19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 İstanbul PB Edirne S Kocaeli PB Çanakkale PB İzmir PB Manisa PB Denizli PB Zonguldak B Sinop B Samsun PB Trabzon Y Giresun Y S Ankara 10 10 12 10 14 12 11 11 10 10 10 11 1 Eskişehir Konya Sıvas Antalya Adana Mersin Diyarbakır Şanlıurfa Mardin Siirt Hakkâri Van Kars S S B PB PB PB K K Y K K K K 2 0 1 15 12 12 1 5 4 2 4 0 6 Oslo PB Helsinki PB Stockholm PB Londra PB AmsterdamY Brüksel Y Paris Y Bonn K Münih K Berlin Y Budapeşte Y Madrid PB Viyana Y HABERLER 6 1 1 8 7 6 8 2 1 5 9 15 8 Belgrad Sofya Roma Atina Zürih Moskova Aşkabat Taşkent Baku Bişkek Tiflis Kahire Şam Y PB PB Y PB PB PB PB B K K PB PB 10 8 15 17 8 10 6 5 1 1 1 17 14 Yurdun kuzey ve doğu kesimleri parçalı ve çok bulutlu, Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu’nun doğusu ile İzmir, Aydın, Muğla çevreleri yağışlı geçecek. Yağışlar; kıyılar ile Batman ve Mardin çevrelerinde yağmur ve sağanak, Doğu Karadeniz’in iç kesimleri ve Doğu Anadolu çevrelerinde karla karışık yağmur ve kar şeklinde olacak. İç ve Doğu kesimlerde buzlanma ve don olayı bekleniyor. 23 OCAK 2012 PAZARTESİ TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 23 Ocak ‘Koku’ ve ‘Korku’ Mustafa Balbay sadece bir gazeteci değildir... Bir düşünce adamıdır... Genç bir bilgedir... Ve bir dil ustasıdır. Yazılarında sadece özgün düşünceler, ilginç gözlemler, ufuk açıcı öneriler aktarmakla kalmaz, bunları etkileyici bir dil cambazlığıyla gerçekleştirir. Bugün, “Tutuklu Gazete”nin ikinci sayısında yayımlanan ve içinde yine bir benzetmenin yer aldığı yazısını aktarmak, onun üzerine bir “çeşitleme yazarak” Sevgili Balbay’a selam göndermek istiyorum. Yazı şöyle: “Her yer iktidar kokusuyla dolduğunda... Mustafa BALBAY Silivri 1 No’lu F Tipi Cezaevi Tecrit Hücresi İSTANBUL Kızılderili reisi Seattle’ın, yaşadığı toprakları ABD yönetiminin satın almak istemesi üzerine 1885’te Amerikan Başkanı’na yazdığı mektup küresel değerdedir. Aradan yüzyıllar geçmiş olmasına karşın hâlâ güncelliğini korumaktadır. O mektubun küçük bir bölümünü paylaşmak isterim: ‘Gökyüzünü, toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilir ya da satabilirsiniz? Bunu anlamak bizler için çok güç. Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır. Çam ağaçlarının pırıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, ak kumsallı kıyılar, karanlık ormanları ve çayırları örten buğu, halkımın anılarının ve yüzlerce yıllık deneyimlerinin bir parçasıdır. Ormanlardaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır. Biz buna inanırız… Bir gün bakacaksınız ki, göklerdeki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş... Her yer insan kokusuyla dolmuş. İşte o gün insanoğlu için yaşamının sonu ve varlığını sürdürebilme savaşımının başlangıcı gelip çatmış olacak...’ Kızılderili reisinin doğanın dengesine, güzelliğine, bütün canlıların bir arada yaşamasının insan için önemine vurgu yapan bu mektubu demokrasiye de uyarlanabilir. Demokrasinin ayakta kalması da tıpkı doğada olduğu gibi bütün canlıların birbirini tamamlayan varlığına bağlıdır. Doğadaki ırmaklar, ağaçlar, canlılar gibi demokraside her kurum ötekine hayat verir. Hiçbiri tek başına bir önem ifade etmez. Her bir kurum ötekiyle birlikte vardır. Eğer bir iktidar, ‘Demokrasinin tek kurumu benim. Benden başkası yoktur. Her kurum benimle birlikte vardır’ derse, orada erozyon başlamış, denge kaymış, pek çok kurum fiilen ölmüş demektir. Bugün Türkiye’de iktidar sahipleri böyle bir konumdadır. Bir iktidar kendi sesi dışındaki tüm sesleri yok etmeye başladığı gün kendi varlığı da tehlikeye girmiş demektir. Medyanın susturulması doğada oksijenin bitmesi demektir. Böyle bir ortamda en güçlü canlı bile ayakta duramaz. Türkiye’de her yer adım adım iktidar kokusuyla dolmaktadır...” ??? Balbay genellikle sözcükleri böler, eğer, büker, onlara yeni anlamlar verir, düşüncelerini esprili bir biçimde aktarır. Yukardaki yazıda da Kızılderili reisi Seattle’ın mektubunu demokrasiye uyarlaması yine hoş bir benzetme. Şimdi ben tek bir harf değişikliğiyle Balbay’ın yazısı üzerine bir çeşitleme yapmak istiyorum: “Koku” sözcüğüne bir “r” harfi ekleyerek ürettiğim “Korku” kelimesiyle. Yazının başlığı şöyle oluyor o zaman: “Her yer iktidar korkusuyla dolduğunda…” Ve elbette bitiş cümlesi de şöyle değişiyor: “Türkiye’de her yer adım adım iktidar korkusuyla dolmaktadır…” Evet Balbay ve pek çok kişi içerde... Ve korku dışarda her yerde! Cumhuriyet gazetesinin muhabiri Fuat Kozok’un geçen yıl sonunda (26 Aralık 2011) Ankara’dan bildirdiğine göre, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Türkiye’nin ilk nükleer santralını Mersin Akkuyu’da kuracak olan Rus Atomstroyeexport şirketine Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporu başvurusu sırasında iki koşul bildirdi. Birincisi, bakanlığın Rus şirketten talep ettiği birim, sivil toplum örgütlerine, bölge halkına ve tüm kurumlara nükleer santrallar konusunda bilgilendirme yapacak. Birim bu bilgilendirmeleri, seminerler, basılacak broşürler ve yerelde uygulanacak simülasyon gösterileri ile yapacak. Birim ayrıca anında sorulara cevap verecek mekanizmaya da sahip olacak. Bakanlık Ruslardan ikinci olarak nükleer santralın atıkları konusunda ne yapılacağına ilişkin bir çalışma istedi. (Bonjour!) Nükleer santralların en riskli ayağını radyoaktif atıklar oluşturuyor. Bakanlık, Rus şirketten radyoaktif atıkların nasıl bertaraf edileceği konusunda detaylı çalışma istiyor. Bakanlık Rus şirketten ayrıca 4800 megavat kapasitede bir termik santralın doğaya vereceği zararların karşılaştırılmasını içeren bir çalışma da istedi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın çevre yönetimi alanında sorumlu müsteşar yardımcısı Sedat Kadıoğlu, halkın nükleer santrallar ile ilgili detaylı bilgilendirilmesi konusunda çok hassas olduklarını belirtti. Kadıoğlu, “OECD ülkeleri arasında nükleer santrala sahip olmayan tek ülkeyiz. Nükleerin tüm ayrıntılarını halkımıza detaylı olarak anlatmamız ve bilgi kirliliğinin önüne geçmemiz gerek” diye konuştu. Türkiye’nin ilk nükleer santralının ÇED raporunu hazırlayacak komisyon için ça Nükleerde ‘Danışıklı Dövüşün’ Bu Kadarına Pes! lışmaların başlatıldığını ifade eden Kadıoğlu, “Akıllarda soru işareti kalmayacak. Tüm katılım göstermek isteyen kurumları bu ekibin içine dahil ederek, raporlar ve bilimsel çalışmalar ışığında tüm soru işaretlerini gidereceğiz’” diye konuştu. Sayın Kozok’un haberini harfiyen aktarmamız rastlantı değil. Zira, Rus şirkete “Halkı ikna et, santralı kur” çağrısının koşulları bunlar ve görüldüğü kadarıyla da epeyce bir çalışma zamanına ihtiyaç var. Gelin görün ki, bu haberden az bir süre sonra santralın temelinin atılma aşamasına gelindiğinin açıklanması, bize, “istimin arkadan” geleceği alışkanlığımızdan vazgeçmediğimizi göstermektedir. Daha açık bir deyişle önce santral yapılacak, sonrasında da gerekliyse ve vakit kalırsa halk ikna edilecektir (!) Olay bu kadarla kalsa sineye çekilebilir. Oysa bu kez Mersin kaynaklı ve Sayın Abidin Yağmur’un yine Cumhuriyet’te 20 Ocak 2012 tarihinde çıkan haberi, yukarıdaki haberin ibret verici devamı niteliğinde görünmektedir ve ne yazık ki böylesine önemli ve ülkenin insanlarının yaşamını ve maddi varlıklarını tehdit eden bir olayın bu denli ciddiyetten uzak insanlara emanet edilmesi büyük bir talihsizliktir. Sayın Yağmur’un sözünü ettiğimiz haberi, bu yönde zaten var olan endişelerimizi doğrulamakta, iddialı başlayan olayın kısa zamanda nasıl bir skandala dönüştüğünü ortaya koymaktadır. Sayın Yağmur’un haberi şöyle: “Akkuyu Nükleer Güç Santralı AŞ’nin Mersin’de düzenlediği bilgilendirme toplantısına Nükleer Karşıtı Platform’un üyeleri alınmadı. Türkiye’nin ilk nükleer santralını Mersin’in Gülnar ilçesine bağlı Akkuyu mevkiinde kurmaya hazırlanan Rus sermayeli şirket, yöre işadamları (halk!) bilgilendirme toplantısı düzenledi. Toplantıdan saatler önce çevik kuvvet ekipleri marifetiyle önlem alan Mersin Emniyet Müdürlüğü, çevrecileri toplantıya almadı. Salona girmeyi başaran bir grup çevreci adına söz alan Pakize Güler, nükleer santralın insan sağlığına, çevreye, tarıma ve turizme zarar vereceğini belirtti ve nükleer santral istemediklerini söyledi. Ardından çevreciler salonu terk etti.’ Bu skandalla ilgili söylenecek çok şey var. Birincisi “Halkı ikna et, santralı kur”, salt santralı kuracak şirkete bırakılmaz. Bu görev mutlaka gerekli görülüyorsa bir uluslararası tarafsız uzmanlar heyetine verilir, ayrıca nükleer karşıtı sivil toplum kuruluşları toplantılardan en kaba biçimiyle kapı dışarı edilmez. Bu arada aynı zamana rastlayan Çevre Mühendisleri Odası tarafından Sinop ve Mersin Akkuyu’da kurulması öngörülen nükleer santrallara ilişkin olarak hazırlanan rapor “tüyler ürpertmektedir”. Rapora göre Sinop’ta yapılması öngörülen santralda bir kaza olursa İstanbul, Ankara, Samsun gibi büyük şehirlerimiz etkileneceklerdir. Akkuyu’daki muhtemel bir kazada ise Akdeniz Bölgesi’nin tümü dahil Konya bile radyasyondan zarar görecektir. Almanya’nın milyarlarca Avro’yu gözden çıkararak nükleerden çıkma kararı alması rastlantı değildir. Zira Kuzey Almanya’nın nüfusun yoğun olduğu bölgelerdeki bazı santralların 50 kilometrelik çevresinde çocuklarda kan kanseri vakalarının arttığı üniversitelerin araştırmalarıyla bilimsel olarak saptanmıştır. Kanımızca asıl sorun bu konuda sorumlu oldukları söylenen kuruluşların Fukuşima faciasının ardından nükleer santral evrenindeki değişikliklerden gerektiğince haberli olmamalarıdır. Olsalardı, santrallar bittiğinde çevrelerinde ve dünyada çalışan başka nükleer santrallara rastlama şansları büyük bir olasılıkla olmayacaktı. Bereket bu konuda herkes uyumuyor. Örneğin TEMA Vakfı gibi sivil toplum örgütü, Akkuyu santralının yapımını durdurmak için dava açarak nükleere karşı savaşımı sürdürmektedir. Darısı muhalefet partilerimizin başına... GÜNDEM ? Baştarafı 1. Sayfada MUSTAFA BALBAY CHP arabuluculuk tasarısına ‘şeri hukuk’ tehdidi nedeniyle muhalefet şerhi koydu ‘Hukuk devleti sarsılır’ ? Gerekçede, “Tarikatların kendi arabuluculuk düzeneklerini kurması önünde hiçbir engel bulunmadığı“ ve “Üniter yapının darbe yiyebileceği” riskine dikkat çekildi. ANKARA (ANKA) CHP, Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Tasarısı’na, “Tarikatların kendi arabuluculuk düzeneklerini kurması önünde hiçbir engel bulunmadığı” ve “Üniter yapının darbe yiyebileceği” gerekçesiyle muhalefet şerhi koydu. AB Uyum Komisyonu Başkanvekili ve CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, CHP İzmir Milletvekili Oğuz Oyan, CHP Ankara Milletvekili Aykan Erdemir, AB Uyum Komisyonu’nda, Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Tasarısı’na muhalefet şerhi koydu. CHP’nin karşı oy yazısında şu tespitler yapıldı: “Medeni hukuka eklemlenebilecek ‘alternatif çözümlerin’, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal yapısında, şeri hukuka doğru meyletmesi tehlikesi ciddiye alınmak zorundadır. Tarikatların kendi arabuluculuk düzeneklerini kurması önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Endonezya gibi olumsuz örnekler uyarıcı olmalıdır. İngiltere’nin seçtiği yolun da bu bakımdan Türkiye özelinde çok riskli sonuçları olabilecek ve hukuk devleti üstyapısı temelden sarsılabilecektir. Diyanet’in başlatmayı planladığı ‘mele’ uygulaması göz önüne alındığında bu kaygının ne kadar yerinde olduğu anlaşılacaktır. Uygulama özellikle kadınların medeni hakları aleyhine yeni tahribatları gündeme getirip pekiştirebilecektir. Medeni hukuk dışı fiili uygulamalara bir anlamda meşruiyet kazandırabilecek, kadını ikinci sınıf bir statüye daha fazla itebilecektir. Kanun ile ilgili temel endişe, bölgeler arası farklılıklardan kaynaklanarak üniter devletin mahkemelerini ikame etmesi, hukuk eğitimi almayanların arabuluculuk faaliyetleri yaparak hak kayıplarına neden olabileceği noktasındadır.” MMO İstanbul’da zafer Demokrat Mühendisler’in İstanbul Haber Servisi Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği’ne (TMMOB) bağlı Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi başkanlık seçimini “Demokrat Makine Mühendisleri”nin adayı Zeki Arslan kazandı. Yıldız Teknik Üniversetisi (YTÜ) Oditoryumu’nda yapılan ve 3 bin 650 oyun kullanıldığı seçimlerde Arslan 2 bin 750 oy, “Meslekte Birlik” grubu adayı Gürkan Özensoy da 700 oy aldı, 120 oy ise geçersiz sayıldı. Seçimin ardından konuşan Arslan, “Yurtseverlik ve demokratlık temel ilkesi, demokratik merkeziyetçi çalışma anlayışla sadece örgütlü üyesinden aldığı güçle ve örgütümüzün kendi iç dinamikleri ve hukukuyla oluşturulan tüzük, yönetmelik, gelenek ve ilkelere sahip çıkaracak çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Bundan sonraki süreçten itibaren siyasi iktidarın baskılarına karşı mesleği ve bilimsel çalışmaları korumaya devam edeceğiz” dedi. (Fotoğraf: ALİ AÇAR) Hukuk artık ilkeler bütünü değil, operasyonel güç haline geldi. Evrensel bir bilim olarak hukuk, gelişmiş gelişmemiş dünyanın pek çok ülkesinde erozyona uğramakta. Ancak Türkiye’de bunun daha da katmerlenmiş olduğunu görüyoruz. İktidar, hukuku sadece siyasal değil, aynı zamanda ekonomik bir güç olarak da görüyor ve kullanıyor. Hukukun yerleşik bir değer olarak kabul edildiği ülkelerde özellikle temel yasalar değiştirilirken çok geniş bir toplumsal mutabakat aranıyor. Örneğin yasa çıktıktan sonra iki yıl “sonuçlarını tartışma” süresi koyan ülkeler var. Yasa bu süreçten sonra yürürlüğe giriyor. Bizde yasa önce uygulamaya konuyor, sonuçlarına “hayatın içinde” bakılıyor. Bu, uçağın bakımını havalandıktan sonra yapmak gibi bir şey. ??? Bu sütunda genellikle ceza hukukunda yaşananları kaleme alıyoruz. Daha geniş ölçekte bakıldığında ekonomiden medyaya, iç barıştan siyaset yelpazesine kadar her alanda “hukuk merkezli karmaşa” yaşandığını görüyoruz. Hukuka güvenin kaybolmasına neden olacak tehlikeli bir gidiş... Son zamanlarda özellikle Ticaret Kanunu’ndan kaynaklanan sorunlarla birlikte ekonomi sayfaları da genel karmaşadan payını aldı. Özelleştirmelerin ardından devlet ekonomiden çekildi. Çekildi deniyordu ama, “hukuk silahı” ile birlikte ekonominin her alanında varlığını hissettirmekten öte adeta dayatıyor. Bunu yaparken standart bir yasa çıkarıp onun kurallarına göre de oyun kurmuyor. Dikkati çeken üç yöntem var: 1 Yasayı muğlak çıkarmak. Böylece nasıl uygulanacağı belirsiz hale geliyor. Yürütme gücünü elinde bulunduran da yasayı işine geldiği yönde kullanıyor. 2 Birbiriyle çelişen yasalar çıkarmak. Yeni çıkan bir yasa daha önce yürürlüğe girmiş kimi yasalardan 180 derece farklı hükümler içerebiliyor. Bu durumda istediğiniz kesime istediğiniz yasayı uyguluyorsunuz. 3 Çok ağır sonuçlar doğuran yasalar çıkarmak. Böylesi yasaların hedefi olan kişi ya da kurumun yaşaması olanaksız. Çare iktidarın affa benzer bir mekanizma ile onu kurtarması. Tabii sonuçlarına da katlanması! Bunlar günlük gelişmeleri izleyen bir kişinin çıplak gözle görebileceği şeyler. Ayrıntıları uzmanlarının işi. ??? Hukuk yıpranmaya başladığında bundan sadece siyaset, iç barış değil, yukarıda çizdiğimiz genel çerçevede olduğu gibi her alan etkileniyor. Bunun yasalar eliyle “terörist üretme”, “terör örgütü oluşturma” boyutunu bu sütunlarda sıklıkla dile getiriyoruz. Türkiye’de artık her düşüncenin, her sosyal hareketin bir “terör örgütü” de oluşmuş vaziyette. Cervantes’in o ünlü sözünü şöyle de değiştirebiliriz: Bana düşünceni söyle, senin hangi terör örgütüne üye olduğunu söyleyeyim! Basit bir otopark paylaşımından bile “çıkar amaçlı suç örgütü” çıkaran yargımız, Dink cinayetinde tam tersi bir karar verdi. Bütün bunları yan yana koyunca akla şöyle bir çağrışım geliyor: Hukuk adres sormuyor! Eker: 19 kişiye ait kafatası bulundu DİYARBAKIR (Cumhuriyet Bürosu) Diyarbakır’a giden Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker, Diyarbakır merkez Sur ilçesindeki tarihi iç kalede yapılan restorasyon çalışmaları sırasında, 45 metrekarelik bir alanda, 19 kişiye ait kafatası ve kemiklerin bulunduğunu açıkladı. Savcılık kararı nedeniyle gazetecilerin alınmadığı alanda inceleme yapan Bakan Eker yetkililerden bilgi aldı. Gazetecilere izlenimlerini aktaran Eker, “Dar bir alanda üst üste yığılma şeklinde kemikler bulunuyor. Çok geniş bir alan değil, 45 metre kare diyebileceğimiz bir alan. O alan içerisinde ilk 7080 santim kazılırken bulunmuş, sonra aşağıya doğru indikten sonra biraz daha fazla bulunmuş. Dönem hangi dönemdir, yakın bir dönem mi uzak bir dönem mi araştırmalar sonucunda netleştirilecek bir durumdur. Sadece kemikler bulunmuş, bunlara ait bir metal, elbise ve giysi parçası ve plastik metal bulunmuş değil. Şu an orası koruma altında soruşturma ve inceleme netleşinceye kadar. Netleşince kamuoyu aydınlatılacaktır” dedi. Bölgenin mezarlık olması ihtimalinin sorulduğu Eker “Dini bir gömülme tarzı pek görünmüyor benim izlenimim o. Dolayısıyla lalettayin atılmış gibi çünkü. Kemiklerin duruşları bunu gösteriyor” dedi. Not: Yurt dışında bulunmamdan kaynaklanan bir aksaklık nedeniyle Cumartesi günü yayımlanan yenilediğim yazımı yeniden ilginize sunuyorum. BOZDAĞ‘DAN ‘DİYANET’ AÇIKLAMASI TBMM BAŞKANI CEMİL ÇİÇEK: Odatv davasına devam ediliyor ? İstanbul Haber Servisi Gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener’in de aralarında bulunduğu 13 kişinin yargılandığı Odatv davasına bugün saat 10.30’da Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam edilecek. Duruşmayı Gazetecilere Özgürlük Platformu ile çok sayıda gazeteci de izleyecek. ‘Bini aşkın kişiye soruşturma açıldı’ ANKARA (ANKA) Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, 2010 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı çalışanlarından haklarında idari inceleme, soruşturma yapılanların sayısının 1220, disiplin cezası alanların 210, görevden uzaklaştırılanların 12, görevine son verilenlerin 59, hakkında adli işlem yapılanların 22 olduğunu açıkladı. CHP İstanbul Milletvekili İhsan Özkes’in soru önergesine yanıt veren Bozdağ cezalar hakkında şu bilgileri verdi: “66 adedi uyarma, 103 adedi kınama, 33 adedi aylıktan kesme, 1 adedi kademe ilerlemesinin durdurulması, 7 adedi ise devlet memurluğundan çıkarılma (657 sayılı DMK 125/E mad. Göre) cezaları ile tecziye edilmiştir.” Yeni anayasa bu dönem yapılacak KONYA (Cumhuriyet) Türkiye’nin 30 yıldır bir anayasa sorunuyla yaşadığını ve 4 siyasi partinin de yeni anayasa için ittifak yaptıklarını ifade eden TBMM Başkanı Cemil Çiçek, yeni anayasanın mutlaka 24. dönem parlamentosu tarafından yapılacağını söyledi. Konya’da, Stratejik Düşünce Enstitüsü tarafından düzenlenen “Yeni Anayasa’da Temel Sorunlar ve Çözüm Önerileri” başlıklı sempozyumun açılışında konuştan Çiçek, “Yarın istediği cümleyi bu anayasada görmeyenler, bu anayasayı yapanları vatan haini diye ilan edecek. Bizim de hain olmaya niyetimiz yok. Sivil toplum bu işe öncülük etmeli. Mevcut anayasanın, Türkiye’yi geleceğe taşımasına imkânı yoktur. Siyaseten son kullanım tarihi de geçmiştir” dedi. Alevilerden ‘inanç özgürlüğü’ eylemi ? İstanbul Haber Servisi Devrimci Alevi Komitesi, Alevi inancının önündeki engellerin kaldırılması ve cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi istemiyle dün Taksim Meydanı’nda bildiri dağıttı. Grup adına açıklama yapan Fatma Bulut, baskıların sürdüğünü belirterek zorunlu din dersinin kaldırılmasını istedi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle