25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 ŞUBAT 2012 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI Kuşların tanıştırdığı insanlar nchorage yolculuğumuzun hemen ertesinde Türkiye’ye geldim. Uzun ayrılıktan sonra aileme, dostlarıma, çok özlediğim yemeklerimize kavuşmak; Ören tepenin bilge meşeleri arasında dolaşmak özlediğim kuş türlerini görmek… Ziyaretime sığdırabildiğim tüm güzel şeyler, hem bedenime hem de ruhuma iyi geldi. Ancak tüm bunları isli Türkiye havasını soluyarak yaptığım için, bir boşluk yakaladığı her an yüreğimin burkulduğunu da söylemeliyim. Şaşırmadım aslında, ama sarsıldım; ülkemiz beklediğimden de kötü bir hale gelmiş. 1997’den başlayarak kimisini birkaç kez gördüğüm, çoğunda yerel insanlarla çalıştığım 15 ülkeye gitme şansım oldu. Mesleki çalışmaların çoğunun turistik gezi programlarında yer almayacak küçük yerlerde yapılması ve kalış sürelerimin uzun olması nedeniyle bunlar, söz konusu ülkeleri tanımayı kolaylaştıran benzersiz deneyimlerdi. Doğduğum topraklardan, kültürden uzak kalmak, onların değerini daha iyi anlamamı sağladı. Kimi zaman bir şeyin değerini ancak yitirince anlamamız gibi. Yurtdışına çıkmadan önce de ülkesini seven biriydim ama tüm bu deneyimler sonrasında ülkemi daha da çok sevdiğimi söyleyebilirim. Tabii ki ülkemizin değişmesi gereken yanlarını görmeyecek kadar kör bir sevgiden değil, bu “kötü” yanları yok etmek için her birimize ne gibi görevler düştüğü konusunda hep kafa yormamı sağlayan bir sevgiden söz ediyorum. Özelllikle kuşlarla ilgili çalışmalarımız boyunca ülkemizin sorunları üzerine düşüncelerimin daha da berraklaşmasını sağlayan ve kanımca yurtdışı gezilerinden daha besleyici deneyimlerim oldu. Bandırma’dan Doğubeyazıt’a, Samsun’dan Akyatan’a, ülkemizin pek çok bölgesinde uzun sürelerle bulundum. Örneğin 2 yıl üst üste, ilkbahar ve sonbahar kuş göçü döneminde, Bandırma’nın Kuşcenneti köyünde kaldık. Milli park görevlilerinden çobanlara, tarım işçilerinden çocuklara, tüm köyün desteğiyle çalıştık. Birçok ülkeden meslektaşlarımız da çalışmalarımıza katıldı. Bir toplumun hammaddesini, insanını tanımak için ALASKA ne kadar gerçek ve güçlü bir buluşma ortamıydı. “Memleketimden insan manzaraları”… ÖZGÜR yaşadıklarımızı en iyi KEŞAPLI özetleyen kelimeler DİDRİCKSON bunlar. Binlerce manzara arasından birini paylaşmak isterim. Doğuda son dönemde hem terör hem de deprem nedeniyle insanlarımız çok acı yaşadı. Bu örnek doğudan, Iğdır yakınlarından. Sabah erken saatlerinde belirli alanlarda kuş sesleri dinleyerek, gözlem yaparak bölgedeki kuş varlığını tespit ediyorduk. Bu çalışma bitince de leylek yuvası arıyor, bulduğumuz yuvanın yakınında yaşayanlara sorular soruyorduk. Kiminle konuşsak tabii ki bir şeyler ikram ediyordu. Ayrılabilmemiz öyle uzun sürüyordu ki, çalışmalarımız aksıyordu. İnsanlarla sohbet etmekten çok keyif alsak da çalışma saatlerimiz için bir çözüm üretmemiz şart olmuştu. Sonunda yuva hakkında konuşma yapmaya sadece 1 kişinin gitmesine ve ayrılmanın zor olduğu durumda “arabada arkadaşlar bekliyor” demesine karar verdik. Kız kardeşimin eşi Okan’ı gönderdiğimiz bir seferinde pencereden izliyorduk. Bir de ne görelim; Okan parmağıyla bizi işaret eder etmez, bahçede eşinin yanında duran kadın hızla içeri girdi ve 20 saniye kadar sonra elinde bir bardakla belirdi. Okan 5 saniyede kadının verdiğini içti ve ellerini sıkarak ayrıldı! Bu kadar kısa sürede misafirine bir şey sunan bir başka kişiyle henüz tanışmadım! Ne ismini ne yüzünü bildiğim, sadece uzaktan karaltısını gördüğüm bu kadın, yıllar içinde tanıdığım bir sürü güzel insanımızın, güzel kültürümüzün simgesi oldu benim için. Ne şanslıyız ki kuşlar sayesinde tanıştığımız ve sayısız güzel anıya sahip olduğumuz birçok dostumuzla iletişimimiz sürüyor. Aralarında tarım işçileri de var, çobanlar da. Aralarında Arap da var, Kürt de, Pomak da. Huysuz yaşlılar da var, sabırsız çocuklar da. Meraklılar var, sessizler… Juneau’ya döneli 1 hafta oldu. Türkiye’deki son günlerimde hasta olduğum için yazılarıma ara vermek zorunda kaldım. Geçen kış Alaska’da geçirdiğim ilk kıştı. Masalsı bulmuş, büyülenmiştim. Hatta baharın gelişine ilk kez üzülmüştüm. Sarkıtlarının müziği, buzulunun mavisiyle kış nasılsa hemen bitmeyecek, bu yazımda ülkemize güneşli günleri geri getireceğine inandığım insanlardan söz etmek istedim. Ve “Ben ve bizim mahalle bakkalı / ikimiz de kuvvetle meçhulüz Amerika’da. Fakat ne zarar, / Çin’den İspanya’ya, Ümit Burnu’ndan Alaska’ya kadar / her mili bahride, her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki bir kerre bile selamlaşmadık / aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz” diyen dostum Nâzım Hikmet’i Alaska’dan selamlamak… ozgur@kanatlibalina.org Suyu iade ediyorum, param yok! ıl 2004. Aylardan Temmuz. Yaz Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapmaya hazırlanan Atina’da müthiş bir hareketlilik var. Otoyollar yenileniyor, metro hattına çiniler döşeniyor, Plaka ile Pire’yi birbirine bağlayan emektar tren yolunun etrafındaki evler boyanıyor. Oteller dolu. Keza, Sintagma, Singru Avenu, Glyfada, Nea Smirna’daki tavernalarda boş masa bulmak olanaksız. Hele Monastraki’deki Arnavut’un yerinde ‘suvlaki’ kebap yemek için bile randevu almak zorundasınız fırlama garson Yorgo’dan... “Ağır sanayisi olmayan Yunanistan bu hamleyi nasıl gerçekleştirdi” diyenlere halkın verdiği yanıt net: “AB fonları akıyor, Yunanistan Avrupa’nın gözbebeği...” Yıl 2008, Atina’da bir kış akşamı. Olimpiyatın üzerinden 4 yıl geçmiş. Otoyollar eskimiş, keza AB yardımı ve kredileri ile alınan otomobiller de artık ‘yaşlı’, Ege güneşi evlerin sıvalarını solgunlaştırmış. Yine de tavernalar yüzde 50 kapasite ile çalışıyor. Gündüz çalışan halk, haftada bir iki de olsa Psiri’de, Plaka’da tavernanın kapısının ipini çekiyor. Gelsin uzolar, gitsin Mastikalar. Glyfada’da George’un yerinde köftemizi yiyor, akşam da Y A yarı Türkçe, yarı İngilizce. Turizm durma Türk Limanı’ndaki (Mikro Limanı) noktasında. Otellerin yarısı kapanmış, Jimm&Fish’te jumbo karidesleri atıştırıyoruz. mağazalar ‘kiralık’ ilanı asmış, satış Artan vergiler, paralı eğitim, ateş pahası yapanlar da ‘Yüzde 90 indirim’ tabelaları sınırında dolaşan hastane hizmetleri komşunun ile müşteri avında. keyfini kaçırmış ama insanlar sineye çekiyor... Ve yıl 2012. Maya tarihine göre ‘dünyanın Taksiler bomboş yatıyor. Kuyumcular 300400 sonu’ değilse de Yorgo ve Katina için ‘yolun Avro fiyat biçtikleri altın yüzükleri, ‘maliyet’ sonu’ gelmiş. Angela Merkel’in fiyatına veriyor. 2000’li yılların Yunanistan üzerine yazdığı başlarında görmeye alışık olmadığımız ATİNA senaryo sonucu aldıkları maaşlar ‘Her şey 1 Avro’ yazılı dükkânlar ‘kuş’a dönen Yunan aileler, mantar gibi çoğalmış. Omonia’daki açlıktokluk sınırında. pazaryerinde balıkçılar ellerindeki taze Sintagma’da gün geçmiyor ki bir deniz ürünlerini satmak için fiyat gösteri olmasın! kırıyor; yine de yüzlerine bakan yok. İç karışıklık korkusu polis Türkçe konuştuğumuzu gören bir ARİF sayısını ikiye katlamış. Beline esnaf, “İstanbullu musunuz?” diyor tabancayı, eline kalkanı alan gözleri yaşararak. KIZILYALIN ‘Spartalı’ rolünde ama zulüm “67 Eylül sonrası geldik. Keşke ettikleri kesim ‘hak arayan’ vatanımızda kalsaydık. Orada Rum yurttaşları. Cop yemekten çekinen orta diye tutunamadık, burada da Türk diyorlar. yaşlı kesim yazgısına boyun eğmiş. Artık Son 3 yıldır iki yakamız bir araya gelmedi. otomobillerine bile binmiyorlar benzin Politikacılar bitirdi Yunanistan’ı. Aldılar gitmesin diye. Sepetli bisikletlerle Avrupa Birliği’nden paraları, şimdi marketlerin yollarını tutuyorlar. 35 yıl ödeyemiyoruz. Yakında ayağımdaki eski önce yer bulamadığınız Arnavut’un pabucu bile haciz ederlerse şaşmayın... Gece yerindeki garson gözünüzün içine bakıyor sizi evime davet ediyorum, balık çorbası ve “Mönü yerseniz şarap bedava” diyor, yaparım, içeriz, İstanbul’u anlatırsınız...” Sözleri yüreğimizi burkuyor. Ve derken günlük alışveriş için bizdeki Migros türü bir mağazaya giriyoruz. İnsanlar ekmeğin, suyun, sebzenin ucuzunun peşinde. En çok ilgi gören yiyecek maddesi makarna ve domates sosları. Bir de şarap, çünkü pet şişe sudan çok daha ucuz. Kasaya geliyoruz. Önümdeki yaşlıca kadın kasiyer kızın ‘28.50 Avro’ sözü üzerine kredi kartını çıkartıyor. Limit tükenmiş, elini cebine atıp bir 20’lik bir 5’lik çıkartıyor, biraz da kuruş. Bakıyor para yetmeyecek. Gözü 6’lı paket suya takılıyor. “Su kalsın” diyor, bir şeyler mırıldanarak. Ne mi demişti kadın? Yunancayı eskisi kadar iyi çözemedim ama politikacıları fena halde andı sanırım. Papandreu’dan girip, Simitis’den çıktı, Papadimus’a ‘Alman uşağı!’ deyiverdi! Bir de, “Nasılsa musluktan da su akıyor” demiş olabilir. İşte 2012 Yunanistan’ın son hali. Galiba, 1990’lı yılların Romanya ve Rusyası bile bu kadar ‘aciz’ değildi. Hiç olmazsa ‘elektrik, su, ısınma bedavaydı; votka ile patates de üç kuruş...’ arifkizilyalin?cumhuriyet.com.tr ‘Bombayı bavuluma koydum...’ edemiyor. Ne de olsa onun yaşadıklarının çoğu sık uçanlara hiç de yabancı değil! Neler çıkmıyor neler, yolcunun banda koyduğu ve Xgüvenliği”. Achim’i “yakın Ray cihazlarından geçirilen yolcu el koruma” görevlisi olarak kiralamak bagajlarından. Kirli iç çamaşırlardan mümkün. Mesleğinde son iki yılı şişeler dolusu içkilere, canlı dünyanın en büyük havaalanlarından hayvanlardan mutfak el aletlerine, Frankfurt’ta el bagajları kontrol salamlı sosisli sandviçlerden içi ölü noktasında güvenlik görevlisi olarak külü dolu kavanozlara, tomar tomar geçirmiş. Her gün, gece gündüz 150 bin, her yıl 56 milyon yolcunun bagaj banknotlardan seks aletlerine, seks oyuncaklarına... Bu tuhaf şeylerin kontrolünden geçtiği Frankfurt uçağa almasının yasak olduğuna Havaalanı’nda bu yıpratıcı görevi dikkati çekilen yolcuların ilk tepkileri yıllarca sürdürmek her yiğidin harcı de ilginç oluyor. Kimi habersiz rolünü değil. Achim de iki yıl dayandıktan oynuyor, kimi kavga çıkarıyor, kimi sonra eski mesleğine dönmüş. de “Siz benim kim olduğumu Başından geçenleri anlattığı biliyormusunuz?” diye hava atıyor. “Bombayı Bavuluma Koydum...” Fakat hiçbiri de yasaklı adlı kitabı tam bir kara eşyanın tartışmanın mizah! Kırk milletten STUTTGART sonunda imha edilmek insanın kullandığı Frankfurt üzere büyük kutuya Havaalanı, Almanya’nın, atılmasına engel Orta Avrupa’nın dünyaya olamıyor. “Bombayı açılan kapısı. Uluslararası bavuluma koydum” 120 hava şirketi 110 şakasını yapan ülkedeki tam 300 havaalanını Frankfurt’a AHMED ARPAD “yürekli” ve ukala yolcu ise başına en bağlıyor. 72 bin insana iş büyük derdi alıyor. veren bu “kent”e saat başı Sadece başı derde girmiyor, tatili de 90 uçak inip kalkıyor, yolcuların Frankfurt Havaalanı’nda sona eriyor. terminaller arasındaki bağlantısını Achim’in karşısına böyle biri de sürücüsüz, otomatik çalışan küçük trenler gerçekleştiriyor. İşte böylesine çıkmış. “Bütün bavullar indirilip dev bir dünyadaki görevine iki yıl zor tek tek kontrol edildiği için uçak bir saatten fazla gecikmeli, tabii onsuz, dayanan Achim’in yaşadıklarının en havalanmıştı” diye anlatıyor Achim. ilginçlerini anlattığı 300 sayfalık “Sadece uçağın yerde kaldığı fazla kitabı okurken insan gülümsemeden süre o adama 2 bin Avro’ya mal olmamıştı. Hemen tutuklanıp savcı karşısına da çıkarılmış, gazeteler alay dolusu haberlerle bu adamdan söz etmişti. Ne ceza vermişlerdi bilmiyorum.” Ona göre en zor yolculardan söz ederken politikacıları Yılbaşının hemen ertesinde, Edmonton kentinde unutmamak gerek. “Televizyonda sık iş dünyasına yönelik bir yeni yıl kokteyli vardı, sık gördüğünüz bir politikacının akşam saatlerinde olunca katılması hoş oluyor. gerçekte nasıl biri olduğunu en iyi Birkaç kişiyle ayak üstü tanışıp eğer kartını havaalanındaki güvenlik kontrol vermemişse az sonra adını dahi unutarak ortalıkta noktasından geçerken dolaşırken üç beş kişi arasında bulunan bir yaşayabilirsiniz” diyor Achim. işhanımıyla karşılaştım. Gruba yanaşıp önce biraz Çoğunun suratı asıktır, mümkün kulak kabartmak böyle durumlarda yeterli oluyor, olduğu kadar kontrol edilmeden hızla üçüncü dakikasında kendinizi oradaki lakırdının geçip gitmek isterler, bir şey içinde buluyorsunuz. Konuştukları şey yine ucu söylediniz mi çabuk aksileşirler, üst açık, o konuydu: Kadın hakları! Ben dahil beş altı perdeden bir yanıt verirler, cep erkeğin arasında olup hararetle feminizmi telefonuyla konuşmalarını, yasak savunan bayan, az sonra oradan sıtkını sıyırıp olmasına karşın sürdürürler. El sağa sola dağılan hemcinslerim yüzünden ben tek bagajları kontrol noktasında güvenlik başıma kalınca lafını bana yöneltti. “Benim görevlisi olarak çalışan insan bir erkekten ne farkım var, niye bu işleri zaman gelir ki her şeyi unutur, hep yapmayayım ki” diye ısrarla sormaktaydı. Yanıt aynı şeyleri söylemekten, hep aynı vermeden evvel dikkatlice baştan aşağı, tepeden hareketleri yapmaktan robotlaşır. Ne tırnağa baktım. Siyah bir takım elbise içindeydi, kızıp öfkelenir ne de sevinip güler, erkek pantolonu giymiş, hem de kemer takmıştı. kısacası duygusuzlaşır. Beyni Ceketinin sol üst cebine boynundaki fuların eşi saatlerce tek yönlü çalışır durur. olan bir mendil iliştirmişti. Kravatı olsa tam Frankfurt Havaalanı’ndaki kontrol olurdu, ama onun yerine fular kullanmaktaydı. noktalarında 1700 güvenlik görevlisi Kısa saç kesimi benim iki numaralı tıraşımdan çalışmakta. “Şeflerinin istememesine azıcık uzundu. Kısa ökçeli ayakkabıları pek vitrin karşın kısa sürede aralarında işi değildi; daha ziyade iş toplantılarına giden gruplar oluştururlar... Doğulu bayanların giydiği cinsten... doğulu, kuzeyli kuzeyli ile bir arada Omuzuna asılı çantasında küçük bilgisayarı çalışmayı yeğler” diyor kitabında görünüyor, birkaç dosya orada ciddi işler için Achim. “Benim çok severek birlikte yüzü asık duruyordu. çalıştığım biri vardı, adı Mehmet idi. “Söyler misiniz, benim erkek meslektaşımdan Ellisine merdiven dayamış olan farkım ne” diye soran işhanımına, “Vallahi Mehmet altı yaşında Almanya’ya doğru diyorsunuz, ben hiçbir fark gelmişti. Hiç heyecanlandığını, göremiyorum” diye yanıt verip ben de oradan öfkelendiğini görmemiştim. Bu sıvışmaya çalıştım. yıpratıcı görevi beş yıldır Böyle demekle yalan söylemiş de olmayacaktım, yapmasına karşın hep sakin zira gerçekten arada bir fark kalmamıştı. Onu, kalmasını bilirdi. Onu kızdırmak hırsından boyun damarları morarmış bir biçimde pek mümkün değildi.” İşlerin az bastırılmış öfkesiyle bırakıp oradan uzaklaşırken olduğu anlarda Mehmet ya daha mülayim bir başkasını görmeye çalıştım ama çantasından bir kitap çıkarıp okur ya heyhat, iş dünyasına ait kokteyllerde Bridget da Achim’e dünya politikasından ve Jones’lara rastgelmek artık bundan sonra zor tarihinden söz ederdi. “En çok ilgisini görünüyordu. çeken konu da Hitler ve İkinci Dünya Savaşı’ydı...” msenol34@yahoo.com www.ahmetarpad.de chim ellisine yaklaşmış. İriyarı, A cüsseli, uzun mu uzun boylu. Mesleği ve uzmanlığı “insanların Testosteron desteği alan iş kadınları eçen yüzyılı herkes bir yönünden ele alıp öyle adlandırdı. Kimine göre 20. yüzyıl savaşlar ve şiddet çağı, kimine göreyse sosyalizmle kapitalizmin savaşıydı, bazıları ona icatlar çağı derken birçokları da yaygınpop kültür yüzyılı diye ad verdi. Bazılarına göre, insana ait bir gerçeklik olarak, geçtiğimiz “muazzam asrı” kadınların çağı diye adlandırmak yerinde görünüyordu. Yerküremizde halen kadınların baskı, şiddet, cinsel taciz altında yaşadıkları gerçeği bütün ağırlığıyla apaçık ortadayken, yine de söylenebilir ki, feminizm ve kadınlığın insan türü içindeki yükselişi, öne geçişi hepi topu geçtiğimiz yüzyılın eseridir. Bunu, geçenlerde Golden Globe Ödülü almakla başlayıp Hollywood’un en büyük ödülü Oscar’a koştuğu şimdiden apaçık belli olan Meryl Streep’in muhteşem oyunculuk becerisiyle canlandırdığı İngiltere’nin eski demir leydisi, başbakanlardan Margaret Thatcher’ın yaşamını konu almış “The Iron Lady” filmi üzerine yazılı magazin yorumlarından değil, ama ciddiyeti tartışılmaz ABD’nin The New York Times, Washington Post, Kanada’nın Globe&Mail, The National Post gazetelerinde görmek olanaklı bulunuyor. Filmin sert karakterli başbakan kahramanı Thatcher üzerine şu sıralarda açılmadık konu kalmadı. Onun seks yaşamına kadar gizli saklı kalmış birçok ayrıntı didik didik edilmeye başlandı. Thatcher üzerinde kalem oynatanlar böyle yapmakla kendilerini bir anda kadın hakları, feminizm gibi ucu açık, bucağı görünmeyen konuların içinde buldu. Bu yöndeki yorum ve değerlendirmelerle karşılaşınca, Kanada’nın ABD’ye kıyasla daha fazla feminizm dalgası içinde kaldığını anlamak kaçınılmaz oluyor. Nitekim Kanada’nın 10 eyaletinin dördünde seçilmiş vali olan bayanların yanı sıra yasama organlarında kadın üye oranının yüzde 30’a çıkmış olması bir gösterge olarak ele alınıyor. Belki tek başına düşünülürse, siyasi güce sahip kadın politikacıların böyle ağırlıklı olarak bulunması yanıltıcı olabilir diye Kanada’da kadınların öteki alanlarda yükselişini, yönetimi ele geçirişlerini örneklerle anlatanlara G C MY B C MY B rastgeliniyor. Verilen örneklere şaşırıp bakakalan erkeklerin artık eskisi gibi pek babalanmaya kalkışması, hele hele maçoluk göstermesi bundan böyle beklenemez; öyle anlaşılıyor. Zira IBM, HP, Canadian Petrolium gibi dev şirketlerin başına CEO atanmaları bir yana, irili ufaklı hemen her iş alanında yüksek ökçeli ayakkabı sesleri ofislerde tak tak duyuluyor. Bunca kadının, üstelik ekonomik bunalım yaşayan AmerikanKanada kapitalizminde işini hazır kaybetmişken evde oturmaya başlamış binlerce erkeğin arasından sıyrılıp çıkmasında, yüzyıllardır geriye itilmiş erkeğe ait sosyal hırsın kadındaki yoksunluğuna işaret edenler de çıkmakta gecikmedi. Çoğu erkek yorumcular tarafından ele alınan bu yöndeki savlara bakılırsa, mesleğinde hırs yapıp gözü dönen bu kadınların, “Manchurian Candidate” KANADA filminin ünlü karakteri Bayan Eleanor gibi göze alıp da yapmayacağı şey yoktur. Bu hırsı sayıyla açıklayanlar da çıkıyor: Geçen on yıl içinde MAHMUT ŞENOL Kanada’nın yönetici işkadınlarındaki artış yüzde 11’den 16’ya çıkmış, böylece kariyer merdivenlerinde yükselen kadınlara ithaf edilmiş birçok iddia da ortalığı doldurmuştur. CEO derecesine çıkıp daha evvelden oralarda oturan erkekleri “haydi bakalım, siz ufak ufak eve gidin, ortalığı toplayın” derecesine indiren kadınların, güya, kimselere belli etmeksizin, doktor desteği altında kendilerine fazladan erkeklik hormonu olan testosteron aşılattıkları savı dahi ortalıkta dolaşmaktadır. Kadınlık hormon yapısını bozan bu ekstradan erkek hormonuyla erkeksi güç kazanan kadınların kendilerinde aslında doğuştan olmayan, ama meslekte gereken hırs, rakibine karşı öfke, yükselirken acımasızlık gibi mağara döneminden erkeklere kalmış özelliklere hasret oldukları için testosterona razı oldukları söyleniyor. Bu dedikodulara kulak kabartıp zaman zaman tanık olduğumu da söyleyebilirim.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle