27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 OCAK 2012 PAZARTESİ 6 SÖYLEŞİ ‘Çağımızın silahı bilgi’ Kendini üniversiteler ve sanayi arasında bir ‘arayüz’ olarak tanımlayan Prof. Nilüfer Eğrican, ‘3. nesil üniversiteler’ yaygınlaşmazsa Türkiye’nin katma değerli üretimde sıçrama yapamayacağını düşünüyor ÖZLEM YÜZAK Hukuktan Malul Ülke Ahlak İnsanlık Çatlaması TÜSİAD Başkanı Boyner, “Hukuk ülkenin bir numaralı sorunudur” dedi. Böyle bir söze örneğin gelişmiş Avrupa ülkelerinin herhangi birinde bazen yıllarca rastlamazsınız. Ama Türkiye yıllardır hukuk ve adaleti tartışıyor... Bunu sadece biz değil, Avrupalısı da Türkiye’deki hukuk ve adalet sistemini tartışıyor... Yine tıpkı basın özgürlüğünün bir sorun olarak yine gelişmiş ülkelerde sözü edilmezken, ülkemizde sadece son 5 yıl içinde 305 bin habere konu olması ve köşe yazarlarının 24 bini aşkın yazısında değerlendirilmesi gibi (*). Türkiye tepeden tırnağa sorunlu alanlar ülkesi! Hukuk belki de basın özgürlüğünden bile daha sorunlu alandır! (Örneğin kadınların en temel hak ve özgürlükleri de en sorunlu alanlardan biri!) Hukuk, iktidarın meşruiyet veya iktidar / güç aracına dönüşmüştür ülkemizde. Eğer hukuk bir iktidar aracı olmuşsa, o ülkede hukuk=guguktur. Otoriter liderler ve iktidarlar, bütün icraatlarına meşruiyet kazandırmak ve aynı zamanda muhalefeti dümdüz etmek isterlerse önce hukuku hallediyorlar, sonra herkesin defterini dürüyorlar. ??? Hrant dahil! İktidarın Adalet Bakanlığı’nın, AİHM’nin Türkiye’yi mahkum ettiği ilk Hrant davasına gönderdiği savunma dilekçesine bakarsanız, Hrant davasında perde arkasındaki siyasi suç örgütünün üzerine neden gidilmediğini anlarsınız... Hrant davasının izleyicileri, aile çevresi ve bu kesimin sözcüleri, hepsi iktidarla yakın temas ve ilişki içindeyken, kendilerine verilen sözlerin yerine getirilmemesinden şaşkın... Bazı yazarlar da davanın Silivri’ye bağlanmamasından şaşkın. Diyecekler ama diyemiyorlar: Kardeşim bağla Silivri’ye, Ergenekon’a bitsin iş, at omuzlarından! Onlar için Ergenekon, devletteki bütün gerici, ırkçı, şoven... bütün yapılanmaların adıdır ve hepsi Silivri’liktir! Şimdi Silivri’liklerin içine, aslında AKP ve zihniyetini de atıyorlar, farkında değiller! Hrant davası şimdi uluslararası izlemenin konusu olunca ve içeride sert bir muhalefetle karşılaşınca, iktidar Yargıtay’a göz kırptı: Şu işi halledin! Vicdan, özellikle kişiseldir, sonra kamusaldır. Gül de Erdoğan da kişisel vicdanlarını siyasete ve iktidar oyunlarına emanet ettikleri için, kamusal vicdana baktılar ve bu vicdanı yatıştırmaya, en azından şimdilik uyutmaya soyundular. Evet, cinayetin içinde eli kolu, siyaseti, dış gücü, iç gücü ne varsa, hangi zihni kirlilikler, devlet yönlendirmeleri ve örgütlenmeleri varsa, hepsi bir bir ortaya çıkarılmalı. Uğur Mumcu ve diğer cinayetlere de belki buralardan yol açılır! Tabii, bu çerçevede, eski içişleri bakanları, emniyet genel müdürleri ve sonradan siyasete soyunmuş, aralarında kimler varsa onlar da davanın konusu olmalı! ??? Başka bir tehlikeli gelişme daha var: Thomas Hammarberg, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri, “Hrant Dink vakası emsaldir” diyor. Yani dava bozulup içine iki üç kişinin daha eklenmesiyle, vicdanlar rahat edecek ve Türkiye’de yargının mükemmel işlediğine ilişkin emsal bir vaka mı oluşacak!? Silivri tüm hukuksuzlukların yapıldığı, uydurulan delillerle insanların hapishanelerde çürütüldüğü bir esir kampı gibidir (**). Silivri, vicdanların, hukuk ve yargı adaletinin test edildiği, edileceği yerdir... Yetmez ama evetçi, bir şekilde iktidar ve özel mahkemelerin yargılama biçiminden hoşnut insanlar, “ver Hrant’ı al Silivri’yi” hesabı ve olayın özünü görmezlik içindeler. Asıl ahlak çatlaması burada olacaktır. Tıpkı “Nedim ve Şık masum, onları Silivri’ye bulaştırmak iktidarın akıl tutulmasıdır, diğerlerinin ise canı cehenneme” anlayışında olanlarda gördüğümüz ahlak ve insanlık çatlaması gibi... rof. Dr. Nilüfer Eğrican bir bilim kadını. Aynı zamanda bir eş ve bir anne. İTÜ Makine Fakültesi’nin 19942000 yılları arasında dekanlığını yaptı. Ardından Yeditepe Üniversitesi’nde 8 yıl rektör yardımcılığı görevini üstlendi. Asıl ilgi alanı enerji, özellikle de güneş enerjisi, ısı ve termodinamik. Son görevinden ArGe projelerine, bilhassa disiplinler arası çalışmalara odaklanmak için ayrıldığını söyleyen Eğrican, bir yıldır kurucusu olduğu Suntek International şirketi ile ağırlıklı olarak aynı sektörde proje ve teknoloji yönetimi alanında çalışmalar yapıyor. Kendini “ben bir arayüzüm” diye tanımlayan Nilüfer Eğrican, üniversite ve sanayi arasında bir köprü görevi gördüğünü söylüyor. ‘Nofrost teknolojisi’, ‘kemik uzatma’, ‘kalp pompası’ gibi önemli projelere imza atarak Türkiye’deki ilkleri gerçekleştirmiş. Eğrican’ın başarısının arkasındaki en önemli etkenlerden biri yurtiçinde ve yurtdışında kurduğu network ağları. “Benim bilimsel, profesyonel, idari ve sivil toplum çalışmalarımın tamamını bir araya getiren bir şemsiye kavram var: Sürdürülebilirlik”diyen Eğrican ile bilim dünyasını, eğitimi, gençleri ve sanayinin bugün geldiği noktayı konuştuk. Sizinle bu söyleşiyi hem başarılı bir bilim kadınını tanıtmak hem de üniversiteyle sanayi arasındaki köprü görevinizin önemine dikkat çekmek için yapıyorum. Çünkü Türkiye’de bilginin katma değerli ürüne dönüşmesinde hâlâ ciddi sorunlar yaşanıyor. Dünyanın en büyük 18. ekonomisi olmakla övünüyoruz, ancak bir bilgi toplumu olmayı başaramadık, tam olarak bir ArGe kültürü yaratamadık. Siz uzun yıllar hem öğrenci yetiştirdiniz, hem sanayiyle üniversitelerle yakın ilişki içinde oldunuz. Sizce bu sorun nasıl aşılır? Küreselleşme ve uluslararası rekabetin geldiği noktada üretimin yapısı da değişti. İşgücü, makine, malzeme ve sermayenin yanı sıra bilginin gücü artık son derece önemli hale geldi. Bu yüzden üniversiteler sanayi açısından çok daha önem kazandı. Öncelikle “Üçüncü Nesil Üniversite” kavramını iyi anlamak zorundayız. Bu üniversitelerde yaratılan bilginin kullanımını ve ticarileştirilmesi toplumsal katma değere dönüşmesi daha ön planda. Bu tür üniversitelerde, bilginin kullanımı, ‘tekno öncüler’in yani kendi teknoloji temelli firmalarını kuran öğrenci veya akademisyenlerin teşvik edilmeleri esasına dayanan eğitim ve öğretim yapılmaktadır. İkinci kuşak üniversitelerde araştırma çoğunlukla tek bir disiplin ekseninde idi. Bugünse birçok bilim insanı disiplinler arası ekiplerde çalışıyor.Tek disiplin ekseni döneminde kusursuz örgütlenme biçimi olan fakülteler bugün birer engel teşkil eden birimler oldu. Üniversiteler, yeni girişimci etkinliklerin beşiği olarak görüldüklerinden, bu doğrultuda bilginin kullanımı göreviyle ilgili olarak sorumluluklar belirlemek zorunluluğunda. Sürekli kendilerini yenilemek, sistem değişikliği yapmak durumundalar. Ancak şunu da unutmamak gerekir. Üniversiteler en yüksek kârın elde edileceği ticari bir şirket asla değildir ve olmamalıdır da. Üniversiteler, yeni bilgi üreten ve eğitimi, bilgi üretim sürecinin bir parçası yapan kuruluşlardır. Üniversiteler, ürettikleri bilgiyi ticarileştirerek gelir K Sizin şu aralar üzerinde çalıştığınız projelerden biraz bahsedecek olursak... Şu anda üzerinde çalıştığımız projelerden biri ‘Boy Uzatma’ projesi ancak patentini almadığımız için anlatamıyorum. Bir diğeri güneş enerjisi ile ilgili. Sabancı Üniversitesi, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Kale Grubu, Vefa Prefabrike ve Şişecam ile ortak yürütüyoruz. Yapı malzemeleri geliştireceğiz. Güneş enerjisinden yararlanan binalarda, çatılarda, duvarlarda kullanılan bir yapı malzemesi bu. Türkiye’de her yıl yeni 1 milyon apartman dairesi inşa ediliyor. Düşünsenize hem elde edeceğiniz enerji tasarrufunu hem de kendi binanızın elektrik üreteceğini... Kendi elektriğini üreten yapı malzemesi Yurtdışında benzerleri yok mu? Var ama çok pahalı. Biz kaliteden ödün vermeden maliyeti düşüreceğiz, üstelik Türkiye’de üretilecek. Bu malzemeyle hem elektrik üretiyorsunuz hem de enerji tasarrufu yapıyorsunuz. Üstelik yalnız inşaatta değil, otomotiv ve gemi sanayisinde de kullanılabilecek. Bunlar katma değeri yüksek projeler. Yalnız kullanımın yaygınlaşabilmesi teşvik ya da vergi muafiyeti gibi mekanizmaların devreye alınması gerek. Yoksa havada kalır... Sizi dinlerken müthiş bir coşku içinde olduğunu gördüm... Bu projeler heyecanlandırıyor sizi... Kesinlikle. Yaptığım işten memnunum, çünkü doğru insanları bulduğumu ve doğru insanları buluşturduğumu düşünüyorum. Yılların deneyimi ve geçmişte de doğru ve somut işler yapmış olmanın bunda etkisi var. Ayrıca Türkiye’yi iyi biliyorum. Akademik yaşamım boyunca sanayiden hiç kopmadım. sağlayan ve bu gelirle sürekli olarak gelişen, ülke ekonomisine katkı yapan kurumlardır. Bunun da iyi anlaşılması şart. Türkiye’de tüm bu anlattığınız kritelerlere uygun eğitim veren kaç üniversite var? Ne yazık ki sorun burada. Türkiye’de üçüncü nesil üniversite sayısı son derece az. Halen 174 ünivesite var, yakında bu sayı 200’e çıkacak ama bunu anlayan üniversite sayısı çok az. Bunlar da sadece birkaç büyük kentte mi? Hayır tam değil. Öyle demek yanlış olur. Örneğin Harran Üniversitesi güneş enerjisiyle ilgili güzel çalışmalar yapıyor. Bölge PROF. DR. NİLÜFER EĞRİCAN P Lisans ve yüksek lisans derecelerini İstanbul Teknik Üniversitesi’nden (1970), doktora derecesini University of Maryland’den (1977) aldı. Doktora sonrası aynı üniversitede yardımcı doçent olarak çalışan Eğrican, 1979 yılında İTÜ’ye dönerek 1988’de profesör unvanını kazandı. Güneş enerjisi, ısı, termodinamik türbülans konuları üzerinde çalışmalar yapan Eğrican 19942000 yılları arası İTÜ Makine Fakültesi Dekanı olarak görev yaptı. 2002 yılında Yeditepe Üniversitesi’ne geçen Prof. Dr. Eğrican 8 yıl süreyle rektör yardımcılığı görevini üstlendi. Geçen yıl üniversiteden ayrıldı ve Suntek International adlı proje ve yönetim danışmanlığı şirketini kurdu. PORTRE üreselleşme ve uluslararası rekabetin geldiği noktada üretimin yapısı da değişti. İşgücü, makine, malzeme ve sermayenin yanı sıra bilginin gücü artık son derece önemli hale geldi. Bu yüzden üniversiteler sanayi açısından çok daha önem kazandı. Ancak Türkiye’de kaç üniversite bu değişimi gerçekleştiriyor? Burada devlete düşen rol ne? Sanayici ne yapmalı? ‘Üçüncü nesil son derece az’ nin yerel özelliklerini de göz önünde bulundurarak belli konulara odaklanmak burada çok önem taşıyor. Her üniversitede her bilim dalında eğitim verilmesi şart değil, ama disiplinler arası olması şart. Ve tabii bir de girişimciliği desteklemesi. Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri işsizlik, özellikle nitelikli üniversite mezunu genç işsizler ordusu. Dolayısıyla girişimcilik her zaman olduğundan daha da önemli. Sizce toplum bunun ne kadar farkında? Gençler, eğitimciler, devlet? Sorun gençlerde değil, onlar çok daha kolay yönlendirilebilir, ama esas sorun öğretmenlerde, akademisyenlerde... Değişime direnç gösteren, var olan statükoyu korumak çabası içinde olan çok öğretmen var üniversitelerde... Bu yüzden eğitmenin eğitilmesi çok daha önem taşıyor. Üstelik bu kültürün oluşturulması daha okulöncesine kadar iniyor. Temel okul öncesinde atılıyor çünkü. Bu doğrultuda okul öncesi eğitimin 2 yıla çıkarılmasını ben çok doğru buluyorum. Tabii burada çocuklara ne verildiği de önem taşımıyor mu? Bir yandan da çocuklara Arapça eğitimi veriliyor, umreye gitmeleri teşvik ediliyor... Evet, bu da işin ne yazık ki öbür boyutu. Bir taraftan daha açık bireyler yetiştirmek istiyorsunuz, diğer taraftan bu tür uygulamalar. Yaratıcılık önemli ve bunun temeli çok küçük yaşlardan atılıyor. Bu yüzden ben ‘inovatif insan’ tanımını çok kullanırım. ‘Dünya standartlarında üretim yapamıyoruz’ ? İnovatif insan dönemine geçmeliyiz. İnovatif insan değişime, yeniliklere açık insan olacak; bir de dünya vatandaşı olacak. Dünyayı takip etmeyen bir insanın yenilikçi olması , değişime açık olması mümkün değil. Çocukların bile bu tür doğru ağları olabilir. Güneş enerjisi uzmanlık alanınız. Peki Türkiye’de durum? Daima konuşulan bir konu, var olan potansiyeli bile tam değerlendirmedi. Çin aldı başını gidiyor... Biz ise panelleri bile ya ithal ediyoruz ya da parçaları getirip burada montaj yapıyoruz. O da istenilen yerde değil. Sıcak su kollektörü imalatında dünya ikincisiyiz deniliyor, ama merdiven altı imalat çoğu. Dünya standartlarına göre üretim ve tasarım yapanların sayısı bir elin parmaklarını bile geçmiyor. Türkiye’de güneş enerjisi deyince suyun ısıtılması anlaşılıyor daha çok. Ama hakkını verelim ki yapanlar da iyi yapıyor. Ayrıca fotovoltaik Uygulamalarda da ortak girişimlerle üretime gidilecek oluşumlar oldu. Bunlar sevindirici tabii. Üç yıl kadar önce yenilenebilir enerji kanunu çıkmadan önce güzel bir ortam vardı; herkes ümitliydi. Türki ‘Yeniliklere açık insan’ ‘İnovatif insan’ tanımı ne? Kimlere ‘inovatif insan’ deniyor? Değişime, yeniliklere açık insan olacak; bir de dünya vatandaşı olacak. Dünyayı takip etmeyen bir insanın yenilikçi olması, değişime açık olması mümkün değil. Çocukların bile bu tür doğru ağları olabilir. Peki devletin rolüne gelecek olursak neler söylersiniz? Bu noktada yeni kurulan girişimcilik konseyi önemli bir gelişme. Aralarında YÖK, TÜBİTAK, TOBB’nin de bulunduğu 32 kuruluş ve 8 bakanlık KOSGEB’in ev sahipliğinde toplandı ve bir manifesto imzalandı. Bu, üniversitelere çok ciddi yükümlülükler ve sorumluluklar getiriyor. Ama üniversiteler alınan kararların takipçisi olmada çok yeniler. Bu arada Bilgi Teknolojileri Yüksek Kurulu’nda (BTYK) alınan ‘her üniversitede teknoloji transfer ofislerinin kurulması’ kararı da umut verici. Bu da üniversitelerin kendilerini değiştirmeleri yönünde bir yaptırım olabilir. Ancak umarım bu ofisler doğru kurulur ve bunu anlayabilen insanlar tarafından yönetilir. * 10 Yıldır AKP, Uluslararası Göstergelerle Türkiye Röntgeni. ** AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik, “Aslı Aydıntaşbaş’ın başına bir şey gelmesinden endişe ediyorum” sözüm üzerine “o kadar benim ve partim aleyhine yazı yazdın, sana bir şey oldu mu” demiş ve araya da “Balyoz’a da inanmıyorsun üstelik” cümlesini eklemişti. Çelik, kendisine anlatılanlara mı inanıyor, Balyoz davasında “suç delilleri”nin çoktan çürütüldüğünden hiç mi haberdar değil yoksa? ye’de hem iyi bir potansiyel var güneşi kullanabileceğiniz hem iyi bir pazar var. Ayrıca komşu ülkelere satma potansiyelimiz de var. Ama iş güneş enerjisinden elektrik elde etmeye geldiğinde durum farklılaşıyor. Yasa çıktıktan sonra büyük bir hayal kırıklığı yaşandı sektörde. YEK teşvikleri istediğimiz gibi çıkmadı. Düşünün Avrupa’da kilovat saati 20 ile 45 “Av rocent” arasında iken Türkiye’de 10 “Avrocent” olarak belirlendi. Tek iyi tarafı yerli alıma teşvik getirmesi. Peki sektör şimdi ne durumda? Sektör durmuyor, işi unutmuş değil, özellikle sanayide, imalat kısmında çok önemli hazırlıklar var. Yurtdışındaki firmalarla iletişim devam ediyor, eğer yakın zamanda bir iyileş tirme söz konusu olursa hızla ivme kazanır. Belki hükümetin beklemesi bu süre içinde yerli üretimin kendini geliştirmesi açısından bakıldığında işe yarıyor olabilir. Bu arada EUAŞ Şanlıurfa Birecik’te bir güneş enerjisi santralı inşa ediyor. Örnek teşkil etmesi amacıyla. 10 megavatlık bir santral bu. Bir kamu şirketini öncülük yapması güzel ve anlamlı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle