19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 OCAK 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 çılımın türleri denendi. A Dönüşümde kentler de bitiyor. Sıra tarihi dönüştürmeye gelmiş durumda... Aslında maksat, tarihle hesaplaşma, bir tür misilleme. Anahtar kadrosu ve birikimi belediyecilik olan bir iktidar böyle bir yükün altından kalkabilecek mi? Bir de buradan deneyecekler. Org. Mustafa Muğlalı’nın adını “haksızlığa uğrayan kahraman” diye 2004 yılında bir kışlaya veren bunlardı. İki ay önce kaldırtan ve şimdi de zil takıp oynamadıkları kalan yine bunlar. Neredeyse 70 yıl önce yaşanmış, faili yargılanıp mahkum olmuş bir hadiseyi diline dolamaları neden? Maksat nemalanmak. Tarihi de yeni keşfediyorlar. Pazar ilçesinin Cumhuriyet yıllarına kadarki adı, Atina! Sonunda sorulacak soruyu başta soruyorum: 70 yıllık bir hadise bu. Üstelik faili de yaşı 70’e dayanmışken 20 yıl cezaya çarptırılmış, sonra da ölmüş bir kişi. Ona karşı bitip tükenmez bir husumet var gibi. Bunun bir başka nedeni daha olabilir mi? Elbette! Muğlalı, Menemen isyanında, teğmen Kubilay’ın kafasını kesen, sırık üstünde dolaştıran güruhu yargılayan ‘Mahkemenin Başkanı’. Husumet daha çok oradan sanırım! Avukatı, daha sonra DP milletvekili olan Osman Şevki Çiçekdağ’dı. Muğlalı’nın yargılanmasına herkes gibi çok üzülüyordu. Sonrası biliniyor.. Evet, 2 Mart 1950’de 20 yıla mahkum edildi. 1 yıl sonra da öldü. O dönemde halk bunu nasıl karşılamıştı? Bu dava ülkesine hizmet eden ve her türlü sorumluluğu üstlenerek görevini yapan, zamanında çok takdir edilirken aradan yıllar geçtikten sonra tutuklanıp yargılanmasını kamuoyu da anlamakta zorlanıyordu! Tıpkı AKP’nin 7 yıl önce Mustafa Muğlalı adını bir ‘kışla’ya verdirip şimdi de sökülmesini bugün de halkın anlamadığı gibi. tabi tutulmak istenen Cumhuriyet döneminin görgü tanıkları hâlâ aramızdalar. “Tarih açılımcısı” iktidara karşı onların anlattıkları yazdıkları elimizdeki en büyük dayanak. Tanrı onlara sağlık afiyet, medyadaki meslektaşlara da gayret ve feraset versin ki... Dizideki Hürrem Sultan’ın eniştesi Zırtullah Ağa’yı Pachoz Bar’da görüntülemek için sarf ettikleri çabayı hâlâ aramızda olan bu Cumhuriyet delikanlılarıyla gidip konuşmaya harcasınlar. GÖRÜŞ ERCAN YEŞİLYURT Dile Dolanan Org. Muğlalı Mahkemesi’nin Görgü Tanığı!.. Demokrasi İçin AKP’ye Oy Verenler Aslında yazının başlığı “Devrim için…”di, sonra değiştirdim. Seçimlerde ve referandumda AKP’yi kurulduğundan beri destekleyen eski solcular, siyasi yaşamlarına devrim yapmak için başlamışlardı. Hemen hepsi de geçmişteki devrimci hareketlerde önemli işler ve yöneticilik yapmışlardı. İçlerinde bırakın Türkiye’yi, Filistin’e devrim yapmak için gidenler bile vardı. Yıllar sonra, yaptıklarının yanlış olduğuna inanıp solculuktan vazgeçtiler. Ama bu sefer de tam tersine, daha önce karşı oldukları hareketleri açıktan desteklemeye başladılar; hem de militanca yaptılar bunu. Bunları ilk defa Özal yoldan çıkardı ve böylece devam ettiler. Tabii birden yeni bir çevre, yeni anlayışlar; çok zorlandılar. Özal bunu kavradı. Özel ikna yöntemlerini devreye soktu. Önce utanma duygularını yok etti onların, ciciler almalarını sağladı. ANAP döneminde, cumhuriyetten sonraki tüm maddi birikimler piyasaya döküldü ve suni bir bolluk yaratıldı ve yeni, çılgın bir zengin grup ortaya çıktı. Ve eski solcu abilerle birlikte halkımız da gevşedi; yeni iklim, yeni toplum yaratıldı. Bu yeni toplumun savunuculara ihtiyacı vardı, bunu da bizim eskiden yanlış yaptıklarına inanan abiler üstlendi. AKP’nin inişe geçtiği zamana kadar sürdü bu destek. Zaten abiler ve ablaların yaşları da epey yol aldı. Sonra çoğu televizyon ekranlarına düştü ve artık savunacak lafları da azaldı, şimdi kaldılar açıkta. Artık sokakta bile onlara selam verecek, oturup iki laf edecek adam kalmadı. İnsanlar kendilerine en yakın ve paylaştığı bir şeyleri, değerleri olanlarla beraber olur. İnsan hiçbir şeyi paylaşma ihtimali olmayan birileriyle, gruplarla niye beraber olsun ki? Hele geçmişte devrimcilik yapmışsa, şu veya bu şekilde bunun bedelini ödemişse. Hele bir de bunca yaşanmışlıklara rağmen. AKP’nin ülkeye demokrasi getireceğini ve bunun için desteklediklerini söylediklerinde çok kırılıyorum, canım çok acıyor; sanki AKP’nin demokrasiye ihtiyacı varmış gibi. Tam teşekküllü bir demokraside AKP gibi bir partinin olma ihtimali bile yoktur. Demokrasi gelişmiş, açık ve örgütlü bir toplumda olabilir. İktidarın hiç böyle bir çabası oldu mu? Yaklaşık on yıldır hiçbir demokratik faaliyetlerini görmedikleri halde desteklediler. Bu abiler AKP’nin yarattığı sanal bir asker ve Ergenekon yapılanmasının gazına geldiler. Ortak yönleri sadece ortak düşman ve burada her şeyin mubah olması. “Amaca uygun araç” yerine, her türlü aracın kullanılmasının meşru görülmesi. Devam eden davaların iddianame ve savunmalarını gazetelerden izliyoruz; mafyayla, serserilerle, solcularla, generallerle, yazarlarla oluşturulan örgütlerin darbe planları konuşuluyor. Bu sanal örgütçüler normal hayatta aynı mekânda çay bile içmezler. Az kaldı... Bugünler de geçecek, bu toplumda nasıl yaşayacak, nasıl gezeceksiniz, ölünce cenazelerinize kimler gelecek acaba? Anlayamadığım şey şu: Tamam, cicileriniz oldu, istediğiniz her şeyi alabiliyorsunuz da, destek verdiğiniz bu insanlarla bir sofrada oturup ailece yemek yiyip bir şeyler konuşuyor musunuz? Veya çocuklarınızın ahbaplık yapmasını, hatta evlenmesini düşünüyor musunuz? Yoksa böyle şeyler oluyor da bizim mi haberimiz yok? Bugünler de geçecek, siz gelip yine bizimle paylaşacaksınız hayatı. Görgü tanıklığı ve Uğur Mumcu “Cumhuriyet’te yazmak, bir Cumhuriyet Savcısı kadar özen ve sorumluluk gerektirir” der ve eklerdi: “Haber, yazı, röportaj bir iddianame kadar sağlam olmalı. Mutlaka, olayın tüm tarafları, tanıkları bulunup görüşülmelidir!” Türkiye’nin başında dolanan birçok belanın PapaMafyaAğca üçgeninde saklı olduğuna inanıyordu... 12 Eylül 1980’in karanlık günlerinde, Londra’nın uzak ve karanlık mahallelerinde elde silik fotoğraflarla, daha sonra karanlık biçimde ölecek olan o üçgenin önde gelenlerinden Bekir Çelenk’in ev komşularını birlikte dolaştık. Gittiği lokantaları, otelleri, kumarhanelerde görgü tanığı aradık. Bulgar gizli istihbaratına çalıştığına inanılan Çelenk’i tanıyanlarla konuştuk. Mumcu’ya göre en önemli tanık, görgü tanığıydı. Bulabilenler ve kulak verebilenler için elbette. Tekraren tekerrür Demokrat Parti de 1956’da benzerini CHP’ye ve İsmet İnönü’ye yapmıştı. 67 Eylül 1955’te İstanbul’daki yüz kızartıcı yağmacılığın suçunu örtmek için, 1943’te yaşanan Muğlalı olayının sorumlusu diye İnönü’yü mahkum ettirmek istemişlerdi. Başarılı olamadılar. Tarih tekerrür ediyor. Bu kez sıra bunlarda!.. Dünü aktarır gibi Sağlığı yerinde. Fikren ve zihnen çok zinde. Dünü aktarır gibi anlatıyor: Bildiğiniz gibi, Doğu’da, Dünya Savaşı sırasında hayvan kaçakçılığı yaptığı iddia edilen 33 kişi yakalanmış, mahkeme edilmiş. Ve ölüme mahkum edilmişti! Mahkemeyi ben de izledim. O dönemde, Askeri Adalet İşleri Kısım Amiri idim. Muğlalı nasıl birisiydi? Org. Muğlalı kısa boylu, ince yapılı, esmer çatık yüzlü bir zattı... Duruşmada öyle vakur ve kendinden, yaptığı iddia edilen fiilin doğru ve haklılığından emin bir edayla soruları cevaplıyordu. Daha doğrusu cevaplamıyor, adeta mahkemeyi kendisi Buyurun buradan O tarihi olayların içinde yaşamış, mahkemeyi izlemiş bir görgü tanığı, kıdemli Cumhuriyet delikanlısı eski yargıç Cevad Odyakmaz’ın anlattıkları böyle... Buyurun buradan yakın! Kendisi hiçbir zaman CHP’li olmamış, eski bir AP milletvekili... Artık “şükür partiliyim” diyor. Torun çocuklarıyla vakit geçiriyor. Okuyup yazıyor. Geçenlerde 1000 sayfalık anı kitabı piyasaya çıktı. (Anılarla Dünden Bugüne XII Levha Yayınları, İst.) Şükür ki, dönüşümeaçılıma Atinalı hemşeri Cevad Odyakmaz, Org. Muğlalı’nın mahkemesini izlemiş bir yargıç! Cumhuriyet’ten önce doğmuş eski bir milletvekili. Nüfus kâğıdında Rumi 1335 yazıyor. 93 yaşında. Başbakan’ın da hemşerisi. RizePazar doğumlu. Ama nüfusunda Atina yazılı! sorguluyordu. Nasıl yani? Sanırsınız karşınızda sanık değil Menemen’deki Mahkeme Heyetinin Başkanı Muğlalı var. Ret yok, inkâr yok, hatırlamama yok. Başka yargılanan da var mıydı? Evet sanırım iki de yedek subay vardı. Üstelik bütün çabası onları kurtarmak içindi. Avukatı var mıydı? Sağır Ceza Mahkemeleri mi? MERİÇ VELİDEDEOĞLU KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] [email protected] C MY B C MY B Geçen hafta sonu, “2011” yılını uğurlayan yazılardan ulaşabildiklerimin çoğu ne yazık kikeyifli, mutlu içerikte değildi. “2012”nin başlangıcında da böyle olacağı kaçınılmaz görünüyor; hele bu yazıda olduğu gibi, konu geçen yıldan kalmaysa. 30 Aralık Cuma günü, bizim “Simgesel Eylem Grubu”nun kimi üyeleriyle Silivri’ye gittik, “Andıç” davasının “50.” duruşmasını izlemek için. “Dört yıl”dır, “görüldükçe uzayan”, kaplumbağa hızıyla yürütülen “Ergenekon” davalarına bakmakta olan 10., 13., 16. “Ağır Ceza Mahkemeleri”, yazarımız M. Balbay’ın çok yerinde bir değerlendirmesiyle adlandırdığı “Sağır Ceza Mahkemeleri”ne dönüşmüş gibi. Davaların bu denli “uzun” süreyle, yıllar boyu sürdürülmesinin; dahası “sahte” oldukları apaçık ortaya konmuş “delil”lere, “belge”lere karşın; hâlâ “tutuklu” yargılama için “direnme” nin “yargıçlar” üzerinde “isteristemez” bir “baskı” yarattığı bütünüyle yadsınamaz sanırım. Üstelik anımsayacaksınız; bir “üye yargıç”ın, efelenerek (!), “Bize vızıltı gibi gelir!” dediği “siyasal”, daha doğrusu “iktidar baskısı”da ortada. Ayrıca bunca yıl, “vicdani kanaat”ten uzak durmanın olumsuz bir etkisinden “de” söz edebileceği gibi; insan, “kamuoyu baskısını”da “sivrisinek vızıltısı” olarak algılamanın olanağı artık yok diye düşünüyor. Olası bu “baskı”ların yarattığı “sonuç”un ne boyuta ulaştığını “30 Aralık”taki “Andıç” davasını izlerken görüp, yaşayacaktık. “İrtica ile Eylem Planı” ile birleştirilen “Andıç” davası “da” “1. ve 2. Ergenekon” gibi, “13. Ağır Ceza Mahkemesi”nce Silivri yerleşkesinde görülüyor; “Yargıç Heyeti” de her “üç” davada da aynı; “Başkan” da yargıç Hasan Hüseyin Özese. Aralarındaki tek ayrım, “Andıç”ın, Silivri yerleşkesinde özenebezene yaratılan yeni, küçük, “koridor” salonda görülmesiydi. Ama, dünden bu yana (5 Ocak) bu ayrım da ortadan kalktı. Artık “1. ve 2. Ergenekon” duruşmaları da burada yapılacak. “Salon”un özelliği “küçük” olması değil; salonda oturanların basının dabir bölümünün duruşmayı doğrudan değil ancak “ekran”dan izlemek zorunda olması. Çünkü salonun tam ortasında “bir metre” genişliğinde beton bir direk var; bunun hizasına düşenler, duruşmayı direğe asılmış “ekran”dan izleyebiliyorlar; salonun en dibinde oturanlar ise canlı görüntüden çok uzaktalar; “ekran”dan da... Salonun bu durumu, bir bakıma, “Ergenekon” davalarına toplumun “yoğun” ilgisine karşı “iktidar”ın tutumunu da ortaya koyuyor. “Andıç”ın konusuna gelince; Genelkurmay Bilgi Destek Dairesi’nde kurulup işletilen “internet siteleri”nde “askeri müdahale”ye zemin hazırlayan yazıların yer aldığı iddiasından oluşuyor. Kuşkusuz “TSK” üyelerinin çoğunlukta olduğu “29” sanıklı davada, “altı”sı “muvazzaf” olmak üzere generaller, amiraller “iki” de “Yıldırım” var. Birini; E.D. Yzb. Bilgisayar Müh. “Hasan Ataman Yıldırım”ı; “2. Ergenekon” dolaysiyle yıllardır tanıyoruz. Suçlanmasının dayandığı “dijital veri”lerin “sahte”liğini bilimsel olarak ortaya koyanlardandır. Kitabı “Ergenekon Kazanında Kurbağa”da bunları bütün ayrıntılarıyla anlatır. Ayrıca Kozinoğlu’nun ölümüne neden olan “insanlık dışı” durumun, tutumun; oda arkadaş E. Alb. Hasan Attila Uğur’un “da” başına gelmemesi için; duruşmalarda kendisine tanınan “15 dakika”lık konuşma sürecini, H. A. Uğur’un tam teşekküllü bir hastaneye yatırılması için, parçalanırcasına yaptığı uyarılara ayırması da hâlâ belleklerdedir. O günkü “Andıç” duruşmasında, “Ergenekon” ve bununla ilişkilendirilen bütün davalarda ortaya konan gerçeklerin durumunu, anlamını haklı olarak şöyle değerlendirdi: “Gerçek, ABD kanalıyla erir!” Öteki “Yıldırım”a, Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni M. Deniz Yıldırım’a gelince. Anımsayacaksınız; “suç”u, Erdoğan ’ın Remzi Gür ile “KKTC”yi bitirme planı ve “akçeli işleri” görüşmesini yayımlamasıyla başlıyor. Ve “ertesi” gün tutuklanıyor... “13. Ağır Ceza Mahkemesi”nin Başkanı Köksal Şengün “tahliyesi”ni istiyor ama, üye S.S. Haşıloğlu ile üye H. H. Özese, “hayır!” diyorlar. “Savcı” da davanın “Ergenekon”a bağlanmasını istiyor; yani “terör örgütü üyesi”, kısaca “terörist” olmakla suçlanmasını... “30 Aralık” günü, D. Yıldırım, “yaptığı haberlerden ve iktidara muhalefet”ten tutuklanamayacağını; “gerçeği haber yaptığı” için suçlanamayacağını anlatırken, Başkan Özese: “Başka şeyler de var!” deyince; Yıldırım’ın: “Söyleyin öyleyse!” yanıtıyla başlayan tartışma sırasında, Başkan sesini öyle yükseltti ki, adeta mikrofon patlayacak gibi oldu... Üç yılı aşkın bir süredir “Ergenekon” davalarını izliyorum; sanırım “90”dan fazla duruşmada bulundum, Başkan Özese “de” dahil hiçbir “yargıç”ın bu “şiddet”te bağırdığını duymadım. Bunun olası nedenlerini yazının başında belirtmeye çalıştım. Oysa D. Yıldırım’ın “da”; “iktidar” tarafından “terörist” olduğu için yargılandığı söylemiyle yönlendirilen bir “kamuoyu” oluşturulmasının büyük haksızlığını, mesleğinin en verimli çağında “özgür” olamamasının “baskı”sını taşıdığı görülmeliydi... Kuşkusuz bu bir “duyunç” konusu. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] 1/ Samsun yö 1 resine özgü, kuşbaşı et ve 2 bulgurla yapı 3 lan bir yemek. 4 2/ Bir nesne5 nin uzayda kapladığı yer... 6 Bir takvim tü 7 rü. 3/ Manda 8 yavrusu... Karagöz ve or 9 taoyununda Ermeni 1 2 3 4 5 6 7 8 9 tiplemesine verilen 1 E T O K R A S İ ad. 4/ Cinsel güç 2 V U D U V E D A süzlük... “Hayır” an 3 İ T L A L A V lamında kullanılan 4R AMA Z A N R söz. 5/ Taşınır ya da 5G E K K E F E taşınmaz bir mala S A V A T devletçe el konul 6 E R K B R ması. 6/ Bir renk... 7 Ç A T A K 8 T E L E M E A Halk edebiyatında 9 Ç E P İ Ç T Ü F aruz ölçüsüyle yazılan bir şiir türü. 7/ Mimarlıkta, bir işlevi karşılamak amacıyla duvar içinde bırakılan girinti... Hayvanı avcılığa alıştırma işi. 8/ Denizcilikte, yelkeni gergin tutmakta kullanılan halat. 9/ Bir yaşında keçi yavrusu... Düşlerin görüldüğü uyku evresine verilen ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Karabatak kuşuna verilen bir başka ad. 2/ Halk şairi... Güneydoğu Anadolu’da işkembe dolmasına verilen ad. 3/ Bazı kuşların civcivlikten çıkmış yavrularına verilen ad... Büyük bira bardağı. 4/ Akdeniz Bölgesi’nde bir dağ... Endonezya’nın plaka imi. 5/ Güney Anadolu’ya özgü, cevizli bir hamur tatlısı. 6/ Utanç duyma... Yağma. 7/ Bir peygamber... İçinde diri balık saklanan, denizden ayrılmış havuz. 8/ Taze sığır gübresi... Bir cetvel türü. 9/ Kadınların dölyatağında oluşan ur... Yenecek kadar olgun olmayan.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle