, Başbakan olimpiyatların ülkemizde yapılmasını çok daha güçlü gerekçelere dayandırabilirdi. Türkiye, Londra Olimpiyatları’na geçmiş olimpiyatlara göre çok daha fazla sayıda sporcuyla katılıyor. Özellikle kadın voleybol ve basketbol takımlarının ilk kez olimpiyatlara katılmaları; atletizm ve yüzme gibi geleneksel gözde spor dallarında ulaşılan katılım sayısı, Başbakan’ın on yıllık iktidarının değil, toplumun Cumhuriyetin en önemli değerlerinden biri olarak kadınerkek eşitliğine verdiği büyük önemin doğrudan sonuçlarıdır. Başbakan, Cumhuriyetin değerlerine sahip çıksa ve olimpiyatların ruhunu yansıtan amatör sporlara gerekli önceliği ve önemi verse; özellikle kadınların, işgücüne, toplumsal yaşama ve spora katılımını artırsaydı, bu ülkenin halkı Müslüman diye yanlış bir gerekçeyle birilerine yalvar yakar olmaz, ülkenin spordaki gücüyle olimpiyatlar alınırdı! Ziraat, yeni iş modeline geçiyor Ekonomi Servisi Ziraat Bankası Genel Müdürü ve Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Başkanı Hüseyin Aydın, bankanın yapısı ve iş tutuş biçiminin değiştiğini belirterek, “Yeni iş modeline geçiyoruz. Yeni Ziraat, sektörün tümüne hizmet verecek. Tarım bizim ana misyonumuz ama biz tarımın daha çok endüstrisini kredilendireceğiz. Tarım bir misyon ama sadece tarım kredisi vermeyeceğiz. Sadece bireysel ya da kurumsal kredi de değil, hepsini belirli bir denge içerisinde yapacağız” dedi. AA’ya konuşan Aydın, aktifte dengeli bir dağılımdan elde edilen Hüseyin gelirlerle kârlılık Aydın oluşturmayı hedeflediklerini kaydetti. Yeni süreçte şubeleşmeye devam edeceklerini belirten Aydın, büyük kentlerdeki şube açığını kapatacaklarını ve yeni eleman istihdam edeceklerini söyledi. Sınavla eleman alacaklarını ifade eden Aydın, “İnsan kaynakları bölümümüz bir üniversiteyle sınav için görüşmeler yapıyor. Birkaç ay içinde bununla ilgili kamuoyuna açıklamamız olacak. Sınavla alacağımız yeni arkadaşlarımızı Türkiye’nin her tarafında istihdam edeceğiz” diye konuştu. LPG ile çalışan tekneler, deniz taksi ile birlikte İstanbul Boğazı’nda da kullanılmaya başlandı. Selim Şiper Çevreci ‘Blue Boat’ İstanbul’da Ekonomi Servisi İpragaz’ın, gezi teknelerinin egzoz, sintine İpragaz, ve yakıt atıkları ile oluşan kirliliğe çözüm için geliştirdimavi yengeçleği LPG’li “Blue Boat” ri ve carettaları projesi, Antalya, Bodrum ile ünlü doğa cenve Dalyan’dan sonra İsneti Dalyan başta ol tanbul’a uzandı. LPG’li mak üzere, çevre kir tekneler, İstanbul Yelken Kulübü’nden sonra liliği sorunu yaşayan deniz taksi ile birlikte İstüm iç sular için LPG tanbul Boğazı’nda kullanılmaya başlandı. ile çalışan “Blue Projenin yaygınlaşmaBoat” projesini sının hem ülke hem de firyerleştirmeye ma için önemli sonuçlar doçalışıyor. ğuracağını belirten İpragaz’ın CEO’su Selim Şiper, şunları vurguladı: ? İpragaz, mavi yengeçleri ve carettaları ile ünlü doğa cenneti Dalyan başta olmak üzere, çevre kirliliği sorunu yaşayan tüm iç sular için “Blue Boat” projesini yerleştirmeye çalışıyor. Bu elbette sonuçta bize de kâr getirecek, ama her şeyden önce bir sosyal sorumluluk. İpragaz Marinegas Engine ile çalışan çevre dostu rasyonel bir çözüm. LPG, gaz fazında olduğundan yanmamış atık, gürültü ve çevre kirliliği sorunlarını en aza indiriyor. ? Dalyan’da yaklaşık 500 turist botu hizmet veriyor. Bunların tamamına yakını fosil yakıtlarla çalışıyor. Yakılan dizelin yüzde 15’i katı partiküller halinde suya ve doğaya karışıyor. Şimdilik 36 tekneyi dönüştürdük. Devlet destekler, bankalar bu alana kredi açabilirse daha başarılı olur. ? İstanbul’da deniz taksi de LPG ile başarılı bir şekilde çalışmaya başladı. Onun verimli çalışması örnek olacak. ? Marinegas, tekne tipi, motor gücü ve kullanım şartlarına bağlı olarak benzine göre yüzde 30 tasarruf sağlıyor. Bu arada Tümosan, bu LPG ile kullanılabilecek bir motor geliştirdi. Bu motor yaygınlaştığında Türkiye çok şey kazanacak. İpragaz, 1999’dan bu yana Hollandalı SHV Energy çatısı altında faaliyet gösteriyor. Şiper de bir ucu Polonya’da bir ucu Çin’de olan 3.5 milyar nüfuslu bir coğrafyada SHV’nin operasyonlarını yönetiyor. Geçen hafta Suriye’deki “duruma” ve geleceğine ilişkin medyada çizilen “resimlerin” son versiyonunu aktarmıştım. Hafta içinde, Suriyeli isyancıların cinayetlerine, BM ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın görevinden istifa ettiğine ilişkin haberler, bu “yeni resmi” destekliyordu: Diplomasi işlemiyor, bu isyancılara güven olmaz, müdahale kaçınılmaz oluyor! Yine de, ben, “gösteri toplumunda” yaşadığımızı anımsayarak bu “resmi” en azından kuşkuyla karşılamaktan yanayım. Bu bağlamda, bu hafta iki kaynağı aktarmak istiyorum: (1) Massachusetts Institute of Technology (MIT) Güvenlik Çalışmaları bölümünden, Brian T. Haggerty’nin hazırladığı, Suriye’de “havadan korunacak bir güvenlikli bölge” oluşturmanın risklerini, yapılabilirliğini araştıran ayrıntılı bir çalışma Safe Havens in Syria: Missions and Requirements for an Air Campaign (Temmuz 2012); (2) ABD Senatosu Dışişleri Komisyonu’nda yapılan bir oturumda konuşulanlar. Brian T. Haggerty’nin 70 sayfalık ayrıntılı araştırmasında, Kosova, Sırbistan ve Libya deneyimlerinden hareketle NATO güçlerinin Suriye’de, havadan korunacak güvenlikli üç bölge (Humus, Hama, İdlib) oluşturabilmesinin olanakları araştırılıyor. Haggerty, Kosova, Sırbistan, Libya deneyimlerini irdeleyerek başlıyor (“Müdahale modelleri” sf.12). Sonra Humus senaryosunu tartışıyor (s.17). Araştırma, hava harekâtının bileşenleri bölümüyle, Suriye ordusunun hava savunma kapasitesinin, yerden havaya, havadan havaya füze sistemlerinin, stratejik (uzun menzilli) füze sistemlerinin kapasitelerini göz ‘Uygulanabilirliği yok’ den geçirerek devam ediyor (s.22). Haggerty, Suriye’nin hava savunma kapasitesine ilişkin bir resim oluşturduktan sonra, önce bunu etkisiz hale getirmek, hava üstünlüğü kurmak, sonra da güvenlikli bölgeyi havadan koruyabilmek için gereken, 24 saat boyunca gerekecek “sorti” ve uçak sayısını hesaplamaya başlıyor (s.33). Yazar, Suriye’nin topçu ateşi (zırhlı birlikler), kara kuvvetleri, güvenlik ve istihbarat kapasitelerini de tartışıyor (4650). Bu tartışmaları hava ve arazi koşullarının irdelenmesi izliyor. Yazar bu arka plan üzerinde güvenlikli bölgeyi korumanın teknik sorunlarına geçiyor (5564). Nihayet araştırma sonuç bölümüyle bitiyor. Yazarın bulgularına göre, Suriye ordusunun hava kuvvetleri yetersiz, uçakları eski model. Ancak modern, çeşitli füzeleri içeren zengin bir hava savunma sistemi var. Güvenlikli bir bölgeyi havadan koruyacak güçlerin karşılaşacakları sorunların başında da, etkisiz hale getirilmesi gereken çok sayıda, hareketli platformlardan atılan SAM tipi füzeler geliyor. Bu platformları havadan görmek çok zor, aktif hale geldiklerinde imha etmek için istihbarat sağlayacak, hedefi gösterecek personel ve sistemlerin sahaya inmiş olması gerekiyor. Yazarın dikkat çektiği ikinci önemli konu da, hava üstünlüğü kurulsa bile, Suriye’nin kara güçlerinin, hafif silahlarla güvenlikli bölgeye sızmalarını önlemenin zorlukları, isyancıların Suriye ordusu karşısında direnme kapasitesinin düşüklüğü. Güvenlikli bölgede de personel ve güç bulundurmak gerekiyor. Araştırma, NATO önderliğinde Suriye’de havadan korunacak güvenlik ‘Resim’ ve ‘Gerçek’ li bir bölge oluşturmanın büyük çaplı, kapsamlı bir harekât gerektireceği sonucuna ulaşıyor. Yazar, bu harekâtın karşılaşacağı riskler de göz önüne alındığında, “düşük riskli havadan insani müdahale senaryosunun” Suriye’de uygulanabilirliğinin olmadığını savunuyor. Kofi Annan ABD Senatosu Dışişleri Komisyonu’nun 1 Ağustos’ta toplanan “Next Step in Syria” (Suriye’de bir sonraki adım) başlıklı oturumunda Martin Indyk (CIA Entelijans Konseyi’nin eski bakanı, Brookings Institute Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü), James Dubbins Önden başkası gitsin (Rand Corporation) ve Andrew J. Tabler (Washington Institute for the Near East) birer sunuş yaptılar ve sorulara cevap verdiler. Her üç uzmanın konuşmalarındaki kimi farklara karşın aşağıdaki konularda hemfikir oldukları söylenebilir: Suriye’de bir insani kriz derinleşiyor. Eğer bu iç savaş en kısa sürede sonuçlanamazsa, çevre ülkeleri de etkilemeye başlayarak kaosa yol açabilir. Ne yazık ki durum iyileşmeye başlamadan önce daha da kötüleşecek. Suriye muhalefeti, çok parçalı; liderleri var ama başsız. Bu muhalefetin siyasi, ideolojik şekillenmesi, uzun dönemli planları henüz tam olarak bilinmiyor. Ama içinde ABD’den hoşlanmayan, hatta düşman kesimler var. Irak ve başka ülkelerden gelen militanlar sayesinde El Kaide’nin kadro sayısı geçen aylarda ikiye katlandı, etkinliği artmaya devam ediyor. Suriye’nin 300 bin kişilik düzenli, birkaç yüz bin kişilik ‘milis’ güçlerinden oluşan güçlü bir kara ordusu, modern bir hava savunma sistemi ve kimyasal silahları var. Kimyasal silahları yabancı güçlere (Irak’tan ve başka yerlerden gelen Ek Kaide yabancı güç sayılır mı EY) karşı kullanabileceğini söylüyor. Bu ABD’nin doğrudan askeri müdahale konusunda isteksiz olmasına yol açıyor. Bu orduda henüz parçalanma belirtileri yok. İsyancılar tarafına geçenlerin hepsi Sünnilerden oluşuyor. Azınlıklardan rejimi terk eden henüz olmadı. Bu ordu, isyancıları her karşılaşmada geriletiyor, ancak geri kazandığı alanları temizleyip elinde tutamıyor. Tony Karon da Time’daki, “Syrian Paradox” başlıklı yorumunda, rejimin ülkeyi yönetme kapasitesi azaldıkça, giderek daha güçlü ve kararlı bir milis gücüne dönüşmekte olduğuna dikkat çekiyordu (02/08). ABD’nin bu muhalefeti daha iyi tanıması, birleşmesine yardımcı olması, Esad rejimi düştükten sonraki duruma hâkim olabilmesi için bu muhalefetle birlikte, onun yanında çalışması gerekiyor. Bu bağlamda bir tampon bölgenin, havadan korunacak güvenlikli bölge kurmanın zamanı geliyor. Ancak ABD bu bölgeyi kurma ve koruma işinde Türkiye, Suudi Arabistan gibi güçlerin önüne geçmemeli. Libya’da nasıl Fransa ve İngiltere başı çektiyse, burada da bu iki ülke başı çekmeli. Bunun için BM kararı, NATO desteği gerekebilir. Ancak BM onayı mutlaka gerekli değil. NATO inisiyatifi yeterli olabilir. Yukarda aktardığım iki kaynaktan ben şu sonuçları çıkarıyorum: ABD Suriye, hava savunma sistemiyle karşılaşmak istemiyor (TC uçağının hâlâ belirlenemeyen niye oradaydı, nasıl düştü öyküsü bu konuyla ilgili olabilir). Daha doğrusu, sahadaki özel güçler, bu hareketli platformları işaretleyecek düzeye gelene kadar karşılaşmak istemiyor. Bu sırada, “VI. Kuşak Savaşlar” alanında uzman personeli, isyancıların yanında devreye sokmaya, isyancılara yeni silahlar aktarmaya devam etmek istiyor. ABD bunları yaparken, tampon bölge / “korunaklı” (nasıl korunacaksa) alan oluşturma bağlamında Suriye ordusuyla karşılama, onu test etme ve yumuşatma, işini Türkiye’ye (hamallığı ve “kıyma makinesinin” içine atlama kısmını “beysbol sopasını” resmin burasına mı eklesek?) ve Suudi Arabistan’a (finansal teknolojik destek kısmını) bırakıyor. Şöyle ya da böyle, en derin yerde yüzmeye çalışmak, hem de onu bu derinliğe atan bu hükümetle, Türkiye’ye kalıyor. İSMMMO: BORÇ BORÇLA KAPATILIYOR Krediye hücum ürkütüyor Ekonomi Servisi İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın (İSMMMO) “Tüketici Kredileri ve Borçların Türkiye Panoraması” adlı raporuna göre, vatandaş kısa vadeli nakit sıkıntısına çareyi banka kredisi, kredi kartı, kredili mevduat hesabında buldu. “Tüketici Kredileri ve Borçların Türkiye Panoraması” adlı rapora göre, ev hayali kuranlar, ortalama 10 yıllık geleceğini ipotek altına sokarak kullandığı kredilerle son beş yılda konut kredilerini adeta patlattı. Otomotiv kredilerinde görece düşük rakamlar gerçekleşirken, genel eğilim “acil nakit çözümleri ve zorunlu konut ihtiyacı” olarak belirdi. Rapora göre, vatandaşların kullandığı toplam tüketici kredileri son 5 yılda yüzde 154 oranında artışla 172 milyar liraya ulaştı. Günü kurtarma peşindeki vatandaşa “ilaç” olan bankaların kredili mevduat hesapları ise aynı dönemde ikiye katlanarak 4 milyar lirayı geçti. Kredi kartı borçları ise 5 yılda iki katından fazla artış göstererek 58 milyar lirayı aştı. İSMMMO Başkanı Yahya Arıkan, haneye giren gelirin daha da azalması halinde, bugün anketlere göre her dört kişiden birinin kredi kartı borcunu ödeyemediği bir konjonktürde tablonun daha da kötüleşmesinin kaçınılmaz olacağı uyarısında bulundu. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle