18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 1932 son yazında Reşit Galip’in Ankara Radyosu’ndaki bir konuşmasında: “Devrimleri her yerde, herkese karşı savunacağız” sözlerini dinleyen Atatürk, birkaç gün sonra, onu yeniden sofrasına davet etti, yanındaki iskemleye onu, onun yanına da hocası Esat Mehmet’i buyur etti. Orada yeni Eğitim Bakanı’nın Dr. Reşit Galip olduğu açıklandı. Dr. Balkar YEKEBAŞ ki bin çok uzaktı. O zamanlar Ankara, Cumhuriyet çocuklarıyla doluydu. Gazi Liseli, Atatürk Liseli, Kız Liseli’ydiler. Dönemdaşları arasında zamanlarının cumhurbaşkanları, başbakanları, dışişleri, eğitim bakanlarının soyadlarını taşıyan öğrenciler vardı. Eğitim, daha iyisi aranmayacak düzeydeydi. “Muallimler Ordusu”, yetişen kuşağa öncü bilgeler kadrosuydu. En cömert katkılarıyla, bu okullarda aklın önderliğinde, kalkınmaya ışık saçtılar. Gündemde kuruluşun heyecanı, güncelde onun coşkusu vardı. Dinlenenler, bir oluşumun kanıtlarıydı. Bir değişimin: 1931 yılı son yazında bir gece, Atatürk’ün sofrasında, dönemin Eğitim Bakanı Esat Mehmet, kız öğrencilerin giyimlerinden serzenişle, kızların kısa etek, kısa çorap, kısa kollu gömlek giymelerini uygun bulmadığını, daha kapalı giyinmeleri buyruğunu bir genelgeyle yayınlayacağını belirtti. Konuklar arasında bulunan Dr. Reşit Galip, Atatürk’ün 1923 yılında bir yurt gezisinde Mersin’de tanıdığı, Mustafa Kemal Paşa’nın karşılanmasında yaptığı devrimci konuşmanın heyecanıyla Gazi’nin dikkatini çekmiş, otuz yaşlarında genç bir doktordu. Paşa’nın önerisiyle, Dr. Reşit Galip 1925 yılında milletvekili seçilmiş zaman zaman Gazi’nin sofrasında yer almıştı. O akşam da konuklar arasındaydı. Eğitim Bakanı’nın açıkladığı öngörüye karşı: “Beyefendi” dedi, “Yanlış düşünü CUMHURİYET 6 ŞUBAT 2012 PAZARTESİ Bir Zamanlar Ankara Evlendirecek Kız KİM, nerede, ne zaman, nasıl söylemiş hiç önemli değil. Yüzlerce, binlerce, belki de milyonlarca erkek herhalde hep söylüyordur bunu. Özellikle bizde ve kültür açısından bize benzeyen ülkelerde. Kızların okutulmasından söz açılınca “iyi, okusunlar da, ama o sefer erkeklerimizi evlendirecek kız bulamıyoruz” deniyormuş. Hele kızların ilköğretim ötesinde okuyup meslek, bilgi ve hatta bilim sahibi olmasından söz edilince, kim bilir neler deniyordur? Hele “evlenecek” yerine “evlendirilecek” derseniz. İster istemez, bir yığın soru geliyor insanın aklına. irincisi şu: Peki, sorunu tersine çevirip kızları evlendirecek erkek kolay bulunabiliyor mu? Erkekler iyi eğitilmemiş ya da okutulmamışsa, kızları evlendirecek erkek bulunabilir mi? Anababalar rasgele birine mi vermelidirler kızlarını? İkincisi, daha doğrusu ve hatta belki birincisi, asıl doğru olan kızlarla oğlanları iyi yetiştirip okutabilmek, her iki cinsi de kendi tercihini doğru yaparak sağlam düşünceyle iyi karar vererek evlenmelerini sağlamak değil midir? Bir adım daha ötesi yahut berisi, analar ve babalar olarak, onların evlenirken sizlere de danışarak fikir almalarını beklerseniz, sizlerin iyi yetiştirilmiş olmanız gerekmez mi? çüncüsü ve herhalde zamane dünyanın koşullarından doğanı şu: Dengesiz, düzensiz, hatta ekonomik ve sosyal bakımdan çarpık düzenli bir toplum yaratmışsanız ya da yaratanları baştacı etmişseniz, neredeyse vahşi iklimlerdeki orman yasalarına benzer biçimde güçlünün, zenginin, seçkinin güçsüzü, yoksulu, garibanı ezdiği bir yeryüzünde kimi kimle evlendirirken içiniz rahat edebilir ki? O zaman da, şu dördüncüsü: Gururlu “Cemahiriye”sinde kendine ve inancına göre bir çeşit “sosyal devlet” kurarak parasız okuttuğu gençler evlenirken onlara bedava konut verip asgari geçim koşulları sağlayan bir Kaddafi’nin arsız dünya egemenlerince zavallı insanlara linç ettirilmesine niçin seyirci kaldınız, hatta çanak tuttunuz? Şimdi, vicdanınıza sorun, nasıl “kızlar okusun da ama..” diyebilirsiniz? Okuyacaklar, elbet. Sonrasını siz de düşünün. İ B yorsunuz. Bu, bir geriliktir. İnkılaplardan en büyüğü, kadınlara verilen haklardır”. Gerilen havada Gazi, Harbiye’den hocası olan Eğitim Bakanı’nı korumasız bırakmayıp, “Bu konuyu sonra tartışırız” dedi. Reşit Galip, “Af buyurun Paşam, diyordu, bu bir inkılap ve zihniyet meselesidir. Daha ileri giderek diyeceğim ki, sizin huzurunuzda, bu sofrada inkılapları zedeleyecek icraattan bahsedilmesi küstahlıktır, hoş görülemez.” illi Eğitimden izin çıkmıyordu Reşit Galip’in ödün vermeyişinin başka nedenleri de vardı: Halkevlerinde sanatın desteklenmesi için tiyatro çalışmaları yapılıyor, ancak sahneye çıkacak kadın oyuncu bulunamıyordu. Kadın öğretmenlerden, gönüllü çalışmak isteyenler için, Eğitim Bakanlığı’ndan izin alınamıyordu. Reşit Galip: “Bu kokuşmuş kafayla devlet yürütülmez” diyor, ödün vermiyordu. Gazi, “Sözlerinizde ölçülü, müsamahalı olunuz” dedi. Reşit Galip, “Devrimci devrimcidir. İnsanlar bir yaştan sonra tutucu olurlar. Meclis’te bunca idealist, bakanlık yapacak yetenekte insan varken, böyle tutucu kimseleri eğitim bakanı yapmak hatadır” diyerek, eğitim bakanını gösteriyordu. Atatürk, “Esat Bey davamıza inan M Ü mıştır ve benim hocamdır. Beni okutmuş olması sence bir değer taşımıyor mu?” diye sordu. “Kusura bakmayın Paşam, taşımıyor. Okuttukları içinde sizin gibi bir devrimci çıkmış ama kim bilir nice tutucu da çıkmıştır.” Gazi, “Bu sofrada hocama ve bir eğitim bakanına hakaret etmenize müsaade edemem.” Reşit Galip sinmiyordu: “Devrimcileri korumak için sizden müsaade istemiyorum. Hatayı yapan siz de olsanız, sizi de eleştiririm. Mesela Rose Noir’a verdiğiniz kredi mektubu da, siz yazdınız diye hata olmaktan çıkmaz.” Rose Noir, Beyoğlu’nda bir çiftin işlettiği barın adıydı. Gazi bir gece oraya gitmiş, yer sahibi Madam Senya’dan “olunması isteğini” içeren bir iletiyi mekân sahibi çifte vermişti. Reşit Galip’in eleştirdiği, bu iletiydi. Gazi: “Yoruldunuz; buyrun, biraz istirahat edin” dedi. Genç devrimci yılmıyordu. Yıllar yılı söylence olan çıkışıyla: “Burası dedi, sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz. Burada oturmak, sizin kadar, benim de hakkımdır.” (“Atatürk’ten Anılar”, İş Bankası Yayınları) Atatürk bu inançlı genç adama baktı; yanındakilere dönerek: “Öyleyse biz kalkalım” dedi. Sofra tüm oturanlarıyla boşaldı. Reşit Galip bütün geceyi Dolmabahçe Sarayı’nda, pencere kenarında bir koltukta yalnız geçirdi. Atatürk uyandığında genel sekreterine Reşit Galip’i sordu. Krizler, Gençlik, Düşmek veya Uçmak Üzerine Fazıl SAY Ç Rose Noir olayı “Sabaha kadar bekledi. Mahcubiyetini size iletmemizi söyledi. Ankara’ya gidecek kadar borç para istedi. 25 lira verdik” dediler. Gazi: “Bari benim hesabımdan birkaç yüz lira verseydiniz. Cebinde beş parası yok ama karakterinden hiç taviz vermiyor” dedi. Rose Noir sahibi çiftin getirdiği, Atatürk imzalı iletiyi alan İş Bankası Genel Müdürü Muammer Eriş doğru Dolmabahçe Sarayı’na gelip Atatürk’ün ricacı olduğu “kredinin verilmesine kuralların uygun olmadığını, isteği reddettiğini” bildirdi. Söylenenlerin yaşayanları kadar, dinleyenleri de yaşayanları oldular. 1932 son yazında Reşit Galip’in Ankara Radyosu’ndaki bir konuşmasında: “Devrimleri her yerde, herkese karşı savunacağız” sözlerini dinleyen Atatürk, birkaç gün sonra, onu yeniden sofrasına davet etti, yanındaki iskemleye onu, onun yanına da hocası Esat Mehmet’i buyur etti. Orada yeni Eğitim Bakanı’nın Dr. Reşit Galip olduğu açıklandı. Ülke yüzeyine serpilmiş Köy Enstitülerinde yetişen kırsal yörelerin çocuklarına yükseköğrenim sağlayan Hasanoğlan Köy Enstitüsü örnek bir eğitim kuruluşu olarak konukların uğrağıydı. Alanlarının saygın bilgeleri, dağarcıklarının ekin ve beceri birikimlerini bu yerleşkede sunarken, türlü kazanım ve hünerle yetişen eğitmenlerin döndükleri köylerden bayındır bir ülke doğacaktı. Uygulamalı hayvancılık dersliğinden bir öğrenciyi sürüsünü otlatırken gören konuk devlet büyüğünün azık torbasında ne olduğu sualine öğrencinin yanıtı azık çıkınında taşıdığı, Eğitim Bakanlığı’nın beyaz kapaklı “Dünya Edebiyatından Tercümeler” serisinden “Antigone” idi. Schiller’in ünlü yapıtı “Don Juan” çevirisi şöyle başlıyordu: “Aranjuez’de güzel günler son buldu”... ocuk doğadır, akar, doğallığında, öğrenir hep, öğrenmek doğasıdır çocukların, bilimsel doğasıdır insanoğlunun gelişim sürecinin.. Sormayız, sorgulamayız, çocukken yaptıklarımız için “nasıl oldu bu?” diye düşünmeyiz bile. Sadece ilerleriz. Hızla öğreniriz 1718 yaşımıza kadar. ??? Bir dağa tırmanırız. Ne kadar çok tırmanabilirsek ve de destek ne kadar çok ise, aileden, hocalardan, çevreden, arkadaş ortamından o kadar çok tırmanırız o dağın doruklarına doğru. Asla sormadan, asla sorgulamadan, sadece alarak; vermeden alırız, sömürürcesine alırız... Hedef, dağın tepesidir. Bilmediğin tepesi... ??? Ve her insan için olduğu gibi, o an gelecektir. O dağın en tepesi korkunç dik bir uçurumdur, fark ettirmez kendini. Sinsidir. Gizlidir, görünmezdir, ölümcüldur; düşeceksindir o uçurumdan... ??? İnsanoğlu, düşer. En büyük imtihan günüdür. Güç günüdür. Sorgulama günüdür. Ve ilk defadır; ilkgençliğinde... ??? Uçurumdan düşerken bir şoktur, düşmenin acı şoku. Upuzun bir düşüştür bu, kimisi; ömür boyu düşer; düşmek ölümse, “ömür boyu ölür” aslında. Büyük bir yaşama içgüdüsü, büyük bir yaşam sevgisi olursa ancak, “yaşamak” diye inat edersen, ancak o zaman “iki seçeneğin diğerini” de göreceksindir. Ya düşüp çakılıp öleceksin! ya da düşerken uçmayı öğreneceksin! ??? Hem ilk defa öğreneceksin uçmayı; dağa çıkarken yürüdün ve tırmandın. Ama uçmadın! Bilmiyorsun uçmayı. Denemedin bile! Hem de en zor anında, şok içindeyken, düşerken, korkunun, ölüm korkusunun ta kendisiyle yüzleşirken öğreneceksin... En zor görevindir. Kendi toprağın, gökyüzündedir bu sefer. Uçmayı öğrenmek... ??? Çoğu insan yenilir... Bu imtihan zordur, fena zordur.. Ve fenadır. İnsanlar, unuturlar yenildiklerini.. Fenadır, algılamazlar, ömür boyu öldüklerini... ??? Uçmayı becerirsen, yavaş yavaş güçlenecek kanatların, yeni bir sen doğdun, yeni bir şey başladı... Yavaş yavaş öğreneceksin.. Öğrenmek, doğaannenin elinden sana geçti, kendi topraklarından yöneldin gökyüzüne. Uç. Yavaş yavaş, uçurumun kenarından yükseleceksin. Dağın tepesine varınca, daha da uçup dağın tepesine gökyüzünden bakacaksın, dağ küçücük görünecek aşağıda, artık ona bakmayacaksın bile, çünkü seni çeken kendi toprağın, seni yukarı çeken, sen, evren, gökyüzü hep yukarıda ve amacın mutluluğun, mutsuzluğun artık yukarıda... Uç.. Yavaş yavaş, sonu olmayan bir hedefe, zamanı, mekânı olmayan bir gerçeklikte, sen artık sensin, sen artık evrensin, ve uç, ve uç, ve uç... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle