23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 NİSAN 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Türk Cerrahi Derneği’nin teşhisi: Tababet, siyaset yüzünden ağır hasta! İdris Naim Şahin Sık sık değindiğimiz üzere.. Siyasetimizin en büyük eksiği mizahtır. “Parti içi demokrasi eksiği” bile mizah yoksunluğundan sonra gelir.. Zaten sağlam bir mizah altyapısı olsa lider sultası mümkün olur muydu? İçişleri Bakanımız İdris Naim Şahin Bey, bu eksiği belli ki fark etti. Liderinin onca metin yazarından aldığı yardıma rağmen “sıfır mizah”la yürüttüğü siyasetinin eksiğini kapatmaya uğraşıyor. Taziye ziyaretinde davul çaldırıyor... Sevindiğini söyleyen vatandaşa, “Ne malum, oyna ve takla at da göster!” diyor. İşin tuhafı vatandaş da söyleneni yapıyor. “Böyle bakana, böyle vatandaş!” diyen okurlarımız var. Bunlar Sayın Bakanı fazla ciddiye alıyorlar... Tıpkı, “Telefonlarımızı dinletiyor” diyen BDP’liler gibi... Artık görmek gerekiyor.. İdris Naim Bey’in asıl görevi kendine özgü “mizah”. Bakanlık bir tür hobisi. Siyaset, toplumsal rahatsızlıkları.. Tababet ise bireysel hastalıkları iyileştirmek içindir! Hekimliğin ilk kuralı hastaya zarar vermemektir! Siyasetin ise böyle bir kuralı yoktur. Siyasetçi düzelteyim derken, topluma da bireye de.. Ve elbette hekimlere de zarar verebilir. Gaziantep’te hasta yakını tarafından öldürülen Dr. Ersin Aslan popülist siyasetin zehirli meyvesidir! ??? Türk Cerrahi Derneği (TCD) bir süre önce benzer bir darp olayı üzerine Sağlık Bakanlığı’na çağrı yapmıştı. Ama artık Dr. Arslan için de 4 aylık hamile eşinin karnındaki yakınlarını hekimlere karşı açıkça kışkırttılar. Yurtdışından yabancı hekim “ithal” edileceği hükme bağlandı. Sonuçta hekimler hastalarının gözünde kuşkulu şahıslar haline geldi. Türk Cerrahi Derneği Yönetim Kurulu’nun, “Sağlıkta Dönüşüm planını halka benimsetmek uğruna hekimler günah keçisi yapıldı!” teşhisi yerindedir. İktidar, mesleki özerklik ve iş güvencesi isteyen hekimleri dize getirmenin yolunu onları “paragöz muhteris” ilan etmekte bulmuştu. Umalım ki 80’lik dedesinin emekli maaşına göz koyan paragöz torunun işlediği bu cinayet iktidarı “sağlıkta dönüşüm” üzerine düşünmeye sevk etsin! GÖRÜŞ ERCAN YEŞİLYURT 12 Eylül mü, AKP mi? Son zamanlarda AKP dönemi uygulamaları, 12 Eylül uygulamalarıyla kıyaslanır oldu. Bu karşılaştırmalar yapılınca, ister istemez birilerinin de ikiyüzlülüğü ortaya çıkıyor. 12 Eylül olduğunda onları ve yaptıklarını yere göğe koyamayanlar bugün AKP’yi savunurken Evren’e saldırıyorlar. Saldırganlık, insanları vicdansızlığa götürür, iktidardakileri destekleyip gidenlere o kadar seviyesiz saldırıyorlar ki. Darbe olduğunda hepsi safkan darbeci olmuştu. Dönemin işkencecileri, katilleri şimdi neredeler acaba? Bugün meydanlarda Tayyip Erdoğan’ı alkışlayanlar, o gün Evren’i alkışlıyorlardı “Yaşa paşa” diye. Bugün AKP ye oy verenler o zaman Kenan Evren’e vermişti oylarını. 12 Eylül Anayasası’na yüzde 91.37 oy verenlerin büyük bölümü bugün AKP’ye oy veriyor, matematiksel sonuç da bunu gösteriyor. Kürsüde konuşurlarken izleyin ve bir düşünün... Kenan Evren’le Tayyip Erdoğan arasındaki fark sadece giydikleri elbiselerde; biri asker diğeri sivil. İkisinin ülke sorunlarına, demokrasiye, eğitime, Kürt sorununa, toplumsal örgütlenmeye, inanca bakışı arasında, özellikle sola bakışları arasında bir fark göremezsiniz. Üslup tıpa tıp aynı, ses tonları da. Evren konuşurken yanındaki paşalar keyiften güler, omuzlarındaki yıldızlar şıkır şıkır oynardı. Tayyip Erdoğan konuşurken özellikle en yakınlarına bakın nasıl keyiflenip güldüklerini, hele Bülent Arınç’ı izleyin bir tek omuzlarında şakırdayan yıldızları eksik. İkisinin de konuştukları bari fındık kabuğunu doldursa; sadece hakaret içerikli. O kadar 12 Eylül ruhuyla hareket ediyorlar ki Bülent Arınç, Kemal Kılıçdaroğlu’nu suçlarken “Bize ideolojinin deli gömleğini giymiş gözlerle bakmasın kimse” diyor. Hukuk fakültesini bitirmiş, Meclis başkanlığı yapmış, bakanlık yapan birisinin, ideolojinin “dünya görüşü” demek olduğunu bilememesi mümkün mü? Arınç, herkesin kendisi dahil bir dünya görüşü olduğunu, bunun olaylara hayata bakış, herkesi meşrebine göre bir duruş olduğunu en azından bilmesi gerekir. Bu kötü bir şey değil ama 12 Eylül’de öyle bir işlendi ki ideoloji denince, komünistlik filan gibi “zararlı” (!) şeyler akla geliyor. Aynen siyasi partilerde birer örgüt olmasına rağmen örgüt denince, hem 12 Eylül’cüler, hem de AKP’liler çıldırıyor. Kenan Evren’nin aksine bir de bunlar demokrasi diyorlar, hem de ilerisinden.. Demokrasi örgütlü toplum demektir. Örgütlü toplum güçlüdür ve talep eder, yani iktidardan bir şeyler isteyebilir bu gücünü kullanarak. Bugün kamuda çalışanların çoğu taşeron işçi olarak çalışıyor, hepsi sendikasız ve teminatsız. İçlerinde 12 saatten daha az çalışan yoktur; patronları bir yıl sonra ihaleyi kaybederse hepsi anında işsiz kalıyor. İnanmayanlar gitsin en iddialı oldukları sağlık kurumlarında yani hastanelerde çalışanlarla konuşsunlar. Herhangi bir AKP yöneticisi çıksın desin ki biz 12 Eylülcülerden daha iyiyiz ve farkımız şunlardır. 12 Eylül’den sonra olduğu gibi bu döneminde filmleri çekilecek, romanları yazılacak, Silivri, Hasdal cezaevi fıkraları anlatılacak, oralardan çıkanlar resim sergileri açacak, şiir kitapları yayımlanacak. Melih Pekdemir enfes bir tarif yapmış, DGM’leri özelleştirdiniz, ÖYM (özel yetkili mahkeme) yaptınız ve özel işlerinizde kullanıyorsunuz, diyor. Güya darbecileri yargılıyorlar. Vicdan diye bir kavram, bir değer var; Mustafa Balbay’dan Tuncay Özkan’dan darbeci mi olurmuş? Millet diyorsunuz, millet oy verdi milletvekili seçildiler, tutuksuz yargılanmalarına bile müsaade etmiyorsunuz. Essahtan ne farkınız var 12 Eylül’den ve 12 Eylülcülerden, kıyafetinizden başka? çocuğu için de çok geç… Çünkü.. “Sağlıkta Dönüşüm” gerekçesiyle hekimlik mesleğinin genetiği ile oynandı. Devletin en yetkililari, “İğne bile yapamazlar!” ya da “Elinizi hastaların cebinden çekin!” türü beyanlarla hastaları ve Ege Üniversitesi’nden iki öğrencinin Başmüzakereci ve AB Bakanı Egemen Bağış’a yumurta atma davası İzmir’de başladı. Öğrenciler yumurta ile birlikte slogan atmaktan yargılanıyor. “AKP def ol üniversiteler bizimdir!” sloganının yaralama ve hakaret sayılması için bu kamu davasına Bakan Bağış da “müdahil olarak” katılıyor. Böylece yumurta atan öğrencilerin içeri tıkma konusuna Türkiye’nin AB’ye girmesinden daha fazla önem verdiği Yumurtanın Erdemi de ortaya çıktı. TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’ya da yumurta atılmıştı. Yumurta atılma anını görüntüleyen kameraman ödül kazandı. Ödülü düzenlenen törene katılan Kuzu ödülü bizzat verdi. Ayrıca öğrenciler için de yargıya başvurmadı. Önceki gün Çankaya Üniversitesi’ne konferansa gitti. Konuşmasına “yumurtalar hazır mı?” diye başladı. Salon kahkahaya boğuldu... Protestonun belli sınırlarda bir hak olduğunu anlattı. Yumurtalı protestoların yumurta fiyatlarını yükselttiğini, bu yüzden seçmeli olmak gerektiğini anlattı. Uzun uzun alkışlandı. Konferans sonunda öğrenciler kendisine bir sepet yumurta armağan ettiler. Yumurta ile her şey yapılıyordu. Buna bir de siyasetçi çapı ölçme olanağı da eklendi! n yüzde Politikacıları n yüzde ala 90’ı geriye k keliyor. le ı ın d a n 10’u SINGER HENRY KIS 28 Şubat! MERİÇ VELİDEDEOĞLU KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK geçen, açıkça meydan okuyan bir “gösteri”ydi bu. Bu durumu Fransa olayı ile karşılaştırırsak; söz konusu olan oradaki gibi bir “tarikat”ın ülkeye “sızması” değil, “laik düzen” karşıtı “tarikatlar”ın “onurlandırılması”ydı. Ayrıca ülkenin “Başbakan”ınca hiçbir çekince duymadan sergileniyor olmasıydı. Çünkü bu “Başbakan”, laikliğin yıkılacağını bunun “kanlı mı kansız mı olacağını” merak ettiğini söyleyen bir “kişi”ydi. Oysa Fransa yönetiminin başındaki Jacques R. Chirac: “Laiklik Fransa için bir şanstır!” diyordu ve “tarikat”ın ülkeye sızması karşısında tepki veren halkının yanındaydı. Ve yine ayrıca Türkiye’de bu bağlamda çok ciddi olumsuzluklar da yaşanacaktı. RP’li belediyeler, partilerin lideri olan Başbakan’ın bu tutumundan cesaret alarak, yoğun kalabalıklara “şeriat” isteklerini açıkça haykıran, onlardan da destek alan o etkinlikleri düzenlemeye başladılar. (Sincan olayı.) Şimdilerde; “Millet’in direnme görevi vardır!” diyen, TBMM Başkanı olmuş, deneyimli siyasetçilerimiz, o günlerde bu “görev”i topluma anımsatıp yanlarında yer almadıkları gibi; “konusu ve çalışma alanı” yalnızca “laiklik” olan STK’ler, bugün bile ülkemizde yokken o tarihlerde bunlardan söz edilemezdi sanırım. Peki, bu durumda yapılması gereken neydi? “Görev” kimindi? Bu soruya yanıtı yine soruyla vermeyi deneyelim diyorum. Anayasa’da bu “görev”in “sahibi”nin kim olduğu yazılı mıydı? Bu görev sahibinin “anayasal” bir “kurum” olduğu da belirtilmiş miydi? Yapılması gerekenler yine anayasal bir oluşum olan “Milli Güvenlik Kurulu”nda yürütmeyle birlikte görüşülüp onaylanmış mıydı? Bilindiği gibi, “18 Madde”den oluşan “28 Şubat Kararları”nın içeriği neydi? İşte birkaç örnek: “Devrim Yasaları uygulansın” (1. Madde); “Sarık ve cüppeli giyim özendirilmemelidir!” (3. Madde); “Öğretim Birliği korunmalıdır!” (5. Madde); “Temel eğitim 8 yıla çıkarılmalıdır!” (6. Madde); “Köktendinci bir kadrolaşma hareketinin önüne geçilmelidir!” (8. Madde); “Yargı bağımsızlığı güvence altına alınmalıdır!” (12. Madde); vö.’ler. Peki, bizler de bunları söyleyip yazmıyor muyuz? Ve yalnızca son “10 yıldır” mı söyleyip yazıyoruz? Çevik Bir’in “balans ayarı” söylemi için dilini kesebiliriz “de”; “Laik rejim başarılı olmadı ‘Değiştireceğiz!’ diyeni neden “seçip” başımızın üzerinde taşıyoruz? Batı’da, “AB” ülkelerinde, “laik rejimi değiştireceğiz!” ya da “laiklikle Hıristiyanlık bir arada olamaz!” diyen bir parti, yüzde elli oy alabilir mi? “Alamaz!” diyorsak, neden? behicak@yahoo.com.tr m.velidedeoglu@hotmail.com C MY B C MY B 29 Ekim 1923’ten sonra yapılan 1924 Anayasası; Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK), Türkiye Cumhuriyeti’ni Koruma görevini vermiş, “başkomutan”ın da cumhurbaşkanı olduğunu bildirmişti. Daha sonra anayasada Cumhuriyet’in temel niteliğinin laiklik olduğunun vurgulanmasıyla birlikte; TSK, bu kez, Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını her türlü tehlikeye karşı savunmayı üstlenmiş oluyordu. 1961 Anayasası da, Cumhuriyet’in temelinde “laik”liğin yanında Atatürk Devrimleri’nin de yer aldığını belirtir. 1982 Anayasası’na gelince; bu anayasada cumhuriyet’in, Atatürk İnkılap ve İlkeleri’ne dayanan “laik” yapısını vurgular. Her iki anayasada da nitelikleri bunlar olan cumhuriyeti, koruyup kollayacak olanın TSK, başkomutanın da cumhurbaşkanı olduğu yazılıdır. Ülkemizin, bir buçuk milyarlık ‘İslam Dünyası’nda “tek laik devlet” olmasının “nedeni” bu mudur gibi, önemli bir soruyu bir yana bırakarak; Batı’nın, AB’nin bir ülkesinin, hep örnek olarak alınan Fransa’nın durumuna kısaca bir bakalım diyorum. “Laiklik”, Fransız Anayasası’nın 1. Maddesini oluşturuyormuş. Bunun için de tartışılamazmış! Peki; nasıl korunuyormuş? Böyle bir soru Fransızları şaşkına mı çevirirdi dersiniz? O zaman yanıtı gazetemizin Paris muhabiri Uğur Hüküm’den alalım. U. Hüküm, Fransa’da “konusu ve çalışma alanı” yalnızca laiklik olan, laikliği anlatan, koruyan, savunan yüzlece, binlerce değilon binlerce dernekten söz ediyor (10.7.2005) Bu dernekler mahallelere dek yayılmış olup, laiklikle ilgili en küçük “saptırma” karşısında hemen ayağa kalkıyorlarmış. Nitekim ünlü aktör Tom Cruise’un kurucusu olduğu Scientology adlı bir yönüyle laikliğe aykırı bir “tarikat”ın; Fransa’ya sızması karşısında, bu dernekler anında tepki verip, tarikatın ülkelerinde çöreklenmesini önlemişler. Bu olay dünyada olduğu gibi, Türkiye’nin basınında da yer aldığında; bizim de yaşadığımız benzer bir olay henüz belleklerden bütünüyle silinmemişti. Bu olay; Refah Partisi’nin lideri N. Erbakan’ın başbakan olduğu sırada, “dünyevilik” (dini yaşam düzeni) isteyen “tarikatlar”ı, şeyhleri, şıhları; üstelik tarikat başlıkları, sarıklı takkeleri, cüppeleriyle “Başbakanlık”ta toplayıp, onlara “iftar” yemeği vermesiydi. Kuşkusuz T.C. Devleti’nin anayasasında yer alan “laik rejim”i, “laik düzeni”ni “hiç”e sayan bir durumdu bu. Anayasa korumasındaki “Devrim Yasaları”nı; hükümetin desteğinde, kucağında çiğneyip ezip ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc@yahoo.com 1/ Bir bilgisa 1 yar sistemini 2 oluşturan fiziksel öğeler. 3 2/ Oğuzların 4 toplumsal ör 5 gütlenmesinde 6 aileden sonra gelen ve bir 7 biriyle akraba 8 birkaç aileden 9 oluşan küçük 1 2 3 4 5 6 7 8 9 topluluk... Görece1 G E N D İ ME Ö li. 3/ Uzun tüylü bir 2 Ö R Ü B A L O Z süs köpeği... Elektrik 3 B E L V E D E R E donatımında, bağ4 E M A R A N M lantıların yerleştirilR İ Z E mesine yarayan yu 5 D O S T S A K A K va. 4/ Hicap... Bir 6 E F E A Ğ motorda biyellerin 7 K O N A K 8 B E L İ K A S almaşık devinimini 9 T İ K O İ B R E dairesel devinime çeviren mil. 5/ Kuytu ve sıcak yer... Duman lekesi. 6/ “Akya” da denilen bir balık... Yaldızlı. 7/ Hacim. 8/ Yapılan bir iyiliğe karşı kendini borçlu sayma... Suudi Arabistan’ın plaka imi. 9/ Türkçenin de içinde yer aldığı dil ailesi... “Sevmiş iki ufku görürler daha engin” (Y. K. Beyatlı). YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Rakının “aslan sütü”, turizmin “bacasız sanayi” biçiminde adlandırılması örneklerinde olduğu gibi, bir sözcükle anlatılabilecek bir kavramı birden çok sözcükle anlatmaya verilen ad. 2/ Gereğinden çok yemek yiyen... Vilayet. 3/ Hizmet hayvanlarının ayağına çakılan demir... Ödenmesi gereken bir paranın, alacağa sayılarak bir bölümünün ödenmesi. 4/ Avrupa’da bir ülke. 5/ Nikel elementinin simgesi... Eski Mısır’da güneş tanrısı... Romanya’nın para birimi. 6/ Osmanlılar döneminde Rum korsanlara verilen ad. 7/ “Akaju” da denilen bir ağaç... Kemiklerin yuvarlak ucu. 8/ “İstanbul’da Boğaziçi’nde/ Bir Orhan Veli’yim”... Kenar süsü. 9/ Başörtüsü, yemeni... Dinsel duyguların egemen olduğu AleviBektaşi oyunu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle