25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 EKİM 2012 CUMARTESİ 8 İstanbul PB Edirne PB Kocaeli PB Çanakkale PB İzmir B Manisa B Denizli B Zonguldak PB Sinop PB Samsun PB Trabzon PB Giresun PB B Ankara 25 26 28 25 26 28 27 24 22 25 23 22 24 Eskişehir Konya Sıvas Antalya Adana Mersin Diyarbakır Şanlıurfa Mardin Siirt Hakkâri Van Kars B B B A A A B A B B PB PB PB 24 23 19 26 29 28 26 27 25 25 20 18 18 Oslo B Helsinki PB Stockholm PB Londra B AmsterdamY Brüksel Y Paris Y Bonn Y Münih PB Berlin PB BudapeştePB Madrid PB Viyana PB HABERLER 6 7 9 13 13 11 13 13 11 11 17 22 12 Belgrad Y 13 Sofya Y 22 Roma Y 22 Atina B 27 Zürih PB 13 Moskova Y 8 Aşkabat PB 30 Taşkent A 27 Baku PB 24 Bişkek B 22 Tiflis B 23 Kahire B 31 Şam A 29 Ülkemiz genelinde yağış beklenmiyor. Marmara’nın batısı ve Kuzey Ege kıyılarının parçalı bulutlu, diğer yerlerin az bulutlu ve açık geçeceği tahmin ediliyor. Hafta sonunda ülke genelinde 3 ile 5 derece artarak mevsim normalleri civarında ve yer yer üzerinde seyredeceği tahmin ediliyor. TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 13 Ekim GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK ? Baştarafı 1. Sayfada Kürt vatandaşlarımıza bombalar yağdıranın kim olduğu hâlâ “meçhul”. Afyonkarahisar’da mühimmat deposunun nasıl patladığı, gizli kimi ellerin marifeti mi olduğu hâlâ yanıtsız. Bu muammalara bir yenisi daha eklendi. Suriye yolcu uçağında Rusya’nın Şam’a gönderdiği silahlar olduğunu Ankara’ya kimin ihbar ettiği Başbakan buyurdu ki devlet sırrıdır yani eskilere eklenen yeni bir muamma! Medyamızın derya deniz bilgili mi bilgili, görgülü, baktı mı olayın içeriğindeki gizemi şıp diye anlayıp izleyicilerine aktaran anchorman’lerinden kimileri, anımsatayım adını, örneğin içlerinden biri MA Birand (MAB), önceki gece Suriye uçağının silah yüklü olduğu ihbarının kimden ve nereden geldiğinin “izlerini” yakaladıklarını söyledi ama, nedense akılda kalacak, heyecan uyandıracak açıklamalar yapmadı. Habercilerin üzerinde durmadıkları olasılığı ise, olayı TV’lerde yorumlayan bilim adamları akla getirdi. Devlet mi örgüt mü her kimse, uçakta silah olduğu haberini Ankara’ya uçurarak TürkiyeSuriye arasındaki gerginliği tırmandırmayı, hatta Rusya ile ilişkileri germeyi amaçlamış olabileceğini söylediler. Bilim adamlarının bu yorumu; gizli istihbarat servislerinin gerçek olmayan ama gerçeğin tıpa tıp aynısı belgelerle başka bir ülkeyi, politikalarını başka yönlere kanalize eden örnekler içeren tarihinden kaynaklanıyor. ??? Başbakan’ı hevesli olduğu Suriye ile savaşa iten kim veya kimler acaba? Hani yüzme bilmeyen adamın biri birden denize yuvarlanmış, kurtarmışlar. Kıyıya çıkınca “Ulan beni kim itti?” demiş ya; bu öyküye benziyor RTE’nin bugünkü siyasal görüntüsü ve Washington’dan gelen açıklamalar. Esad ile canciğer kuzu sarması RTE’yi; ABD, sen bu adamı yola getirirsin diye bir güzel yağladı. Sonra kenara çekildi. Ama dostunu yarı yolda bırakmış görünmemek için, Suriye uçağını indiren RTE’yi, “kuvvetle desteklediğini” açıkladı. Ne çare RTE, yüzme bilmeyen adam gibi Suriye çıkmazına beni kim itti diyemiyor. ??? İlgili bakanlardan yansıyan haberler ihbar yapan olası kaynağı duyumsatıyor. Zira Suriye uçağının silah yüklü olduğunu Başbakan RTE’ye bir koşu bildiren Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu. Başbakan RTE de; Dışişleri Bakanı’ndan aldığı “sağlam istihbarat” üzerine Suriye uçağının indirilmesi emrini veriyor. Bu bilgi yalanlanmadığına, hatta doğrulayan Davutoğlu olduğuna göre ihbar eden kaynağın Dışişleri Bakanlığı’nda olması olasılığı akla geliyor. Örneğin Moskova’daki, Tahran’daki büyükelçiliklerde her ülkenin büyükelçiliğinde olduğu gibi açık, olanağını bulursa gizli bilgi istihbaratı yapan diplomatlar, uçağın silah yüklü olduğunu “kaynağından öğrenerek” büyükelçiye, büyükelçi de bakanlığa bildirmiş olamaz mı? ??? Suriye uçağında gerçekten silahlar olup olmadığı; kuşkusuz, tartışmaların araştırmaların odak noktası. Moskova uçakta silah olmadığında ısrar ediyor. Hükümet ise Suriye uçağının Esad’a silah götürdüğünü açıklıyor ve şimdi uçakta silah bulunduğunu ispat etmek görevi hükümete düşüyor. Suriye politikasını eleştiren ana muhalefete Şam ağzıyla konuşuyor diye yüklenen RTE’den aynı suçlamaya hedef olmazsa Suriye uçağında silahlar olduğunu gayet basit bir yöntemle kanıtlayabilir. Örneğin “incelendiğini” söylediği Suriye uçağındaki silahları… …Emniyet müdürlüklerinin terör örgütüne polis baskınlarında ele geçirilen silahlarla mermileri sergilediği gibi, uçaktaki silahları kameraların önüne koyarak açık, şeffaf bir yönteme başvurabilir. ??? Kaygı verici olan bitenler bir yana. Rahat olun artık. Suriye bombaları topraklarımıza düşmeye devam ederse savaş çıkabileceğini söyleyen MAB… …önceki akşam Kanal D’de Suriye uçağı olayının savaş çıkarmayacağını müjdeledi de! Tanıyanlar bilir, fazla gezmeyi, seyahati sevmem. Geçen ay, konserler nedeniyle epeyce yolculuk yapmak zorunda kaldım. Karayoluyla yolculukta dikkatimi çeken iki şey var: Biri, yol yapımı bütün hızıyla devam ediyor. Bu sayede o bölgelerde en ücra köşelerde bile ticaret başlamış. Birçok yerde önceleri basit servis şeklinde başlayan aile şirketleri büyümüş, gelişmiş, dünya kalitesinde hizmet veren turistik işletmelere dönüşmüş. Benzin istasyonları, alışveriş merkezleri, indirimli satış mağazaları derken geçmişte, ufak tefek yöresel ürünler satan mağazalar inanılmaz bir gelişme göstermiş. ??? Havayoluyla yaptığımız gezilerdeyse farklı izlenimlerim oluyor. THY, büyük bir marka artık. Dünyanın en iyi havayollarından biri. Hizmet kalitesiyle, uçuş noktalarıyla, uçaklarıyla tartışılmaz bir kalite getiriyor. THY’de dikkatimi çeken en önemli şey, herkesin de bildiği bir sorun... Uzun yıllardır unuttuğumuz “rötar” sözcüğü yeniden gündeme gelmiş durumda. Uzak ve Yakın Artık neredeyse saatinde kalkan uçak yok. Kalksanız da uçağın içinde dolaşıyorsunuz. Özellikle Atatürk Havalimanı bu konuda tam sabıkalı. Ama havaalanlarımız, alanlardaki hizmet gerçekten de tartışılmayacak kalitede... ??? Ama ben yolculuk yaparken yolcuların ruh haline dikkat ederim. En anlamadığım konulardan biri, yüzlerce kez seyahat ettikleri halde yolcuların belli konularda bir türlü eğitilememesi... Güvenlikten geçerken herkes tekrar tekrar söylendiği, yazıldığı halde saatini çıkartmayı, kemerini, cebindeki bozuklukları unutuyor ve bu nedenle kuyruklar uzadıkça uzuyor. Uçağa binerken de durum değişmiyor. Yolcular her nedense mümkün olduğu kadar çok eşyayla uçmak istiyor. O eşyaları sanki bir saat uçmayacak da uçağa yerleşip geri kalan hayatını orada geçirecekmiş gibi titiz bir biçimde yerleştiriyor. O bir saat içinde de kalkıp iki, üç kez bavulundan, çantasından bir şeyler alıyor. Sırada uzun süre beklememizin en önemli nedenlerinden biri de bu alışkanlıklarımız aslında. İstanbul’a geliş gidişlerde çektiğimiz sıkıntı bir yandan da gelişmenin ölçütü aslında. Atatürk Havalimanı artık ihtiyaca cevap veremez halde. Buna karşın, yine de alan hizmetleri çok başarılı. Özel havayolu şirketleri, THY’nin gecikmeleri nedeniyle prim yapmış durumda. Pek çok kişi, sırf bu nedenle özel havayolu şirketlerini tercih ediyor. Geçmişe baktığım zaman açılan yeni havalimanlarıyla, yolcu sayısıyla, hizmet kalitesiyle bugün ne kadar şikâyet de etsek büyük bir fark, büyük bir gelişme olduğu açık. GÜNDEM ? Baştarafı 1. Sayfada MUSTAFA BALBAY OYAK Güvenlik çalışanlarının delil karartma davasına devam edildi Şalterler indirildi mi? HİLAL KÖSE ODTÜ’de ilk ders ‘tutuklu demokrasi’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğu, yeni eğitim öğretim yılını “Tutuklu Demokrasi” etkinliği ile açtı. Tutuklu yazarımız Mustafa Balbay etkinlik için kaleme aldığı mektubunda “Bir ülkenin aydınları hapiste ise yüzü uygarlığa dönük tüm insanları kafeste demektir. Buna karşı mücadele etmek de herkese düşer” diye seslenirken, Odatv davası sanığı yazar Müyesser Yıldız konuşmasında “Yaşanan korku imparatorluğu değil, korkaklar imparatorluğudur. Çünkü korkaklar olmasa imparatorluk da olmaz” diye konuştu. Coşkun Musluk da “Birileri ileri demokrasi adına daha da derinleştirilmesini istiyor. Ama hapse girmekten korkmayın. Hayat sadece dışarıda değil. Hayatı anlamlandırmanın başka yolları da var. Hapse girmek, gerçekleri ve bu ülkenin onurunu ayaklar altına almaktan daha kötü değil” diye konuştu. OYAK Güvenlik çalışanlarının delil kararttıkları iddiasıyla yargılandıkları davanın görüldüğü mahkemeye gönderilen yazıya göre, Danıştay saldırısının ardından, Danıştay Genel Sekreteri ve sekreter yardımcılarının odalarında bulunan kayıt cihazlarının bağlı olduğu bilgisayarlarda herhangi bir inceleme yapılmadığı ortaya çıktı. İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya, tutuklu sanıklar Orhan Çoban, Mustafa Tarık Özyılmaz, Yavuz Selim Kavaklıoğlu ve Barış Demirtaş ile tutuksuz sanıklar katıldı. Duruşmada savunma yapan tutuksuz sanıklardan montaj bakım elemanı Murat Ünal, Danıştay saldırısından 3 ay önce, Danıştay binasının kayıt cihazında arıza olması nedeniyle binaya bir kez gittiğini söyledi. Danıştay Genel Sekreter Yardımcısı Engin Çakmak’ın cihazda sürekli arıza meydana geldiğini söylediğini aktaran Ünal, örgüt üyesi olduğu yönündeki suçlamayı kabul etmediğini söyledi. Sanık savunmalarının tamamlandığı oturumda, Mahkeme Başkanı Ali Alçık, dosyaya gelen belgeleri okudu. Başkan Alçık, Danıştay’dan daha önce gelen bir yazıya göre, Danıştay binasında 2006 yılının Mayıs ayında şalterlerin, sivil savunma uzmanı olan nöbetçi memurlar tarafından kapatıldığının belirtildiğine dikkat çekti. Yeni gelen Sivil Savunma Müdürlüğü yazısına göre ise, “Yalnızca binadaki katların şalterinin kapatıldığı, güvenlik kameralarının bulunduğu ana giriş katındaki şalterlerin kapatılmadığı”nın ifade edildiğini belirtti. Sanık Demirtaş ile Özyılmaz’ın bilgisayarlarından alınan imaj raporlarının da mahkemeye ulaştığını belirten başkan Alçık, bu raporlara ilişkin sanıklara sorular yöneltti. Raporda, “Danıştay”, “takip edilecekler” ve “Elazığı Süryani” başlıkları altında, “Beyaz renkli araç evin önündeydi takip edilecek” gibi cümlelerin olduğunu ifade eden Alçık, etnik gruplar, cemaatler, gazetecilerle ilgili özel bilgilerin yer aldığı yazıların ne olduğunu sordu. Demirtaş ise, “Bunların tamamı OYAK Güvenlik kullanıcılarının kendi notlarıdır. Bana ait değildirler” dedi. Sanık avukatlarının talebi üzerine, bilirkişi Çağlar Ülküderner, dünkü oturumda tanık olarak dinlendi. Davayı 9 Kasım’a erteleyen mahkeme heyeti, dönemin Danıştay Genel Sekreter Yardımcısı Engin Çakmak’ın da aralarında bulunduğu, 6 kişinin bir sonraki celsede “tanık” olarak çağrılmasına karar verdi. Recep Güven’e inceleme Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven’in “Dağda ölen teröriste ağlayamıyorsanız insan değilsiniz demiştim. Ama eline silah alıp çoluk çocuk demeden insan katleden canavarlaşmış bir teröristi de enterne edemiyorsanız devlet değilsiniz. Ben bu iki cümle arasında gidip geliyorum” sözlerine inceleme başlatıldı. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in talimatıyla “Tunceli’ye daha fazla Alevi polis gönderin” diyen Tunceli Emniyet Müdürü Hayati Yılmaz hakkında incelemede bulunmak üzere mülkiye ve polis müfettişleri görevlendirildi. Eski Diyarbakır Emniyet Müdür Yardımcısı Murat Arslan da terörist cenazesine gittiğini belirterek, “Benim ülkemin bir insanı ölmüştü, keşke ölmeden, kangrenleşmeden sahip çıkılabilseydi” dedi. Güven’in sözlerini desteklediğini söyleyen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ise Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Güven’e yönelik sert eleştirilerinin ardından “Başbakan da haklı, keşke o cümle söylenmeseydi” açıklamasını yaptı. Ergenekon davasında savunma tanıkları dinleniyor ‘Tolon siyaset bilmez’ HATİCE TUNCER Ergenekon davasının dünkü oturumunda emekli Orgeneral Hurşit Tolon’un siyasi çalışmalarına ilişkin savunma tanığı olarak dinlenen İsmet Tuncer, Tolon’un siyaset bilmediğini belirtti. Ergenekon davasının 244. duruşması yapıldı. Başkan Hasan Hüseyin Özese, emekli Orgeneral Hurşit Tolon’un avukatları tarafından müvekkillerinin siyasi çalışmalarına ilişkin olarak çağrılmasını istedikleri eski TRT yayın denetmenlerinden İsmet Tuncer’i salona aldı. Tuncer, eski Başbakanlık Müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu ve birkaç kişi ile siyasi konuları görüştükleri sohbetler yaptıklarını, Hurşit Tolon’un da bu sohbetlere 2004 yılının sonlarına doğru katılmaya başladığını anlattı. Sohbetler sırasında “Bir siyasi parti kurabilir miyiz?” şeklinde fikirler oluştuğunu anlatan Tuncer “Tolon ‘Ben siyaseti bilmem. Ama er olarak bulunabilirim’ dedi. Tolon gerçekten siyaseti bilmiyordu ve bilmediğini itiraf eden bir ağabeyimizdir. Milliyetçi, muhafazakâr, Cumhuriyet ilkelerine saygılı, hukukun üstünlüğüne inancı nedeniyle büyük saygımız vardı” diye konuştu. Tanık Tuncer, Yazıcıoğlu’nun katıldığı 150’ye yakın konferanstan 5 veya 6’sına Hurşit Tolon ile birlikte gittiğini ifade etti. Çanakkale’de verdikleri bir konferansın ardından bir minibüsle Ankara’ya dönerken İstanbul’da Borsa Lokantası’nda yemek yediklerini anlatan İsmet Tuncer “Karadenizli işadamları vardı. Alaattin Bayraktar ‘Sizin gibi siyasi parti kurma çabası olan arkadaşlar sizinle görüşmek istiyor’ de di. Tolon ‘Geç kalmaz mıyız’ dedi, ama yolumuzun üzeri dediler. Anadolu yakasında üç katlı bir binaya gittik. Bizi kapıda genç biri karşıladı. Herkesin ‘Sayın başkanım’ dediği kişinin Semih Tufan Gülaltay olduğunu öğrendik. Yaşar Yazıcıoğlu bizi kısaca anlattı. Genel başkanı seçilmiş, kurulmuş bir parti idi. Bu nedenle Yaşar Yazıcıoğlu ‘Sizinle olmaz’ diye bir tabir kullandı. Gülaltay da ‘Doğru söylüyorsunuz, bizimle olmaz’ dedi. Tesadüf olmuş bir görüşmedir” diye konuştu. İsmet Tuncer, Gülaltay’ın kim olduğunu ziyaretin ardından minibüsle Ankara’ya doğru devam ederken eski Demir Çelik Genel Müdürü Mustafa Sağır’ın “Gülaltay, Akın Birdal saldırısının azmettiricisidir” dediğinde öğrendiklerini söyledi. Mahkemeye çağrılan tanıklarla ilgili, en hafif anlatımla “garip” diyebileceğimiz ikili davranışlardan bazılarına daha önce dikkat çekmiştik. Bugün, sanıkların kendilerini savunmak, suçlamaları çürütmek için dinlenmesini istedikleri tanıklarla, mahkemenin iddianameyi doğrulatmak için çağırdığı tanıklara yönelik davranış bozukluklarını sütuna yatıralım. Aylardık tanıkları dinliyoruz. Son bir aydır, yasal konuşma hakkı istediğimiz için yasaklıyız ama, mahkeme cezaevinin içinde olduğundan en azından avukatlar aracılığıyla bilgi alabiliyoruz. ??? Eğer çağrılan tanık, iddiaları doğrulatmak için duruşma programına alınmışsa ona “kamu tanığı” deniyor. Bu kişinin kendisini güvende hissetmesi, aklına gelen her şeyi söyleyebilmesi için her türlü güvence veriliyor. Tanık isterse “gizli tanık” oluyor, isterse salondaki tüm sanıkların ve izleyicilerin çıkarılmasını talep edebiliyor. Buraya kadar olanları “normal” bulabilirsiniz. Zaten yeni yasal düzenlemeler de bu tür hakları “Tanık Koruma Kanunu” çerçevesinde vermiş. Asıl farklılık uygulamada ortaya çıkıyor. Tanık, mahkemenin sağladığı “güvenlikli zeminde” ifadesini verdikten sonra bu ifadenin hedefi olan sanık karşı sorular sormaya başlıyor. Suçlanan sanık, tanığın gerçeği söylemediğine ilişkin bazı çelişkiler yakalayıp bunları sormaya girişince hemen mahkeme heyeti devreye girerek şu uyarıyı yapıyor: “Burada tanığı yargılamıyoruz. Lütfen tanığı bu yönde zorlayıcı sorular sormayın.” Sanık uyarıyı dikkate almaz, tanıkta yakaladığı çelişkilerin üzerine giderse heyet tutumunu sertleştiriyor. Çoğunlukla mahkeme başkanının şu sözleri duyuluyor: “Bu şekilde soru sormaya devam edemezsiniz, mikrofonu keselim.” Sanıkların ve avukatlarının böylesine hor görüldüğünü fark eden tanık da tutumunu ona göre şekillendiriyor. Eylüldeki bir duruşmada gizli tanık, savcının sorularına “ters” yanıtlar vermeye başladı. Öyle ki, “Bu ne biçim soru”, “Bunu sorarken niyetin ne” gibi karşılıklar verince mahkeme başkanı, “Savcıya daha dikkatli cevap verin” diye uyardı. Bunun üzerine gizli tanık, “Çok özür dilerim sayın savcım, ben sizi avukat sandım” diyerek kendini kurtardı! Eğer tanık, yıllardır tutuklu yargılanan sanıkların çağırdığı bir kişi ise “usul” 180 derece değişiyor. Tanık, neredeyse adım adım sanık hale getiriliyor. En azından fiilen, psikolojik olarak bu iklime sokuluyor. Birinci örnekteki tanıklara toz kondurmayan mahkeme heyeti, ikinci grupta yer alanları didik didik ediyor. Sadece bildiklerinden değil, bilmediklerinden de sorumlu tutuluyor, “niçin bilmediği” sorgulanıyor. Kendisine davayla ya da tanıklık etmek üzere çağrıldığı konuyla ilgisi olmayan şeyler soruluyor. Örneğin Ecevit’in Başkent Üniversitesi’ndeki tedavisi ile doğrudan ilgilenmiş bir profesör tanıklık ediyor. Tıbbi uygulamaları heyetin de anlayabileceği bir sadelikte anlatıyor. Zaten sadece bunun için çağrılmış. Kendi anlatımları bittikten sonra mahkeme heyeti şu soruyu yöneltiyor: Patalya Oteli’ndeki siyasi içerikli toplantılara katıldınız mı? ??? Onca kargaşanın, üst üste yığılmış iddianamelerin içinde bu adil yargılama kurallarını hiçe sayan uygulamalar kaybolup gidiyor. Mahkeme heyetinin olağanüstü çabalarına karşın bugüne kadar bir tanık da çıkıp “Evet, ben Ergenekon adlı bir terör örgütünü duydum” demedi. Ergenekon’a en yakın ifade, bir tanığın, “bir grup insan kendi aralarında ergene diyorlardı” sözü oldu. O da bizim Trakya’da bir ırmağın adı. Kirlendikçe gündeme geliyor! Fethullah Gülen’in kardeşi öldü ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Fethullah Gülen’in kardeşi Nidai Gülen, Ankara’da tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Gülen için Hacı Bayram Camisi’nde cuma namazı sonrasında cenaze namazı kılındı. Cenaze namazına yakınlarının yanı sıra Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile yurttaşlar katıldı. Gülen’in cenazesi toprağa verilmek üzere memleketi Erzurum’a gönderildi. Gülen’in cenazeye gelmeyeceği, yaşadığı ABD’de gıyabi cenaze namazı kılacağı ve dua edeceği bildirildi. Güney: Ben sonra konuşacağım ? TORONTO (AA) “Ergenekon” davasının “karakutusu” olarak da bilinen Tuncay Güney, “Herkes eteğindekini döksün, bildiği ne varsa anlatsın. Ben ondan sonra konuşacağım” dedi. TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun çalışmalarını takip ettiğini söyleyen komisyonun çalışmalarını yakın bir gelecekte tamamlamasını öngördüğünü kaydetti. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle