14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 31 AĞUSTOS 2012 CUMA 8 İstanbul Edirne Kocaeli Çanakkale İzmir Manisa Denizli Zonguldak Sinop Samsun Trabzon Giresun Ankara B B B B B B B B B B Y Y B 29 32 29 29 33 33 29 26 24 25 23 23 29 Eskişehir Konya Sıvas Antalya Adana Mersin Diyarbakır Şanlıurfa Mardin Siirt Hakkâri Van Kars B A B A A A A A A A PB PB Y 26 27 26 35 36 35 37 39 36 35 30 28 25 Oslo Y Helsinki Y Stockholm Y Londra Y AmsterdamY Brüksel Y Paris Y Bonn Y Münih Y Berlin Y BudapeştePB Madrid B Viyana Y HABERLER 17 18 17 17 17 16 18 16 15 18 31 27 22 Belgrad B 31 Sofya B 31 Roma PB 29 Atina B 31 Zürih Y 14 Moskova PB 15 Aşkabat B 37 Taşkent A 40 Baku PB 29 Bişkek B 34 Tiflis Y 24 Kahire A 35 Şam A 35 Ülkemizin kuzeydoğu kesimlerinin parçalı ve çok bulutlu, Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu’nun kuzeyi ile Ordu ve Tokat çevrelerinin sağanak ve yer yer gök gürültülü sağanak yağışlı, diğer yerlerin az bulutlu ve açık geçeceği tahmin ediliyor. TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 31 AĞUSTOS GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK ? Baştarafı 1. Sayfada yayımladı: “26 Ağustos notu Bu gece uyku uyuyamadık. Paşa herkesten uyanık ve heyecanlı. ‘Büyük çoğunluğun muhalefetine rağmen kararını vermiş. Hatta bu kararını zorla icra ettiriyordu’. Herkesten önce kalkmış, giyinmiş, çadırlar arasında dolaşıyor. Başkumandan önde. Kocatepe’ye gitmek için yol pek dar ve karanlık, bir süvari neferi fenerle önde gidiyordu.” ??? 26 Ağustos 1922. Sabah: “Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu / Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki / şayak kalpaklı adam / nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden / güzel, rahat günlere inanıyordu / ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında / birdenbire beş adım sağında onu gördü / Paşalar onun yanındaydılar./ O saati sordu. / Paşalar ‘üç’ dediler / Sarışın bir kurda benziyordu. / Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. / Yürüdü uçurum başına kadar, / eğildi, durdu. / Bıraksalar / İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak / Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.” “Nurettin Eşfak baktı saatına. / Beş otuz… / Ve başladı topçu ateşiyle ve fecirle birlikte büyük taarruz…” (Nâzım Hikmet’in Kuvayı Milliye kitabından.) Mustafa Kemal Paşa; ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak, karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon ovasına atladı. “Sonra. / Sonra, düşman ordusu kuvayı külliyesini imha ettik / Aslıhanlar civarında / 30 Ağustos’a kadar… Sonra. / Sonra, 9 Eylül’de İzmir’e girdik.” (Nâzım’ın aynı kitabından) ??? “Zafer haberi İstanbul’a gelince Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile hemen bir vapura binerek İzmir’e gitmiştik. Gazi Mustafa Kemal’le şehirde yangın çıktığı gün buluştuk. Gittiğimizin üçüncü veya dördüncü günü Latife Hanım’ın şehirdeki evinde öğle yemeği yiyorduk. Bütün merakımız bundan sonra ne olacağı idi. Bize dedi ki: ‘Hiçbir işimiz bitmemiştir.’ Biz on yedi yüzyıldan bu yana büyük zaferler kazanmıştık. Fakat hiçbiri ile kurtulamamıştık. Bir laik yeniçağ devleti kurulmadıkça, eğitim ikiliği ve ondan doğan milli parçalanmanın önüne geçilmedikçe, kurtuluş savaşı da boşa giderdi… ... Meclis’in musluğu başında kara kuvvet temsilcisi ise; ‘Yunanlıdan kurtulduk, bakalım Mustafa Kemal’den nasıl kurtulacağız’ diyordu.” (F. R. Atay’ın “Atatürkçülük Nedir” kitabından.) ??? “… Atatürk bize akıldan başka yol gösterici bırakmamıştır. Akıl hürriyetini sınırlayıcı eğitim ve hukuk birliği ile laisizmi sarsıcı her şey Atatürkçülüğe ihanet etmektir… Atatürk milliyetçiliğinde, ‘Sen Sünnisin, Müslümansın, sen Alevisin, bizden değilsin’ denilemez… Atatürk milliyetçiliğinin ırkçılık ve mezhepçilik dışında kurulmuş olduğunu iyice hatırlatmak isteriz…” ??? “İşte size bilanço” diyor Atay: “Bir lider bulduk. Bu milleti ölümden kurtarma şerefini bütün ağırlığını terazinin bir kefesine koyarak, hiç kimsenin yapamayacaklarını yaptı… Biz, ondan sonrakiler, herkesin yapabileceği tamamlama işlemini yapamadık… Onun yolunda iken, 1913’te rüyalarımıza girmeyen başarılar elde ettik… Onun düzeni bozulunca, on dokuzuncu yüzyıl kargaşamıza geri döndük…” ??? Mustafa Kemal Atatürk, 30 Ağustos 1922’den itibaren yaşadığı zaman diliminde: “… Binlerce yıllık tarihinde ve ilk defa, evet ilk defa Anadolu’yu tek bir millet bütünlüğünün yurdu yuvası yapmıştır.” (F.R.A.) 80 yıl sonra, 2002 yılında tek başına iktidara gelen dinci iktidar: Ülkeyi bir baştan öteki başa, laikler laik olmayanlar… Aleviler Sünniler… Şu bu mezhepten cemaatten olanlar olmayanlar… Türkler Kürtler… Türk’üm diyenler Türkiyeliyim diyenler… Medyada, bürokraside benden olanlar olmayanlar diye milleti ikiye böldü ve ülkeyi bölünmenin eşiğine getirdi. Bu iktidar sayesinde, “Müslümanız, Müslümanlığı bilmeliyiz. Atatürkçüyüz, Atatürkçülüğü bilen kalmadı” bu ülkede! “Boyları onun ayak bileklerine ancak yetişen politika cüceleri bu bütünlüğü tehlikeye sokmuşlardır.” Türkiye’de Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakan konumundaki kişiler, terör ve Kürt sorunu gibi ülkenin en temel meselelerine çözüm bulmakla sorumludur, hatta zorundadır. TBMM Başkanı Cemil Çiçek de böyle bir sorumluluk duygusuyla hafta başında teröre karşı ulusal mutabakat çağrısında bulundu. Bu yönde hazırladığı bir taslak metni de sivil toplum kuruluşları ve siyasi partiler dahil tüm toplumun tartışmasına açtı. İçeriği tartışılabilir, eleştirilebilir, geliştirilebilir. Ama yaptığı doğru bir çıkıştır. Aradan geçen günler gösterdi ki, Çiçek’e en büyük tepki, partisi AKP’den geldi. Önce Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç dozu açısından ‘kişisel’ izlenimi veren bir tepkiyle ‘muhtıra’ nitelemesi yaptı. Ardından parti sözcüsü Hüseyin Çelik “Bu teklif çıkışı itibarıyla iyi niyetlidir ama usul ve yöntem itibarıyla kendi içerisinde bazı sıkıntılar barındırıyor” dedi. AKP yönetiminden sızan bilgilere göre son olarak Başbakan Tayyip Erdoğan da “Vatandaş Çiçek olarak yapmış. Biz atılacak her adımı attık. Zaten ona destek veren de çıkmadı” şeklinde bir değerlendirme yapmış. ??? Çiçek’e gösterdikleri tepki, AKP’nin bir süredir içine AKP’nin ‘Yönetememe’ Krizi girdiği ‘psikolojiyi’ ortaya koyması açısından anlamlıdır. Hükümet neredeyse her konuda ‘Sadece ben bilirim. Kimse beni eleştiremez’ anlayışı içine girmiş durumda. Türkiye yeni bir terör dalgası içinde kalmış; çoluk çocuk, kadın erkek, asker sivil ayrımı yapılmaksızın vatandaşlarını kaybediyor. Terörün alevlenmesinde sınırımızın diğer yanında Suriye’de yaşananların büyük rolü var. Hal böyleyken ana muhalefet partisi ‘Terör sorununu birlikte çözelim’ diyerek Meclis’in toplanmasını öneriyor, iktidar partisi tarafından ‘terörün kuyruğuna takılmakla’ suçlanıyor. Muhalefet lideri bu kez, Suriye konusunda hükümete yeni bir politika önerisi içeren bir mektup gönderiyor. İktidardan gelen karşılık ‘ahlaksızlıkla’ itham etmek oluyor. Meclis Başkanı, terörle mücadelede ortak bir yol haritasının toplumca benimsenerek yürürlüğe konmasını öneriyor. İçinden çıktığı iktidar tarafından topa tutuluyor. Yapılan her eleştiri, her öneri AKP iktidarı tarafından, ‘Kendisini zaaf içinde göstermeye yönelik adımlar’ olarak algılanarak son derece sert tepki ile karşılanıyor. ??? Yaşanan bu soruna bir ad vermek istesek bunun adı ‘AKP’nin ülkeyi yönetememe hali’ olmalıdır. Terörle mücadele sonuçsuz. Terör, milletvekili kaçırma, il ve ilçe basma noktasına erişmiş durumda. Gerek istihbarat gerekse alanda mücadelede büyük zafiyet var. Suriye politikası ortada. İçeride 80 bin, sınır kapılarımızda binlerce göçmen bekliyor. Başta Hatay olmak üzere sınır illerimizde mültecilerle yerel halk çatışma noktasına gelmiş durumda. Okullar kaosla açılıyor. İmam hatip okullarının orta bölümlerini açmak amacıyla dayatılan 4+4+4 sisteminin ailelerde yarattığı tedirginlik ortada. Sadece laik kesimler değil, iktidar partisine destek veren aileler de minik çocuklarının geleceği için kaygı içerisinde. ??? Uzun bir süredir öğrencilerin, gazetecilerin, aydınların, seçilmiş milletvekili ve siyasetçilerin şikâyet ve çıkışlarını ‘terör’ ya da ‘hükümete yönelik darbe girişimi’ diye niteleme hatası içine giren hükümetin, şimdi de kendi aralarında 9 yıl bakanlık yapan Meclis Başkanı Çiçek’e benzer bir tavır sergilemesi, gelinen noktanın ne kadar vahim olduğunun kanıtıdır. Türkiye buna benzer bir ‘yönetememe’ halini, Başbakan Erdoğan’ın rahatsızlığı döneminde de yaşamıştı. Şike yasası tartışmalarının yaşandığı o dönem, hükümet ciddi biçimde yalpalamıştı. Aynı dağınıklık yine yaşanıyor. Görünen o ki, 2014 yılında Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık koltuklarına kimin oturacağına ilişkin kilit açılmadan, memleketin kritik sorunlarının çözümü için hayati öneme sahip bu yönetememe hali de bitmeyecek. IĞSIZ’DAN GAZETEMİZE MEKTUP ‘Askersivil ayrımı yapmayın’ ? Ergenekon davasında tutuklu sanık emekli Orgeneral Iğsız gazetemize gönderdiği mektupta, “Eğer haksızlığa uğrayan askerse kafanızı çevirmeyin, görmezden gelmeyin” dedi. İstanbul Haber Servisi Ergenekon davasında tutuklu sanık eski İstanbul 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Hasan Iğsız, “özgürlük, adalet, insan hakkı” gibi evrensel değerlere bağlı olan kesimlere “Darbeci denilecek endişesiyle Ergenekon ve Balyoz davalarında askerlerin yaşadıklarına duyarsız kalmamaları” çağrısında bulundu. Gazetemize gönderdiği mektupta duyarlı kamuoyundan “asker, sivil ayrımı” yapmamasını isteyen Iğsız, “Eğer haksızlığa uğrayan askerse kafanızı çevirmeyin, görmezden gelmeyin” dedi. Ergenekon davası ile birleştirilen İnternet Andıcı dosyasından 11 Ağustos 2011 tarihinde tutuklanan emekli Orgeneral Hasan Iğsız, gazetemize gönderdiği mektubuna, “Hukuken geçerliliği bulunmayan belgeler ve varsayımlara dayanarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir suç örgütü gibi algılanmasına yol açabilecek içerikteki iddianamelere istinaden yürütülen yargı sürecinin her geçen gün inandırıcılığını ve güvenilirliğini büyük ölçüde yitirdiği günümüzde, bu süreç, üzerindeki bütün baskıya rağmen medya tarafından yoğunlukla işlenmektedir” değerlendirmesiyle başladı. Iğsız, mektubunda, “Gerek yurtiçinde, gerekse yurtdışında, yargının çağdaş hukuk ilkelerine uygun olarak yürütülmediğine ilişkin eleştiriler, Türkiye’nin demokratik görüntüsüne gölge düşürür ciddiyete ulaşmıştır” dedi. Iğsız, “Bu eleştirilere, siyaset yelpazesinin her köşesinden katılımlar olmuştur. Yargının, kendi içinde düzeltemediği kusurlara, hatalı uygulamalara, yasama yoluyla tedbir alma güç ve imkânına sahipken, sadece eleştirilerle yetinenlerin söylemlerinin samimiyetini, halkımızın takdirine bırakıyorum. Sözüm onlara değil” diyerek şöyle devam etti: “Sözüm; siyasi yapı içinde, hukuk ve adaHasan Iğsız letin demokrasilerdeki yeri ve önemine samimiyetle inananlara, insan hakkı ve özgürlük gibi evrensel değerlere gönülden bağlı olanlara ve bunun mücadelesini kararlılıkla verenleredir.” Iğsız, “evrensel değerlere bağlı” diye tanımladığı kesimlere şu eleştiride bulundu:“Başlangıçta, görünürde sadece, medyaya servis edilmiş, bir doğrunun yanına monte edilmiş çok sayıda yanlış, kirli bilgi ve yorumdan başka bir şey yoktu. Bunun doğal sonucu olarak, siz de birçokları gibi, bunun planlı bir yargısız infaz olduğunu fark edemediniz. Ancak biraz daha dikkatlice bakınca, neler olduğunu görmeye başladınız ve bu durumu, haksızlığa uğradığını düşündüğünüz kişileri, ‘milletvekili, gazeteci ve bunun gibi’, gruplar halinde belirtecek şekilde açıkça ifade etmeye başladınız. Ancak bunu yaparken, bu süreçte ana kitleyi oluşturan ve en fazla zarar gören askeri, ağzınıza almamaya büyük bir özen gösterdiniz.” Iğsız, mektubunu söyle sürdürdü: “İddianameler, suçlamalar, delil olarak ileri sürülenler, sanıkların savunmaları, duruşmalardaki gelişmeler ortada. Bunlara biraz bakarak, en azından vicdani bir kanaate kolaylıkla ulaşılabilir. Öyle mi yaptınız? Eğer, ‘Haksızlık, askersivil ayırımı yapılmaksızın bütünü kapsamaktadır’ sonucuna ulaştıysanız, neden hâlâ ‘asker’ diyemiyorsunuz? Yoksa ‘Asker dersem bana darbeci derler’ diye mi endişe ediyorsunuz?” Iğsız, mektubunu şu çağrıyla tamamladı: “Sonuçta, kamuoyu, olan biteni takip edemedi, muhtemelen ‘Hakikaten bir şeyler mi yaptılar?’ diye düşünmeye başladı. Ta ki süreç artık kendini saklayamaz hale gelinceye kadar. Kimse sizden, hukuk dışı bir şey beklemiyor. Kimse sizden, ilkelerinize aykırı bir şey yapmanızı beklemiyor. Kimse size ‘Askerin yanında durun’ demiyor. Denen sadece şu: Eğer haksızlığa uğrayan askerse kafanızı çevirmeyin, görmezden gelmeyin. Askeri değil, hukuku, adaleti, insan hakkını, özgürlüğü savunun.” Örgüt üyesi oldukları iddia edilen 44 gazeteci, 10 Eylül’de yargıç karşısına çıkacak Gazeteciler davası İstanbul Haber Servisi KCK operasyonuyla gözaltına alınan ve “örgüt üyesi oldukları” iddia edilen 36’sı tutuklu 44 gazeteci, 10 Eylül’de İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargıç karşısına çıkacak. Çoğunluğu Dicle Haber Ajansı ve Özgür Gündem gazetesinde çalışan tutuklu gazeteciler, cezaevinden gönderdikleri ortak mektupta, dava izleme çağrısı yaparak “Sadece biz değil, vicdanını iktidara kiralamayan ya da Kürt meselesine milliyetçi önyargıların ötesinde bakabilen herkes, siyasi bir plan kapsamında ‘rehin’ olduğumuzu bilir” dedi. Vatan gazetesi muhabiri Çağdaş Ulus, Fırat Haber Ajansı muhabiri Zeynep Kuray, DİHA Ankara Büro Sorumlusu Kenan Kırkaya, DİHA muhabiri Çağdaş Kaplan, Özgür Gündem gazetesi editörü Turabi Kişin’in de aralarında bulunduğu 44 gazeteciden 36’sı, 24 Aralık 2011’den bu yana tutuklu. Örgüt üyeliği ve örgüt yöneticiliği suçlarından yargıç karşısına çıkacak 36 tutuklu gazetecinin 13’ü Dicle Haber Ajansı (DİHA), 10’u Özgür Gündem gazetesi, dördü Demokratik Modernite dergisi, biri Azadiya Welat, beşi Fırat Dağıtım, biri Vatan gazetesi, ikisi ise Fırat Haber Ajansı’nda çalışıyor. “Tutuklu Gazeteciler”, avukatları aracılığıyla cezaevinden gönderdikleri ortak mektupta, “700 sayfası yayın organlarında yayımlanan haberlerden oluşan 800 sayfalık iddianame ile bizlerin ‘terörist’ ilan edilmesi ahlaksızlık değilse nedir? İddianamenin yüz de yüzü açık kaynaklardan alınan gazetecilik faaliyetleridir. Böyle gizli bir örgüt olabilir mi?” diye sordu. Mektupta “1014 Eylül’de Çağlayan Adliyesi’nde görülecek olan, bir yanıyla komedi öte yanıyla ciddi bir trajediye konu olan tiyatroyu izlemeye davet ediyoruz” denildi. Gazetecilerin avukatları dün Cezayir toplantı salonunda Mustafa Sönmez, Nuray Mert, Nadire Mater, Pınar Öğünç, Sedat Ergin, Berrin Karakaş, Ragıp Zarakolu’nun da aralarında bulunduğu köşe yazarlarıyla bir araya geldi. İddianamedeki tutarsızlıkları ve çarpıklıkları yazarlara aktaran avukatlar, savcılığın, gazetecilik faaliyetlerini örgüt faaliyeti olarak gördüğünü, telefon dinlemelerinden yola çıkarak suçlamalarda bulunduğunu söyledi. ‘Orası işkencehane’ İstanbul Haber Servisi Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Savaş ve Barış Şahbudak’ın avukatı Hüseyin Boğatekin, cezaevinde tutuklu ve hükümlülerin aileleriyle görüştürülmediğini, hasta olanların ise tedavisinin yapılmadığını söyledi. Savaş ve Barış Şahbudak’ın ailesi ve avukatı, cezaevindeki insanlık dışı koşulların son bulması için Beyoğlu’ndaki İnsan Hakları Derneği (İHD) şubesinde basın toplantısı düzenledi. Barış ve Savaş Şahbudak’ın babası Kerem Şahbudak “Oğlum Savaş’ın sağlık sorunları var, ancak tedavisi gerektiği gibi yapılmıyor. Biz Tekirdağ’a cezaevi değil ‘işkencehane’ diyoruz” dedi. Basın toplantısına diğer tutukluların yakınları da katılarak destek verdi. (Fotoğraf: CANAN ÇAM) Askeri ağzınıza almadınız ‘Tiyatroyu izlemeye davet...’ Berktay’ı yitirdik Cumhuriyet devrimleri ve insan hakları savunucusu Alparslan Berktay’ın cenazesi yarın toprağa verilecek İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) İnsan haklarının, Cumhuriyet devrimlerinin ve Mustafa Kemal Atatürk’ün yılmaz savunucusu Dr. Alparslan Berktay, tedavi gördüğü Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yaşamını yitirdi. Uzun süredir kalp yetmezliği tanısıyla hastanede yatan Berktay’ın cenazesi yarın toprağa verilecek. İzmir’de 12 Mart öncesi Demokratik Devrim Derneği’ni kuran, Mamak zindanlarında ABD emperyalizmine karşı direnen, 12 Eylül sonrasında da iki yıl İHD İzmir Şube Başkanlığı’nı yapan Berktay, tıp hekimliğinin yanı sıra, insan hakları alanında verdiği mücadeleyle tanınıyordu. İzmir Tabip Odası Başkanı Suat Kaptaner, Berktay’ın tüm bu çabalarıyla kendilerine örnek olduğunu vurgulayarak “Yeri doldurulması çok zor, büyük bir kayıp. Çok üzgünüm” dedi. Ekimde Berktay için “Ustaya Saygı” etkinliği düzenlemeye hazırlanırken üzücü haberi aldığını belirten İzmir’i Sevenler Platformu Başkanı Sancar Maruflu da “İlhan Selçuk’un, Uğur Mumcu’nun çok iyi dostuydu. Yeri doldurulmayacak bir değer” dedi. Berktay’ın cenazesi, ailesinin belirleyeceği yerde, yarın toprağa verilecek. Guardian: O.Doğu tehdit altında Haber Merkezi Guardian gazetesinin G2 adlı ekinde Suriye’de yaşanan gelişmelere dair detaylı bir analiz yayımlandı. Gazetenin deneyimli Ortadoğu muhabiri Martin Chulov’un kaleme aldığı analizde “Tarih, Suriye halkının başarmak istediklerini gasp etti” yorumu yapıldı. BBC Türkçe Servisi’nin haberine göre “Suriye, geri dönüşü olmayan nokta” başlığını taşıyan analizde, “Esad rejimi ve Özgür Suriye Ordusu arasındaki mesele ölüm kalım mücadelesi haline geldi. İç savaş tüm Ortadoğu’yu tehdit ediyor” denildi. Chulov, muhaliflerin en büyük isteğinin bölgede etkin güce sahip ülkelerin devreye girmesi olduğunu belirtirken, bu tip bir adımın Suriye sınırlarını aşacağını savundu. Hukuku, insan hakkını savunun Alparslan Berktay kalp yetmezliği tanısıyla tedavi görüyordu. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle