22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 MAYIS 2012 PAZAR 8 İstanbul B Edirne Y Kocaeli B Çanakkale Y İzmir B Manisa Y Denizli B Zonguldak PB Sinop Y Samsun Y Trabzon Y Giresun Y Y Ankara 23 22 25 22 26 26 25 21 20 18 18 21 24 Eskişehir Konya Sıvas Antalya Adana Mersin Diyarbakır Şanlıurfa Mardin Siirt Hakkâri Van Kars Y Y Y B Y B B B B B PB PB Y 20 25 20 23 26 26 28 30 24 26 21 19 19 Oslo B Helsinki B Stockholm PB Londra PB AmsterdamB Brüksel B Paris B Bonn B Münih Y Berlin B Budapeşte Y Madrid B Viyana Y HABERLER 26 20 20 25 23 24 24 25 20 23 24 29 22 Belgrad Y 24 Sofya Y 18 Roma PB 26 Atina Y 26 Zürih B 24 Moskova Y 16 Aşkabat B 31 Taşkent Y 33 Baku Y 24 Bişkek B 32 Tiflis B 29 Kahire B 35 Şam B 33 Ülke geneli parçalı ve çok bulutlu, Marmara’nın güney ve batısı, Kuzey ve İç Ege, Akdeniz bölgesinin iç kesimleri, İç Anadolu’nun doğusu, Orta ve Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu’nun kuzey ve batısı ile Eskişehir, Ankara, Konya, Karaman, Bolu, Yalova, Sakarya, Bilecik, Bingöl ve Muş çevrelerinde aralıklı sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 27 Mayıs GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK ? Baştarafı 1. Sayfada kalınsa / Canı sağolsun / Garibansa… / Vatan sağolsun” diyor. Kitabın her sayfası, Yılmaz’ın Öz’ünü ve Dil’ini yansıtıyor. Çağdaş, Atatürkçü aydınlığa gönül vermiş, bir elin parmakları kadar az sayıdaki yazarlardan biri Özdil, yazılarında; olayların akışı içinde gizlenen gerçekleri alaylı, ama açık, özlü bir dille okuruna ulaştırıyor... İzmir’e sevdalı. Yazılarında, ara sıra göründüğü TV söyleşilerinde, İzmir’den, 18 yaşındaki bir gencin ilk aşkını anlatır gibi söz ediyor. Ne zaman İzmir’den söz ettiğine tanık olsam; çevremdekilere içimden “İzmir’i sever misiniz?” diye sormak geçiyor. ??? Ben İzmir’i severim. Öyle böyle değil. Yıllarca önceden başlayan bir sevgidir bu. İzmir’den söz edilince, o güzelim kentle ilgili anılarım birden belleğimde canlanıveriyor. İzmir’le tanışıklığım geceleri Demokrat İzmir gazetesine telefonla haber yazdırdığım günlerde başladı. Demokrasi çalkantılarının yaşandığı 194650 arası günlerin gözde gazetesi Vatan’ın (gazete temsilcilikleri falan yoktu) Ankara muhabiri Sabahattin Sönmez, aynı zamanda Demokrat İzmir gazetesinin muhabirliğini yapıyordu ve ben de yardımcısıydım. O zamanın tek iletişim aracı, telefonla geceleri Vatan’a verdiğimiz haberleri Demokrat İzmir’e yazdırıyordum. Sonraları kenti tanıdım. Otelse Konak Oteli. Saatlerce süren dostluk, arkadaşlık söyleşileri ise Birinci Kordon’daki lokantalar… Ya İzmir deyince, İzmir siyasal nabzı denilince akla gelen, (sonradan ‘asfalt’ diye bir de sıfat kazanan) zekâ, espri kaynağı, uzun yıllar Belediye Başkanı Osman Kibar… Birlikte İngiltere gezisi anıları… İzmir medyasının unutulmaz isimlerinden rahmetli İlhan Esen’le telefonda başlayıp İzmir’de süren, daha sonra, o İzmir’de, ben Ankara’da, Hürriyet’te buluşmamız. Adam gibi adam, patron gibi patron Erol Simavi’nin sık sık gittiği İzmir’de Kordon’daki lokantada kentin ünlü kişileri dostlarıyla buluştuğu akşam yemeklerinde izlediğim tadına doyulmaz sohbetler… Hürriyet’te çalışırken görevle İzmir’e gittiğimde otele uğrayıp doğru Cumhuriyet’e, Hikmet Çetinkaya’nın bürosuna gittiğim günler… Daha sonra Uğur Mumcu, Hikmet’le seçim gezileri... Fethiye’de buluşmalar. Son zamanlarda gidemediğim İzmir’i ve İzmir sevgisini, insanlarını gönlüme kafama kazıyan günlerdi, o günler… Daha nice anılar… ??? Fakat ne etsek, ne yapsak kalem bulaşmış bir kez siyasete. Öyleyse? Özdil’le başladık, bir yazısından alıntıyla devam edelim. O yazısında Özdil; “İstifa eden (Org. Hasan Aksal) Hava Kuvvetleri Komutanı için önemli değil deyip, Hava Kuvvetleri Komutanı olması gereken orgeneral’i (Org. Bilgin Balanlı) hapse tıkıp, terfide birinci ikinci sırada bulunan korgeneralleri tutuklatıp, Hava Kuvvetleri’nde orgeneral kalmadığı için, mutlaka orgeneral rütbesine yükselmesi beklenen iki korgeneral’i yerinde saydırıp… 23 senedir, tekrar yazayım 23 senedir muharip görev almayan, normalde beş sene yeterliyken, tuğgeneral olmak için bile dokuz sene bekletilen, filo komutanlığı verilmeyen, 10 senedir Hava Kuvvetleri Karargâhı’nda bulunmayan, kariyeri ulaştırma ve lojistikten olan, emekliye ayrılmasına kesin gözüyle bakılan korgeneral’i apar topar orgeneral yapıp, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na oturtan kim? Ben herhalde!” diyor. ??? Yılmaz’ın niteliklerini sıraladığı “o korgenerali” (Mehmet Erten) apar topar orgeneralliğe terfi ettirip, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na RTE hükümetinin oturttuğunu cümle âlem biliyor. Cümle âlem biliyor ki; RTE demokrasisinde bir tarafa işleyen yargı tutuklamasaydı, 30 Ağustos’ta anasının ak sütü gibi tertemiz siciliyle Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na atanacak olan, hâlâ Hv. Orgeneral Bilgin Balanlı... …tutukevinden, savcının ve mahkemenin birini bile dikkate almadığı sahte dijital verilerle hapsedilen yüzlerce TSK personelinin durumunu irdelerken; “Şimdi asıl sorulması gereken, (TSK’ye) bu komployu kim yaptı sorusudur” diyor ve kimi ifade ve yazıları örnekleyerek TSK’ye karşı girişilen komployu açıklıyor. Örneğin 2004 yılında, Fethullah Gülen’in Onur Başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Abant’ta düzenlediği toplantıda, “TSK ile mücadelenin stratejisinin görüşüldüğü ve belirlendiğini”, orada bulunan gazeteci Alper Görmüş’ün 4 Kasım 2011’de Taraf’ta yayımlanan yazıyı gösteriyor. Gönderdiği mektubunda “İşte komplonun ayak izleri” diyor ama: RTE’nin yarattığı korkunun girdabında, ne ayak izlerinin kime ait olduğunu araştırıp üzerine giden var... ne de izlerin sahibini araştıran! Başbakan Tayyip Erdoğan, önceki gün ve dünkü açıklamalarında yeni bir tartışma başlatarak “Her kürtaj bir cinayettir, bir Uludere’dir. Buna kimsenin müdahale etme hakkı olmamalı” değerlendirmelerini yaptı. Son dönem yaşadıklarımız, Erdoğan’ın bu tür her açıklamasını aynı doğrultuda kaygı verici bir yasal düzenlemenin izlediğini öğretti bize. Başbakan’ın “dindar nesil” arzusu doğrultusunda 8 yıllık kesintisiz eğitim bölünürken, “muhafazakâr sanat” tartışmalarının ardından da şehir ve devlet tiyatrolarının özelleştirilmesi noktasına geldik. Erdoğan’ın kürtaj konusundaki son açıklamaları da büyük olasılıkla 1983 yılında çıkarılan ve ailelere istenmeyen gebelikleri sonlandırma tercihi tanıyan 2827 sayılı Aile Planlaması Yasası’nı hedef almakta. Erdoğan’ın yaklaşımını, ülkemizde kadın sağlığının hızla iyileşmesinde devrim niteliğindeki o yasanın çıkmasında büyük emeği geçen, Türkiye’nin önde gelen ana çocuk sağlığı ve aile planlaması uzmanlarından Prof.Dr. Ayşe Akın ile Türk Tabipler Birliği Genel Sekreteri Dr. Feride Aksu Tanık ile değerlendirdik. Başta Erdoğan ve kurmayları olmak üzere, kürtaj tartışmasına katılacak tüm tarafların karar vermeden önce, bu değerli uzmanların uyarılarına kulak vermesinde yarar var. Hacettepe’de 42 yıllık hizmetinin ardından Başkent Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanlığı ve Kadın Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Araştırma Uygulama Merkezi Müdürlüğü görevlerini sıradayız. Bu uçurumu daha da açmak mı istiyoruz?” sorusunu yöneltiyor. GÜNDEM ? Baştarafı 1. Sayfada MUSTAFA BALBAY etmeyin İlkelliğe mahkum Doğurmama Tercihi Temel İnsan Hakkıdır yürütmekte olan Akın, kürtaj karşıtı görüşlere karşı şu temel noktaya dikkat çekiyor: Hedefi yasaklamak nne ölümleri böyle azaldı “Türkiye’de anne ölümlerini azaltan en önemli faktör Aile Planması Yasası ve istenmeyen gebeliklerin sonlandırılmasına izin verilmesidir. 1965 Nüfus Planlaması Yasası’na kadar yılda 10 bin kadın istenmeyen gebelikleri sonlandırmaya bağlı nedenlerden ölüyordu. Nusret Fişek, Hüsnü Kişnişçi, Ziya Durmuş, Nejdet Erenus gibi hocaların önderliği ile bu acı gerçek görüldü ve 1965 yasası çıktı. Orada kürtaja yalnızca medikal durumlarda izin veren düzenleme getirildi. Ancak bir miktar azalma olsa da, kadın ölümleri devam etti. Yaklaşık 300 bin düşük oluyor ve bunun 50 bini sağlıksız koşullarda yapılıyordu. Bunun önüne geçmek için 1983 yasasıyla hem aile planlamasının daha iyi uygulanması için ebe hemşirelere rahim içi araç uygulama yetkisi verdik. Hem de 10 haftaya kadar gebeliklerin sonlandırılabilmesini yasallaştırdık. Bu önlemler sayesinde düşük nedeniyle ölümlerde dikkat çekici düşüş sağladık. Önceden anne ölüm A hızı, ‘100 bin canlı doğumda 250’ iken, bu yasalar sayesinde bugün bu oran ‘100 bin canlı doğumda 28’lere düşürülmüştür.” Dr. Tanık ise sağlık endişelerinin yanı sıra konunun bir o kadar önemli olan diğer boyutuna dikkat çekiyor: “Doğurma ya da doğurmama tercihi temel bir insan hakkıdır. Kürtajı yasaklamak bu temel hakkı kadınların elinden almak demektir. Türkiye’nin doğurganlık oranı ortalama 2.15 gibi gayet normal bir oran. Bu oranın korunması 2040’lara kadar nüfusun azalmadan yenilenmesine olanak sağlıyor. Bunun ‘üç çocuk, beş çocuk’ diyerek arttırılmasına ihtiyaç yok. Aile planlamasına karşı çıkarken bir de kürtajı yasaklamanın sonucu bellidir: Sürekli doğurup eve kapanarak çocuklarına bakmak zorunda kalan kadınlar...” Prof. Akın da bunun kadın erkek eşitsizliğini daha da derinleştireceğine işaret ederek “Kadını kontrolü dışında doğuma teşvik etmek, ekonomik özgürlüğünü elinden almakla eşanlamlıdır. Kadın erkek eşitliğinde şu anda bile 135 ülke arasında 122. Kadın eve kapanacak Kürtajın yasaklaması durumunda karşımıza çıkacak tabloyu ise şöyle tarif ediyorlar: “Rahim içine şiş sokma, ebegümeci, Aspirin koyma, yüksekten atlama, ağır kaldırma gibi ilkel yöntemlere dönülecek ve gebelik nedeniyle ölümler yeniden yükselişe geçecektir. Bir Başbakan, Türk kadınını bu ilkel metotlara mahkum etmemelidir.” Erdoğan’ın kürtaja karşı çıkma gerekçelerine de Akın ve Tanık’ın akılcı ve somut iki önerisi de var: “Çocukların yaşama hakkını savunuyorsanız, asıl önceliği sayıları yılda 35 bini bulan ölü doğumlar ve doğum sonrası ölümlerin önlenmesine verin. Yok ille de kürtaja karşıysanız bunu önlemenin yolu da bireylerin temel insan hakkı olan doğurganlıklarının düzenlenmesi tercihini elinden almak yerine, yeterli ve nitelikli aile planlaması hizmeti vermektir. Koruyucu sağlık hizmetlerine erişimi kolay ve bedelsiz hale getirin!” ??? Terazinin kefelerindekiler belli... Bir yanda, ya sürekli doğurarak eve kapanan ya da gebeliğini ilkel yöntemlerle önlemek isterken hayatını kaybeden kadınlar... Diğer yanda ise üreme ve toplumsal hayata katılım hakkını elinde tutan, erkeğiyle eşit kadınlar... Kürtaj tartışmasının taraflarına sormak lazım. Sizin tercihiniz hangisinden yana? Polis, otobüste müzik çalan şoförü önce uyardı, sonra... Kürtçe gözaltısı MAHMUT ORAL ? WASHINGTON (AA) ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, İstanbul’da yapılacak Terorizmle Mücadele Küresel Forumu toplantısına katılmak ve çeşitli temaslarda bulunmak üzere 7 Haziran’da Türkiye’yi ziyaret edecek. C MY B C MY B Clinton Türkiye’ye geliyor DİYARBAKIR AKP hükümetinin Kürt sorununun çözümü konusunda özellikle de Kürtçenin hayatın birçok alanında serbest olduğuna ilişkin iddiası havada kaldı. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in hayatının anlatıldığı ve TRT Şeş’te yayınlanması beklenen belgeselin Kürtçe çekimlerinin yapıldığı gün, Kürtçe müzik çalan bir otobüs şoförü gözaltına alındı. İddiaya göre, Diyarbakır’da şehir içi yolcu taşımacılığı yapan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Özel Halk Otobüsü sürücüsü Kadri Pervane (29), otobüste Kürtçe müzik dinlemeye başladı. O sırada otobüste yolcu olarak bulunan sivil polis, Pervane’yi Kürtçe müzik çalmaması konusunda uyardı. Sivil polis, Kürtçe müziğin yasak olduğunu söyleyerek müziğin kapatılmasını istedi. Bunun üzerine şoför ile polis arasında tartışma çıktı. Birkaç yolcunun da tartışmaya katıldığı belirtilirken polisin yardım istemesi üzerine resmi ekipler gelerek aracı bağladı ve şoför Pervane’yi de gözaltına aldı. Kürtçe müzik ve kasetin bu ülkede serbest olduğunu bildiklerini söyleyen Özel Halk Otobüsleri Odası Başkanı Fesih Kaya “Maalesef Kürtçe müziğin yasak olduğunu öğrendik. Sayın bakanlarımız ve diğer yetkililer çıkıp Kürtçe konuşuyorlar. Kürtçenin serbest olduğunu söylüyordu görüyoruz ki bu ülkede halen Kürtçe serbest değilmiş” dedi. 25 asır sonra beraat etti ? Atina’da kurulan temsili bir mahkeme, MÖ 399 yılında “tanrılara saygısızlık ve gençleri baştan çıkarmakla” suçlanarak ölüm cezasına mahkum edilen Yunan filozofu Sokrates’in masum olduğuna karar verdi. Onasis Kültür ve Sanat Merkezi’nde, davacı ve davalı makamlarını Avrupalı ve Amerikalı ünlü hukukçuların oluşturduğu temsili mahkeme Sokrates’i yeniden yargıladı. Jüri heyetinde vatandaşların da yer aldığı duruşma sonunda yapılan oylamada, yargıçların kararı 5’e karşı 5 ile eşit gelirken davayı izleyenlerin büyük çoğunluğu oyunu Sokrates’in masum olduğu yönünde kullandı. Sokrates, ölüm cezasına çarptırılmasının ardından kaçma önerisini geri çevirip Atina yasalarının öngördüğü şekilde baldıran zehiri içerek intihar etti. (AA) Bugün ilk haftanın sonuçlarını aktarmak ve en çok merak edilen sorulara yanıt vermek istiyorum. Takipçiler doğal olarak, benim cezaevi koşullarında sosyal medyayı nasıl kullandığım sorusuna yanıt arıyorlar. Silivri Cezaevi’nde internet yasak. Haftada sadece 2 saat bilgisayar odasına gidip savunma yazma ve dijital iddianamelerle eklerini inceleme izni veriliyor. O bilgisayarlar tamamen dış bağlantılara kapalı. Ben, avukatlarım aracılığıyla sosyal medyaya ulaşıyorum. Onlar mesajları kâğıda döküp bana getiriyorlar. Ben de elle mesajlarımı yazıp onlara veriyorum. İşlemleri yürütmeyi çok güvendiğim birkaç dostuma emanet ettim. Benimle iletişim kurmadan adım atmıyorlar. Benim el yazılı mesajlarımı dijital ortama aktardıktan sonra o yazıların fotoğraf halini yine sisteme koyuyorlar. Bunlar bugün için sıradan bir “insanlara ulaşma çabası” gibi görülebilir ama, bu acılı günleri aştığımızda bir “destan” değerinde olacağını düşünüyorum. Buna emek veren dostlarımın hakkını da ancak o günlerde ödeyebileceğim. ??? Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde birinci sınıfın sonlarına doğru baraka kantinde imza toplamak gerekti. Bizim sınıftan herkesi tanıyan bir arkadaş öğrencilerin ismini yazıyor, soyismini kendisine soruyordu. Sıra bana gelince isim bölümüne “Balbay” yazdı, “Soyismin neydi?” diye sordu. Okul yıllarından beri çevremdekiler beni genellikle soyadımla çağırırlar. Bu nedenle zorunlulukla da olsa sosyal medya adreslerimin, twitter.com/balbaymustafa, facebook.com/balbaymustafa olması ters değil. Birinci haftanın sonunda sosyal avukatlarımın getirdiği döküme göre her iki adreste de 5 haneli rakamlara ulaşılmış. Sosyal avukatlarım her yeni görüşmede sayının arttığını söylüyorlar. Facebook’un ülkeler ve şehirler sıralamasını da getirdiler. Mesajların yüzde 80’i Türkiye’den. Yabancı ülkeler sıralamasında ilk 6 şöyle: Almanya, ABD, Hollanda, İngiltere, Kıbrıs, Fransa. İlk 7 il de şöyle: İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Mersin, Eskişehir. Zindanlar sadece içeriden dışarıya doğru değil, dışarıdan içeriye doğru da yıkılır. Bu yelpaze beni sevindirdi. İletişim çağının katılım çağına evrildiği bu dönemde birbirimize ulaşabildiğimiz kadar varız. Bu çabalarımın salt kişisel olmadığını bir kez daha paylaşmak isterim. Sosyal medyaya katılımımı sağlayan dostlarım, sosyal avukatlarım “Balbay’a Özgürlük Girişimi” zemininde bir araya geldiler. Bu da salt Balbay’ın özgürlüğünü sağlamak için oluşturulmuş bir yapı değil. Köşe yazılarımla, duruşma konuşmalarımla, kamuoyuna açık mektuplarımla, CHP’nin il kongrelerine o ile özel yazdığım mesajlarla, yazdığım kitaplarla bir mücadelenin içindeyim. Bu mücadelem adalet arayan, özgürlük isteyen herkes için. Mücadele gücünü her şeyden önce başarıya ulaşacağımıza olan inancımdan alıyorum. Bu inancı paylaşanlar da beni güçlendiriyor. Balbay’a Özgürlük Girişimi işte bu inancın zemini. ??? Balbay’a Özgürlük Girişimi’nin ilk girişimi İzmir Kitap Fuarı olmuştu. Onu iki hafta art arda paylaştım. İkinci girişimi ise 20 Mayıs Pazar günü İstanbul Adalar’da oldu. Adalar Belediye Başkanı, adaşım Dr. Mustafa Farsakoğlu’nun kurumsal, kişisel, ailesel desteğiyle, Ada Gönüllüleri Derneği’nin katılımıyla “Milletvekillerini Meclis’te istiyoruz” mesajları havalandı martıların kanatlarından. Ankara’ya kadar ulaştı mı bilmem ama Silivri’ye kadar ulaştı. Bu mesajların benzerinin aynı gün Akhisar’dan 553. Çağlak Festivali CHP standından yola çıktığını Twitter mesajından öğrendim. Sevgili dostlar, Hiçbirimiz hepimiz kadar güçlü değiliz. Bütün iletişim ve katılım olanaklarını kullanarak bunu haykırmak, kanıtlamak istemez misiniz? Ben isterim... Kırmızı liste uyarısı BAHADIR SELİM DİLEK Rumların Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz ihalesine çıkması Ankara’yı harekete geçirdi ANKARA Kıbrıs Rum Kesimi’nin Doğu Akdeniz’de de tek yanlı münhasır ekonomik bölge ilan ettiği ve 12 parsele ayırdığı alanda, 2. tur hidrokarbon arama ihalesine çıkması Ankara’yı harekete geçirdi. İkinci tur imtiyaz hakkı ihalesine 15 teklif sunulduğu açıklanırken Türkiye bu şirketleri yakın takibe aldı. Türkiye’nin resmi ve gayri resmi “sağduyu” çağrısına kulak vermemeleri durumunda söz konusu şirketler kırmızı listeye alınacak. Rum yönetiminin belirlediği 12 parselden 9’u için İngiltere, Fransa, ABD, İsrail, Hollanda, Güney Kore, Rusya, Malezya, İtalya, Avustralya, Norveç, Kanada, Güney Kıbrıs ve Lübnan’dan 5’i şirket, 10’u konsorsiyum olmak üzere toplam 15 teklif geldi. Antalya açıklarında yer alan 1 ve 4 numaralı parsellere başvuru olmazken KKTC ile Lübnan arasındaki bölgede 13 numaralı parselle de ilgilenen olmadı. Teklif veren şirketler arasında Malezya’dan Petronas, Fransa’dan Total, Rusya’dan Novatek, Güney Kore’den Kogas ve İtalya’dan ENI var. Dışişle ri Bakanlığı 18 Mayıs’ta şirketleri ihaleden çekilmeye çağırdı. Şirketlerin ve konsorsiyumların Rumların ihalesinden çekilmemesi durumunda, B planı uygulamaya konulacak. Bu çerçevede konsorsiyumlarda yer alan şirketler de dahil olmak üzere, “kırmızı liste” uygulaması başlatılacak. Bu şirketlerin Türkiye’de süren işleri engellenmeyecek ancak ihalelere girmeleri ya da Türkiye’de iş yapmaları engellenecek. Rumlar, geçen aralık ayında, 12. parselde doğalgaz bulduklarını açıklamış, Amerikan Noble şirketi sondaj yapmıştı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle