14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 AĞUSTOS 2012 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Çocuklara İşkence ULUSAL eğitimin “bilimsel” olması bir anayasa emridir. Yani, şu ya da bu partinin ve siyasetçinin değil, en yüksek düzeyde hukukun zorunlu kıldığı bir gereklilik. Her yönüyle. Bu, yalnız verilen eğitimin içeriği bakımından değil, eğitim görecek olanlara uygulanacak kurallar açısından da göz önünde tutulması istenen bir ilke. Başka bir deyimle, öğretimde Mustafa Kemal Atatürk’ün “safsata” dediği konuları öğretemeyeceğiniz gibi, hangi derecede ve yaşta olursa olsun, öğretime tabi tutacağınız vatandaşların, hangi derece ve düzeyde olursa olsun “eğitilebilir” olması gerekir. Başka bir deyişle, bilimsel ölçütlere göre o niteliğe gelmemiş ya da erişmemiş kişilere eğitim vermeye kalkışmanız, hem ulusal ekonomiye hem de ulusal hukuka aykırıdır. Bu ölçütlere uyulup uyulmadığı konusunda rastgele kişiler ya da kurumlar karar veremez; onda da bilimsellik gerekir; başka bir deyimle, tıbbın, yani tabiplerin, psikolojinin ve psikiyatrinin, yani ruh halinden ve akıl sağlığından anlayanların, pedagojinin, yani öğretim bilimi uzmanlarının devreye girmesi beklenir. yle anlaşılıyor ki, okul yaşının erkene çekilmesi kararlaştırılırken bunların hiçbiri yapılmamış, “dört artı dört”lerin yürürlüğe konması için gereken zamanın bulunması amacıyla bilimsel ölçütlerin dışına çıkılmış. İstanbul Tabip Odası, 6066 ay yaşını doldurmuş “beş yaş çocukları”nın ruhsal, zihinsel, bilişsel yetersizliklerini uzun bir raporla ortaya koyarak kendi meslektaşlarına, velilere ve resmi makamlara seslenerek herkesi uyarıyor. imdilik, böyle bir yanlışın ilk ve somut sonucu, başka uygar ülkelere göre geç kalınmış olsa da ülkemizde binbir güçlükle başlatılmış olan “okulöncesi öğretim”in güme gitmesidir. Ulusal eğitimin o yönü tam da resmi ya da özel yollardan “anaokulu” ya da “oku öncesi sınıf” yoluyla az çok karşılanmaya çalışılırken, artık, ilkokula kaydın erkene çekilmesiyle yeniden bambaşka bir süreç içine girilmesi isteniyor. una göre başlatılacak şimdiki sürecin neyin nesi olacağı konusunda doğru dürüst hiçbir aydınlatma yok. Değişikliğin “okulöncesi”nin yerini alıp almadığı bile belli değil. Bakanlığın birtakım kişilerinden ara sıra “ilk aylar okula ısınma ya da oyun oynama ayları olacak” türünden acayip açıklamalar duyulmakta. Bunların dışında, en açık aydınlatma günlük bir gazetede çıkan fotoğraf: Küçücük öğrenciler, önlerine sıralanmış musluk dizisinin önünde kollarını alçaltılmış yeni lavabolara uzatmaktalar. Amaç, yeni sisteme uyum sağlamak için musluklara varıncaya kadar her şeyin yapıldığını göstermektir herhalde. Emperyalizme Başkaldıran Ulus... Av. Ertuğrul KAZANCI / Eski ADD Genel Başkanı Postmodern Enver Paşa(lar) Enis COŞKUN KP iktidarının ABD pusulasıyla izlediği dış politika, özellikle de Suriye politikası, Türkiye’yi nereye sürüklüyor? Görünen o ki ABD ülkemizde postmodern bir Enver Paşa yaratma çabası içinde. İlki Kayser Almanyası’nın iteklemesiyle Turan’a açılmaya kalkıştı. Koca imparatorluktan elde kalmış toprakları bin parça etti. Hüsrana uğrayıp Orta Asya bozkırlarında yaşamını yitirdi. Postmoderni ise yurtta ve Müslüman âleminde Sünni İslamın iktidarını gerçekleştirme sevdasına kapılmış. Uyarını bulsa Arap çöllerine yürümeye çoktan hazır görünüyor. Ne ki ırk temelinde politika üretmenin sonu nasıl hüsran olduysa, din ve hele de mezhep temelinde politika üretmenin de sonu hüsrandır. Tarih, dünyada bunun örnekleriyle doludur. Ne demişti Akif; “Hani milliyetin İslam idi, bu kavmiyet ne?” Eğer İslamiyet (din) farklılıkları yok edip birleştirici bir öğe olsaydı, koca İslamcı şair böyle bir sorgulama yapar mıydı? Ne Hira Dağı’ndan ne de Tanrı Dağı’ndan umar beklemenin yararı vardır. Emperyalizmin arabasına koşulmanın ötesinde bir sonuç da vermez. Bunu yaşadık, yaşıyoruz. “Yurtta barış dünyada barış” ilkesi, “komşularla sıfır sorun” ile değiştirildi. Bu iki belginin stratejik derinliği arasındaki farka bakınız lütfen; birincisi okyanus, ikincisi bahçedeki süs havuzu. Bu nev zuhur politika, birincisinin tam da tersine yurtta savaş, dünyada savaştan öte bir anlam taşımamaktadır. Yaşadıklarımız da bunun böyle olduğunun kanıtıdır. Ama bu politika değişikliği durup dururken de ortaya çıkmadı; Önce Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) sahneye konuldu. Rol dağılımında da bize eşbaşkanlık verildi. Seksen yıllık laik cumhuriyet, “ılımlı İslam cumhuriyeti” yapıldı. Ve perde!.. Hani o 10 yılda hiçbir şey yapmadığı söylenen Mustafa Kemal, 5 Şubat 1920’de kaleme aldığı bir raporda özetle; Anadolu barışının (bağımsızlığının) Suriye’den (bugünkü suriye ve Irak toprakları) başlayıp Anadolu üzerinden İran, Kafkaslar, Afganistan ve Pakistan’a uzanan koridorun emperyalizmin etki alanından çıkarılmasıyla sıkı sıkıya bağlı olduğunu yazıyordu. Günümüzde geldiğimiz yere bakın! Komşularla sıfır sorun diye diye ABD emperyalizmin bu koridorda tek egemen olmak için sahnelediği BOP’un eşbaşkanlığı rolünü oynuyoruz. Sonra da küçük dağları biz yarattık, Ş Ö Ş B anlı Anadolu İhtilali’nin karakteristik özelliği, bir ulusun “ateşle imtihan” olmasıdır. Tarihsel süreç, tam bağımsızlık amacıyla can pahasına girişilen “kutsal isyana” tanık olur. Emperyalist sömürüye karşı ilk başkaldırı, Anadolu bozkırlarında şekillenir. 2630 Ağustos 1922’deki arasındaki “Büyük Taarruz”, saldırganları şaşkınlığa, ezilen dünya halklarını da coşkulara sürükler. Avusturyalı müzik öğretmeni Leopoldine König, Mustafa Kemal’e seslenir: “Acılar döndü sonsuz sevince/ Dünyaya hemen bir defne çelengi sarın/ Utkunuz, adaleti seven herkesi/ İçten coşkulara kavuşturdu...” Bangladeşli ozan Nazrul İslam şöyle der: “Bitmeyen bir mucize yarattın/ Tüm insanlık görsün alkışlasın seni...” Bulgar ozanı Lubomir Bobevski de; “Çürük temellerden aldın sen insanları/ Sildin bağnazlığı, yıkadın vicdanları...” dizeleriyle ortaya çıkar. Birinci Dünya Savaşı’nın; yenik ya da sömürge buyruğundaki uluslarının eğitimci ve ozanları, antiemperyalist bir başkaldırıya duyarlılıkla böylesine dizeler oluştururken,Yunanlı Menelaos Nomdis, yetkin kalemiyle evrensel ilgi çeker: “Savaşlarda mertlik nedir gösteren sensin/ Siyasette gücünü ortaya koyan yine sen/ Güzel yurdunda yap yapacağını/ Sana hayranlık, sana selam...” Ozan Nomdis, 10 Mart 1934 tarihinde şiirini Atina’dan Atatürk’e gönderir. Bilmektedir ki, Nâzım Hikmet’in deyişiyle: “Teselyalı çoban Mihail’i” Anadolu’da çiftçi Mehmet’in karşısına diken, emperyalizmdir. Nomdis, halkları birbirlerine düşürenlere karşıt, bilinçli bir antiemperyalisttir. Nomdis, Başbakan İnönü’ye 1931’de Atina’da dostluk gösterisinde bulunan ve Yunan devlet adamı Venizelos’un 1930 yılındaki Ankara ziyaretini destekleyendir. “Yurtta ve dünyada barış” ilkesini savunan ve savaşları ancak “Ulusal savunmada meşru gören” Türkiye’yi alkışlayandır. İrdeleme: Atatürkçü dış politikanın ulusal güce dayalı, serüvenci dış sarkmalara kapılmayan ‘Büyük Taarruz’, yalnız Ön Asya’ya değil, tarihe de yön verir. ‘Mazlum uluslar’ zincirlerini kırarken ‘zalim’ siyasetlerin masum halkları, kendi yöneticilerini kınayıp hesap sorarlar. Yunan ozanı Nomdis’in ‘Sana hayranlık, sana selam’ dizesi de Atatürk’ün kişiliğinde barış ve bağımsızlık saygısına yürekten merhabadır. nesnel dış çizgisi, İnönü’nün büyük katkısıyla İkinci Dünya Savaşı’nda sürdürülür. 52 milyon cana kıyan savaş kasırgasında Türkiye yara almaz. Ama aslı olmayan Sovyet üs ve toprak istemlerine ilişkin “yalan senaryoları” işleri değiştirir. Atlantik ötesiyle birlikte saf tutulur. Hele 1950’ler sonrasının dış siyaset yanlışlıkları, Türkiye’yi saygın bir düzeyden silker atar. Emperyalizm Türkiye’yi yönlendirir ve bu ülkeyi yöneten anlayış, mazlum halklarca uluslararası arenalarda yerilir hatta aşağılanır. Sömürge cephesinin dirlik ve esenlik bırakmayan genel politikalarına arka çıkan iktidarlar eliyle, Anadolu İhtilali’nin ayrıcalıklı konumu adeta yadsınır. Zamanla iş çığırından iyice çıkar. Dünyaca değerli Atatürk, kurduğu ülkesinde kimi aymazlarca “tasfiye” edilmek istenir. Cumhuriyet ve devrime sürekli saldırı, bir yöntem olur. Yabancı basının: “Yeni bir devlet varlığına işaret” saydığı ve Atatürk’ün deyişiyle, “Ulusun ters dönmüş alınyazısını İnönü savaşlarında” yenen, “Sevr’i” gündemden kaldıran “Lozan” yapıcısı, tarihten silinmek istenir. Ekonomik bağımsızlık kaleleri olan Kamu İktisadi Teşekkülleri; sermayeye savrulur. Anadolu toprağı; “karşılıklılık” ilkesine uyulmadan yabancılara sunulur. “Kabotaj hakkı” yitirilir. Eğitim sisteminde “öğretim birliği” esası zedelenerek “mektepmedrese” ikilemi gündem olur. Toplum, güzel sanat dallarından geri çektirilir. Aydınlanma ve çağcıllaşma çabasına sırt çevrilir. Ulusal bütünlük dokusu; yerini şoven ayrılıklara bırakır. Sonuç: Büyük Taarruz’un gazi ve şehitlerinin anılarını hiçe sayanları, kınıyoruz. Onlar; ülkesel değerlere sahip çıkmayan, kendi koşullarında yaratılan antiemperyalist kalkışmanın önemini anlamayanlardır. Onlar, küreselleşmeci AB ve ABD’nin artçı bağdaşıklarıdır. Büyük Taarruz’un 90. yıldönümünde kendilerini özgürlük ve bağımsızlık idealine adayanları, Cumhuriyete emeği geçenleri saygıyla anıyoruz. Emperyalizmle içlidışlı olanlar, Anadolu’nun ulusal destanını iyi kavrasınlar. Özünü ve dünyaya etkisini, Meneleos Nomdis’in dizelerinde ayrıca okusunlar. Okusunlar da utansınlar! A büyükler babamızdan miras edasıyla barış ve bağımsızlıktan söz ediyoruz. Güney sınırımızda yangın topraklarımızı tehdit ediyor. Sönmesine çalışacağımıza bu yangına elde körük ve benzinle gidiyoruz. Doğuda, ABD’nin topraklarımıza yerleştirdiği füze kalkanı nedeniyle, ilişkilerimizde güven eksikliği ve gerginlik yaşadığımız İran bulunuyor. Kafkaslar’da askeri yığınak yapmış Rusya. Gene Kafkaslar’da topraklarımızın bir bölümünü anayasasında sahiplenmiş Ermenistan. Kuzey Irak’tan sonra şimdi de Kuzey Suriye’de otonom Kürt oluşumu. Sınırlarımız içinde de benzer istemler, bombalı, mayınlı ve silahlı eylemler. Meydanlarda dört parçanın otonom yapılarına sahip olmaları gereğine vurgu yapan söylemler. Kuşkusuz bu söylemler öteden beri süregelen inkârın inkârıdır. Yıllardır yaşadığımız demokrasi eksikliği sorunu kapsamında Kürt kökenli yurttaşlarımızın yalnızca hakları değil, varlıkları dahi inkâr edilmiştir. “Kürt yoktur, karda yürürken çıkan kart kurt seslerinden dolayı Kürt diye anılan dağ Türkleri vardır” sözlerinden bugünlere geldik. Bugün yaşanan ileri demokraside ise beterin beterine tanık oluyoruz. Kürt halkının yerel ve merkezi seçimlerde seçilmiş temsilcileri zindanlarda tutuluyor. Doğan boşluktan yararlanmak için yerel seçimlerin erkene alınması isteniyor. Hem de başta anayasa olmak üzere ne Siyasi Partiler ne de Seçim yasalarında en ufak bir demokratik iyileştirme yapılmaksızın. İleri demokrasi döneminde zindanlar, Kürt seçilmişleri ile birlikte Türk seçilmişleri, hak, özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık isteyen işçi, öğrenci, aydın ve askerlerle de doldurulmuş bulunmaktadır. Ülke savaşın eşiğine getirilmiş, orduya komuta edecek askerlerin önemli bir bölümü hapiste, bu ne zalim bir tecellidir? Bu gidiş sonuçta bölgemizde sınırların yeniden çizilmesi, toprak kayıpları ve bir mübadele tsunamisi yaratacak; milyonları yerlerinden yurtlarından edecek, yeni insanlık dramları yaşatacaktır. Ama ne gam! Görünen bu postmodern Enver Paşa rolüyle yürütülen Sünni İslam bayraktarlığı sevdası, öylesine güçlü ki, yakalananı ülkenin bölünmesi tehlikesini bile görmekten, baskıcı ve buyrukçu tek adam yönetimi hırslarına dizgin vurmaktan aciz kılabilecektir. Ama unutmamak gerek: Birincisine “Askeri kırdırdı Enveri Paşa” diye türkü yakmış bu halk, günü geldiğinde elbette kendisine bütün bunları yaşatacak postmoderni için de benzeri bir türkü yakar. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle