19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 NİSAN 2012 PERŞEMBE 4 HABERLER Anayasa Mahkemesi Başkanı Kılıç, milletin iradesine ‘çelme’ takmayacaklarını söyledi Milli Egemenlik, İlkelliğin Egemenliği Değerli okurlarım, Bu sütunda pek reklam yapıldığına tanık olduğunuzu sanmıyorum, ama bugün Cumhuriyet’e övgü ile başlayacağım. Çünkü gazeteden hâlâ keyif alıyorum. Keyif aldığım yazarların hepsini tek tek sıralayacak değilim. Bugün yalnızca Emre Kongar’dan söz etmek istiyorum. Kendisi herkesten bir şeyler öğrenmiş olmakla iftihar eder. Herkesten bir şeyler öğrenmek, iftihar edilecek bir şeydir, öğrenmek yetisi önemlidir, adamı akıllı yapar. Ben de Emre Hoca’nın kitaplarından, köşe yazılarından çok şey öğreniyorum. Gazetenin manşetinde ulusal egemenlik kutlamalarının haberi olduğu 24 Nisan günü Emre Hoca’nın yazı başlığı “İlkelliğin Saldırısı, İlkelliğin Egemenliği...” idi. Toplumumuzda ilkelliğin her yerde saldırı halinde olduğu gözlemiyle başlayan yazı, sonra şu yaşamsal vurguyla sürüyordu: İlkelliğin saldırısı önlenemez. Ardından da en can alıcı bölüm geliyordu: Ama ilkelliğin egemenliği önlenebilir. Türkiye’de bugünkü sorun ilkelliğin saldırısı değil, ilkelliğin egemenliğidir. ??? Yazının burasına gelince donup kaldım. Milli egemenliğin 92. yılında ülkemin seçkin bir hocası, aydını artık ilkelliğin egemenliğinde olduğumuzdan yakınıyor, önlenmesi için feryat ediyordu. O noktada kendi kendime sormaya başladım: Milli egemenlik, ilkelliğin egemenliğine dönüşebilir miydi? Ulustan çıkan egemenliği ilkel olarak nitelemek mümkün müydü? Milli iradenin kutsal olduğu demokraside, ona ilkel demek, kutsala ilkel demek değil miydi? Kutsal, ilkel olabilir miydi? Bütün bunlardan önce, Emre Kongar ilkellik derken neyi kastediyordu, ona bakmalıydı. Telefon ettim sordum. Emre Hoca burada kastının bağnazlık ve farklılığa tahammülsüzlük olduğunu söyledi. Burada ilkellik sözcüğünün ne kadar yerine oturduğunu bilmiyorum. Evet bağnazlık ve farklılıklara tahammülsüzlük, ilkel toplumların belirleyici nitelikleri, ama bu tür ilkelliğin daniskasını 20. yüzyılda gelişmiş sanayi toplumu Almanya’da da gördük. Toplumların yanlış veya doğrularına kendilerinden birileri tarafından da olsa ayna tutulmasından pek hoşlanmadıklarından, biz işin içine Türkiye’yi hiç karıştırmadan Almanya örneği üzerinden devam edelim. ??? Evet, Almanya iki dünya savaşı arasındaki dönemde, bağnazlık ile farklılıklara tahammülsüzlük alanında tarihte eşine rastlanmamış bir rejimi egemen kılmıştı. Kimsenin şek şüphesi olmasın ki, Hitler’in ve rejiminin arkasında milli irade vardı. Almanların milli iradesi, Almanya’daki ilkelliğin egemenliğini meşru kılabilir miydi? Bu olgunun arkasındaki nedenlere gelince: Nedenin cehalet olduğunu söylemek yanlıştır. Bunların kaynağında ne sefalet var, ne de cehalet. 20. yüzyıl Almanya’sı cahil değildi, eğitimliydi, bilim alanında insanlığa parmak ısırtacak başarılar da kazanmıştı. Demek ki toplumları eğitmek ve yaşam düzeylerini yükseltmek de, milli iradenin kimi zaman ilkelliğin egemenliğini üretmesine engel oluşturmuyor. Bütün bunları milli iradeyi küçümsemek, karalamak veya onun önemini azımsamak için dile getirmediğimi söylemeye gerek yok sanırım. Çünkü milli iradeyi bir yana atarak demokrasi mümkün değildir. Halkı cahil ya da yoksul, onun için doğruyu göremez olarak görerek milli iradeyi tezyif de yanlıştır, ayıptır, üstelik de ahmakçadır. Ne var ki, bütün bunlar yukarıdaki gerçekleri de ortadan kaldırmıyor. Yukarıdaki soruların yanıtları o kadar basit değil. Şimdilik, demokrasiye ulaşabilmek için milli irade kavramının da gelişmesi gerektiğini vurgulamakla yetinelim. ‘Barış dili tercih edilmeli’ ? Kılıç, “Bazılarının mutluluğunu arttırmak için başkalarının özgürlüklerinin özünü zedelemek gibi bir yanlışlığa izin verilemez” dedi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, din ve vicdan özgürlüğünü, dışarıya yansıtmadan, bireyin iç dünyasında kalması gerektiğine indirgeyen anlayışların kabul görmediğini savunarak “Bireyin iç dünyasından çıkmamış ve toplumun beğenisine sunulmamış bir düşüncenin ya da inancın, anayasal korumaya zaten ihtiyacı olamaz” dedi. Anayasa Mahkemesi’nin 50. kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen törene, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan R. Tayyip Erdoğan, Ürdün Başbakanı Avn Şevket el Hasavni, AİHM Başkanı Nicolas Bratza ve yüksek yargı temsilcileri ile 60 ülkeden Anayasa Mahkemesi başkan ve üyeleri katıldı. Törene Bekir Bozdağ dışındaki tüm başbakan yardımcıları katıldı. Kılıç’ın törende yaptığı konuşmada, öne çıkan değerlendirmeler şöyle: Anayasa mahkemeleri, anayasal çizgiyi esas almak suretiyle siyasi aktörler arasında hakemlik fonksiyonunu yerine getirirken taraflara lojistik destek sağlayan bir kurum olamayacağı gibi milletin iradesini temsil edenlere çelme takma yeri olarak da kullanılamaz. Bazılarının mutluluğunu arttırmak için başkalarının özgürlüklerinin özünü zedelemek gibi bir yanlışlığa da izin verilemez. Bireyin hayatını anlamlı kılan, ona yaşama se CUMHURBAŞKANI GÜL ‘Anayasa esnek olmalı‘ Anayasa Mahkemesi’nin 50. kuruluş yıldönümü nedeniyle bir tören düzenlendi. (Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ) AİHM BAŞKANI’NDAN RP ÖRNEĞİ Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Başkanı Nicolas Bratza, AİHM’de Türkiye aleyhine açılmış 11 bin 500 dava bulunduğunu, bunun 2 bin 700’ünün uzun süren yargılamalar olduğuna dikkat çekti. Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlarla Avrupa içtihadına büyük katkılarda bulunduğuna dikkati çeken Bratza, şunları vinci veren düşünceyi ifade etme özgürlüğü ile din ve vicdan özgürlüğünü dışarıya yansıtmadan, bireyin iç dünyasında kalması gerektiğine indirgeyen anlayışlar toplumda hiçbir zaman kabul görmemiştir. Bireyin iç dünyasından çıkmamış ve toplumun beğenisine sunulmamış bir düşüncenin ya da söyledi: “Avrupa Mahkemesi, herhangi bir şekilde bir ihlal olmaması durumunda siyasi partilerin kapatılmasının insan haklarına aykırı olduğu kararına varmıştır. Burada tabii ki biraz farklı bir analiz yapmıştır Avrupa Mahkemesi ama değerlendirmelerin birbirine yaklaştığı dönemler de inancın, anayasal korumaya zaten ihtiyacı olamaz. Düşünceyi ifade ve inanç özgürlüğü için çizilmiş sınırlar, o ülkenin demokratik sicilinin belirgin ölçütüdür. İnsanlık onuruna saygı, insanların ne düşüneceğine, neye inanacağına ve nasıl bir hayat tarzını seçeceğine kendisinin karar vermesini zoolmuştur. Refah Partisi ile ilgili kararda örneğin sözleşmeye uygun bir şekilde partinin kapatıldığı kararına varmıştır. Laik ve çoğulcu değerlerin özellikle Türk anayasa yargısının yapı taşları olduğunu, dolayısıyla da mahkemenin insan haklarıyla ilgili dikkate aldığı prensipler olduğunu kabul etmiştir.” runlu kılar. Siyasi önderler ve gücü elinde tutanlar savaş dilini değil barış dilini tercih ederek kalplerin yumuşamasına katkı sunmalıdır. Zira gücü elinde tutanlar, sevgi ve merhamet duygularını içinde barındıran ana yürekli olmaya herkesten daha çok zorunludurlar. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, anayasaların tepkisel güdülerle hazırlanmaması gerektiğini vurgulayarak “Unutmayalım ki bugün güçlü olduğumuzda bizi kendi gücümüzden koruyacak bir anayasal kural, yarın zayıf düştüğümüzde bizi başkalarının haksızlığından da korur” dedi. Anayasa Mahkemesi’nin 50. kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen törende ilk kez bir cumhurbaşkanı kürsüye çıktı. Türkiye’nin darbe ürünü 1982 Anayasası’nın yerine yeni bir anayasa hazırlamasının zorunlu hale geldiğini söyleyen Gül, “Hâlâ bir ara dönem anayasasıyla yönetiliyor olmak; ülkemizin ulaştığı demokratik seviyeyle de derin bir çelişki teşkil etmektedir” dedi. Anayasaların tepkisel güdülerle hazırlanmaması gerektiğine vurgu yapan Gül, yalnızca bir önceki dönemin hatalarını düzeltmeye çalışan anayasaların toplumları ileriye taşıyamayacaklarının altını çizdi. Anayasaların aynı zamanda hiçbir özel fikrin, partinin ya da ideolojinin “mührünü” de taşımaması gerektiğine dikkat çeken Gül, “Bugün güçlü olduğumuzda bizi kendi gücümüzden koruyacak bir anayasal kural, yarın zayıf düştüğümüzde bizi başkalarının haksızlığından da korur. Bu nedenle yeni anayasamız esnek ve özgürlükçü bir karaktere sahip olmalı, anayasa aracılığıyla milletin farklı siyasi çizgilerini zapturapt altına alma, devlet ve millet arasında bir gerginlik oluşturma zihniyetinden uzak durmalıdır” diye konuştu. BDP GENEL BAŞKANI DEMİRTAŞ ‘Kürtler Türkiye için tehdit değildir’ WASHINGTON (AA) BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Kürt halkı, Türkiye açısından içerden de dışardan da bir tehdit değildir” dedi. Demirtaş, “PKK’yi terör örgütü olarak görmediklerini” belirtti. Washington’da temaslarda bulunan BDP heyetinden, Selahattin Demirtaş, BDP Eşbaşkanı Gülten Kışanak ve Bağımsız Mardin Milletvekili Ahmet Türk, düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü’nde düzenlenen konferansta konuştu. Selahattin Demirtaş, Türkiye’de “Türklerle Kürtler” değil, “kimlikleri inkâr edilen ve asimilasyona uğrayan Kürt halkıyla devlet ve devlet politikaları” arasında sorun olduğunu belirterek sorunun, “şiddet içermeyen demokratik, barışçıl, diyalog ve müzakereci yöntemlerle ve mevcut devletlerin ulusal sınırları tartışmaya açılmadan” çözülmesi gerektiğini söyledi. “Kürt halkının bölge haklarıyla hiçbir düşmanlığı olmadığını, Kürtleri egemenliği altında bulunduran bölge devletlerinin de Kürt halkına karşı düşmanca politikalardan vazgeçmesi gerektiğini” ifade eden Selahattin Demirtaş, “Kürt halkı, Türkiye açısından içerden de dışarıdan da bir tehdit değildir. Eğer Türkiye, bölgesel politikalarda çok daha etkili olmak, gerçekten de bölge barışına hizmet etmek istiyorsa, Türkiye’deki Kürtlerle barışçıl çözüme ulaşmalı, Suriye ve Irak gibi diğer yerlerdeki Kürtleri de tehdit algılamasından çıkarmalıdır” dedi. BDP Genel Başkanı Demirtaş, PKK’nin, “Türkiye ve Ortadoğu’nun realitesi ve Kürt sorununun çözümünde temasa geçilerek ikna edilmesi gereken aktör” olduğunu ileri sürdü. BDP’Lİ HASİP KAPLAN ‘Bayrakla, resmi dille bir problemimiz yok’ ANKARA (AA) BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan, bayrakla, resmi dille ve sınırlarla ilgili hiçbir sorunlarının bulunmadığını belirterek “Türkçe ortak dilimizdir” dedi. Kaplan, dün Meclis’te Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Kulübü üyesi öğrencileri kabul ederek sorularını yanıtladı. Kaplan, TBMM’nin Kürt sorununu çözmek gibi tarihi bir sorumlulukla karşı karşıya olduğunu ifade etti. 30 yıldır devam eden çatışmalı sürecin Türkiye’ye çok şey kaybettirdiğini ifade eden Kaplan, Türkiye’nin sınırlarının bütünlüğü içinde çözümden yana olduklarını söyledi. Kaplan, “Bayrakla, resmi dille, sınırlarla ilgili hiçbir problemimiz yok” diye konuştu. “Çokkültürlü, çokdilli Türkiye” anlayışının kabul edilmesi gerektiğini ifade eden Kaplan, “Türkçe ortak dilimizdir” diye konuştu. Kaplan, “İnanın hiçbir siyasi parti, hiçbir güç 75 milyonu birbirinden ayıramaz. Biz eşit, özgürlükçü, adaletli bir ülkede yaşamak istiyoruz” dedi. Dışişleri MGK’yi İçişleri’ne bıraktı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) genel sekreterlik görevini askerlerden devralan Dışişleri Bakanlığı, bu görevi İçişleri’ne bıraktı. MGK’ye askerlerden sonra “büyükelçi” düzeyinde yapılan atamaların ardından ilk kez bir vali bu göreve getirildi. Hakkâri Valisi Muammer Türker, MGK Genel Sekreteri oldu. Türker, 30 Nisan’da yapılacak MGK toplantısına katılacak. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle