19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 EKİM 2012 PAZAR CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 19 Oyunları Türkiye’de kapalı gişe oynayan Duşan Kovaçeviç yeni oyununun prömiyeri için İstanbul’daydı Varoluşla oyun oynamak MELTEM YILMAZ ? “Bu kadar çok dizinin, televizyon şovunun etkili Sırp oyun yazarı, senarist, tiyatro ve olduğu bir ülkede oyunlarımın kapalı gişe oynuyor olması sinema yönetmeni beni şaşırttı” diyor ünlü oyun yazarı Kovaçeviç. Türkiye’de Duşan Kovaçeviç, sahnelenen yeni oyunu “Dar Ayakkabıyla Yaşamak”ta da İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyine evrensel olana bakıyor, “Varoluşçuluğun temelindeki yatroları’nca Nurulsorularla ilgileniyor, yanıtlarıyla oynuyorum” diyor. lah Tuncer rejisiyle sahnelenen son oyunu “Dar Ayakkabıyla Yaşamak”ın prömiyeri için İstanbul’daydı. Kovaçeviç’in Türk tiyatrosu için önemi bir hayli büyük. “İntiharın Genel Provası”, “Profesyonel” ve “Buluşma Yeri” adlı oyunları, İstanbul sahnelerinde eşzamanlı olarak izleyiciyle buluşmuş, dahası bu oyunlar kapalı gişe oynamıştı. “Tiyatro ölmedi işte, ölmeyecek” diyor Kovaçeviç: “İnsan hayatı dümIşıl düz bir çizgide değil, trajedi ve Kasapoğlu’nun komedi arasında gelgitlerle doDT için yönettiği lu. Ben de varoluşçuluğun te‘Profesyonel’ melindeki sorularla ilgileniyor, (solda) ve yanıtlarıyla oynuyorum.” Nurullah Oyunları bugüne dek 21 dile Tuncer’in ‘Dar çevrilen, günümüzün yaşayan en Ayakkabıyla önemli oyun yazarları arasında Yaşamak’ı gösterilen Kovaçeviç anlatıyor... (sağda). Türkiye’de oyunlarınızı hem tiyatro dünyasının hem de seyircinin bu kadar benimsemesini siz nasıl açıklıyorsunuz? Öncelikle benim oyunlarımın Türkiye’de seyirci ile karşılaşma nedeninin çevirinin başarısı olduğunu düşünüyorum. İkinci aşamada yönetmenin, üçüncü aşamada ise oyuncuların başarısının etkili olduğuna inanıyorum. Diğer yandan, “toplum nedir, birey nedir” gibi konulara, Türk halkıyla aynı duyarlıkla baktığımızı görüyorum. Bir de tabii oyunlarımın komedi tarafının olması da çok izlenmesinin bir nedeni. Çünkü dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de insanlar trajediden bıkmış durumda... Emir Kusturica’nın ünlü “Yeraltı” filminin gizli kahramanı, senaristi sizsiniz. Diğer yandan, “Profesyonel” ve “Balkan Ajanı” oyunlarınız, sizin yönetmenliğinizde sinemaya uyarlandı ve ödüller aldı. Farklı disiplinlerde üretimde bulunurken nasıl bir yöntem izliyorsunuz? rınızı da burada izlemiştiniz. Türkiyeli tiyatro seyircisi ile ilgili gözlemleriniz ne yönde? “Dar Ayakkabıyla Yaşamak”ı, kendi ülkemdeki sorundan yola çıkarak, ama dünyanın birçok ülkesindeki ekonomik krizi, grevleri göz önünde bulundurarak yazmıştım. Dünyada birçok insan dar ayakkabıyla yaşıyor ve yürümekte zorluk çekiyor, ancak ne yazık ki bu sorunlar televizyon şovuna dönüştürülüyor ve insanlar da bu şovları izliyor. Beni Türkiye’de şaşırtan ve mutlu eden, bu kadar çok dizinin, televizyon şovunun etkili olduğu bir ülkede oyunlarımın kapalı gişe oynuyor olması. Şu an bildiğim kadarıyla önünüzde boş bir sayfa var, üzerinde çalıştığınız bir eser yok. Boş sayfanın karşısında duran bir yazar olarak kendi durumunuzu nasıl anlatırsınız? İnsan hayatı dümdüz bir çizgide değil, trajedi ve komedi arasında gelgitlerle dolu. Bu yüzden kara mizah türünde yazmayı seviyorum ama şu an yeni bir esere başlamış değilim. Ve bu benim için en uzun ve yorucu süreç. Şöyle ki, suyu buz gibi olan bir ırmağın yanında yürüyorum. Önünde sonunda bu ırmağa atlamam gerekiyor ama hep erteliyorum. Çünkü yazmak için önce yazdıklarımdan memnun olmam gerekiyor. Ve yazdıklarım, kendi yaşadığım bir sorun olmalı. Daha doğrusu evrensel bir sorun benim sorunumla örtüşmeli... ‘Savaş İstemiyoruz’ Deyip… “Duvara tebeşirle/ Savaş istiyoruz diye yazmışlar/ Bunu yazan/ Vuruldu çoktan” B. Brecht Hayır, Meclis’te tezkere oylanırken olsun, kabul edildikten sonra olsun kimse, hiç kimse “Savaş istiyoruz” demedi. Onun yerine, vallahi de billahi de barış için tezkere istiyoruz dediler. Güvenlik dediler; onurumuz, gurumuz dediler, vatandaş kanı yerde kalmaz dediler… Yalanı kanıksamak Oysa haberleri yakından izleyenler pekâlâ biliyor ki bugün söylediklerinin tam tersini yarın söyleyebiliyorlar. Dün söylediklerini bugün, bugün söylediklerini yarın yalanlayabiliyorlar. Millet de kuzu kuzu dinliyor. Yalan olduğunu bile bile dinliyor… Kuzu kuzu dinlemeyenlerin başına gelenleri gördük görüyoruz: “Barış” deyip savaş dili kullananları protesto edenleri, savaş kışkırtıcılığına karşı çıkan gençleri, öğrencileri neyin beklediğini de biliyoruz: Polis copu, biber gazı, tazyikli su ve gözaltı! Savaş kışkırtıcılığında kimi gazete ve televizyonların da hiç geri kalır yanı yok! O manşetleri atanlar kendi çocuklarını savaşa yollamayacakları garantisini almış olanlardır. Yorumculara bakın: Esen rüzgâra göre tavır almak en büyük hüner! 12 Eylül’de Evren’i alkışlayanlar; 28 Şubat’ta ellerini ovuşturanlar, meğer hep bunlara karşı çıkmışlar; şimdi hepsi özgürlük ve direniş kahramanı! Oha yani! Gelgitlerle dolu hayat Trajediden bıkmak... Aslında ben oyun yazarken kafamda bir sinema filmini, tiyatroya uyarlıyorum. Yani bir sinema filmi düşünür gibi tiyatro oyunu yazıyorum. “Profesyonel” Yugoslavya’daki büyük dönüşümü ele alırken, “Buluşma Yeri”nde, yaşam ve ölümle ilgili soruların yanıtı aranıyor. “İntiharın Herkesi ilgilendiren sorular Genel Provası”nda ise insanın modernite karşısındaki çaresizliğini görüyoruz. Bu kadar farklı konularda üretmenizde, belli bir konuya hapsolmamanızda etkili olan nedir? Özel hayatımda çok değişik konulara ilgi duyuyor olmam herhalde... İnsanın bu dünyadan gittikten sonra ne olduğu, başına neler geldiği sorusu ile çok ilgileniyorum. Eminim bu sorular tüm insanları ilgilendiriyor, çünkü bunlar varoluşçuluğun temelinde olan sorular ve ortada hiçbir delil yok. O zaman bir yazar olarak ben de bu sorularla ve yanıtlarıyla oyun oynayabilirim diye düşünüyorum. Sırbistan’dan sonra ilk kez Türkiye’de seyirciyle buluşan “Dar Ayakkabıyla Yaşamak” oyununuzu seyirciyle birlikte izlediniz. Daha önceki oyunla Kışkırtıcılık Hem barış için, güvenlik için, onurumuz, gururumuz için tezkere isteyeceksiniz hem de kavgadan uzak durmak yerine kışkırtıcılık yapacaksınız! Yerine getiremeyeceğiniz sözler vereceksiniz! Dünkü can dostunuzu bugünkü baş düşman ilan edip, muhalif güçleri silahlandıracaksınız! Kendi demokrasi sorununuzu çözmeden, ötekine demokrasi dersi vereceksiniz! Suriye’nin bir sıkımlık canı var diyeceksiniz; sınırınız içindeki yangını görmezden geleceksiniz!.. Uçağınız düşürülünce parlayıp, gürleyip tehditler savuracak sonra tırsıp susacaksınız! Bir yanda Osmanlı hayalleri, Ortadoğu’nun lideri olma düşleriyle kendinden geçecek; öte yanda emperyal güçlere boyun eğip, “ileri demokrasi”den söz edeceksiniz! Bırakın “ileri”sini, normal demokraside asla kabul edilemeyecek açık uçlu bir tezkereyle “yabancı ülkelere” ordunuzu yollama eşiğine geleceksiniz! 2012 Cityscape Dubai Ödülleri Emre Arolat Mimarlık’a Dubai’den üç ödül Kültür Servisi EAAEmre Arolat Architects, 2012 Cityscape Dubai Ödülleri’nden üç ödülle döndü. Emre Arolat Mimarlık, Bodrum’daki Varyap Yalıkavak Evleri ile “Residential Project AwardFuture /Konut Projesi” kategorisinde, İstanbul Antrepo 5 Çağdaş Sanatlar Müzesi ile “Community & Culture Project AwardFuture/ Toplum & Kültür Projesi” kategorisinde ve Le Meridien Etiler ile “Leisure & Tourism Project AwardBuilt/ Serbest & Turizm Projesi” kategorisinde büyük ödüle değer görüldü. Bu yıl on birinci kez düzenlenen Cityscape Dubai Ödülleri, dünyanın en önemli gayrimenkul yatırım ve geliştirme etkinliklerinden biri olarak kabul edilen ve her yıl 120’den fazla ülkeden gayrimenkul uzmanı, mimar, tasarımcı ve plancıları uluslararası bir iletişim ortamında bir araya getiren Cityscape Dubai kapsamında organize ediliyor. Her savaşta yoksullar Meclis’te tezkereye kabul oyu verenler, kendi çocuklarının “yabancı ülkelere” yollanan orduda görev alacağını bilse, yine de evet der miydi? Hiç sanmıyorum! Başkasının çocuğunu savaşa yollamak kolay! Gelin şimdi yine Bertold Brecht’in dizelerini anmayın: “Bu gelen savaş ilk değil./ Çok savaş oldu bundan önce./ Bittiği gün en son savaş/ bir yanda yenilenler vardı gene,/ bir yanda yenenler vardı./ Yenilenlerin yanında/ kırılıyordu halk açlıktan./ Yenenlerin yanında/ halk açlıktan kırılıyordu.” “Savaş istemiyoruz” deyip, savaş kışkırtıcılığı yapanlar ne denli gizlemeye çalışsa da boşuna: Her savaşta, ölüm de, yıkım da gelir yoksulları vurur. Her iki tarafta da... Yenende de, yenilende de… Ve her iki yanda da, yenilende de yenende de ateş düştüğü yeri yakar… Bu gerçeği herkes içselleştirdiğinde, ancak o zaman, belki o zaman, yalana karşı daha duyarlı oluruz… Antrepo 5 Çağdaş Sanatlar Müzesi Jehan Barbur ‘Sarı’ (Ada Müzik) Eğer şarkılarda ayrı düşen yan yana biri varsa, bu Jehan Barbur’un ta kendisidir. Kırık aşk hikâyelerini yorumladığı ıslak sesi, içten sözleri, özgün tarzı, içe işleyen ikna edici sesiyle kaldığı yerden yoluna devam ediyor. Jehan’ın üçüncü albümü “Sarı”ya, adını taşıdığı rengin ışık, sevinç gibi anlamlarının biraz uzağına düşercesine; solgun sarı demek daha doğru olur. Çünkü albümün ana duygusu hüzün, yalnızlık ve geçmiş güzel günlere özlem. Yarım kalmış hayaller (Her Şey Bu Evde), karşılıksız aşklar (Belki), umutla umutsuzluk arasında gidip gelmeler (Dinle), bu Ömer Kavur tadındaki filmin yardımcı oyunları. Sürpriz Bülent Ortaçgil’in “Dalyan Deltası”, Jehan’ın ustasına saygı duruşu. Lübnan’da doğup İskenderun’da büyüyen, Ankara’da okuyup İstanbul’da yaşayan Jehan, sici lindeki tüm coğrafyaların, kültürlerin izlerini taşıyor müziğinde. Ağrı kesici bir etkisi var sesinin; üzücü şeylerden bahsetse de, tatlı diliyle onu hafifletmeyi biliyor. Aşırı duygusal yaklaşımlarının arasına, kontrpuanlar serpiştiriyor; şiirsel tatlar veriyor. Parçadan parçaya değişen eşlikçileri, Jehan’ın birbirlerine yakın orta tempolarda olmasına karşın, monotonluğa düşmeyen parçalarının garantileri. Özellikle (hem kayıtta, hem performansta) gitarcı Cenk Erdoğan; yanı sıra Alp Ersönmez, Murat Çopur, Çağrı Sertel, Buzuki Orhan Osman, Berkant Çelen ve Mert Önal göze çarpan isimler. Bu kadar iyi isim yan yana gelince, daha önce olmadığı kadar caz tatları alınıyor. Jehan Barbur, hüznü buruk bir mutluluğa çevirmenin diğer adı. [email protected] kızlardan oluşan 70 kişilik bir koro, Andromeda Mega Express adlı bir bakır nefesliler grubu, kemanda Peter Broderick ve piyanoda Nils Frahm’ın katkılarıyla örülü, çok eklektik bir çalışma. Efterklang’ın daha önce Danimarka Ulusal Oda Orkestrası ve Amina yaylılar dörtlüsü ile yaptığı çalışmaları bilenler için çok farklı bir sound yok; ancak albümün genelinde daha melankolik ve yalnız bir atmosfer hissediliyor. Ayrılık sonrası bocalayan birinin iç sorgulamaları şarkı sözlerine yansımış. Aklınızda hemen yer edip, sürekli mırıldanacağınız şarkılar değil bunlar; ama tümüyle dinlendiğinde bütünlüklü bir anlam ifade ediyor. Efterklang, terk edilmiş, eski bir kentin karakterini müziğine etkileyici bir şekilde işlemiş. Bunun için Kuzey Kutbu’nda yaşadıkları zorluğa değmiş. www.zulalkalkandelen.com Efterklang “Piramida” (4AD) Bir müzisyenin yeni albüm kaydetmek için bilmediği bir yere gitmesi, önceden hazırladığı materyallerle donanımlı bir stüdyoya girmek yerine farklı seslerin peşine düşmesi, hep ilgimi çeker. Danimarkalı grup Efterklang, dördüncü albümü için bunu göze almış ve Norveç ile Kuzey Kutbu arasında kalan Piramiden adlı terk edilmiş bir kentte 9 gün geçirmiş. Bir adanın üzerinde yer alan kente zorlu bir yolculukla ulaştıktan sonra, çevrede araştırmaya girişmişler ve çok sayıda kayıt yapmışlar. 8 metre yüksekliğinde dev bir petrol tankerini bulduklarında, üzerindeki her bir çentiğe vurulduğunda değişik sesler çıktığını fark etmişler. Miss Piggy adını verdikleri bu enteresan alet de albüm kayıtlarında kullanılmış. Piramida, bu alan kayıtları ile genç C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle