18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 ŞUBAT 2012 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yozlaşan İktidar Hastalığı: Hukuk Kabadayılığı Günah HALK dilinde sadece kutsallık karşıtı eylemlerin adı değildir günah. Yere düşmüş ekmeği orada bırakmaktan tutun da her aşırı davranışa, değerleri yazık etmeye ve israfa bile günah der insanımız. Doğa harikası bir ülkenin tarih harikası bir cumhuriyetine yazık etmek, onun yıkılmasına yol açabilecek işleri yapmak günah değil midir? Böyle bir israfa hakkınız var mı? Günah değil mi bunlar? nkara Barosu, uyarılarına kulak tıkanacak bir kuruluş değil. Başkent avukatlarını bir araya getirmek yanında, gelip geçmiş ünlü ceza avukatlarının, bilgin hukukçuların ünüyle tanınır. Şimdiki başkanı da değerli bir hukukçu. Onun imzasıyla devlet başkanına ve başbakana yazılan bir açık mektubu yok sayabilir misiniz? Eski Yargıtay başkanının aynı nitelikte ayrıntılı bir mektupla başbakana seslenmesine kulak tıkanır mı? Ya da, medya ağının sağduyulu her köşesinde çıkan ve basit iki yol gösteren yazılar çöpe atılır mı? “Özel yetkili mahkemeleri kaldırın, kim olurlarsa olsunlar kamu görevlilerini yürütmenin zırhıyla yargıdan kaçırmayın” deniyor hep. Bunlar zaten çok önce atılmış olması gereken adımlar değil mi? Siyasal iktidar ile tarikat arasında çıkmış, yani az çok aynı inanç dünyası içinde belirmiş bir çekişme dolayısıyla koskoca bir cumhuriyet yönetimini perişan etmek günah değil mi? Yoksa, bu iki kanadın birbirine düşüp yara alması epeydir sürdürülen bir büyük günahın vebali mi? nsan yetiştirmede, yani eğitim ve öğretim sistemimizde önemli bir yanlış var: Milli Mücadele ürünü olan cumhuriyetin, Profesör Bilsay Kuruç’un deyişiyle aslında bir “köylü halktan çağdaş millet yaratma” mucizesi oluşu üzerinde yeterince düşündürmeden yetiştiriyoruz galiba insanlarımızı. Bir yanda “devrim tarihi” derslerinin tek parti döneminden kalma bir gereksizlik olarak kaldırılmasını savunanlar var, bir yanda da basit bir tarih sayfasıymış gibi anlatanlar. Oysa, felsefe açısından bakılsa ve cumhuriyet ile insan arasında kurulan bağ doyurucu biçimde anlatılsaydı, doyumsuz insanlarımız cumhuriyeti yönetirken birbirlerini yemezlerdi. Cumhuriyetle hesaplaşma adına 100 yıllık defterleri karıştırıp gündeme getirenlerin, kendi günah defter ve belgelerini zayie çıkarmanın telaşında olmaları “Hayrola nereye?” dedirtiyor. Şeffaflık çağında hiçbir şey yok edilemiyor ve gizlenemiyor. İleri demokrasinin tozu dumanı dağıldığında, toplum da her şeyi görecek ve bilecek. Ama neden sonra... Murat ARSLAN YARSAV Başkanı argının bakmayan bir merkezinde pişkinlikle üstelik. olduğu En son MİT kaos soruşturmasında, denizinde fazla devlet aklı ve açılmadan son olgunluğunu her dönemdeki daim taşıma gelişmelere konumundaki baktığımızda, Cumhurbaşkanı’nın kamuoyu; Deniz da hevesle iştirak Feneri, Şike Yasası ettiği bir siyasal ve son olarak MİT kadro, Adalet Bakanı soruşturmasında, güç aracılığı ile yargıya zehirlenmesinin tipik müdahale eşiğini belirtisi olan aşırı çoktan gerilerde özgüven veya en bırakarak tecavüzün iyimser bakıştan gayretine hareketle “tepe düşmüşlerdir. Kılıfı sarhoşluğu” ile ise adına yasa malul bir siyasal değişikliği dedikleri iktidarın, hukuk ancak kamu devleti ve yargı vicdanının asla bağımsızlığı meşruiyet değerlerini ayaklar bahşetmeyeceği altına alışına tanık dolayısıyla ruhsuz olmaktadır. Yargı kalmaya baştan alanına mahkum bir metin mütemadiyen olacaktır. yaptıkları Öncelikle, daha tecavüzlere dönüp önce de defalarca Y A İ ifade ettiğimiz gibi şunu söylemeliyiz ki; özel soruşturma ve yargılama usulleriyle, savunma hakkının kısıtlanması niteliğindeki gizlilik kararlarıyla, yargılama yöntemleri tartışma konusu olan özel yetkili ağır ceza mahkemeleri kanun önünde eşitlik ilkesine, yargılama birliği ilkesine ve adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil ettiği gibi temel hak ve özgürlükler yönünden de ciddi bir tehdit kaynağına ve iktidar savaşının bir aracına dönüştüğünden, demokratik hukuk devletinin kanserli yapısı olan bu mahkemelerin acilen kaldırılması bir zorunluluktur. Ancak somut olayda; siyasi irade tarafından soruna köklü bir çözüm getirmek yerine, kendi elleriyle yarattıkları Frankenstein’ın bu kez kendilerini tehdit etmesiyle, kişiye özel yasa ile kendi iyi çocuklarını koruma ve yargısal imtiyazbağışıklık alanı oluşturmaya yönelik bir teşebbüs yer almaktadır. Yasa değişikliği ile yapılmaya çalışılan, yanlış işleyen mekanizmanın etki alanını sadece muhaliflerle sınırlandırmaktır. Bu uğraşta, anlı şanlı başsavcıların ve daha da önemlisi HSYK’nin durduğu yeri dikkatli nazarlara arz ediyoruz. HSYK açısından sözün bittiği ve çoklukla vurguladıkları anayasal bir kuruma yakışan dik duruşun ortaya konulup konulmayacağının sınanacağı bir kavşaktayız. HSYK, hâkim ve savcıların özsaygılarının ve özgüvenlerinin tarumar edilmesi için kraldan çok kralcı bir yaklaşımla; yasal olmayan gerekçelerle cumhuriyet savcısına soruşturmadan el çektiren başsavcı yerine, soruşturmayı yürüten savcı hakkında inceleme başlatmıştır. Önce, “başsavcılığın tasarrufu” gibi ancak kötü bir espri olarak hatırlarda kalacak olan argümanla sahaya çıkan HSYK bunun yetmemiş olacağını düşünmüş olmalı ki, savcı hakkında inceleme başlatarak, hâkimsavcı güvencesinin tabutuna son çiviyi çakmaya hazırlanmaktadır. Bırakın siyasi vesayet altında olmayı, Adalet Bakanlığı’nın hiyerarşi zincirindeki sıradan bir hâkimsavcı bürosuna dönüşen HSYK, bunun aksini kanıtlayamazsa tarihin huzurunda yargılanacak ve bu utançla anılmaya mahkum olacaktır. Bir kişi için yasa; hele de yargıdan kaçırma adına, tek kelime ile rezalet diyeceğimiz, sahibini çok uzak olmayan bir gelecekte utanca boğacak bir cürmü ifade etmektedir. Bu yasa, yalnızca MİT mensuplarını değil ne demekse anlamak dahi istemediğimiz “Başbakan tarafından özel bir görevi ifa etmek üzere görevlendirilenleri” de yargıdan ve dolayısıyla hesap vermekten azade kılmaya çalışan, toplumun adalet ve hakkaniyet inancına meydan okuma, yasa önünde eşitlik anlayışına ölümcül bir darbe vurma, yargısal imtiyaz bağışıklık alanı oluşturarak siyasal iktidarın koruyucu ve kollayıcısı olduğu şüphelisuçlu sığınağı sağlamaya, bir tür Susurluk iklimi yaratmaya teşebbüstür. “Bir şey yapmak istiyorum, kanun karşıma çıkıyor. Kanun nedir? Ben yaptım... ben bozarım.” Belki de Sayın Başbakan’ın son konuşmalarında aşırı dozda eleştirerek haklarına dokunduğu ittihatçı ruhun çarpması bu olsa gerek. Silahşörleri Yakup Cemil, mezarından arkadaşlarına şöyle bir iç geçirmiştir muhakkak, “Benden böyle bir yasa ile teminat altına alınan imtiyazı esirgediniz” diye. Yoksa, devlet idare etme formülleri “yok kanun yap kanun” olan İttihatçılar da yasaların en olağanüstü hallerde bile yürürlükte olmak için tasarlandıklarına ilişkin temel ilkeden çark etmeyi çok iyi bilirlerdi. Araçsal kılınmış bir hukukla, birileri tutuklanıp yıllarca hapsedilmekte; birileri de gerekirse adlarına yasa çıkarılarak korunmakta ve böylelikle aslında topluma “bizden değilsen güvende değilsin” mesajı verilmektedir. Cumhuriyetle hesaplaşma adına 100 yıllık defterleri karıştırıp gündeme getirenlerin, kendi günah defter ve belgelerini zayie çıkarmanın telaşında olmaları “Hayrola nereye?” dedirtiyor. Şeffaflık çağında hiçbir şey yok edilemiyor ve gizlenemiyor. İleri demokrasinin tozu dumanı dağıldığında, toplum da her şeyi görecek ve bilecek. Ama neden sonra... Demokrasi ve hukuka saygı kurumlarını ne ara içselleştirdiklerini bilemediğimiz, ancak bu kurumları ara istasyon olarak gördüklerini bazen unutup ağızlarından kaçıran, acemi fakat bir o kadar fırsatçı ve gözü açık anlayış sahiplerinin, toplumun değişim dinamiğinin gölgesine çöreklenerek kendilerine büyüklük, önem ve itibar devşirdikleri illüzyon gösterilerinin finali, cumhuriyetin sembolleşmiş değerleri yanında mülkün temeli olan adaletle oynamak suretiyle, topluma hiç hak etmediği ağır bir maliyet yüklemek olmamalıydı. Duguit’ten ödünç ifadelerle bağlarsak: Devlet, hukuka ancak istediği için, istediği zaman ve istediği ölçüde boyun eğiyorsa, aslında hiç boyun eğmiyor demektir. İki Gözüm Aksın... Bugünlerde toprağa cemre düşecek diyorlar... Düşmesin... ? Çiçekler açmasın... Lüzumu yok rengin... ? Kuşlar ötmesin sabahları... Sesi çıkmasın kumrunun... Sussun serçeler... ? Gün ışığını da istemem başımda... Razıyım... Karanlık kalsın... Güneşi söndürsünler... ? Kırasım geliyor ellerimi... Kemancı varsın çalmasın... ? Sözler şarkıları terk etsin... Türküleri söylemesinler... ? O barda arada sırada bir kız çıkar... Gözleri siyah, bakışları mavi... Bir sandalyeyi tutarak söyler hüzünlü şarkısını... Hem sevgililerini terk edip kendisi, hem birazdan ağlayacağını bilir garsonlar... Sussun... ? Şişeler boş... Bardaklar dipsiz... Süt kesilsin rakı... İstediğin kadar iç... Cemal sallanamasın... ? Seni senden almışlarsa... Korkmuşsan... Sinmişsen... Sesin çıkmıyorsa... Söyleyecek sözün yoksa... Böyle zamanlarda hava da gerekmez ya... Nefes kalsın... ? Sen yoksan... Issız çöle dönmüşse topraklar... Kimimiz kelebek, kimimiz uğurböceği, menekşeler açmış başak tarlasına benzemiyorsa vatan... Görmek istemem... İki gözüm aksın... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle