17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 ŞUBAT 2012 PERŞEMBE 6 HABERLER Başbuğ hakkında hükümeti devirmekten ağırlaştırılmış müebbet, örgüt yöneticisi olmaktan 22.5 yıl hapis istendi İddianame kabul edildi BÜYÜKANIT, BAŞBUĞ VE KALYONCU Komutanlar ifadeye çağrıldı HATİCE TUNCER Balyoz davasında, mahkeme heyeti eski Genelkurmay başkanları emekli Orgeneraller İlker Başbuğ, Yaşar Büyükanıt, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Bekir Kalyoncu’nun tanık olarak dinlenmesine karar verdi. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi dünkü duruşmanın sonunda ara kararlarını açıkladı. Mahkeme heyeti, perde arkasında Balyoz Harekât Planı yapıldığı iddia edilen 1. Ordu 2003 Plan Semineri’nin Genelkurmay Sonuç Raporu’nda imzaları bulunduğunu dikkate alarak Yaşar Büyükanıt, Bekir Kalyoncu ve Köksal Karabay’ın belirlenecek günde duruşmada hazır edilmeleri için kolluk güçlerine yazı yazılmasına karar verdi. Mahkeme Plan Semineri 2003’te oynanacak senaryoya ilişkin 1. Ordu’ya gönderilen “Ocak 2003 tarihli mesaj formu” nda imzalarının bulunması nedeniyle dönemin Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı İlker Başbuğ ve Tuğgeneral Levent Gözkaya’nın tanık olarak dinlenmesine karar verdi. Sanıkların tahliye taleplerini reddeden mahkeme, duruşmayı 27 Şubat 2012 tarihine erteledi. Karar açıklandıktan sonra sanık subaylar ve yakınları ayağa kalkarak hep bir ağızdan Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni okudu. Gençliğe Hitabe’yi okudular Dünkü oturumda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in de tanık olarak dinlenmesi istendi. Sanık avukatlarından Hüseyin Fatih Demir sanık savunmalarının tamamlandığına dikkat çekerek eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök, eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman ve gazeteci Mehmet Baransu’nun tanık olarak dinlenmesini talep etti. ‘Özel de dinlesin’ Ceylanoğlu da izledi Balyoz davasının dünkü oturumunu eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Erdal Ceylanoğlu’da izledi. Ceylanoğlu, duruşma aralarında sanıklar ve yakınlarıyla sohbet etti. Emekli Orgeneral Ceylanoğlu, Temmuz 2011’de, dönemin Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve diğer kuvvet komutanlarıyla birlikte emekliliğini istemişti. İstanbul Haber Servisi İnternet Andıcı soruşturması kapsamında tutuklanan eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ hakkında hazırlanan 39 sayfalık iddianame, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nce oybirliğiyle kabul edildi. İddianamede, Başbuğ’un Kara Kuvvetleri Komutanı’yken, AKP hükümetini devirmeyi planladığı, uygun kadroyu Genelkurmay Başkanlığı döneminde elinde olmayan sebeplerle oluşturamadığı için planını hayata geçiremediği iddia edildi. Başbuğ’un “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapsi ve “Ergenekon terör örgütü yöneticisi olmak” suçundan 15 yıldan 22.5 yıla kadar hapsi isteniyor. Cumhuriyet Savcısı Cihan Kansız’ın hazırladığı iddianamede, Başbuğ’un, ‘Ergenekon silahlı terör örgütünün’ amaçları doğrultusunda, askeri bir darbe ortamı oluşturmak amacıyla internet siteleri ve bu siteleri meşrulaştırmak amacıyla düzenlenen andıç vasıtasıyla kara propaganda ve dezenformasyon faaliyetlerini icra ve organize ettiği ileri sürüldü. Andıcın, 14 Nisan’da sarı zarf içerisinde Başbuğ’a iletilip okey işareti alındığı, Kurmay Albay Dursun Çiçek’in, Iğsız’ın parafından sonra Başbuğ’un olurunu sözlü olarak da almış olabileceği belirtilerek “Andıçta son paraf dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Hasan Iğsız’a aittir. Parafın karşısında, ‘Sn.K’a arz’ ibaresi yer almaktadır. Iğsız, ‘Bu ibare Genelkurmay Başkanı’nı ifade eder’ demiştir. Dönemin Genelkurmay Adli Müşaviri Hıfzı Çubuklu da belgenin 1 Nisan 2009’da Genelkurmay Başkanı’na arz edildiğini belirtmiştir” denildi. İrticayla Mücadele Eylem Planı 12 Haziran 2009’da deşifre olduğunda Başbuğ’un yurtdışında olduğu, Genelkurmay Başkanlığı’na Işık Koşaner’in vekâlet ettiği belirtilerek şu ifadeler kullanıldı: “Genelkurmay 2. Başkanı Hasan Iğsız, Başbuğ’u telefonla arayarak aldığı emir sonrasında soruşturma açıldı. Koşaner’den doğrudan emir alarak soruşturma açılabilecekken Başbuğ’u arayarak onay alması, resmi hiyerarşi dışında hareket etmesi, örgütsel hiyerarşinin bir göstergesidir. Bu durum, karargâhta yürütülen evrak kırpma ve bilgisayar silme işlemi gibi tüm benzer faaliyetlerin Başbuğ’un kontrolünde gerçekleştiğini de göstermektedir. Planın, taslak halinde Başbuğ’a sunulduktan sonra Başbuğ’un bilgisi dahilinde, Iğsız’ın kontrolünde Çiçek tarafından hazırlandığı anlaşılmıştır.” BALBAY’LA GÖRÜŞME ‘DELİL’ OLDU İkinci Ergenekon davasında yargılanan gazetemiz yazarı ve CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay’a ait günlüklerde, Başbuğ’un Genelkurmay İkinci Başkanı olduğu dönemde Balbay’la görüşmelerini gösterir bilgilerin yer aldığı, Başbuğ’un, görüşmeyi savcılık ifadesinde doğruladığı belirtildi. 9 Ocak 2004 tarihli görüşmenin Balbay’ın ‘Köşk Zirvesinin Sonuçları’ başlıklı köşe yazısıyla ilgili olduğu, yazıdaki kaynağın TSK’den Balbay’a sızdırılan Kıbrıs ile ilgili gizli bazı belgeler olduğu ve bu bilgilerin kurumu zor durumda bıraktığı, Başbuğ’un ise Balbay’dan haber kaynağını öğrenmeye çalıştığı belirtildi. Balbay’ın ise kaynağını söylemediği ve elinde bu konu ile ilgili daha çok belge olduğunu belirttiği anlatıldı. Balbay’ın yazısının kendilerini çok yaraladığını ve zarar verdiğini belirten Başbuğ’un, “Sayın Balbay, biz sizi seviyoruz. Cumhuriyet’i seviyoruz. Kendi içimizde yaptığımız değerlendirmelere sizlerin, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin zarar görmemesi gerektiğine inanan, yurtsever insanlar olduğunuzu konuştuk. TSK’ye zarar vermek isteyen bir yığın çevre var. Bunları siz de biliyorsunuz. Şimdi karşıda onlar varken bizim sizi karşımıza almamız, Cumhuriyet’le karşı karşıya gelmemiz istenmeyen bir durum. Olayı şöyle alın, devam eden bir süreç var. Bizim çalışmalarımız var. Ve tam bu sırada sizin haber çıkıyor. Ben sizin bunu kötü bir niyetle yapmadığınızı biliyorum ama biz çok yaralandık” dediği ileri sürüldü ve şu değerlendirme yapıldı: “Başbuğ’un bağlı bulunduğu kurumu zor durumda bırakan bir bilgi sızması neticesinde kurumun menfaatlarini savunmaması, Balbay ve Cumhuriyet gazetesine yönelik, görüşmenin başında dile getirdiği hususların şüphelinin örgütsel ilişki ve irtibatının bir sonucu olduğu anlaşılmıştır.” “Örgütün amaçları doğrultusunda basın açıklaması yapmak. Ergenekon silahlı terör örgütüne yönelik soruşturma ve kovuşturmaları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunmak. Devlet yöneticilerini baskı altına almak. Devlet otoritesini zaafa uğratmak. Gerektiğinde kamu düzenini bozup ülkede kaos ve düzensizlik ortamı oluşturmak. Halkı devlet yöneticilerine karşı kışkırtmak ve anarşi ortamı oluşturmak. Böylece cebir ve şiddet yöntemleriyle hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek. Suç tarihi itibarıyla konumu ve diğer şüpheliler üzerindeki etkisiyle ara yönetici sıfatıyla psikolojik harekât faaliyetini yönetmek. Örgüt üyelerini yönlendirmek.” MİT: Arkada ABD mi? Cemaat, Ergenekonluk! Otoriterlik Yakınması! Öncelikle, yazıya oturunca hemen akla üşüşen çok temel bir siyasi saptamayı paylaşayım; çünkü bu saptama, siyasi analizlerimin temel çıktısıdır: Cemaatin MİT ve Hakan Fidan üzerinden Başbakan’ı vurmak istemesi, aslında Erdoğan’a karşı “saray içinde” bir “hükümet darbesi” ile iktidarı ele geçirme faaliyetleri, esas “Ergenekonluk” ve “hükümeti yıkma” teşebbüsüsür! Ve “özel yetkili savcılık ve mahkemelik” olaydır! Bir ciddi savcı olsa, esaslı bir “darbe iddianamesi” ortaya çıkartır! Ama, Erdoğan için “şimdi zamanı değil”! Evet, konuya dönelim: ??? Cematin bu “saldırısının” arkasında kimse var mı? ABD ne kadar MİT komplosunun ardında? Yaşadıklarımızı anlayabilmek için yanıt aramamız gereken temel bir soru.(*) Bu soruya temel yanıt oluşturacak bir ana yazım, 18 Aralık 2011’de yayımlanan “3 Koltuk Boş5; Güç’ün Altında Büyüme”dir. Cemaatin, ABD ve ülkemizdeki bütün iktidarlarla iyi geçinme stratejisini açıklayan yazıya bakılabilir (Blogumda). Cemaat, ABD derin devletinin kanatları altındadır. Oradan güç alarak da Türkiye’de (ve dünyada) büyüyor. Erdoğan da bunun bilincinde. Özellikle orduya karşı operasyonların, bu üçlünün ortak iradesi ile gerçekleştiğini kabul edebiliriz. Bu saptamayı reddedecek bir olgu görünmüyor ortalıkta. ABD ile temel ilişkisi, cemaatin, ABD’nin küresel politikalarına doğal olarak “tam destek” vermesini gerektiriyor. Cemaat, Erdoğan iktidarının, ABD ile çelişen bütün politikalarına karşıdır! Bunlardan biri Filistin politikasıdır. İktidarın her iki kanadına yakın N.B. Karaca: “Mavi Marmara’nın yola çıkması ve sonrasındaki gelişmeler, İsrail ile ilişkilerin bozulması ise cemaatin hükümetten.. ayrı düşmesine neden oldu. Cemaat için, Türkiye’nin İsrail’i karşısına alması, Ortadoğu ülkesi olmayı tercih etmesi anlamına geliyor, hükümet içinse bu ‘bölge gücü’ olmanın anahtarı. Hakeza, İran için alınan riskler de cemaate fazla ve gereksiz görünüyor. Bu kesimde, hükümetin ‘bölge gücü’ olmak için attığı adımların, kurduğu ittifakların ve dahi kurmaktan kaçındığı ittifakların maceradan ibaret olduğu kanısı hâkim...” Yani cemaat, AKP’ye, “ABD’nin Ortadoğu politikasının bir parçası ol” diyor. Erdoğan’ın “bölgesel güç” politikası, ABD’ye ait değil! Tersine ABD basını Osmanlı’yı canlandırıyor diye hükümete saldırtıldı! İktidar, zoru görünce, ABD’ye Suriye konusunda boyun eğdi ve cemaat ile aynı şeyleri savunur hale geldi. Cemaat basını ve yazarları, Suriye’nin halledilmesi konusunda ABD politikalarının uygulayıcısı durumunda. Erdoğan medyası, MİT olayından sonra, ilk kez cemaati “The Cemaat” olarak nitelemeye ve cemaatin ABD’ciliğini vurgulamaya yöneldi! İsrail’in de (arkasında ABD) Hakan Fidan’ı hedef aldığını yazdı... ??? Cemaat ile ABD’nin ortak bir kaygısı var: Erdoğan otoriter, ülkeyi otoriter bir rejime kaydırabilir. Örneğin cemaatin medyada başlıca tartışmacısı Faruk Mercan, ortak bir TV programında “Erdoğan’ın otoriterliğini tartışalım” dedi. Bu tavır alış, cemaat ile Erdoğan arasındaki temel çatışmanın göstergesiydi. Cemaatin, eğer olaylar sertleşirse, Erdoğan’ı faşistlikle suçlaması da beklenebilir! (The Taraf’ı izleyin, Liberaller+The Cemaat+ABD ortaklığının adı.) Bu şikâyet, Erdoğan’ın cemaate, istediği bütün koltukları, olanakları, iktidar ve yönetimden daha büyük bir pay vermemesinden kaynaklanıyor. Zaten Pensilvanya’ya giden “bir bakan”ın Gülen ile tartışmasının temel konusu da buydu. Aslında Erdoğan’ın otoriter kişiliğinden ABD de yakınıyor. Bazı sözcüleri bunu dile getirdi. ABD’nin Erdoğan’ın kişiliğinden şikâyetinin nedeni olarak şunu kabul edebiliriz: Ortadoğu’da kendine özgü bir politika alanı yaratmaya kalkışmak.. Geçen pazar gecesi Ulusal Kanal’da yaptığımız tartışmada, Prof. Süheyl Batum şöyle diyordu: ABD Ermeni meselesini hallet diyor, Erdoğan peki diyor ama halletmiyor! İsrail’le kavga etme diyor, Erdoğan ediyor (barış yapmak zorunda ama, eninde sonunda).. Rusya’ya fazla bağlanma diyor, bağlanıyor.. Kıbrıs meselesini çöz diyor, çözmüyor... Hükümet, acil konu Suriye’den gelecek mültecilere yer hazırlamakla meşgul! Bir de cephe gerisi destek veriyor muhaliflere. TSK Suriye’ye girer mi? Eğer, Erdoğan için bu “iktidarda kalıp kalmama meselesi” olursa, evet! Ama, cemaatin yönlendirdiği bir hükümet olursa, TSK Suriye’dedir! Aslında Süheyl Batum, Erdoğan’ın ABD’nin isteklerini yerine getirmede iyi bir beceri gösteremediğini anlatıyordu! Cüneyt Zapsu ABD’ye “Erdoğan’ı kullanın, delikli taştan içeri akıtmaya kalkışmayın” demişti... Bu bağlamda sonuçlandıralım: ??? Kısa sonuç: Cemaat ve ABD, Erdoğan’ın otoriter iktidarını ve gücünü sınırlamak konusunda, ortak düşünce içinde! Erdoğan daha “demokratik” olmalı, yani cemaatin iktidarda daha büyük söz sahibi olmasına fırsat vermeli... MİT Hakan Fidan üzerinden sürdürülen iktidar darbe operasyonunun ardında, Erdoğan’ın iktidarını ve otoriterliğini sınırlandırma ve ABD’nin daha çok boyunduruğu niyeti var... (*) Yöntemle ilgili: Burada komplo teorisi ile ilgilenmiyoruz, önceki yazılarda olduğu gibi sadece, olgulara, olaylara dayalı olarak kurduğumuz hipotezleri doğrulamaya çalışıyoruz, öncelikle bunu belirtelim. Gelişmeleri gözlemleyerek bir bütünsellik, bir hipotez kurup, önemli siyasi olayları bu çerçevede değerlendirmezseniz sadece birtakım izler ve gözlemler arasında emekler veya kaybolursunuz, bütünü görmezsiniz. “Dur bakalım, bu da olacak mı” diyerek sürekli olayların arkasından koşturursunuz. 2 Şubat yazımda “Cemaat, hukuk mızrağını Erdoğan’a gösterecek mi” saptaması ve yaşadıklarımız, kurulan hipotezi doğrulayan gelişmelerdir. O halde buradan devam... Başbuğ hakkındaki suçlamalar Açıklamaları ‘delil’ oldu AKP’ye açılan kapatma davasının ek klasörleri incelendiğinde, “irtica.org” adlı sitede 2007 yılında yer alan haber ve yazıların delil olarak yer aldığı ifade edilerek sitede yer alan yayınların rasgele seçilmediği, belli bir amaca hizmet edecek şekilde derlendikleri, irtica.org’un kapatma davasına delil sağla TUNCAY ÖZKAN’IN AİHM’YE BAŞVURUSU AKP hükümetine AİHM’den 2 soru İLHAN TAŞCI yacak derecede etkili olduğu kaydedildi. Ergenekon ve Balyoz soruşturma ve kovuşturmalarını etkisizleştirme görevinin Başbuğ’a verildiği, Başbuğ’un da soruşturmaları kara propaganda yöntemiyle itibarsızlaştırmayı, soruşturmayı ve kovuşturmayı yürüten adli birimleri baskı altına almayı, sindirmeyi ve yıldırmayı amaçladığı, resmi kimliğini de inandırıcılık noktasında kullandığı iddia edildi. İddianamede, “TSK’de örgütlenen hukuk dışı yapılanmanın, hükümeti ortadan kaldırmaya yönelik planlar hazırladıkları ve faaliyetlerin deşifre olmasıyla suç delillerini kararttıkları, yargılaması devam eden sanıkların şüpheli liderliğinde örgütlendiği anlaşılmıştır” denildi. İddianameye şöyle devam edildi: “Şüpheli açıklamalarında sert üslup kullandı. Bazı açıklamaları kamuoyunda muhtıra şeklinde algılandı. Lav silahlarıyla ilgili ‘boru’ tabirini kullandı. İrticayla Mücadele Planı’nı ‘kâğıt parçası’ olarak ta bir etti. Amirallere suikast soruşturması sonucunda hazırlanan iddianamedeki hususları yok gibi göstermeye gayret etti. Koç Müzesi’nde bulunan patlayıcılarla ilgili gelişmeleri ‘saçmalık’ olarak nitelendirdi.” Genelkurmay’da 29 Nisan 2009’da yapılan toplantıda, Başbuğ’un Ergenekon silahlı terör örgütüyle ilgili de birtakım açıklamalarının olduğu ifade edilerek “Bildiğim kadarıyla ilgili mahkemenin kararıyla özel isimle bu dava anılamaz. Saygı göstermeniz lazım” dediğine dikkat çekildi. Başbuğ’un Ergenekon ismini söyleyen gazeteciyi uyardığı belirtilerek, “Oysa İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Ergenekon kelimesinin kullanılmasıyla ilgili bir yasaklama getirmemişti” denildi. Trabzon’da 2009’da Oruç Reis fırkateynindeki basın açıklamasında, “TSK’ye karşı asimetrik psikolojik harekât yürütülmektedir” dediği, açıklamaların basında “Başbuğ’dan sözlü muhtıra geldi” başlığıyla kullanıldığı ifade edildi. Valilik genel grev eylemi nedeniyle KESK yöneticisine 154 TL para cezası kesti ANKARA Gazeteciyazar Tuncay Özkan’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yaptığı başvuruda mahkemenin hükümete iki soru yöneltme kararı aldığı ortaya çıktı. AİHM, “Uzun tutukluluğun nedeni nedir? Tutuklamalara karşı itirazların yasal şartlarını yerine getirdiniz mi?” sorularına alacağı yanıtın ardından bir karar daha verecek. AİHM’nin iddianamedeki örgüt isnadı kararını aldığını vurgulayan Özkan’ın avukatı Ahmet Çörtoğlu, “AİHM, örgüt var demiyor. Savcılığın isnatlarını bazıları AİHM kararı gibi yansıtıyor. AİHM hiçbir zaman böyle karar vermiyor, ‘örgüt var’ derse yargılamayı sakatlar” dedi. Başvurulara ilişkin bilgi veren Çörtoğlu, 2009 yılında yedi ayrı konuda başvuru yaptıklarını söyledi. Yakalanan kişilere suçlarının bildirilmesi kuralıyla ilgili başvuruya AİHM’nin “Emniyet’te ve savcılıkta ‘Ergenekon terör örgütü üyesi olduğunuz iddiasıyla gözaltına alındınız’ denilmesini yeterli” bulduğunu anlatan Çörtoğlu, “Kişi özgürlüğü ve güvenlik hakkıyla ilgili de başvurumuz vardı. Biz somut olay, fiil yok; tutuklamadan da yargılanabilirdi diyoruz. AİHM de savcılığın evde örgüt silahı bulunduğu iddiasından hareketle ‘Savcılık öyle deliller sunmuş ki, bunlar varken mahkemenin yoğun delile karşı tutuklama kararı vermesinde sözleşmeye aykırılık yok’ dedi. Savcılığın yazdığı şeyleri AİHM demiş gibi yazıyorlar. Ne bomba bulundu ne de başka bir şey. Tuncay Özkan’ın ruhsatlı silahını ‘örgüt silahı’ diye yazdı savcı” değerlendirmesini yaptı. Sivas’ta ne yapsan ‘kabahat’! MEHMET MENEKŞE SİVAS Sivas katliamını anma komitesinden şikâyetçi olup dava açtıran, dava günü Madımak Oteli’nin önünde basın açıklaması yaptıkları için Kabahatler Kanunu’nun 32. maddesine göre “emre aykırı davranışta bulunmaktan” dolayı 169 TL para cezası kesen Valilik, 21 Aralık’taki genel grev nedeniyle KESK Dönem Sözcüsü İbrahim Erdoğan’a da 154 TL ceza ceza kesti. Sivas Valiliği, geçen yıl yürüyüş, miting alanı olarak kent merkezine yaklaşık beş kilometre uzaklıkta olan Mevlana Caddesi’ni belirlemiş, buranın dışındaki yerlerde gösteri ve yürüyüş yapılmasını yasaklamıştı. Ancak 21 Aralık 2011’de gerçekleştirilen genel grevde eylem, kentin 15 kilometre dışında bulunan Sağlık Hizmetleri Uygulama ve Araştırma Hastanesi önünde yapıldığı halde valilik Kabahatler Kanunu çerçevesinde değerlendirip 154 TL para cezası kesilmesine karar verdi. Cezanın iptali için mahkemeye itiraz ettiklerini belirten Erdoğan, “Bu bizim anayasal hakkımızı kısıtlamaya yönelik bir davranıştır. Kesilen ceza bu hakkın engellenmesi anlamındadır. Bizler, bizleri mağdur edenlerin kapısının önüne gidip açıklama yapıyoruz. Yaptığmız eylem bir kabahat değil, yurtaş olarak en doğal hakkımız olduğunu düşünüyoruz” dedi. Askeri casusluk davasında 5 tahliye İstanbul Haber Servisi “Şantaj ve askeri casusluk” iddialarına ilişkin emekli Albay İbrahim Sezer’in de aralarında bulunduğu 11’i tutuklu 56 sanığın, yargılandığı davada, tutuklu sanıkların son talepleri soruldu. Tutuklu sanıklardan hekim Binbaşı Zeki Mesten, hakkındaki suçlamaların asılsız olduğunu belirtti. Tutuklu sanıklardan Albay Tamer Zorlubaş ise “Var olduğu iddia edilen çete tarafından fişlendim” diye konuştu. Suçlamaları reddettiğini belirten Zorlubaş, “İddianamede üzerime atılı suç yok fakat talepler kısmında cumhuriyet savcısı tarafından CMK’nin 328. maddesi gereğince cezalandırılmam isteniyor” diye konuştu. Duruşmada müşteki olarak dinlenilen Sevgi Şenyurt, şikâyetini geri aldığını söyledi. Davada, yüksek mühendis Albay Necmi Yıldırım, eski TÜBİTAK görevlisi mühendis emekli Yarbay Yücel Çipli, Yüzbaşı Esin Tolga Uçar, Üsteğmen Burak Çetin ve Üsteğmen Alper Eylem Ersoy, “üzerlerine atılı bulunan suçlardan bir kısmının vasfının değişme ihtimali ve tutuklu kaldıkları süreleri göz önüne alınarak” tahliye edildi. Hayata Dönüş’te 17 sanık davadan habersiz İstanbul Haber Servisi ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ kapsamında Ümraniye Cezaevi’nde bulunan 399 tutuklu ile hükümlü hakkında, “Cezaevi idaresine karşı silahlı ayaklanma”, “Kamu malına zarar verme”, “Patlayıcı madde bulundurmak”, “Faili gayri muayyen şekilde adam öldürmek ve yaralamak” ile “Eylemlere iştirak” iddialarıyla açılan davaya devam edildi. Başka suçlardan çeşitli cezaevlerinde bulunan ve duruşmaya getirilen 17 sanık, 11 yıldır süren davada yargılandıklarından dahi haberdar olmadıklarını belirtti. Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşma öncesi salonun önünde bekleyen sanık yakınları sloganlar ve alkışlar eşliğinde, davayı protesto etti. Bunun üzerine polis ve sanık yakınları arasında kısa süreli bir tartışma yaşandı. Mahkeme salonunun küçük olması nedeniyle sanık yakınları, hatta tutuksuz sanıklar dahi duruşma salonuna alınmaması tepki çekti. Sanıklar, dava ile ilgili kendilerine herhangi bir tebligat yapılmadığını belirterek savunma için ek süre istedi. Duruşma 6 Temmuz 2012 tarihine ertelendi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle