18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 AĞUSTOS 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 ABD’nin Öngörüsü Gözü karartanlara karşı biz gönlümüzü karartmayacağız. Karartmıyoruz da... Derneklerimizi çalıştırıyoruz, dayanışmamızı pekiştiriyoruz, eleştirilerimizi sürdürüyoruz, haksızlıklara boyun eğmiyoruz, en azından ne olup bitiyor algılıyor ve sorguluyoruz. Direneceğiz ve kazanacağız. Çünkü biz, bir büyük devrime dayanıyoruz. Şöyle ya da böyle, geç ya da erken aydınlanma devrimi yaşamış toplumların geriye gidişleri zordur. Bilinçsiz kesimi bile aydınlanmanın ve uygarlığın tadına varmıştır. Yaşamına kattığı değerleri bilir. Unutmamak gerekir ki, toplumumuz zırt pırt özel yaşamına el atılmasını da pek sevmez. Ne içtiğine, ne Emekli diplomatyazar Daver Darende, son kitabı “Devler DevciklerTürkiye Üzerine Oynanan Oyunlar”da, eski ABD Başkanı Bush döneminin Dışişleri Bakanı Rice’ın 7 Ağustos 2003’te Washington Post gazetesinde yayımlanan ve Büyük Ortadoğu Projesi’ni anlattığı “Ortadoğu’yu Değiştirmek” başlıklı makalesini anımsatıyor. Rice, ABD’nin hedeflerini şöyle sıralamış: “ABD bu proje ile kendisine rakip olabilecek muhtemel bir gücün oluşmasını engellemeye çalışacaktır. Ortadoğu gibi son derece önemli, enerji ve petrol alanı zengin bir bölgeyi denetim altına alması zorunludur. İsrail’in güvenliği güçlendirilecektir.” Rice, Ortadoğu ile birlikte Kafkasya ve Orta Asya’da 22 ülkenin sınırlarının değişeceğinden de söz etmiş: “Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar Ortadoğu’da yer alan 22 devletin rejimleri, sınır ve haritaları değişecektir.” Aradan 10 yıl geçmeden Rice’ın öngörüleri yaşama geçti. Fas’tan Basra Körfezi’ne birçok ülkenin rejimi “Arap Baharı” denen işbirlikçi kalkışmalarla Şemdinli ve Foça TRT’yi “şeş”tirseniz de, açılıp saçılsanız da, Türk tanımlamasını anayasadan söküp çıkarsanız da, yerel özerkliği verseniz de durmayacaklar... Hedef, bir başka güdümlü bahar yaratmak çünkü. GÖRÜŞ METE YARAR Güvenlik Uzmanı Kazanacağız! yediğine, nasıl giyinmesi, nasıl konuşması, çocuğunu nasıl yetiştirmesi gerektiğine karışılmasını pek istemez. Çok gelişmemiş olsa da demokratik geleneğe sahiptir. Başına çöreklenenlerden hoşlanmaz. Padişahlık sevdasına düşenleri sezer, ensesinde boza pişirmek isteyenleri de. Çarıklı erkânıharp bile; sinsiyi, zulüm edeni, ikiyüzlüyü, işbirlikçiyi, zorbayı bilir; baktı baştakiler çok açık veriyor, desteksiz atıyor, güçten düşüyor, işine de geliyorsa altlarındaki koltuğu bir anda çekiverir. Biz, arı örneği, kovanımıza bal taşımaya devam edelim. Bugünler geçecek, beklediğimiz baharlar açacak, biz kazanacağız! Gitmediğiniz Karakol Sizin Değildir Çocukluğumuzda; gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür diye bir şarkı öğrenmiştik. Şarkıyı söylerken çocuk aklımla bile gitmediğiniz görmediğimiz yer bizim nasıl oluyor diye çok düşünmüştüm. Ve asla gitmediğim bir yerin bana ait olmayacağına karar vermiştim. Yıllar geçtikçe de bu şarkı sözünü hayat felsefesi kabul etmiş birçok bürokratı da sahada görmek zorunda da kaldım. Yaş olarak 30’un üzerinde olanlar hatırlarlar. Terör dahil birçok konuyu her sene bir “deja vu” şeklinde yaşarız. Neden bu kısırdöngüden çıkamadığımız sorusunun cevabını isterseniz birlikte bulmaya çalışalım. Japonya hükümeti ile birinci Irak Savaşı sırasında bazı konularda istişare etme fırsatı bulmuştum. Birinci günden başlayarak çalışma metodolojisi konusunda birbirimizle sık sık çatışma noktasına gelmiştik. Ben çalışma şekilleri konusunda onları eleştirip, “çok yavaş hareket ediyorsunuz” dedikçe bana “siz de etüt etmiyorsunuz” diyorlardı. Sorunun ana kaynağını bulmak kadar süreç analizi yapmanın da gerekliliğini, bir sorunu çözerken başka bir soruna yol açmamanın önemini savunuyorlardı. Belli bir süre sorunun çözümünü yerinde test etmeden bütün alanlara yayılınmaması gerektiğini savunuyorlardı. Aynı sorunu, başka kişilerin nasıl çözüme kavuşturduklarını yerinde incelemek gerektiğini vurguluyorlardı. Sürecin içerisine bütün ilgili kurumların ve sivil toplum örgütlerinin katılımını şart görüyorlardı. Sürecin sonunda değerlendirmeyi tarafsız birkaç kuruma yaptırmadan emin olmuyorlardı. Bu deneyimden sonra aramızda ne kadar büyük bir farklılık olduğunu yerinde tespit etmiştim. Birçoğumuz yukarıdaki çalışma şeklini okurken bile yorulmuşuzdur. Ama haklı olanlar onlar. Yukarıda saydığım işlemleri yapmadığımız için her defasında zaman, para ve en önemlisi hayatları kaybediyoruz. İlk karakol saldırısının bundan yirmi sekiz sene önce olduğunu düşündüğümüzde bu ihmalin büyüklüğü net olarak anlaşılır. Ya karakola gitmediniz ya da teşhiste bir hata yaptınız. Bu iki seçeneği de doğru kabul etsek bile hiç mi bir geri değerlendirmeyi yapma ihtiyacı duymadık, diye de sormadan duramıyorum. Karakollara saldırıların yoğunlaştığı dönemlerde, oldukça ilginç fikirler tartışmaya açılıyor. Bunların içinde, Irak hududuna duvar örülmesi ve tampon bölge oluşturulması gibi fikirler öne çıkıyor. Bu konuların tartışılması beyin jimnastiği açısından yararlı faaliyetler olsa da sorunun genel anlamında çözümüne yarar sağlamamaktadır. Hudut güvenliğini sağlamanın güvenlik sorununun yalnızca küçük bir parçası olduğu unutulmamalıdır. Asıl tartışılması gereken, karakolların duvarlarının ne kadar kalın olması gerektiğinden çok, reflekslerimizin neden gittikçe zayıfladığıdır. Güvenli olmayan sınırların uzunluğunun 2000 km’ye ulaştığı bu dönemde sınır güvenliğinin sınırlardan sağlanamayacağı bir gerçektir. Teşbihte hata olmaz derler, bundan sonraki dönem alan savunması yerine adam adama markajın öne çıkacağı bir döneme dönüşecektir. Bu da ancak iyi bir istihbarat örgütü ve uzman bir ekip tarafından yapılabilecektir. Güvenlik güçlerinin bu zor mücadelede ne yeni teknolojiye ne de kalekollara ihtiyacı vardır. Asıl ve tek ihtiyacımız olan, bu işi neden yaptığını güvenlik güçlerimize hatırlatacak koşulsuz ve samimi bir halk desteğidir. Belki de buna hepimizin ihtiyacı var. Fos! değiştirildi. Türkiye’de de AKP, BOP kilidine maymuncuk oldu. 1923 Cumhuriyeti yerine tam bağımlı, piyasasever ılımlı İslam federasyonunun temeline son taşlar konuyor. “Test uçuşunda” demişlerdi. “Vuruldu” demişlerdi. Fos çıktı. Az kaldı Suriye ile savaşa sokacaklardı. Ya girseydik? Üniversiteler sustu mu, susturuldu mu? Yoksa her ikisi birden mi? TÜMÖD Başkanı Prof. Dr. Alpaslan Işıklı’ya göre, üniversiteleri hedef alan baskıcı uygulamalar yoğunlaştıkça üniversitelerin suskunluğu artıyor. Üniversiteler kendilerine yönelik bakıcı ve hukuk dışı uygulamalar karşısında suskun kaldıkları ölçüde de bu tür uygulamaların ölçüsü büsbütün kaçıyor: “12 Eylül’ün eseri olan YÖK’ün üniversitelerin suskunluğa gömülmesinde rol oynayan başlıca unsur olduğunda kuşku yoktur. Ancak günümüzde üniversitelerin ve Üniversiteler Sustu mu? genel olarak aydınların başına getirilenleri yalnızca YÖK’le bağlantılı olarak açıklamak mümkün değildir. Bugün ne ile suçlandırıldıkları bir türlü anlaşılamamış olan yüzlerce bilim insanı ve aydın özgürlüklerinden yoksundur. Mevcut koşullarda neyin suç olduğu anlaşılmaz olmuştur. Tüm aydınlar gibi üniversitede görevli olanlar da, her an neyle suçlandıkları belli olmaksızın gözaltına alınma veya tutuklanma tehlikesiyle burun buruna olduklarının bilincindedirler. Böyle bir durumda suskunluğun giderek sözde bir kurtuluş yoluymuşçasına yaygınlaştığına tanık olmaktayız.” Konuşmak kadar, belki ondan daha çok, konuştuklarınızı duyurabilecek yollara ve vasıtalara sahip olmanın önemine de değindi Prof. Işıklı ve haklı olarak medyaya yüklendi: “Günümüzde üniversitelerin suskunluğunu eleştirmeyen köşe yazarı yok gibidir. Ne var ki bunlardan çok azı, üniversitelerden yükselen tepkilere köşelerinde yer vermektedir. Oysa tüm güçlüklere rağmen üniversitelerimizde çok sayıda öğretim üyeleri dernekleri kurulmuştur ve bunlar yurdun en ücra köşeleri dahildeğişik yerlerde faaliyetlerini sürdürmektedir. Tüm ülke çapında etkinlik gösterme kararlığıyla yola çıkan, mevcut dernekler içinde kuruluş tarihi itibarıyla en eskisi (1986) olan ve bazı illerde de şubesi bulunan bizim derneğimiz TÜMÖD, mevcut derneklerle uyum ve birliktelik içinde olmaya büyük özen göstermektedir.” KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ‘Anayasalı Devlet’ ve ‘Anayasasız Demokrasi’ Başvuru kaynaklarında “anayasa” tanımı şöyle yapılmakta: Anayasa, bir devletin temel kurumlarının nasıl işleyeceğini belirleyen, bazı ülkelerde yazılı, bazılarında ise yazısız genel kabul görmüş kurallar bütünüdür. Anayasa ile ayrıca kişilerin temel hak ve özgürlükleri güvence altına almıştır. (*) Anayasa, bir devletin yönetim biçimini belirtir. Devletin temel kanunudur. Vatandaşların temel hak ve görevlerini bildirir. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu çoğu ülkede anayasa, yazılı ve bütünsel bir belgedir. Bu tip ülkeler “şekli” anlamda anayasaya sahiplerdir. Oysa İngiltere’de yazılı bir anayasa yoktur. Buna ise “teamüli anayasa” denmektedir. Bu ülkede temel kurumların işleyişi yüzlerce yıllık geleneklere, yasalara ve belgelere göre düzenlenir. Ayrıca ‘anayasalı devlet’ ve ‘anayasal devlet’ ayrımına gitmek gereklidir. Bu ayrımda ise şekli anlamda bir anayasası olan devlet bu belgede modern anayasanın gereklerini yerine getirmiyorsa, yani devletin temel kurumlarının nasıl işleyeceği muğlak ve daha da önemlisi kişi temel hak ve özgürlükleri tam anlamıyla güvence altında değilse devlet anayasal bir devlet sayılmamakta sadece anayasa sahibi bir devlet anlamına gelen ‘anayasalı devlet’ sıfatını almaktadır. Buna karşın ister teamüli ister şekli anayasa sahibi olsun, eğer bir devlet temel hak ve özgürlükleri güvence altına almış ise bu devlet anayasal sayılmaktadır. Bugün İngiltere krallıkla (meşruti krallık) yönetilen bir ülke olmasına karşın, demokrat ülkelerin başında gelmektedir. Bunun nedenini de 13. yüzyılda, 1215 yılında İngiltere’de soyluların Magna Carta (Büyük Özgürlükler) adı verilen fermanı İngiltere Kralı’na kabul ettirip parlamento yönetimini oluşturarak “hukukun ve özgürlüklerin kapısını” dünya ülkelerine de açmasıdır. Uzmanlar, Magna Carta’nın günümüzdeki anayasal düzene ulaşana kadar yaşanılan tarihi sürecin ilk ve en önemli “basamağı” olduğu görüşündedir. 63 maddeden oluşan, 1215 yılında yürürlüğe konulan, Latincede Büyük Özgürlükler Sözleşmesi anlamına gelen Magna Carta Libertatum’un bazı maddeleri günümüz hukukuna da yol göstericidir. (*) “Madde 38 Bundan böyle hiçbir hâkim herhangi bir kimseyi ilgili olayda doğru ve güvenilir deliller ortaya koymadan dava edemez. Madde 39 Kendi zümresinden olanlar ya da ülkenin ilgili yasalarına uygun olarak verilen bir karar olmadıkça hiçbir özgür kişi tutuklanamaz, hapse atılamaz, mal ve mülkü elinden alınamaz, sürgüne yollanamaz ya da herhangi bir biçimde kötü muameleye maruz bırakılamaz. Madde 40 Kimseye hakkı ya da adaleti satmayacağız, men etmeyeceğiz ya da geciktirmeyeceğiz. Madde 45 Krallığın yasalarını bilmeyen ve bu yasalara tümüyle uyacağına kanaat getirmediğimiz kişileri hâkim, vali, şerif ya da sınırlı yetkili hâkim olarak atamayacağız.” İngiltere’nin “ileri demokrasiyi” uygulayan ülkelerin başında yer almasını sağlayan, 1215 yılında imzalanan “Magna Carta”dır. Dünyanın uygar ülkeleri, “hukukun ve özgürlüklerin kapısını” dünyaya açan, “Magna Carta Libertatum’a” (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) çok şey borçludur. Bugün bazı ülkeler krallıkla (monarşi) yönetilmelerine karşın, kendisine “demokrat” görüntüsü vermeye çalışan, “sözde demokrat” ülkelere demokrasi dersi de vermektedir. Büyük Britanya (İngiltere) (meşruti krallık), Belçika (meşruti krallık), Danimarka (meşruti krallık), Hollanda (meşruti krallık), İsveç (meşruti krallık), Kanada (meşruti monarşi), Lüksemburg (meşruti monarşi), Norveç (meşruti krallık) bu ülkelerin başında gelmekte. Özet olarak: Günümüzde, İngiltere’deki “anayasasız demokrasinin”, hak ve özgürlükleri, Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) ile birçok “anayasalı devletlerden” çok daha ileri düzeye taşıdığı açık ve seçik olarak görülmektedir. Kaynak: (*)Vikipedia HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullanacağından yazılarına bir süre ara vermiştir. BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1/ Mantıkta, bir 1 kavramın iki altsınıfa ayrılması. 2/ 2 İri yarı, güçlü kuv 3 vetli ve erkeksi ka 4 dın... Baryum elementinin simgesi. 5 3/ Yağı çok az olan 6 yemek için kullanılan sözcük... Bul 7 gur, biber, doma 8 tes, soğan ve may 9 danozla hazırlana1 2 3 4 5 6 7 8 9 rak asma yaprağına sarılıp çiğ olarak yenen bir 1 B U K A L E M U N yiyecek. 4/ Şarkı, tür 2 A C U R Ş İ V E kü... Kirli ya da donuk sa 3 T A R A K T A S rı renk. 5/ Avcının sak 4 AM İ P L İ lanıp av hayvanı bekle 5 H A K İ A H A R diği yer... Tokat’ın bir S I P A ilçesi. 6/ Zerdüşt dininde 6 İ N S A L A Ş ateş tanrısı... Dar ve ka 7 B E L 8 E M İ N Z A T İ lınca tahta. 7/ Teori. 8/ Sahip... Karagöz ve or 9 Ş İ F O N İ Y E R taoyununda Rum tiplemesine verilen ad. 9/ Osmanlı devletinin Kuzey Afrika’daki son topraklarını da yitirdiği antlaşmanın adı... Alkolsüz içecek; meşrubat. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir yerde çalışan işçilerin başı. 2/ Yoksullara yiyecek dağıtan hayır kurumu... “Ne zaman seni düşünsem / Bir ceylan içmeye iner” (İlhan Berk). 3/ Şarap mahzeni... Kayısı, elma, armut gibi meyvelerin kurutulmuşu. 4/ Halk şairi... Mora dönük canlı kırmızı renk. 5/ Bir mekânı örten kemerli yapı... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 6/ Bir sayı... Arap abecesiyle yazılan bir yazı türü. 7/ Koyu un çorbası. 8/ Tanrı buyruklarını yerine getirme... Bir nota. 9/ Gelecek... Aşık oyununda kullanılan, içi oyulup kurşun akıtılarak ağırlaştırılmış boyalı kemik. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle