18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 ŞUBAT 2012 PAZAR [email protected] 10 PAZAR KONUĞU HAS Parti Genel Başkanı Prof. Numan Kurtulmuş hükümetin sistemle sorunu olmadığını söylüyor HAS Parti Genel Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş’la parti genel merkezindeyiz. Kurtulmuş, AKPcemaat koalisyonu çatırdamasının tamamıyla bir iktidar paylaşımı kavgasından kaynaklandığını söylüyor. Türkiye’de sistemin mutlaka değiştirilmesi gerektiğini savunuyor. Aksi halde hiçbir zaman bir askeri ihtilal tehdidinin ortadan kaldırılamayacağını savunuyor. Demokratikleşen bir ülkede özel yetkili mahkemeler gibi kurumlara yer olmadığının altını çiziyor. Ayrıca da Türkiye’nin Ortadoğu’da bir sıcak savaş batağına sürürklenmesinin ülkeyi felakete götüreceğini vurguluyor. AKP’yle Gülen cemaati koalisyonunun çatırdadığı hatta bir yol ayrımına gitmekte oldukları görüşlerine ne diyorsunuz? Niye birlikte oldular, niye ayrılıyorlar? N.K. Mesele AKP, cemaat ya da başka güçler arasındaki mücadele olmaktan öte. Türkiye’de 1990’ların başında önemli bir durum ortaya çıktı. Eski sistemin, çok katı kurallar içindeki Kemalist yapının bir şekilde değişmesi zorunluydu. Çünkü Sovyetler Birliği’ndeki, birçok başka rejimdeki katı politikalar değişiyordu. Türkiye de böyle bir değişim içine girecekti. Üç temel grup burada öne çıkıyordu. Bunlardan ilki muhafazakâr İslami kesim diyeceğimiz toplumun ana gövdesini oluşturan yüzde 6070’lik kesim, ikinci grup Türkiye’deki Kürt siyasetini temsil eden kitle, üçüncü grup da liberallerdi. Liberaller, entelektüel düzeyi yüksek ama toplumda hiçbir zaman kitlesel karşılıkları olmayan bir gruptu. 1990’larda bu üç temel grup arasında mutabakat sağlandı. İşbirliği ortaya çıktı. Bu işbirliği eski sistemin değiştirilmesine dönük bir ittifaktı. Bu konuda çok ciddi mesafeler alındığı ortadadır. Ama şimdi yeni sistemin ne olması gerektiğine ilişkin bu grupların arasında belli bir program yoktu. Bence esas gerilimler, tartışmalar bundan kaynaklanmaktadır. Benim AKP’ye en temel eleştirilerimden birisi, bu partinin şu tutumundan kaynaklanmıştır: Eski sistemin kurum ve kuruluşları olduğu gibi dursun ama başına bizim Ahmet’leri koyalım. Buna sistem değişikliği değil, kadro değişikliği derler. Bu mücadelenin aslında kadro değişikliği üzerinden verildiği görülüyor. Gelinen noktada Türkiye’nin yeni bir çıkışa ihtiyacı var. O da gerçekten sistemin değiştirilmesidir. O yapılmadığı sürece kadro değişikliği üzerinden gelecekte de birtakım tartışmalar yaşanabilir. Cemaatin AKP’den daha fazla iktidar payı istemesi nedeniyle kavganın koptuğu haberlerine ne diyorsunuz? N.K. Bunun teferruatını bilmiyoruz. Ama demin dediğime dönüyorum. Bütün kurum ve kuruluşları millete açmak zorundayız. Bu olursa kadro savaşı verilmez. Kim hangi devlet görevine layıksa o gelir. Bunu sağlamadığınız sürece de o iktidar çekişmesi olur. 12 Eylül referandumu öncesi çok ciddi ‘hayır’cılar ve ‘yetmez ama evet’çiler ayrışması vardı. Siz de ‘yetmez ama evet’ dediniz. Bugün yargıda gelinen durumu nasıl görüyorsunuz? N.K. 12 Eylül, eski statükonun değişmesi için atılmış bir adımdı. Evet, yeni bir anayasa yapılmasını desteklemiştik. Bu adımın yetersiz olduğunu biliyorduk. Hatta o zaman biz kampanyada şunu söyledik: Bütün maddeleri tek bir maddede oylatmayın. Bir oy pusulası yapın. İsteyen istediği maddeye oy versin, dedik. Biz bu adımın yetersiz olduğunu gördük ama yine de destek verdik. Doğru yaptığımız kanısındayım. Hâlâ 12 Eylül’le hesaplaşma doksanlı yaşların üzerindeki Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın mahkeme önüne çıkarılması şeklinde algılanıyor. Tamam, çıksınlar, hesap versinler ama hâlâ 12 Eylül’ün siyasal sistemi ortada duruyor. 12 Eylül’ün kayığından inmeden 12 Eylül’le nasıl hesaplaşacaksınız? En acısı da yeni anayasa yapma hedefiyle kurulan bu yedisekiz aylık parlamento, yaşlı bir parlamento haline geldi. Bundan sonraki reformlar 12 Eylül’ün temel yasalarının milletin istediği istikamette değiştirilmesiyle olacaktır. 12 Eylül kayığından inmediler T Ö SÖYLEŞİ P O R T R Prof. Dr. NUMAN E KURTULMUŞ Ünye, Ordu 1959 doğumlu. Liseyi İstanbul İmam Hatip Lisesi’nde, üniversiteyi İÜ İşletme Fakültesi’nde okudu. ABD’de Temple University School of Business and Management’da lisansüstü çalışması yaptı. Cornell University New York State School of Industrial and Labor Relations’da misafir öğretim üyesi olarak ders verdi, doktorasını yaptı. Türkiye’ye dönüşünde İÜ İktisat Fakültesi’nde profesör oldu. Daha sonra İstanbul Ticaret Üniversitesi’ne geçti. 1998’de siyaset yaşamına FP’de başladı. Partide çeşitli kademelerde görev aldı. FP kapatılıp SP kurulunca siyasi işlerden sorumlu genel başkan yardımcısı oldu. 26 Ekim 2008’deki SP kurultayında parti genel başkanlığına seçildi. Ekim 2010’da SP’den ayrıldı. Aynı yıl kasım ayında HAS Parti’yi kurdu. LEYLA TAVŞANOĞLU zel yetkili mahkemeler olağanüstü dönem mahkemeleridir. Türkiye olağanüstü dönemleri geride bıraktığına göre bu mahkemeler kaldırılmalıdır. ürkiye asla sıcak savaşın içine çekilmemeli. Nerede duracağı belli olmayan bir bölgesel savaşın fitili ateşlenmek üzeredir. Sistem değişmeden kavga bitmez Parlamentoda çoğunluğu olan hükümeti denetleyemiyorsunuz. Hem icra yapıyorlar, hem denetçileriyle kendi kendilerini denetliyorlar. Oysa halkın seçtiği bir denetim meclisine ihtiyaç var Türkiye siyasette, hukukta, yargıda, Emniyette çok ciddi bir altüst oluş yaşıyor. Bu altüst oluş sürerken yeni bir askeri vesayet tehlikesi görüyor musunuz? N.K. Türkiye’de siyasal sistem tam manasıyla demokratikleşmeden her zaman bir askeri ihtilal ya da askeri vesayet tehdidinin maalesef olduğu kanaatindeyim. Çok olumlu mesafeler alınmıştır. Mesela Yüksek Askeri Şura’da (YAŞ) artık başbakan şuranın başında oturuyor. Eskiden Genelkurmay başkanı ve başbakan beraber otururdu. Milli Güvenlik Kurulu’nda eskiden askerler bir tarafta, siviller bir tarafta yer alırdı. Şimdi karışık oturuyorlar; cumhurbaşkanı masanın başında yer alıyor. Bunlar güzel görüntüler. Ama kimin nerede oturduğundan daha önemli olan kimin nerede durduğudur. Milli Güvenlik Kurulu bugünkü haliyle devam ettiği sürece her zaman Bakanlar Kurulu’nun üzerinde bir yetkiye sahiptir; gücünü istediği şekilde kullanabilir. Niçin parlamento da milli güvenlik meselesiyle ilgilenmesin? Onun için biz, Milli Güvenlik Kurulu, Milli Güvenlik İhtisas Üst Kurulu olarak Başbakanlık’a bağlanmalıdır diyoruz. 30 Ağustos gelecek. Yine biz 30 Ağustos’ta YAŞ’ta hangi paşanın nereye atanacağını tartışacağız. YAŞ’ın bir anayasal kurum olmaktan çıkarılıp Savunma Bakanlığı’na bağlı Savunma Yüksek Askeri İstişare Kurulu haline dönüştürülmesi lazım. Aynı şekilde YÖK. Bütün iktidarlar gibi bu iktidar da YÖK’e karşı olduğunu söyledi. Anayasa Mahkemesi, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu olduğu gibi duruyor. Demokrasilerin olmazsa olmazı kuvvetler ayrılığı ilkesinin bu hükümetle birlikte ortadan kalkmakta olmasını nasıl görüyorsunuz? N.K. Bu en belirgin olarak MİT olayında ortaya çıktı. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin denetiminin de milletin elinde olması lazım. Biz seçim beyannamemizde çok radikal bir teklifle halk tarafından seçilmiş bir denetim meclisi öngördük. Yani bugün parlamentoda çoğunluğu olan hükümeti denetleyemiyorsunuz. Hem icra yapıyorlar hem kendi denetçileriyle kendi kendilerini denetliyorlar. Öngördüğümüz bu denetim meclisine Sayıştay ve Danıştay gibi kurumları da bağlayarak bu kurumlar eliyle devletin bütün kademelerinin idari ve mali denetiminin yapılmasını öngörüyoruz. Devletin kurum ve kurullarının hiçbirini denetleyemediğiniz takdirde ne Hrant Dink davasını ne Muhsin Yazıcıoğlu kazası ya da suikastını ne de diğer faili meçhul cinayetleri çözebilirsiniz. Hiçbir yolsuzluğun da üzerine gidemezsiniz. Sistemi değiştirmek esas budur. Bunu yapmazsanız kim nereyi ele geçirirse oradaki güçle nasıl sisteme hâkim olur kavgası hiç bitmez. İyi de bu hükümet sizin bu dediklerinizi yapmak ister mi? N.K. Bu hükümetin, gelmiş geçmiş hiçbir hükümetin sahip olmadığı bir gücü var. Uluslararası alanda da hükümete destek geliyor. Hükümetin 2002’den beri en temel vaadi demokratikleşmeyi sağlamaktı. Bazı şeyler yapıldı ama sistemi değiştirmeye yönelik hiçbir tutarlı adım atılmadı. Demin ihtilal tehdidi var mı diye sordunuz. Rahmetli Özal şortla askerleri denetlemişti. Herkes, artık Türkiye’de ihtilal olmaz, dedi. Ama ondan sonra Türkiye’de iki tane nur topu gibi ihtilalimiz doğdu. 28 Şubat 1997 ve 27 Nisan 2007 ihtilalleri. Öyle bir sistem kurulmalı ki hiç kimsenin aklından andıç hazırlamak geçmesin; hiç kimse de olağanüstü şartlarda ülkeyi yönetmeye teşebbüs etmesin. Sekiz yıllık kesintisiz eğitim yerine 4+4+4’ün getirilmek istenmesini nasıl karşılıyorsunuz? N.K. Sekiz yıllık kesintisiz eğitim doğru değil. Mutlaka düzenlenmesi gerekiyor. Gençlerimizi uzun yıllar okutuyoruz. Sonra da hiçbir meslek, beceri kazandırmadan üniversiteye yolluyoruz. Üniversitelerimiz de istihdamı erteleme aracı. Mümkün olduğu kadar esnek eğitim olmalı. Aksi halde çocuklarımızı nasıl mesleğe, beceriye yöneltebileceğiz? Özel yetkililer mutlaka kalkmalı Hükümet bunları kaldırmakta isteksiz görünüyor ama muhalefet baskı yapıyor. Siz özel yetkili mahkemelerin kaldırılması fikrine nasıl bakıyorsunuz? N.K. Seçim beyannamemizde net bir biçimde özel yetkili mahkemelerin kaldırılması gerektiğini söyledik. Özel yetkili mahkemeler DGM’lerin devamıdır. Bunlar olağanüstü dönem mahkemesidir. Türkiye sivilleştiğine, olağanüstü dönemleri geride bıraktığına göre özel yetkili mahkemeler kaldırılmalıdır. Ben normal mahkemeler eliyle de Türkiye’de terörle mücadelenin yapılabileceğine inanıyorum. Temel meselelerden birisi fikir suçlarıyla ilgili. Eyleme dönüşmediği, topluma zarar vermediği sürece herkes kendi fikrini açıkça söyleyebilmelidir. Sanıyorum bu düzenleme önümüzdeki dönemde yapılmak zorundadır. Demokratikleşmeden söz eden bir ülkede eski dönemin DGM’lerinin yerine geçen bu mahkemeler demokrasi kavramına da uymuyor. Benim işime yaradığı kadar demokrasi demek olmaz. Ortadoğu’da SünniŞii çatışmasına doğru Hükümet iç siyasette de uluslararası konjonktürde de çok sıkışmış görünüyor. Özellikle Arap Baharı’nın Suriye’ye sıçraması Ankara’nın çok başını ağrıtıyor gibi görünüyor. Daha düne kadar Beşşar Esad’la can ciğer dost olan Başbakan birden tavır değiştirdi. Suriye’yle ortak Bakanlar Kurulu toplantıları yapacak kadar yakınken şimdi Suriye rejiminin devrilmesi çağrıları yapılıyor. Suriyeli muhalifler Türkiye’de korunuyor. Sizce bu nasıl iş? Bundan sonra ne olur? N.K. ABD ve Batı ittifakı Suriye konusunda şöyle bir yanılgıya kapıldı: Beşşar Esad yönetimi üçbeş hafta içinde yıkılır. Yeni bir sistem kurulur. Türkiye de Beşşar Esad yönetimiyle geliştirmiş olduğu iyi ilişkilerle onu ikna edebileceğini sandı. Ama olmadı. Bu bir öngörü hatasıydı. Başından beri endişelendiğimiz husus, Allah muhafaza, Türkiye’nin fiilen Suriye’ye müdahalesinin bir büyük mezhep çatışmasının fitilini ateşlemesidir. Bir SünniŞii çatışması ortaya çıkar. Batılı güçlerin BOP kapsamında istediği de budur. Bugün fiilen böyle bir duruma doğru gidiliyor. Bölgede savaş fitili ateşleniyor Bütün bunlar olurken füze kalkanının Kürecik’e kurulmasına ne diyorsunuz? N.K. Biz buna başından beri “Türkiye’yi kimden koruyacağız?” diye itiraz ediyoruz. Bu füze kalkanını Polonya istemedi. Derken geçen hafta NATO Genel Sekreteri Rasmussen, “Bu füze kalkanını Türk hükümeti kendi istedi. Biz onun için buraya kurduk” dedi. Türkiye kendine ait olmayan bir savaşın içine hızla çekiliyor. Evet, Beşşar Esad rejimi Suriye’de bir gün bile durmamalıdır; ülkede akan kan durdurulmalıdır. Türkiye orada aktif bir şekilde yer almalıdır. Bunların hepsi çok doğru. Ama Türkiye asla bu sıcak savaşın içine çekilmemelidir. Çünkü nerede duracağı belli olmayan bir bölgesel savaşın fitili ateşlenmek üzeredir. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle