25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 ŞUBAT 2012 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 17 ? Bir oyunun özgün olay örgüsü bozulmuşsa, dili yazarına ait değilse, kişileştirmeler yeniden biçimlenmişse, oyunun ruhunu oluşturan müzik kullanılmıyorsa, o yapıtın hâlâ o yazara ait olduğu söylenebilir mi? Bir Oscar Anısı Yarın Oscar heykelcikleri sahiplerini bulacak. Kimi eşe dosta bakıyorum da, bayağı heyecanlı olduklarını görüyorum. Sanki ödüle kendileri aday gösterilmişler gibi. Oscar’a aday gösterilmek… Glenda Jackson, “Doğum sancılarını bir başkası çekerken siz hamile kalırsınız. Oscar’a aday gösterilmek böyle bir şeydir işte” demişti. Hamile kalıp da doğum yapmayı başaranlar için dünyanın en büyük onuru bu. Oscar adaylığı konusunda en sevdiğim sözü Lillian Gish söylemiş: “Aday gösterilmemekten de kötü bir şey var: Aday gösterilip de ödülü Cher’e kaptırmak.” ??? Bu yılın aday filmlerine yabancı sayılırım. Çoğunu henüz görmedim. Oyuncuları da kendimce değerlendirecek durumda değilim. Ama olsun, önümüzdeki pazar televizyon karşısında, çoğu tanıdığım gibi, ben de sabahlayacağım. Ödül töreninin Türkiye’de ilk “canlı yayın”ını hatırlayarak. ??? TRT’de danışmanlık, daha doğrusu danışmamanlık yaptığım dönem. Cem Duna genel müdür, Nuri Çolakoğlu onun sağ kolu, Serpil Akıllıoğlu da televizyon daire başkanı. Ben güya Serpil’e danışmanlık yapıyorum. Kimsenin bir şey danıştığı yok. Danışılacak şeyler icat ediyorum boyuna. Oscar ödülleri verilecekti. TRT ödüllerin yurdumuzda yayın hakkını satın aldı. İlk kere oluyordu bu. Sözleşmeye göre canlı yayın da yapılabilecekti. Tören, bizim saatimizle sabahleyin beş sularında başlayacaktı. Beni doğrudan ilgilendiren bir iş değildi bu; ama sinema sevgim beni törenden bir saat önce stüdyoya sürükledi. Bir iskemleye iliştim. Bağlantılar hazır. Görüntüler pırıl pırıl geliyor. Bir düğmeye basıp yayına vermek yeterli. Biraz sonra yukarıdaki stüdyoda sabah programı başladı. O da canlı yayın. Kısa haberler, hava durumu, röportajlar, konuşmalar, müzik... Haber gönderdim. “Oscar törenini alıyoruz. Bağlanalım, hiç olmazsa önemli ödülleri anında, canlı verin.” Yanıt geldi. “Bizim belirli bir yayın akışımız var. Bozamayız. Ancak haber olarak verebiliriz.” Çıldırmak işten değil. Böyle bir olanak neden kullanılmıyor? TRT etek dolusu parayı niye verdi öyleyse? Sonuçlar daha sonra zaten her yerde yayımlanacak. Adayların heyecanını, ödül alanın coşkusunu onlarla birlikte aynı anda yaşamak varken... Ama TRT bu. Yıllar önce canlı yayın hakkını aldığı bir Avrupa Kupası futbol maçını kırkıncı dakikasında yayımlamaya başlamıştı. O kırk dakika içinde biz yerli pop şarkıcılarının banttan bir programını izlemiştik. Yayın akışı öyleydi çünkü. Demek hamam da, tas da pek değişmemiş. Karşımızdaki ekranda harika bir ödül töreni akıp gidiyor, TRT seyircileri bir tarımcının mırıltılarını dinliyor. Dinliyorsa tabii. En İyi Kadın Oyuncu ödülü açıklandı açıklanacak. Yukarıya bir telefon daha. “Şimdi bağlanalım bari.” Yanıt: “Olmaz, konuşmacının sözlerini kesemeyiz.” İnsan, “Efendim, şimdi En İyi Kadın Oyuncu ödülü verilecek. Konuşmamızı biraz sonra sürdüreceğiz” der, bir ara verir, canlı yayına geçer. Hayır, akış bozulurmuş. Bu kadar üstelemeye akıl da erdiremiyorlar. “Canım, yayın hakkını aldık ya... Akşamüstü nasıl olsa banttan özet olarak yayımlayacağız. İsteyen o zaman seyreder.” Ödül verildi. Tarımcı noktasını koyduktan sonra da sunucu ödülü kimin aldığını açıkladı. En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yönetmen, En İyi Film ödüllerinde de öyle oldu. Hiçbirinde canlı yayın bağlantısı kurulmadı. Biz, üçdört kişi bodrum katında bütün töreni anında “canlı canlı” izledik, seyirciler her sabah dinlediklerini bir daha dinlediler, arada sonuçları öğrendiler. İlkelere sapına kadar bağlı kalınmış, kutsal yayın akışı bozulmamıştı. Haldun Taner’in Türk tiyatrosunda çığır açan müzikli oyunu ‘Keşanlı Ali Destanı’ TV’de tanınmayacak hale geldi ‘Keşanlı’ya müdahale var ESEN ÇAMURDAN Haldun Taner “Keşanlı Ali Destanı”nı 1962’de yazar. Metinmüzik ilişkisinde ödün vermeyen yazarın oyunu ancak 1964 yılında Gülriz SururiEngin Cezzar Topluluğu’nca sahnelenir ve büyük bir coşkuyla karşılanır. “Keşanlı Ali Destanı” aynı zamanda epik biçemle kaleme alınmış ilk yerli müzikli oyundur, Türk tiyatrosunda yeni bir çığır açar. Sağlam ve ustaca kurulmuş rahat bir akışı olan, geleneksel tiyatromuzdan da beslenen “Keşanlı Ali Destanı” genelde bir gecekondu mahallesi olan Sineklidağ’da geçer. Yazar, o yıllarda ciddi bir sorun olmaya başlayan gecekondu olgusunu hem kendi içinde hem de büyük kentle ve politikayla ilişkisi bağlamında ele alır, çarpıklıkları sergiler. Birer tip olarak işlenmiş kişiler seyirciye kendi şarkılarıyla tanıtılır: Unutulmaz helacı Şerife Abla, her türlü işte çalışan gecekondu kadınları; Sarhoş Rasih; tüm haberleri öğrendiğimiz gazete satıcısı Hidayet; İzmarit Nuri… Bir de Aşağı ve Yukarı mahalle kabadayıları görülür Sineklidağ’da, niyetleri muhtar seçimini kazanıp parsayı toplamaktır. Oyunun baş kadın kahramanı Nejat İşler ve Belçim Bilgin Erdoğan’ın başrollerini paylaştığı dizide olay örgüsü özgün metinden oldukça farklı. Dönemin gecekondulu profilini çizen renkli kişilerin çoğu silinmiş, yerlerine, günümüz dizilerinin tiplerini çağrıştıranlar konmuş, özgün metinden artakalanların ise yalnızca adları korunmuş ve onlara bambaşka hikayeler yazılmış. Zilha ise kendisini “bu mezbelelikten kurtaracak şehzade”yi bekler. “Keşanlı Ali Destanı”nda yer alan kentli takımını sonradan zengin olmuş inşaatçı Onaran ailesi ve çevresi temsil eder. Mahalleye uğrayanlar arasında dikkat çeken biri de şarkısıyla “esnekliğini” temize çıkaran politikacı tipidir. Oyunda izlenen olaylar genelde ezenezilen ilişkisi çerçevesinde işlense de bunlardan hiçbiri öne çıkarılmaz. Eğlenceli bir “oyun içinde oyun” havasında geçer her şey, özellikle gerilimli ve duygusal sahnelerden kaçılır. Taner’in büyük bir ustalıkla yarattığı dil oyunları, tekerlemeler, nükteler, olaylara ve kişilere parodik yaklaşım, ele alınan ve aslında oldukça trajik olan durumları başka bir boyuta taşır; böylece ezilen halkın bir “kahraman” olarak görmek istediği Keşanlı Ali, tiyatromuzun ilk antikahramanı olur. TV’de gösterilen “Keşanlı Ali Destanı” adlı dizide izlenen olay örgüsü özgün metinden oldukça farklı: Ali’nin cinayeti üstlenmesinden çok önce, askerden dönmesiyle başlar ve asıl oyuna bir türlü geçmeden sürüp gider. Dönemin gecekondulu profilini çizen renkli kişilerin çoğu silinmiş yerlerine, günümüz dizilerinin tiplerini çağrıştıranlar konmuş, özgün metinden artakalanların ise yalnızca adları korunmuş ve onlara bambaşka hikâyeler yazılmış. si iyice öne çıkarılır, mahallenin en entrikacı kimliğine bürünür ve oyun masalsı, dokunaklı bir gecekondu destanı olmaktan çıkıp alışıldık bir (gecekondu) mafya serüvenine dönüşür. Taner metninin unutulmaz kişisi fırlama, zeki Şerife Abla renkli kişiliğinden bütünüyle sıyrılıp mahallenin anlayışlı, olgun kadınıdır artık. ‘Daha geniş kitle tanısın’ Yeni tipler de eklenir diziye: Ali’nin özgün oyunda ölmüş olan annesi üfürükçü Hasibe asal rollerden birini üstlenir; Zilha’nın kankası olarak en az onun kadar ağırlıklı rolüyle Fehime çıkarılır karşımıza; sonradan politikacı olan Ali’nin hapishane arkadaşı Ali Cengiz; 60’lı yılların Yeşilçam filmlerinin parodisi olan ve “uygunsuz fotoğraflarıyla” tehdit edilen sarışın Suzan ve ailesi Onaran’lar Alışıldık mafya serüveni Örneğin, özgün metinde pek öne çıkmayan ancak sözü edilen gecekondu ağaları birer mafya kişisi niteliğinde merkeze yerleştirilir, evlendirilir, karılarının da kendi hikâyeleri vardır; ya da Sip olur… Ve tüm bunların hikâyeleri, neden oldukları olaylar… Ve diziye eklenen, her biri ayrı bir film konusu olabilecek kesitler: Hapishane, kadınların dikiş kursu, Ali’nin mezarcılık işi (Shakespeare!)… Yazarının değil iptal etmek, dokundurtmadığı ve oyununun ayrılmaz bir parçasını oluşturan, metnin tüm dokusuna sinmiş müzik de yer almaz dizide. Yalçın Tura imzalı, özgününü çağrıştıran kısa bir parça vardır ama yalnızca jenerikte kullanılır. Asıl sorun şu gibi: Eğer bir oyunun özgün olay örgüsü bozulmuşsa, kurgu değişmişse, dili yazarına ait değilse, kişileştirmeler baştan sona yeniden biçimlenmişse, oyunun ruhunu oluşturan müzik kullanılmıyorsa söz konusu yapıtın hâlâ o yazara ait olduğu söylenebilir mi?... Bir yapıtı, “daha geniş kitle tanısın” gerekçesiyle ekrana taşırken bu denli müdahale edilmesi ne derece doğrudur? Bu durumda hedef kitle yanıltılmış olmaz mı? TV’de gösterilen “Keşanlı Ali Destanı” Haldun Taner’in metninden yola çıkılarak yapılan bağımsız bir uyarlamadır. En azından bunun böyle belirtilmesi hem daha doğru bir davranış olacak hem de TV’de süregelen benzeri yanlışlar üstüne düşünme fırsatı yaratacaktır. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle