19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 NİSAN 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 17 74. doğum gününde dostları CKM’de Yılmaz Güney’i ve ‘Umut’ filmini anlattılar Umarsızlıktan doğan ‘Umut’ ? Fatoş Güney: Bu film için gittiğimiz Çukurova’da hayatım değişti. Bilincimin üzerinden bir buldozer geçti. Hayatım boyunca Yılmaz’ın bana hediye ettiği bir çift gözle hayata baktım. ? Tuncel Kurtiz: Yılmaz bu toprakların adamıydı, ama bu toprağın insanlarıyla bu toprağın insanlarını yönetenler Yılmaz’ı anlamadılar. Bugün de umutsuzluk umut oldu, o yüzden film çok güncel. CEREN ÇIPLAK ‘Yılmaz’ın Yolu’ Kadıköy’e düştü ılmaz Güney’in özel eşyalarından oluşan “Yılmaz’ın Yolu” adlı sergi 22 Mayıs’a dek CKM’de görülebilecek. Sergide, Yılmaz Güney’in Paris’teki cenaze töreninde çekilen fotoğraflar, ödülleri, Güney’in İmralı Yarı Açık Cezaevi’nde yaptığı yağlıboya tablosu, evlilik cüzdanı, diplomaları, gözlüğü ve daktilosu ile Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü’nü aldığında giydiği kıyafeti ile “Duvar” filmini çekerken giydiği mavi montu da yer alıyor. Ara Güler’in objektifinden 7 fotoğrafın da yer aldığı sergide Yılmaz Güney’in eşi Fatoş Güney’e yazdığı mektupların asılları da sergileniyor. hediyesi olduğunu söyleyince ‘Sen bana bir çift göz hediye etin. Daha önce bakıyormuşum ama hiçbir şey görmüyormuşum’ dedim. Hayatım boyunca onun bana hediye ettiği bir çift gözle hayata baktım ve hâlâ da öyle bakmaya çabalıyorum.” Yılmaz Güney’in büyük bir hümanist olduğunu dile getiren Fatoş Güney, “Onun en büyük aşkı ülkesi ve ülkesindeki insanlardı, ama ne yazık ki ülkesindeki otoriteler, rejimler ona hiç iyi davranmadı. Onu çok hırpaladılar, layık olmadığı bir biçimde sürgünlere, hapishanelere yolladılar. Onu sürüm sürüm süründürdüler” dedi. Yılmaz Güney’in bir sinema dehası olduğunu, ancak Türkiye’nin onu anlamadığını söyleyen Tuncel Kurtiz de şunu vurguladı: “Yılmaz bu toprakların adamıydı, ama bu toprağın insanlarıyla bu toprağın insanlarını yönetenler Yılmaz’ı anlamadılar. Bu filmi yasakladık, ezdik. O bir sinema dehasıdır, ancak Türkiye onu harcamıştır. Bu bir gerçektir. Bugün de umutsuzluk bir umut haline gelmiştir, o yüzden film çok günceldir aslında.” Abdurrahman Keskiner, yurtiçinde ve yurtdışında pek çok ödül kazanan 1970 yılı yapımı filmin Adana sıcağında 22 işgününde çekildiğini belirtti. Keskiner, ülkemizde Sansür Kurulu’nca yasaklanan filmi, Cannes Film Festivali’ne kaçak yollarla gönderdiklerini söyledi. Türkiye’nin, “İkinci Bahar” dizisindeki Haydar Usta’nın (Şener Şen) babası rolüyle tanıdığı, yılların oyuncusu Arif Erkin ise bu film için yaptığı müziğin maddi olanaksızlıklar yüzünden bir tek bas klarnetten oluştuğunu belirtti. Erkin “Umut filminin müziğinin ödül alacağından umutlu değildim. Açıkçası filmin müziğini beğenmedim. Çok ilkel buldum. Müziksiz çok sahne gözüme çarptı, bugünkü sinema müziği anlayışım olsa başka sahnelere de müzik koyardım. Bugün filmin müziğini yeniden yapsam daha mı iyi olur karar veremiyorum, çünkü müziğin içindeki çaresizlik o zamanki olanaksızlığımızı çok iyi açıklıyor” dedi. Bugün filmin ancak kötü bir kopyasını izleyebildiğimizi vurgulayan görüntü yönetmeni Kaya Ererez de, “Toz, sıcak, ağır şartlar altında çalıştık. O zaman sadece sansürle başımız dertte değildi, teknikle de başımız dertteydi. O günkü kameram bile on sene eskiydi. Yıl 70’ler, kameram 60 modeldi. Bu filmler çok büyük filmler aslında. Bugünkü imkânlar olsa Yılmaz dağları yıkardı” dedi. Nisan Açıkhava Sineması Haziranı hazirandan ötürü severim, nisanı her şeyden ötürü. Onu da haziran gibi adından doğru severim önce. Sonra “arada”lığından ötürü severim. Bir şeyin tam kendisi olmadığı için. Kesinliği, keskinliği olmadığı için bir bakıma. Eylül gibi mi? Değil. Eylül ince ince tüter, kederi değil ama, hüznü tüy gibidir, gelir geçer. Hem kederi de yoktur eylülün. Edip Cansever’in “yalnız aşkı vardır aşkı olanın” dizesiyle benzetirsek “yalnız hüznü vardır hüznü olanın” dememiz gerekir eylül için. Sema Kaygusuz’un yeni kitabı “Karaduygun”da kederlilerle hüzünlülerin arasına bıraktığı cümlelerden birini alırsak, hangisini alacağımı da bilemedim tabii, hepsi de birbirinden kederli, peki şuna ne dersin? “Konuklarını yiyecekle mutlu etmenin sığlığına kapılan hüzünlüler, sundukları yemeğin iştahla yenilmesinden büyük zevk duyarlar. Kederliler ise doyurmak isterler. En büyük tedirginlikleri konukların masadan aç kalkmasıdır.” Kederliler “arada”dır, “aradaki”lerdir. Hüzünden ne hüzünbazlar doğar! Hokkabaz gibi, sihirbaz gibi, şakacıktan olduklarını sezdirirler hep. Kederliler öyle midir, onlar “ara”daki “kara”lardır işte. Bu da bir kederli için “oyunbaz”lık olsun. Nisan geldi ya, ondan. Açıkhavadan, yağmurdan, sinemadan, zalimlikten, aşktan, kaçmaktan, içeriden dışarıdan, evden, sokaktan, Nisan adlı kızlardan, nisan adlı anılardan doğrudur bu neşeli keder ya da kederin neşesi. Şart değildi ama çok eylül yazdım. Haziran şehrine varmak için haziranı mutlaka yazmalıydım. Temmuzu, ağustosu da yazdım. Ne tuhaf; hep yazı yazmışım ya da yazı hep yazmışım, oysa o kadar da düşkün değilim güneşli çorbalara. Yazın kesinliği ve keskinliği de yıldırıcıdır çünkü. Dünyanın sonuna ilişkin hep bir kış kıyamet tablosu çizilir, bense bunun bir yakıcı ve yıkıcı ağustosta olacağını düşünüyorum nedense. Neyse şimdi nisanın sayfasındayız, onun payından çalmayalım, nisan hırsızı olmayalım. Yakınlarda, bir “sadeseyirci”, bir “dörtgöz”le nisanı bekleyen hevesli ve tıpkı bir “oburokur” gibi “oburizler” bir sinema meraklısı olarak yazdığım sinema yazıları yayımlandı, adı da tam bana göre: “Sonradan Görme”. Orada bu işe nisanı hem karıştırarak hem de karıştırmadan, o “zalim” geldiğinde kendime “sonradan görme” demekte bir sakınca görmediğimi de yazdım. Nisanın benim için iki kere bahar olduğunu da unutmadım elbette, biri sinemada, biri iki film arasında bahar. İkisinde de gördüklerimi, her nisanda dünya gözüyle bir kez daha görmenin erincini ise anlatamam. Kimi dolu dolu içine çeker dünyayı, bense dolu dolu gözlerime çekiyordum nisanın perdesinde gördüklerimi. Galiba bunda “sonradan görme” olmamın da büyük payı vardı, gerçi bu konuda yalnız olmadığımı da görüyordum! Hepimiz karanlık salonlarda, gözlerimizin içindeydik, ama ne tuhaf, nisan baharından olmalı, kendimizi açıkhava sinemasında sanıyorduk: Nisan açıkhava sineması. “Sonradan Görme”, içinde “şair”im Theo Angelopoulos’un da olduğu bir yazıyla açılıyor. Metaforlarla beslenen ve filmlerini tarihin, aşkın, Tanrı’nın sessizliğiyle besleyen ve “sınırı aşmak, ölüm düşüncesini de aşmaktır” diyen sinemanın büyük şairi. Kederliler arasında bir keder bilgesi gibi durdu ve Sema Kaygusuz’un “kederliler” için yazdığına benzer, Angelopoulos da hep “gözümüzü, gönlümüzü doyurmak” istedi, filmden gözlerimizin aç çıkmasını istemedi. İki “seyir” birden sundu bize iç içe: Hem seyre çıktık onunla hem de seyrettik. Çetin Baskın “Altyazı”da (Mart 2012) Angelopoulos’un “ülkesinin şairleri Kavafis’in, Seferis’in dizelerinin görsel karşılığını” bulmaya çalıştığını yazmış. Doğru. Ama buradaki “görsel karşılık” acaba bir şiirde en az sözcükler kadar gerekli olan “boşluk” gibi bir şey olmasın? Belki Angelopoulos da “Sessizlik Üçlemesi”ni oluşturan filmlerinde bir “görsel sessizlik”le yepyeni bir şiir yazmıştır. Bir şairin şiirin “bitmemişliği”ni sezdiği gibi, Angelopoulos da hep “tamamlama”ya çalıştı. Her nisan gözlerim filmlerle dolu dolu olurdu, “şair”im öldü, bu nisan gözlerim onun yokluğuyla dolu. Y Yılmaz Güney 74. doğum gününde özel bir etkinlikle anıldı. Caddebostan Kültür Merkezi’nde (CKM) önceki gün düzenlenen etkinlikte ilk olarak usta sinemacı Yılmaz Güney’in yazdığı, yönettiği ve oynadığı bol ödüllü filmi ‘Umut’un gösterimi yapıldı. Gösteri“Umut” filminin baş oyuncusu min ardından filmin kadrosunda yer Tuncel Kurtiz ve film müziğinin alan ve Güney’in hayatına yakından bestecisi Arif Erkin, “Yılmaz’ın tanıklık eden dostları ustayı ve sineYolu” sergisinde. masını anlattıkları bir panelde bir araçekiminden birkaç ay önce Yılmaz ya geldi. Panel sonrası da CKM’de Güney’le evlenen Fatoş Güney aldı. ‘Yılmaz’ın Yolu’ sergisi açıldı. “Umut”un, Yılmaz Güney’in TV program yapımcısı, Akşam “umutsuz” babasının define arayışıgazetesi yazarı Gürhan Hacır’ın nın gerçek öyküsü olduğunu belirten yönettiği panele Yılmaz Güney’in Fatoş Güney, filmin hayatında çok eşi Fatoş Güney, “Umut” filminin büyük bir yeri olduğunu söyledi. başrol oyuncularından, aynı zamanFatoş Güney, filmin çekiminden da Güney’in yakın arkadaşı Tuncel sonra bambaşka biri olduğunu şu Kurtiz, ‘Umut’ filmi başta olmak sözlerle anlattı: üzere Güney’in pek çok filminin ya“Bu film için gittiğimiz Çukupımcılığını üstlenen Abdurrahman Sergide, Yılmaz Güney’in kişisel eşyaları arasında rova’da hayatım değişti. ÇukuroKeskiner, filmin müziğini yapan ve daktilosu ve gözlüğü de bulunuyor. va öncesi pembe gözlüklerle dünfilmle Adana Altın Koza’da “En İyi yaya bakan bir kolej öğrencisiyFilm Müziği” ödülü alan oyuncu Ererez ve Güney Vakfı’ndan yönetmen dim. Çukurova’da bilincimin üzerinden bir Arif Erkin, filmdeki başarısıyla Altın Koza Hüseyin Karabey katıldı. buldozer geçti. Yılmaz, bana filmin düğün ödülünü kazanan görüntü yönetmeni Kaya Panelde sözü ilk olarak, ‘Umut’ filminin YEŞİLÇAM’IN USTA OYUNCUSU EKREM BORA DÜN HAYATINI KAYBETTİ ‘Yaprak dökümü gibi...’ Kültür Servisi Yeşilçam’ın usta oyuncusu Ekrem Bora, tedavi gördüğü hastanede akciğer ödemi nedeniyle dün hayatını kaybetti. Sanatçı yarın Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilecek. Kadıköy’deki Florence Nightingale Hastanesi’nde 30 Mart Cuma günü tedavi görmeye başlayan Ekrem Bora’nın, dün saat 13.45’te akciğer ödemi nedeniyle hayatını kaybettiği bildirildi. Hastane yetkilileri tarafından yapılan yazılı açıklamada, “30 Mart 2012 tarihinde hastanemize başvuran Ekrem Bora, akciğer ödemi tablosunda yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alınmıştır. Yapılan tüm müdahalelere rağmen 1 Nisan’da saat 13.45’te Hakk’ın rahmetine kavuştu” denildi. Ekrem Bora, kalp yetersizliğine bağlı akciğerlerde sıvı toplanması tanısıyla yaklaşık 20 gün önce Memorial Şişli Hastanesi’ne kaldırılmış, hastanenin Genel Yoğun Bakım Sorumlusu Doç. Dr. Serdar Çelebi, sanatçının kalp yetmezliğine bağlı akciğer ödemi bulunduğunu, bu tabloya solunum sıkıntısının eşlik ettiğini belirtmişti. Burada bir süre tedavi gören Ekrem Bora, daha sonra taburcu edilmişti. 1934 yılında Ankara’da dünyaya gelen Ekrem Bora, 1953 yılında Yıldız Dergisi’nin açtığı “Sinema Artist Yarışması”nda birinci olmasına rağmen herhangi bir sinema filminde rol almadan askere gitti. Döndüğünde, 1955 yılında ilk olarak “Alın Yazısı” filminde rol aldı. İki yıl verdiği aradan sonra tekrar sinemaya dönen Ekrem Bora, ardından çok sayıda sinema filminde rol aldı. Ekrem Bora’nın aldığı ödüller arasında 1966’da Antalya Altın Portakal Film Festiva li’nde, “Sürtük” filmindeki rolüyle “En İyi Erkek Oyuncu Ödülü” ile 1991’de yapılan 28. Antalya Film Şenliği’nde “Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu” filmindeki rolüyle “En İyi Erkek Oyuncu Ödülü” yer alıyor. Ekrem Bora’nın rol aldığı bazı filmler şöyle: “Yalnızız” (1992), “Temas” (1987), “Aşkın Gözyaşları” (1979), “Dikiz Aynası” (1973), “Bir Kadın Kayboldu” (1971), “Emine” (1971), “Günahını Ödeyen Adam” (1969), “İnsan İki Kere Yaşar” (1968), “Silahları Ellerinde Öldüler” (1967), “Tilki Leman” (1958), “Alın Yazısı” (1955). ‘Önemli bir sanatçıydı’ Ekrem Bora’nın ölümü, sanatçı dostlarını da derinden etkiledi. Sinema oyuncusu Tarık Akan, “Ekrem Bora benim sinemaya başlamadan önce hayran olduğum bir sanatçıydı, o çok önemli bir sanatçıydı. Ekrem Bora’yla karşılaştım, tanıştım, dostluğum olamadı ama kendisini bir sanatçı olarak çok severdim, saygı duyardım. Ekrem hocanın vefatı beni çok üzdü” diye konuştu. Çok sayıda filmde birlikte rol aldığı sinema oyuncusu Cüneyt Arkın ise “Bir anda içimden bir şeyler boşandı, çok üzüldüm. Birlikte rol aldığımız çok fazla film olmuştu, hatıralarımız var. Bu olanlar ne yazık ki yaprak dökümü gibi görünüyor. Sevdiklerimizin ölümü çok şeyler götürüyor içimizden, tabii çok şeyler de bırakıyor geriye. Allah’tan rahmet diliyorum” ifadelerini kullandı. İstanbul Film Festivali’nde bugün ? Kültür Servisi İstanbul Film Festivali’nde bugün Atlas Sineması’nda saat 11.00’de, “Karamazov Kardeşler”in serbest bir uyarlaması olan, Mika Kaurismäki’nin oyuncu atölyesinden çıkan yeni filmi “Kardeşler” izleyiciyle buluşuyor. Aynı saatte Beyoğlu Sineması’nda yönetmenliğini Namir Abdel Messeeh’in üstlendiği “Meryem Ana, Kıptiler ve Ben”, Fitaş 4. Salon’da ise saat 16.00’da Agnieszka Holland’ın yönettiği, “Karanlıkta Kalanlar” başlıklı film gösterilecek. Fitaş 1. Salon’da ise saat 21.30’da, Werner Herzog’un yönettiği “Uçuruma Doğru” adlı film gösterilecek. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle