28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
21 EYLÜL 2011 ÇARŞAMBA CUMHUR YET SAYFA 13 bazen bedava çalışmaya razıdır. Bir de son basamaklarda, yorulduğu, aşındığı, aşıldığı, soluğu tükendiği demlerde hâlâ “varım” diyebilmek için her şeyi, her şeyi yapmaya hazırdır. Ne var ki ilk basamaklardaki tutunmak hırsıyla son basamaklara asılmak çabası arasında, koca bir yaşanmışlık vardır. Yarışın başında gösterilen heves ve işgüzarlık ne denli otantik (özgün) olursa olsun, yarışın sonunda patetik (acıklı) duruma düşüp düşmemeyi, yarışın ortasında yapılanan kişilik belirler. Kimi ego patlaması yapar. Ardında ne imzası kalacaktır, ne yapıtı; hatta çoğunun ömrü şöhretini aşacak, unutulduğunu görecek kadar yaşayacaktır, ama yarışın ortasında burnu Kafdağı’ndadır. Adının da imzasının da ölümsüz olduğunu sanır. Kimi bilgelik kazanır. Şöhretin tuzaklarla dolu merdiven labirentinde her çıkışın bir inişi, her inişin bir çıkışı olduğunu ne kadar zekiyse o kadar çabuk anlar, zirvelerde başı dönmez, kapaklandığında toz yutmaz. Ve ister en tepede olsun, ister en dipte, ne oldum delisi olmaz, neyse o kalır. Ama başarmak güdüsünün başlangıçtaki otantik hevesi her iki tür için de geçerli olmasına karşın, hangisinin “game over” çizgisini görmezden geleceği ve kendisi için biten bir yarışta kalmaya çalışarak patetik görüneceği hiç belli değildir... Çünkü gerçek yaratıcılar kadar, kendisini olağandışı ya da gazeteci, Sanatçı, yazarbasamaklarını mesleğin ilk tırmanırken ne verilirse, hatta Enrico Macias, Osmanlı döneminde Cezayir’e yerleşen Musevilerden, dededen toruna müzisyen bir ailenin oğlu, Konstantin doğumlu bir Sefarad. BM Barış Elçisi, Kurd Waldheim Ödülü ve Fransız devlet nişanı “Legion d’Honneur” sahibi. Dünya çapında bir şöhret. Ama daha da önemlisi, Paris’in en şatafatlı restoranı Laurent’ın sahibi Partouche grubunun yönetim kurulu üyesi. Yani para içinde yüzüyor... Oysa tüm orkestra üyeleriyle birlikte tıngır mıngır, İstanbul’a kalkan ucuz uçağa biniyor. “Nerede konser vereceksiniz?” diye sordum kendisine. “Daha bilmiyorum” dedi. “Varınca öğreneceğiz.” Haydaaa. Birinci sınıfı ve VIP servisi olmayan uçakta, en büyük itibar olarak ilk sıraya oturttular Enrico Macias’ı. Orkestra üyelerini de arkalara. Ertesi akşam, İstanbul’daki Açıkhava Tiyatrosu dolup taşıyor, Enrico Macias ayakta alkışlanıyordu. Bırakın bir Sezen Aksu’yu, Ajda Pekkan’ı, zevzek TV dizilerinde göz süzüp dudak bükmekten başka yeteneği olmayan “artiz”lerin “business class” dışında uçak kullandığını düşünemeyen ben; ne köşe yazarları görmüşümdür, uçağın kapısına VIP arabayla getirilip VIP arabayla alınan... Acaba dünya şöhreti Enrico Macias’ı konser vermek için üçüncü sınıf yolculuklara çıkaran duygu nedir? Başlangıçtaki hevesi yitirmemişlik mi, yoksa sonun boşluğunu reddetmek direnişi mi? Salt alçakgönüllülük olabilir mi? Siz ne dersiniz? “Benim şansım yoktur: Ünlü olsam da kimse bilme zdi.” P ERRE ETA X Sahne Işıkları Fotoğraf: Daniel Colagrossi azeteci Doğan Yurdakul, Gülkemizin en seçkin ailelerinden birinde doğmuş sanan güdükler ya da düpedüz, oportünist hödüklerden bile çıkan bu tür insanlar, sahne ışıklarına öyle alışırlar ki, sahneden inmek boşluğa düşmek, karanlığa çekilmek ölümden beterdir, onlar için. Peki ben niye felsefe paralıyorum, bugün? Ömrünü müziğe adamış, 73 yaşındaki Gaston Ghrenassia yüzünden desem, inanır mısınız? Siz onu, Enrico Macias adıyla bilirsiniz. 12 Eylül’de Türkiye’ye dönerken her zamanki gibi bulabildiğim en ucuz uçak, düzenli sefer yapan bir “charter”la geldim Paris’ten İstanbul’a. Yolcuları uçağa götüren otobüste, ayakta balık istifi dizilen kalabalığın ortasında, yapayalnızmış gibi duran bir adama takıldı gözüm. Yaşlanmıştı, ama hemen tanıdım. Nasıl tanımam? Ankara’dan Notre Dame de Sion’a “daimi yatılı” geldiğim yıl dinlediğim ilk Fransızca ezgiler, hatta hayatımda gördüğüm ilk 45’lik plaklar, onun “Ma Guitare” ve “Adieu Mon Pays” şarkılarıydı... Yıllar yılları izlemiş, ama Enrico Macias’ın sesi ve gitarı İspanya’dan Fransa’ya hayatımdan hiç eksilmemişti. ve “Sosyalizm, aristokratların işidir” sözünü haklı çıkaran bir gönül soylusudur. Ankara Hukuk Fakültesi’nden sonra Sorbonnes, Vincennes ve Cenevre üniversitelerindeki lisanüstü eğitiminden edindiği entelektüel birikimi, çok rahat edeceği sermaye dünyasının hizmetine koymaktansa, o bencil dünyanın kurallarıyla mücadeleye, hunharca ezdiği kitlelerin hakkını savunmaya adamıştır. Türkiye’nin sosyal bir devleti, ulusal çıkarları gözeten bir hükümeti, eşit bir yurttaşlığı, adil bir hukuku olması için harcadığı ömründe, salt doğru ve insanca düşünceleri yüzünden defalarca tutuklanmış, hapis yatmış, ama mıh gibi durmuştur, ideallerinin ardında. Haksız yetkinlik önünde asla belini doğrultamayanlar, o mıh gibi duruşu bir kez daha ödetiyorlar gazeteci Doğan Yurdakul’a, altı aydır süren tutukluluk hali, yargısız infaz cezasıyla. Son bir kez göremeden yitirdiği eşi ışıklar içinde yatsın. Doğan Yurdakul’un, o dik ve dürüst gazeteci başı sağ olsun. Temiz Alın, Kirli Dudaklar Üzerine Aradan epeyce zaman geçti, ortalık dindi. Şimdi salim kafayla düşündükçe Sayın Başbakan’ın, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile arasında geçen o “öptürüpöptürmeme” tartışmasını büyük olasılıkla Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şehitlerine adlı şiirinde geçen, “Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker / Gökten ecdâd inerek öpse o pak alnı değer” dizelerinden etkilenerek başlatmış olduğu kanısına varıyorum. Sayın Başbakan’ın, Sayın Kılıçdaroğlu’nun, özünde bir yüreklendirme deyişi olan, “Gemilerini Gazze Limanı’na kadar götür, o zaman seni alnından öperim” sözlerine işin içine “kirli dudakları” katacak ölçüde öfkeli bir yanıt vermesinin bir nedeni olmalıydı öyleyse. Sanırım olay, o “kahraman” sözcüğünde düğümleniyordu. Başbakan, toprağa düşmüş bir asker olmasa da sonuçta, özellikle de yandaşlarının gözünde bir kahramandı, Arap sokaklarının kahramanı… O sokaklarda taşınan posterler, o sokaklarda yükselen övgü dolu sesler bunun kanıtı değil midir? Kahramanlar ise “pak” alınlarını her isteyene uzatmazlar, öpecek olanı kendileri seçerlerdi. “Uzatma” derken aklıma geldi. Başbakan bilindiği gibi uzun, Sayın Kılıçdaroğlu ise görece kısa boylu politikacılardır. Yan yana geldiklerinde bu boy farkını açıkça görüyoruz. Kafamda bir sahne kurguluyorum: Kılıçdaroğlu, Başbakan’ın alnını öpmeye çalışıyor, fakat olmuyor, çünkü yetişemiyor. Ya Sayın Başbakan iki büklüm eğilerek alnını Sayın Kılıçdaroğlu’nun dudaklarına uzatacak ya da Sayın Kılıçdaroğlu artık ayakuçlarında mı yaylanır, yoksa bir tabureye mi çıkar, Sayın Başbakan’ın alnına yetişmeye çalışacak. Fiziki yapıları böyle bir sahneyi zorunlu kılsa da bu “biçimsel mantıklı” kurgudan vazgeçiyorum. Çünkü her ikisinin de böylesi “tuhaf” bir sahnede rol almayacak kadar ciddi insanlar olduğunu biliyorum. Tek başına bu durum bile Sayın Kılıçdaroğlu’nun sözlerinin teşbihten öte somut bir istek olarak anlaşılmaması gerektiğini ortaya koyuyor sanırım. O halde basit bir teşbih Başbakan’ı niçin bu kadar öfkelendiriyor? Hijyenik bir tedirginlik olabilir mi? “Kirli dudaklar” sözü bu tedirginliğin bir yansıması mıdır? Mutlaka bir yanıtı olmalıydı bu soruların. Bu noktada Libyalı bir sokak Arap’ı yetişiyor yardımıma. Adını bilmediğimiz bu adam Başbakan’ı sokak ortasında birden karşısında görünce çok heyecanlanmış, sol eliyle Başbakan’ın ensesini tutarak başını kendine doğru çekip onu alnından öpmüştü. O anın fotoğrafı öptürüp öptürmeme dalaşının yaşandığı günlerde basında yayımlanınca şaşırmıştık. Libya’yı ziyareti sırasında çekilen fotoğrafta, Başbakan’ın öpüldüğü anda yüzünde bir gülümseme belirdiği, dolayısıyla öpülmekten bir rahatsızlık duymadığı açıkça görülüyordu. Bundan “hijyenik tedirginlik” gibi bir çekincenin söz konusu olmadığını anlamıştık. Öyle ya, elin sokak Arap’ının dudaklarının temiz mi yoksa kirli mi olduğunu Başbakan nereden bilebilirdi ki? Demek ki sorun başka bir yerdeydi. İyi de nerede? Yukarıda, “Kahramanlar alınlarını her isteyene uzatmazlar, öpecek olanı kendileri seçerler” demiştim ya, sorun işte oradaydı. Nitekim Başbakan da Libya’ya giderken, orada kendisine karşı şükran duyguları besleyen insanlar olduğunu, büyük olasılıkla bir “öpülme” eylemiyle karşılaşacağını mutlaka öngörmüş olmalıydı. Hazırlıklıydı. Ayrıca Libya’daki sokak Arap’ının eylemi ile Kılıçdaroğlu’nun istemi arasında belirgin bir fark vardı. İlki bir şükran ifadesiyken ikincisinde yüreklendirme örtüsünün altında bir “meydan okuma” gizliydi. Başbakan da gerçek bir Kaşımpaşa delikanlısı olarak façayı bozdurmamış, raconun gerektirdiği sertlikte Kılıçdaroğlu’na karşı çıkmıştı. Karşı çıkarken kullandığı “kirli dudaklar” sözcükleri ise “mecazi” anlamda değerlendirilmeliydi. Kılıçdaroğlu da zaten sorunu üstelememiş, “öptürmezsen öptürme” davranışını yeğleyince tartışma kapanmıştı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’in olayın “kişisel şecereler” bağlamında ele alınması önerisine ise pek ilgi gösteren olmamıştı. Olay buydu! Değerli okurlarım, Türkiye’de siyaseti ve siyasetçilerin davranışlarını anlamanın ancak bu tür ciddi ve ayrıntılı irdelemelerle mümkün olacağına iyice inanıyorum artık. Yoksa şu sıralar alevlenerek hızlanan “Şerefsiz kim?” türünden tartışmaları nasıl izleyebiliriz? Bilmem siz ne düşünürsünüz? K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ N O K T A S I behicak@yahoo.com.tr mar Krallığı “TBMM yerine Bakanlar Kurulu’nun onayladığı Kanun Hükmünde Kararname”yle (KHK) kurulan “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı” nasıl çalışacak? Bakan Erdoğan Bayraktar yanıtlıyor: “Eğer bir yatırımcı, Türkiye’nin herhangi bir yerinde bir yatırım yapmak isterse, belediye onun 3 ay içinde imarını, ruhsatını vermezse, bakanlık olarak biz vereceğiz.” (Hürriyet, 11 Eylül 2011) Bu açıklamayı okuyan belediye başkanlarının koltuklarından zıplayıp zıplamadıklarını bilmiyorum. Hele, yerel halkın demokratik temsilcilerini hiçe sayan bu anlayışa karşı eylem yapmayı aralarında konuşup konuşmadıklarını ise hiç bilmiyorum. vardır ve yıllardır yakındığımız “denetimsiz imar”ın nedeni de kimi yerel yöneticilerce sürdürülen hukuka aykırı uygulamaların “yaptırımsız”lığından kaynaklanmaktadır. Peki, “Çevre ve Şehircilik Bakanı”, bu gerçekler karşısında, makamının “adı”na yakışacak neler söylemeliydi; hayal edelim: “Türkiye’nin herhangi bir yerinde yatırım yapılmak istenirse, belediye önce kent halkının çıkarları için belirlenmiş imar kurallarına uygunluğuna bakar. Bu sağlanmadan ruhsat verilirse, hem sorumlulara yaptırım uygulanır, hem de çevre ve şehirciliği gözetmeyen yatırım bakanlıkça engellenir.” Ama bakan bunları bile anımsatmadan ne diyor? “Belediye 3 ay engellerse ruhsatı biz veririz!” Peki ya o yatırım kamusal alanlara göz dikmişse; doğal ve tarihsel değerleri göz ardı ediyorsa; projesi “Çevre ve Şehircilik” yatırımları!.. imar planına göre değil özel rant beklentilerine göre Ancak bilinen şu ki, bunlar düzenlenmişse; halkın ve gerçekleşirse, ne imza gelecek kuşakların yaşam attığımız “Avrupa Yerel haklarını çiğniyorsa... belediye Yönetimler Özerklik Şartı” de işte bu nedenlerle “hayır” kalacak ne de belediye diyorsa, 3 ay sonra başkanlarının “kentin ve halkın “Bakanlığın himayesinde çıkarları için” var olma ruhsat”a mı kavuşacaktır? sözleri… Dahası, “kentler Üstelik “çevre” ve demokrasinin kalesi; “şehircilik” bakanlığının! belediyeler okuludur” özlemi hepten tarihe karışacak. ağma güvencesi Önce, kente ve doğaya emşeri sorumluluğu saygısız yatırımların Oysa imar kurallarının yerel sorgulanmasına, “yargı yönetimlerce belirlenmesi, bu hükümetin işine karışmasın” yetkiyi kötüye kullanan diyerek kısıtlamalar getirildi; belediyelerimiz olsa bile, ardından aynı yatırımlara sadece demokrasinin değil, davalar açan “özerk” meslek kente karşı “hemşerilik” odaları bakanlığa bağlanarak, sorumluluğunun da temel yargıya gitmeleri önlenmeye gereğidir. çalışılıyor… Şimdi de duyarlı Bugünkü “belediye belediyelerin izin başkanı”nın Osmanlı’daki vermeyecekleri yatırımlara, karşılığı olan “şehremini” resen ruhsat kesilebilecek... sıfatı; hatta tüm yapılaşmadan Düşünüyorum da bunları şehremini adına “Hassa sağlayacak “gizli saklı Mimarlar Ocağı”nın sorumlu KHK’ler” düzenlemek yerine olması da bundandır. neden anayasaya açıkça İmarda “şehrin emini” “Türkiye bir imar krallığıdır; olmanın çağımızdaki öncelikli yağma kralın koşulları ise şehircilik, güvencesindedir” diye yazıp işi bitirmiyorlar? mimarlık ve mühendislik Kim bilir, belki bunun için de ilkelerine uymak; ulus ve 2023’ü bekliyorlardır... insanlığın ortak mirası kültür varlıklarını ve çevreyi (Yeni bakanlıklardaki hukuk, korumak; bu nedenle siyasileri değil, meslek insanlarını yetkili çevre ve demokrasi ilişkisini, bu akşam 20.30’da Ulusal kılarak gelecek kuşakların Kanal’daki İmar Dosyası’nda yaşam haklarını gözetmektir. Muğla Barosu Başkanı Av. Bu koşullar “yetkilerin keyfi Mustafa lker Gürkan’la ve ayrıcalıklı çıkar sağlama konuşacağız...) yönünde kullanılmaması” için Neler söylemeliydi? Ç ZG L K KÂM L MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA HAYAT EP K T YATROSU MUSTAFA B LG N hetiyatrosu@mynet.com SEDAT YAŞAYAN H Y T.C. KIZILTEPE İCRA MÜDÜRLÜĞÜNDEN DÜZELTME İLANI Dosya No: 2009/198 Talimat Yukarıda yazılı bulunan dosyamızdan satışa çıkarılan ve 8.9.2011 tarihli Cumhuriyet gazetesinde ilan edilen gayrimenkul satışı ilanının “satış tarihi ve satış saati” bölümü hatalı olup, doğrusu aşağıdaki gibidir. 1 nolu taşınmaz satış günleri ve satış saati: 1. Satış 11/10/2011 günü saat 09.00 ile 09.10 arası, 2. Satış 21/10/2011 günü saat 09.00 ile 09.10 arası; 2 nolu taşınmaz satış günleri ve satış saati: 1. Satış 11/10/2011 günü saat 09.20 ile 09.30 arası, 2. Satış 21/10/2011 günü saat 09.20 ile 09.30 arası; 3 nolu taşınmaz satış günleri ve satış saati: 1. Satış 11/10/2011 günü saat 09.40 ile 09.50 arası, 2. Satış 21/10/2011 günü saat 09.40 ile 09.50 arası; 4 nolu taşınmaz satış günleri ve satış saati: 1. Satış 11/10/2011 günü saat 10.00 ile l0.10 arası, 2. Satış 21/10/2011 günü saat 10.00 ile 10.10 arası; 5 nolu taşınmaz satış günleri ve satış saati: 1. Satış 11/10/2011 günü saat 10.20 ile 10.30 arası, 2. Satış 21/10/2011 günü saat 10.20 ile 10.30 arası; 6 nolu taşınmaz satış günleri ve satış saati: 1. Satış 11/10/2011 günü saat 10.40 ile 10.50 arası, 2. Satış 21/10/2011 günü saat 10.40 ile 10.50 arası; 7 nolu taşınmaz satış günleri ve satış saati: 1. Satış 11/10/2011 günü saat 11.00 ile 11:10 arası,2. Satış 21/10/2011 günü saat 11.00 ile 11.10 arası ; 8 nolu taşınmaz satış günleri ve satış saati: l. Satış 11/10/2011 günü saat 11.20 ile 11.30 arası, 2. Satış 21/10/2011 günü saat 11.20 ile 11.30 arası; 9 nolu taşınmaz satış günleri ve satış saati: 1. Satış 11/10/2011 günü saat 11.40 ile l1.50 arası, 2. Satış 21/10/2011 günü saat 11.40 ile 11.50 arası; 10 nolu taşınmaz satış günleri ve satış saati: l. Satış 11/10/2011 günü saat 12.00 ile 12.10 arası, 2. Satış 21/10/2011 günü saat 12.00 ile 12.10 arası; 11 nolu taşınmaz satış günleri ve satış saati: l. Satış 11/10/2011 günü saat 13.00 ile 13.10 arası, 2. Satış 21/10/2011 günü saat 13.00 ile 13.10 arası; 12 nolu taşınmaz satış günleri ve satış saati: l. Satış 11/10/2011 günü saat 13.20 ile 13.30 arası, 2.Satış 21/10/2011 günü saat 13.20 ile 13.30 arası; 13 nolu taşınmaz satış günleri ve satış saati: l. Satış 11/10/2011 günü saat 1340 ile 13.50 arası, 2. Satış 21/10/2011 günü saat 13.40 ile 13.50 arası; 14 nolu taşınmaz satış günleri ve satış saati: l. Satış 11/10/2011 günü saat 14.00 ile 14.10 arası, 2. Satış 21/10/2011 günü saat 14.00 ile 14.10 arası; 15 nolu taşınmaz satış günleri ve satış saati: l. Satış 11/10/2011 günü saat 14.20 ile 14.30 arası, 2. Satış 21/10/2011 günü saat 14.20 ile 14.30 arası; 16 nolu taşınmaz satış günleri ve satış saati: l. Satış 11/10/2011 günü saat 14.40 ile 14.50 arası, 2. Satış 21/10/2011 günü saat 14.40 ile 14.50 arası... Basın: 57532 YUKARIDAI AŞAĞIYA: 1/ Artvin ilinde, doğal zenginliğinden dolayı “ulusal park” kapsamına alınan bir göl ve yayla. 2/ Bir olayın gerçekleştiği, geliştiği yer... Itırlı bir bitki. 3/ Gece denizde balıkların ya da küreklerin kımıldanışıyla oluşan parıltı. 4/ İstek, arzu... İsrail’in plaka imi... Tantal elementinin simgesi. 5/ Savaş... Anlayışlı, ince ruhlu. 6/ Utanma duygusu... Bir harita, fotoğraf ya da karikatürün gösterdiği ya da temsil ettiği şeyi belirten yazı. 7/ Ateşli silahlarda çap. 8/ Eşek yavrusu... Altın. 9/ Giresun’un bir ilçesi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Kars’ın Akyaka 1 ilçesinde, yüzlerce kuş türünü barındı 2 ran bir göl. 2/ Gör 3 kem, heybet... Baş 4 lıca içeceğimiz. 3/ “Çamaşırcı ayı” 5 da denilen ve Ame 6 rika’da yaşayan, 7 kürkü değerli bir hayvan... Keçi tü 8 yü. 4/ Gözleri gör 9 meyen.... Yakanın 1 2 3 4 5 6 7 8 9 göğse doğru inen devrik bölümü. 5/ Bir nota... 1 P A Ç A M O R A “Şimdi, henüz” anlamın 2 E L İ Z A U F O da kullanılan bir sözcük. 3 P A L A M U T T 6/ Şarapları inceleyen bi 4 E M P AM İ T lim dalı. 7/ Karadeniz’in 5 Ç U L L U N İ K doğusunda yaşayan halka 6U T A R İ T P İ verilen ad... Tutulacak S İ T yer, sap. 8/ Oklukirpiye 7 R M İ G E benzer bir hayvan. 9/ Ah 8 A R A B A Ş I 9 A S A U R A L şap ayaklar üzerine kurulan ve tahıl ürünlerini saklamaya yarayan, Doğu Karadeniz yöresine özgü yapı türü. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle