26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 NİSAN 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 19 Dünyanın bütün cadıları, birleşin! ayın Zeynep Altıok, Aziz Nesin kışkırtmasaydı da babam ölmeseydi diye kafanızdan geçti mi? Sayın Fazıl Say, siz de ara sıra belki ben de böyle ifadeler kullanmasaydım insanlar bana bu kadar saldırmazdı diyor musunuz? Yani bir özeleştiri yapıyor musunuz? Çok zor bir dönemden geçiyoruz, belki de bu dönemde bazı şeyleri söylememeyi seçmek gerek. Ama bu sansür olur. Evet sansür olur, ama halkın istediklerini de dikkate almalıyız. Bu alıntıların ilki, kelimesi kelimesine olmasa da bir milletvekili hanıma; ikincisi bir TV program sunucusu hanıma ait; üçüncüsü, iki tiyatro sanatçısı arasında TV ekranlarında geçen bir tartışmadan aklımda kalan önemli bir parantez. ? İşçi sınıfının , eme ezilenlerin, tüm kçilerin, dünya halklarının 1 M ayıs bayramını bu duygularla kutlu Dünyanın bütü yorum. n cad birleşiniz, üzeri ıları nde yakıldığınız od un yığınlarınızda kaybedecek bir n başka şeyiniz yoktur diyorum. yaklaşık 400 yıl geçmiş iken, Afrika’dan gelmiş bir topluluktan Shakespeare izliyorum. Her şey de o kadar kötü değil bu dünyada…” 1’i Kırmızı... “Bahar gelince ben...” Manavda ilk kırmızı müjdeyi gördüm, “Erkencisin” dedim, sonra da küstürdüm mü acaba diye gönlünü almak için “İyi ki erkenden çıkmışsın” dedim: “Bak bayrama da yetiştin!” Gülümsedi mi yoksa bana mı öyle geldi, bilemedim. Kırmızı ya, gülümseme gibidir. Sonsuz bir şölenin kapılarını o kırmızı gülümsemesiyle açacak gibidir. Yeni bir dünyanın kapılarını, özgürlüğün, aşkın ve bunları söyleyince kendini bazen kırmızı bir müjde gibi erkenden ortaya atan, bazen de âşıklarını beklemekten solduran, öldüren ve geç kalmak bir yana hiç gelmeyen, yoksa hiç gelmeyecek mi, devrimin de kapılarını açacak gibidir... Diye bahar gelince ben, kırmızı bir gülüş görünce ben, yaşına başına bakmadan yeniden umutlanan ben ve Terzi Fikri’miz gibi hâlâ devrim fikriyle yaşayan ben, böyle her şeyi hayra yoran ben, onu da devrime yoran ben, şimdi çilek bu bahar erkenci, acaba devrim yakında mı diye erkenden uykulara giderim. Kendisini değilse bile rüyasını görmek için devrimin. Bir de baktım, bahçeden komşumuz apartmanın mor salkımı tepeden tırnağa uzun bir yol olmuş, daha da gidiyor, acaba düşlerimize kadar tırmanır mı, tırmanıp da “Ben geldim, kırmızının kardeşiyim, o kırmızı bir gülüşken ben de mor bir isyanım, beni de düşlerinize sayın!” dese ne güzel olurdu diye bir yol da ordan heveslendim, dedim ki bahçeyi hiç bu kadar morla sarmaş dolaş görmemiştim, ilktir, hayırdır, düştür. “Gelen her güzle önümüzdeki duvar biraz daha yükselirdi. Zaman zaman aramızdan birileri çıkardı. Ozan, soytarı, bilge ya da çılgın. Yüreklerindeki ölü ozanın sesini bastıramaz ve ‘Bahar isyancıdır’ diye bağırırlardı. ‘Güz yasalarına boyun eğmeyeceğiz. Aşacağız duvarlarını geleceğin. Biz çok eski ve çok genç bir halkız. Kimse durduramaz ırmağını zamanın.’” Baharın ozanı Onat Kutlar önce “Bahar İsyancıdır” dedi, sonra da o çağrıya uyanların gözleri, yürekleri için de şunu diledi: “Yeter ki Kararmasın.” Kim katılmaz, karardıkça, karanlıkta kaldıkça, aydınlık için, birbirimizi yüreklendirmek, yalnız değiliz demek için, en çok da düşlerimiz için diliyoruz bunu. Kırmızı bir açılış yapar bahar, ardından morlar, yeşiller, maviler, sarılar ve komşuları, akrabaları, arkadaşları, yoldaşları bir gökkuşağı gibi renklendirirler Mayıs’ın göğünü, gününü ve yüzünü. Ama Mayıs’ın 1’i kırmızıdır. 2’si mavi olsun, 3’ü mor, 4’ü sarı, 5’ini 6’sına bağlayan gece eskiden Hıdrellez’di, işte gökkuşağı tam orada, o anda çıkardı ve karmakarış mı olurduk bakışgörüş mü, sarmaşdolaş mı, olurduk işte. O gün gözyaşlarının renkli aktığı söylenir, eh bu da insanların gökkuşağına bakıp sevinçten ve mutluluktan ağladığına, gözyaşlarının da bu yüzden renkli olduğuna delildir. Sonra Ece Ayhan’ın “Yort Savul” şiirindeki dizesiyle “tarihe ağarken üç ağır yıldız”, yani Deniz, Yusuf ve Hüseyin adlı üç fidan, biz bunu unutmayız, çocuklarımız da bunu unutmayacak, insan bunu unutmaz, o “uzun gecenin üç ecesi” oldular. Ece Ayhan, Pir Sultan Abdal’ın kızkardeşinin “Ecemi astılar kanlı Sıvas’ta” dediğini yazar, Ece, Anadolu’da “ağabey” anlamına da kullanılır. Üç fidana kıydıkları o geceden beri ben de bilemedim gecenin rengini. Gözyaşlarımızsa “Kanlı yaş akıttım baharda güzde” dediği gibi oldu türkünün. Bahar ya, bir de Mayıs, yani Mayıs’ın 1’i yarın, renkli başladı yazı renkli bitsin istedim. Ahmet Haşim üstadımızın “Bahar bizzat çingenedir” dediği unutulur mu, unutulmaz, “çingene de bizzat kırmızı”dır, öyleyse başka ne unutulmaz bu allı şallı günde, elbette Nâzım Hikmet: “Ve elbette ki sevgilim, elbet, / Dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, / Dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla / Bu güzelim memlekette hürriyet!” Muhafazakârlığın manifestosunu yayımladıkları bugünlerde, baharın her rengiyle bir gökkuşağı oluşturmak, doğanın, hayatın ve sanatın manifestoya gereksinimi olmadığını göstermek ve insanın, hayvanın, bitkinin birlikte, eşitlik içinde, özgürce yaşayacakları bir hayat ve tabiat için yarın 1 Mayıs. Sosyalizm düşünü ve özlemini bir kez daha paylaşacağımız evvelbahar, evvelbayram. Kutlu olsun. S Müzikleriyle, şarkılarıyla tertemiz bir çalışma “Chicago” müzikali… Londra’dan çağrışımlar Oysa bir haftalığına da olsa ne güzel kurtulmuştum bu kısır, bunaltıcı, tüketici, saçma sapan tartışma ortamından ve gündeminden. Londra’da National Gallery’ye yeni getirilmiş bir Tiziano tablosunu hayran hayran seyretmiş, Rönesans dönemi İtalyan ressamlarının tablolarında niye bu kadar sıklıkla sarıklı “Türk” figürüne rastlandığı üzerinde kafa yormuş, Rafaello’nun ayrıksılığı karşısında bir kez daha soluğum kesilmiş; yağmur ve rüzgâr altında da olsa Stonehenge’i gezmiştim. Zamana direnen o dilsiz taş kütlelerinin içlerin de türlü çeşitli sözler barındırdığını düşünürken gökyüzü ile yeryüzü arasında bir ben bir de çember halinde dizili megalitler kalmıştık sanki. Sevgili dostlarım Levent ve Şule ile el ele tutuşup yere uzandığımızda varoluşun anlamı üzerine sözle ifade edilemez bir hüzün oturmuştu içime. Sonra tiyatrolar… İllüzyonla illüzyonun yaratımını aynı anda sergileyen, bir lego gibi farklı farklı parçaları bir araya getirerek muhteşem sahne resimleri oluşturan bir yaratıcılık örneği: Julie Taymor’ın “Aslan Kral”ı… Oyuna göre küçük sayılabilecek bir sahnede, biraz da orkestra için bulduğu çözümün esiri olmuş ama müzikleriyle, şarkılarıyla tertemiz bir çalışma olan “Chicago” müzikali… (Yine de filmi her bakımdan daha çok beğendiğimi söylemeliyim.) Aklıma takılan ve ruh sağlığımı korumak adına derhal kovduğum “Acaba bizde bugün bu haliyle sahnelense ‘müstehcen’ diye nitelenir ağdurdan beklenen Sonra Türkiye’ye ve yazımın başına dönüyorum. İçimi yine aynı tatsız bunaltı duygusu, aynı kısır çekişme havası istila ediyor, hava kirliliği dönemlerinde açık camdan evin içine dolan o boz bulanık, pis, yapışkan is gibi bir şey çöküyor ciğerlerime. Nefes alamıyorum. Alıntıladığım ve örnekleri ne yazık ki çoğaltılabilecek bu söylemlerin hepsinin ortak bir paydası var: Mağdur kendi davranışlarını gözden geçirsin. Sanki bir savaş yaşanmış, savaşta mağlup olan bir taraf var, galipler de şimdi kendi kurallarını dayatacaklar, ama istiyorlar ki bunu mağlupların da rızasıyla yapsınlar, dolayısıyla özeleştiri bekliyorlar. Bunu kâh doğrudan kendileri dile getiriyorlar, kâh bu sözde savaş havasını bilinçli ya da bilinçsiz olarak içselleştirmiş aracılara, tercihen de medyaya ihale ediyorlar. Bir telaş, bir telaş… Aman nedamet getirin… Yoksa? Yoksa ne? Aziz Nesin’i bir daha mı öldüreceksiniz? Fazıl Say’ı? Bir zamanlar Ahmet Kaya’ya yaptığınız gibi Türkiye’den mi süreceksiniz? Habertürk kanalının yaptığı ve sunucu hanımın “Etik açıdan bir sorun görmüyorum” diye savunduğu “Gitsin mi kalsın mı?” anketleriyle, “demokratik” yoldan mı yapacaksınız bunu? Sanat yönetmenliğini üstlendiğiniz tiyatrolarda, “Aman şu dönemi geçelim, belki bize de daha parlak bir istikbal görünür” diye gizli sansür mü uygulayacaksınız? M mi” sorusu… Dönüşten bir gün önce de 2012 Dünya Shakespeare Festivali’nin (37 dilde 37 Shakespeare oyunu) açılış oyunu olarak Globe Tiyatro’da Güney Afrika’dan Isango Ensemble tarafından sergilenen “Venüs ile Adonis”, (Bizden de Haluk Bilginer ve Oyun Atölyesi 26 Mayıs’ta “Antonius ile Kleopatra”yı oynayacaklar) opera renkleriyle Afrika ritmlerinin, dansın ve ritüelin iç içe geçtiği, çok keyifli bir gösteri. İçim ferahlıyor: “Shakespeare’in tiyatrosunda, onun ölümünün üzerinden Louis Armstrong’un unutulmuş kaydı ? ANKARA (AA) Caz müziğinin efsane isimlerinden Louis Armstrong’un ölümünden kısa bir süre önce yaptığı kayıt, ilk kez yayımlandı. Armstrong’un doktorlarının tavsiyesini kulak ardı ederek Ocak 1971’de Washington’daki Ulusal Basın Kulübü’nde verdiği beş şarkılık konserin kaydı, CD olarak yayımlandı. Armstrong’un İngiliz gazeteci David Frost’un ev sahipliği yaptığı gecede seslendirdiği şarkılar, sınırlı sayıda plak yapılmış, bu plaklar yıllar içinde unutulmuştu. Plaklardan birinin kulüpte bulunması üzerine yeniden ortaya çıkarılan kayıt, internetten de indirilebilecek. UNESCO 30 NİSAN’I DÜNYA CAZ GÜNÜ İLAN ETTİ Özgürlüğün sesi UĞUR HÜKÜM Kurt Masur iyileşiyor ? Kültür Servisi Geçen hafta Paris’te Ulusal Fransa Orkestrası’nı yönetirken dengesini kaybederek düşen eski Londra Filarmoni Orkestrası şefi Kurt Masur iyileşiyor. Orkestranın internet sitesinde yer alan haberlere göre, 84 yaşındaki ünlü şefin yakında hastaneden taburcu edilmesi bekleniyor. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de “efsanevi müzisyen” olarak nitelendirdiği ünlü şefe “geçmiş olsun” dileklerini iletti. PARİS Artık dünyanın bir de “caz günü” var. Bundan böyle her 30 Nisan günü Dünya Caz Günü olarak kutlanacak. UNESCO 25 Ekim 10 Kasım 2011 tarihlerinde yapılan 36. Genel Konferansı’nda, 30 Nisan’ı “Uluslararası Caz Günü” ilan etmişti. Amaç cazı farklı toplumlarda tanıtmak, yaygınlaştırmak; bütün dünyada bir eğitim aracı, barış, işbirliği ve halklar arası diyaloğu güçlendirici öğe olarak kullanmaktı. Bu çerçevede 27 Nisan’da UNESCO’nun Paris’teki merkezinde son derece zengin bir açış ve kutlama günü düzenlendi. Açılışı UNESCO Genel Müdürü İrina Bokova ve örgütün yeni iyi niyet elçisi, ünlü caz bestecisi ve yorumcusu Herbie Hancock yaptılar. Bokova açış konuşmasında, cazı “Tarihte olduğu kadar günümüzde de olumlu toplumsal değişimlerin motoru” diye niteledi. Bokova “Kökleri köleliğe uzanan bu tutkulu müzik, sesini başından beri her türlü baskıya karşı kullandı. Caz bütün kültürlerin yüreğine seslenen bir özgürlük diline sahip” diyerek bu müziğin çağdaş dünyada her geçen gün yükselen tutuculuk, karanlık duygu ve düşüncelere karşı yerinin altını çizdi. Marcus Miller 27 Nisan’da Paris’te UNESCO ve Thelonius Monk Caz Enstitüsü işbirliğiyle düzenlenen açış şenliğinde gün boyu aralarında Giovanni Mirabassi, Hamid El Kasri, Riccardo Del Fra, Swan Berger, Tigran Hamasyan gibi sanatçıların bulunduğu 11 kısa konserin dışında Biréli Lagrène, Herbie Hancock, Hugh Masekela, Marcus Miller ve Tania Maria görkemli bir Gülten Kaya’ya çağrı Bence Türkiye ne zaman düzelmeye başlar biliyor musunuz? Komisyonda o soruyu soran milletvekiline kendi arkadaşları “Bu ne biçim soru?” diye karşı çıkabildiğinde… TV programının sunucusu olan hanım, Fazıl Say’dan özeleştiri isteyecek yerde, ekrandan geçen o anket yazısını görünce patronuna rağmen gerçek etik değerleri savunmayı göze aldığında… Zeynep Oral’ın “Fazıl Say Türkiye’dir” cümlesi anlaşılıp yankı bulduğunda… Akıllarda “Nâzım Hikmet Türkiye’dir”, “Sabahattin Ali Türkiye’dir”, “Yılmaz Güney Türkiye’dir”, “Ahmet Kaya Türkiye’dir” cümleleriyle birleştiğinde… Londra’dan sanat konseyi modelini ithal edelim önerisini getiren tiyatro yöneticisi, öncelikle o sanat ortamının fikir ve ifade özgürlüğünden biraz esinlenmeyi akıl edebildiğinde ve sansür sözünü kitabından silebildiğinde… Bunlar olmaz ki dediniz, biliyorum. Onun için gerçekleşmesi en kolay koşulu sona sakladım: Gülten Kaya, Fazıl Say’a sahip çıktığında… Bunu bekliyorum. Fazıl Say’ın sahip çıkılmaya ihtiyacı olduğu için değil, başka duygularla bekliyorum. Duygularımı biliyorsunuz, anlıyorsunuz. İşçi sınıfının, emekçilerin, ezilenlerin, tüm dünya halklarının 1 Mayıs bayramını bu duygularla kutluyorum. Dünyanın bütün cadıları birleşiniz, üzerinde yakıldığınız odun yığınlarınızdan başka kaybedecek bir şeyiniz yoktur diyorum. konser verdiler. Barbara Hendricks, Dee Dee Bridgewater, Herbie Hancock, Hugh Masekela, İbrahim Maalouf paralel düzenlenen caz atölyelerinde konuştular, katılımcıların sorularını cevapladılar. Karşılıksız tüm kamuya açık günübirlik şenlikte caz üzerine belgesel ve konulu filmler gösterildi, fotoğraf sergileri açıldı, yuvarlak masa toplantıları gerçekleşti. 30 Nisan’da I. Uluslararası Caz Günü içlerinde Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Ermenistan, Karadağ, Küba, Lübnan, Malezya, Moldavya, Sırbistan, Tayland, Togo, Umman, Uruguay, Yeni Gine, Yunanistan ve belli başlı büyük ülkelerin de yer aldığı 31 ülkede 100’ün üstünde konser ve çeşitli faaliyetle kutlanacak. Resmi programa göre Türkiye’de hiçbir etkinlik öngörülmüyor. KOLEJLİLER 56 Mayıs 2012 tarihlerinde Geleneksel Mezunlar buluşması kapsamındaki organizasyonumuzda Eskişehir’de toplanıyoruz. Program: 5 Mayıs Cumartesi 10:00 Vilayet alanı çelenk koyma töreni (50.yıl mezunlarımız ve isteyen tüm mezunlarımızla) 10:30 Okulun ilk yerine plaket çakma (Şu andaki Olgunlaşma Enstitüsü Kız Meslek Lisesi) 11:00 14:00 arası EAL Bahçesinde buluşma, basketbol maçı (hamburger, kola eşliğinde) 19:30 01.00 Anadolu Üniversitesi yemekhanesinde Geleneksel Balo 6 Mayıs Pazar 10:00 15:00 arası EAL Bahçesinde buluşma (çibörek, ayran, tatlı eşliğinde) Eskişehir Koleji Eskişehir Anadolu Lisesi Mezunlar Derneği Cumhuriye Mah. Çağlayan İş Merkezi Kat:5 Eskişehir Tel: (222) 234 33 25 554 252 74 04 www.eskal.org C MY B C MY B EK EAL MEZUNLAR DERNEĞİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle