23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 MART 2012 SALI CUMHURİYET SAYFA HABERLER İstanbul PB Edirne PB Kocaeli PB Çanakkale PB İzmir PB Manisa PB Denizli PB Zonguldak Y Sinop Y Samsun Y Trabzon Y Giresun Y Ankara PB 14 15 13 13 16 15 16 8 7 8 7 6 10 Eskişehir Konya Sıvas Antalya Adana Mersin Diyarbakır Şanlıurfa Mardin Siirt Hakkâri Van Kars PB PB K PB Y PB Y Y Y Y K K K 8 10 2 17 21 18 14 18 11 12 5 5 1 Oslo PB Helsinki PB Stockholm B Londra B AmsterdamB Brüksel B Paris B Bonn B Münih B Berlin PB BudapeştePB Madrid B Viyana B 19 6 14 19 15 18 19 17 15 18 18 21 19 Belgrad Sofya Roma Atina Zürih Moskova Aşkabat Taşkent Baku Bişkek Tiflis Kahire Şam PB PB B B B K B PB Y B Y B PB 16 15 21 17 18 1 29 24 10 17 8 23 18 Karadeniz Bölgesi, İç Anadolu’nun doğusu, Doğu Akdeniz ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin yağışlı, diğer yerlerin parçalı bulutlu geçmesi bekleniyor. Yağışların genellikle yağmur, Karadeniz’in yüksek kesimleri ile Doğu Anadolu’nun doğusunda ve Sivas çevrelerinde karla karışık yağmur ve yer yer kar şeklinde olması tahmin ediliyor. 13 TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 27 Mart GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK ? Baştarafı 1. Sayfada gösterilerini milli matbuatımız, tabii RTE’nin verdiği bilgiler çerçevesinde bilgimize sundular. Elleri dert görmesin. RTE’nin cımbızla seçip oluşturduğu matbuat heyetindeki konumları yıllardır süren matbuatımızdan seçme muharrirlerin aktardıklarına göre, Seul görüşmesinde RTE ile Obama arasında hiçbir konuda anlaşmazlık yok! Acaba yok mu? Oysa, RTE’nin görüşmeden sonra yaptığı açıklamalarda, Ankara ile Washington arasında birkaç temel konuda anlaşmazlık sırıtıyor. Bir buçuk saat süren görüşmede ağırlıklı konu Suriye! RTE, Esad’ın kanlı eylemlerine “Seyirci kalmak, müdahale etmemek mümkün değil” diyor. Söylemiyor ama, amacı askersel müdahale! Obama ise “RTE ile eylem sürecini görüştük” demekle yetiniyor. Askeri müdahaleye ABD karşı çıkıyor! Neden çok açık: ABD, Irak’tan, Afganistan’dan askerini çekiyor; Suriye’de askeri bir serüvene girmeyi istemiyor. RTE de bu kanıyı şu sözleriyle doğruluyor: “ABD ilk etapta müdahaleye sıcak bakmıyor”. RTE istiyor, dayatıyor diye Obama’dan tam da başkanlık seçimi arifesinde Suriye’de askersel yeni bir serüvene girişmesini beklemek zaten abesle iştigal! Matbuatımızın üzerinde durmayıp geçiştirdiği Suriye’deki olaylara “müdahalenin” sınırları, içeriği nedir? Milli matbuatımız müdahalenin ya üzerinde durmamayı, içeriğini kaşımamayı yeğliyor. …ya da ABD ile bu konuda anlaşmazlık olgusunun kamuoyuna duyurulmasını istemeyen RTE’nin “telkinleri” doğrultusunda yayın yapmayı yeğliyor. ??? İkinci konu, Suriye sınırında veya Suriye topraklarında bir tampon bölge oluşturmayı öngörüyor RTE. Seul yollarında açıkladığına göre, tampon bölge konusunda çalışmalar sürüyormuş. Oysa, ABD Dışişleri Bakanı Clinton’ın Suriye’ye askeri müdahaleye Washington’ın olumsuz baktığını Obama görüşmesinden önce Ankara’ya duyurduğu… …tampon bölgeye de karşı olduklarını bildirdiği, kimi Amerikan düşünce örgütlerinin yayınlarında yer aldı. Görüşmede söz konusu edilmediğine göre tampon bölge düşsel niteliğini koruyor. ??? Başbakan, PKK terörü ile mücadeleye ABD’nin tam destek verdiğini yineledi. Desteğin yeni kanıtını da açıkladı: “PKK’ye karşı iki Predatör kullanıyordu, hepsi devreye girecek” diyor. Fakat, sınırlarımız içinde teröristlerle mücadele ederek, arada sırada Predatörlerin saptadığı terörist yuvalarını, kamplarını havadan vurarak PKK’yi yok etmenin olanaksızlığı ortada. Kandil’deki PKK yok edilmedikçe sınırlar içindeki mücadelenin güncel başarı sınırını asla aşamayacağı da, terörü bitiremeyeceği de bilinen bir gerçek. Ama ABD, manevi himayesini asla esirgemediği Barzani’yle birlikte, Türkiye’nin Kandil’i bertaraf etmesini dün de engelliyordu, bugün de engel! İki değil daha fazla Predatör’le PKK ile savaşımıza ortak oluyor, terörle mücadelemize katılıyormuş. Bu açıklamalar kamuoyunu uyutmaktan başka bir anlam taşımıyor. Ha, bir de Kıbrıs sorunu görüşülmüş. Obama’nın tabii Kıbrıs sorununda şifa niyetine hiçbir vaatte bulunmadığı, RTE’nin ABD Başkanı’nın bu konudaki görüşlerinden söz etmemesinden anlaşılıyor. Ama RTE, Obama’ya “Kıbrıs’ta sabrımız tükeniyor” dediğini basına açıkladı. Nasıl sabır ise, yıllardır bir türlü bitip tükenmiyor. RTE döneminde başlayan dış politikadaki taşeronluk da… Erol Manisalı, Türkiye’nin Avrupa rüyasının nasıl bir ham hayal olduğunu, anlayan kafalar için hiçbir tereddüde yer bırakmayacak açıklıkla yazdı; anlamadılar bir daha yazdı, anlamadılar yılmadı yine yazdı. Sonunda gerçek kafalara dank etti. Başlangıçta, çok da aşırı kötümser, abartılı bulanlar oldu. Söyledikleri teker teker çıktı, artık kimse itiraza cesaret edemez oldu. Erol Hoca dünkü köşesinde “Ortadoğu’da Siyasal İslamın Kurumsallaşması” başlıklı yazısında, ABD’nin bölgeye yeni bir biçim verme girişimleriyle aynı zamana rastlayan gelişmeler sonunda siyasal İslamın bütün Ortadoğu’da kurumsallaşması sürecinin yaşandığına dikkati çekiyordu. Gerçekten de Hoca’nın dediği gibi, Libya, Tunus ve Mısır’da siyasal İslam tabanını genişletip iktidara yürüyor. Mısır’da siyasal İslam askerlerin de müzaheretiyle iktidara yöneliyor. Burada bir an duralım. Bizdeki ordu siyasal İslam çelişkisine bakanların yanılmamaları için belirtelim ki, Arap dünyasında askerler ile siyasal İslam bir süre birlikte kol kola yürüyebilirler. Bu ülkelerde illa iki kesim arasında bir karşıtlık olması şart değil. Nitekim Mısır Nâsır döneminde, Müslüman Kardeşlerordu karşıtlığını yaşamış, hem de daha sonra, askerlerin İslami akımlarla kucaklaşmasına tanık olmuştur. ??? Kısacası Erol Manisalı Hoca’nın da belirttiği gibi, Tunus’tan Irak’a, Mağrip’ten Maşrık’a Arap dünyasında siyasal İslam kurumsallaşmaktadır. Arap Dünyasına Model Batı Dünyası bu süreci sevinçle karşılamakta ve Arap Baharı olarak nitelemektedir. Kimileri Batı’nın bu sevincini paylaşmakta, Arap dünyasındaki demokratikleşmeye kucak açmaktadır. Arap dünyasıyla böylesine içli dışlı olmuş ülkelerin, böylesine önemli bir konuda yanlış tanı koymaları, demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir rejimi, özgürlükçü olarak nitelemelerindeki yanılgı kimilerini şaşırtmaktadır. Oysa Batı’nın herhangi bir yanılgısından söz etmek mümkün değildir. Ortada yanılgı falan yok. Yapılmış bilinçli bir seçimin sonuçlarıyla karşı karşıyayız. Başta ABD ve ardından da AB’nin bilerek isteyerek, hesaplayıp ölçüp biçerek Ortadoğu’ya biçtiği giysi budur. “Bon Pour l’Orient” (Yalnız Doğu’da geçerli) demokrasi Ortadoğu için biçilmiş kaftandır. Bir adı da “ılımlı İslam” olan bu rejimin özelliği, İslami muhafazakârlığı, küreselleşen kapitalizmin çıkarlarıyla bağdaştır mayı becermiş olmasıdır. ??? Aslında rejim, küreselleşen kapitalizmin çıkarlarını İslami muhafazakârlıkla bütünleştirdiği için her ne kadar ılımlı diye adlandırılsa bile, esas itibarıyla, uyumlu İslam olarak okunur. Burada esas olan öğe, küreselleşmenin amir hükümleriyle çelişmemek, herhangi bir çatışmaya girmeden, küreselleşmenin egemeni ABD’nin ya da başka adıyla finans kapitalin hegemonyasını kabul etmektir. Hegemonyayı itirazsız kabul ettikten sonra, istenen tek şey, toplumsal çalkantıları bir ölçüde kontrol altında tutabilecek bir seçim sistemiyle, sandık başına gidilmesidir. CIA’nın da araştırmaları göstermiştir ki, Müslüman ülkelerde hegemonya sorgulanmadan, sandık başına gitmenin ve güvenli sonucu almanın en emin yolu ılımlı İslamın kalkanı arkasına sığınmaktır. Küreselleşen kapitalizmin bu yeni buluşu, kimilerinin yıllar yılı düşlediği Türkiye’nin model ülke olma rolünü de gündeme getirmiştir. Bir zamanlar iyi kötü götürdüğü Kemalist modeli laik yapısı dolayısıyla, Arap ülkelerine model oluşturmayan Türkiye, artık Tayyip Bey’in öncüsü ve simgesi olduğu ılımlı yazılan uyumlu okunması gereken İslami rejimin en iyi modeli olarak artık bölgeye ve buradaki Müslüman ülkelere örnek olarak gösterilmektedir. Bölgedeki tüm çekişmeleri ve çatışmaları da Türkiye’nin model ülkesi olduğu bu rejimin oturması çabaları çerçevesinde görmek gerekmektedir. Kapatılan Bir Gazetenin Düşündürdükleri IPI Uluslararası Basın Enstitüsü Başkanına yıllar önce… hapiste bulunan ve işlerini yitiren gazeteci meslektaşlarımız için Ankara nezdinde devreye girip bir şeyler yapması gerektiğinden söz ettiğimde, bana “Biliyor musun? Ben artık usandım” yanıtını vermişti: “Türkiye’de bu konular hiç bitmiyor. O iktidar gidiyor, bu iktidar geliyor… basına yönelik düşmanca tavırda değişiklik olmuyor. Bazen.. ne yapsak boş diye düşünüyorum!” En son “Özgür Gündem”in kapatılmasına ilişkin haberleri izlediğimde, aklıma … eski IPI Başkanı’nın söylediği bu sözler geldi… Türkiye’de her dönem ifade özgürlüklerini hedef alan baskılar; dünyanın dört bir yanında işi bu baskılarla mücadele etmek olan deneyimli bir uluslararası örgütün tepe ismini bile “bezdirmeyi başarmış” ve Türkiye vakasından “yaka silker” hale getirmişti... Bizim kadar sözüm ona “demokrasi” ve “demokratikleşme” sevdalısı olup da dünyada basınına bu kadar istikrarlı biçimde böyle kök söktüren başka ülke yok çünkü… Basına zulüm şampiyonluğumuz ortadayken, bu hiç elden bırakılmayan “demokrasi sahtekârlığı”, uzun yıllar boyunca Türkiye’yi izleyen herkesi sonunda bezdirmeyi başarıyor. Demir parmaklıklar ardında malum bizden çok gazetecisi olan ülke yok. Hapisteki 104 gazetecinin tam 4’ü salındı diye sevinir gibi olurken en kötü darbe dönemlerini andıran biçimde en son bir gazetenin kapısına bir ay süreliğine kilit asıldı… Şener, Şık, Coşkun Musluk, Muhammet Sait Çakır’ın serbest bırakılmasının yarattığı görece “umutlar”, on gün içinde berhava oldu. “New York Times” geçen gün daha; nalına mıhına kaleme aldığı başyazısında, Türk demokrasisinin gerçek “demokrasi” olmaktan ne kadar uzak olduğunu vurguluyordu… “Türkiye’nin demokrasisi, farklı ve kutuplaşmış bir halkın haklarını ve özgürlüklerini garanti etmekten hâlâ uzak” ifadelerini kullanan yazı özetle “Erdoğan Ortadoğu’da liderlik rolü istiyorsa, inandırıcılığını önce kendi demokrasisini güçlendirerek sağlasın” diyordu. Bu kısır döngü görünen o ki bu topraklarda daha böyle çok sürüp gidecek… Uluslararası baskıların gazını almak için demir parmaklıklar ardından birkaç gazeteci salıverilirken; gazetenin birine kilit vurulacak; bir elle verilen, başka elle alınacak… Ta ki bu toplum basın ve ifade özgürlüklerinin kendisi için değerini keşfedip, bu özgürlüklerin bizzat peşine düşene kadar… Ancak üniversitede okuyan koca bir siyaset bilimi öğrencisinin “parlamento” sözcüğünün anlamını bilmediği ülkede bunun için de ne yazık ki daha çok beklememiz gerekecek…. “Kim Milyoner Olmak İster?” yarışmacısı Gözde Umay Dalkalı’nın “parlamento” sözcüğünün karşılığını bilememesine… çok insan gibi önce ben de inanmakta zorluk çektim… Sonra “Youtube”dan sahneyi indirip izlediğimde; üniversite öğrencisi gencin; asıl bu “bilmeme durumundan gocunmamasına” çarpıldım… Deneyimli sunucu Kenan Işık “Siyasetle ilgileniyorsunuz. Ve bu soruyu cevaplayamıyorsunuz. Hocalarınız size bunu hatırlatacaktır” derken; en ufak bir rahatsızlık/tedirginlik/gerginlik/ gerilim/ pişmanlık/üzüntü/hayıflanma/ utanma/ çekinme emaresi göstermeyen yarışmacı hanım “Sağlık olsun! Olur böyle şeyler” havasındaydı… O zaman işte Pakize Suda’nın Habertürk’te yaptığı “Türkiye Konuşuyor” programını hatırladım… Halk içine dalan Suda; önüne gelene temel bilgi düzeyinde yönelttiği küçük sorularla mikrofon uzatıyordu… “Kıbrıs nerede?” sorusuna karşılık olarak “Güney Doğu’da” diyenler oluyordu... “Türkiye hangi yarımkürede?” sorusundaki “yarımküre” sözcüğü; insanları afallatmaya yetiyordu… “Gazze nerede?” sorusuna “Japonya” diyenler çıkıyor; “Arap Baharı nedir?” sorusuna karşılık “baharat” demek yaratıcılığını gösterenler bulunuyordu… Ancak en inanılmazı; “Kaçıncı yüzyıldayız?” sorusuna verilen yanıtlardı… 15. yüzyıldan başlayıp, açık arttırmayla Allah ne verdiyse…19, 20, 25. yüzyıla dek uzananlar çıkıyordu... İnsanlarımızın çoğu, hangi yüzyılda yaşadığını bilmiyor ve bundan da gocunmuyordu… Hal böyle olunca, Yeditepe Üniversitesi öğrencisi Dalkalı’nın “parlamento” sözcüğünü bilmemesine uzun boylu kim kafayı takacak? “15 dakikada” şöhrete kavuşan Gözde Hanım, cahil cesareti ile övünmekte ve kendisine dil uzatmaya kalkanlarla “Twitter” üzerinden kafa bulmakta haklı... Türkiye, Umay Dalkalı’lar için bir cennet gerçekte… Umay Dalkalı’lar için böylesine gamsız bir cennet olduğundan, düşünenler için ateşi sürekli tazelenen bir cehennem olmak zorunda. Coşkulu taraftara polis dayağı Bir elle verip, diğeriyle almak ‘Hayatımda böyle olay görmedim’ Fenerbahçe Universal oyuncusu Naz Aydemir gerginlikle ilgili sosyal paylaşım sitesi Twitter’daki sayfasına; polisin attığı biber gazlarının dumanının otobüsün içine girdiğini ve takımın güçlükle nefes aldığını yazdı. Sarı Lacivertli oyuncu Duygu Bal da, “Hayatımda böyle olay görmedim. Polis üniformasını giyip önce bizi korumaya sonra da otobüsümüze kadar saldırmaya kalktılar. Yazıklar olsun” ifadelerini kullandı. Polis taraftarın kolunu kırdı... SAMİ GÜREL Olur böyle şeyler... Polisle esnaf arasında arbede ? İstanbul Haber Servisi Fatih’te polisle bir işyerinin çalışanları arasında çıkan kavgada 2’si polis memuru 3 kişi yaralandı. İtfaiye Caddesi Kadınlar Pazarı mevkisinde, bir evden hırsızlık yapıldığı ihbarını alan polis ekipleri, eşkal tespiti için olay yeri yakınındaki bir kebapçının güvenlik kamerasını incelemek istedi. Polisin talebine olumsuz cevap veren işyeri çalışanlarıyla, polis arasında çıkan tartışma kavgaya dönüştü. 2 polis memurunun darp edilmesi üzerine bölgeye çok sayıda çevik kuvvet polisi sevk edildi. Olayda 2’si polis memuru 3 kişi yaralandı. Kavgaya karıştığı belirtilen 10 kişi gözaltına alındı. Voleybol Kadınlar Şampiyonlar Ligi Kupası’nı kazanan Fenerbahçe Universal, Azerbaycan dönüşü İstanbul’da coşkuyla karşılanırken kutlamalara gerginlik ve polisin sert müdahalesi damgasını vurdu. Fenerbahçe Universal kafilesini taşıyan özel uçak, dün sabaha karşı Sabiha Gökçen Havalimanı’na inerken, taraftarların yoğun sevgi gösterileriyle karşılaştı. Takımın alandan çıkacağı kapının önüne otobüs yanaştırılırken, barikatla, kafilenin binmesi için kordon oluşturuldu. Şampiyonluk kupasının kaptan Seda Tokatlıoğlu’nun elinde havalimanından dışarı çıktığı anda F. Bahçeli yandaşların tezahü ratı başladı. Oyuncular da bu coşkuya ortak oldu. Sevgi gösterilerinde bulunan taraftarlar meşale yaktı. Taraftarlar otobüs hareket ettikten sonra da bir süre aracın önünde yürüdü. Ancak bu sırada F.Bahçeli yandaşlarla polis arasında gerginlik çıktı. Polis, taraftarları dağıtmak için biber gazı kullanırken arbedede çok sayıda F. Bahçeli yaralandı. Emniyet güçlerinin müdahalesi sonucu 12 yaşındaki bir çocuk taraftarının da kolunun kırıldığı iddia edildi. Fenerbahçe taraftarları, sosyal medya üzerinden İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ın görevden alınması için kampanya başlattı. Kampanya Fenerbahçeliler kadar diğer takım taraftarların da destek verince olay, en çok konuşulan olaylar arasında yer aldı. ITUC, AA’DA TGS ÜYELERİNE YÖNELİK İSTİFA BASKISINI PROTESTO ETTİ Başbakan’a kınama mektubu SENDİKA BAŞKANINA SALDIRI İstanbul Haber Servisi EnerjiSen Genel Başkanı Ömer Kamil Kartal, Maraş’ta AfşinElbistan termik santralında Tesİş Şube Başkanı’nın da içinde olduğu bir grup tarafından saldırıya uğradı. Kartal ve enerji teknisyeni Mahir Özdoğan, A Termik Santralı’nın müdürü ile örgütlenme konusunda bir görüşme yaptıktan sonra Tesİş şube yöneticilerinin bulunduğu grup, önlerini keserek silah çekti. Jandarma, olayla ilgili 3 kişiyi gözaltına alırken, Kartal ve Özdoğan hastaneye kaldırıldı. İstanbul Haber Servisi Uluslararası İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ITUC) Başkanı Michael Sommer ve Genel Sekreteri Sharan Burrow, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a basın özgürlüğü ihlalleri nedeniyle kınama mektubu gönderdi. Mektupta, Anadolu Ajansı’nda TGS üyelerine yönelik istifa baskılarına işaret edilerek, “TGS aleyhine yürütülen bu sendika karşıtı ortaklaşa faaliyetler; Türkiye’de hükümet ile işverenlerin giderek büyüyen sendika karşıtı yıldırma çabalarının genel görünümüne de denk düşmektedir” denildi. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 151 ülkedeki 175 milyon işçiyi temsil eden ITUC, mektubunda, cezaevlerindeki gazeteci sayısının artmasını da protesto etti. Mektupta, “Hükümet tarafından atanan Anadolu Ajansı Genel Müdürü, gazetecilerin TGS’den istifa etmeleri için baskı yapmaktadır” denildi. ‘Dövene, dövülenden az ceza’ ? İstanbul Haber Servisi Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Yusuf Özertürk ile doktor Dilek Argon, şiddet ve hakaret iddiasıyla birbirlerinden şikâyetçi oldu. Kartal 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nde 2009’da başlayan dava dün sonuçlandı. Özertürk 3 bin TL, Argon ise 3 bin 500 TL adli para cezası ödemeye mahkum edildi. İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri doktor Ali Çerkezoğlu, “Döven, dövülenden daha az ceza aldı. Bu karar kadına, hekime yönelik şiddeti arttırır” dedi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle