22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Sayı 61 KALEC KAZAĞI Her gün biraz daha artıyor sayıları. İstiklal Caddesi’ne çıkan ara sokakların köşebaşlarında bekleşip el açıyorlar gelen geçene. 15 yaşındaki Rasim konuşuyor: “Sokak bir pislik. Şu anda çok kötü. Sokakta herhangi bir kişi gece kalamaz. Çünkü ya soyulur, ya gasp edilir ya da tecavüze uğrar Sokakta çete olayı var. Çetede ispiyonun sonu ölüm. Buna sokak kanunu derler. Tiner, sokak kanununun bir parçasıdır.” Annemin eve çağıran sesini duymazlıktan gelip sokak lambaları gölgemi taşlara serene kadar oyuna dalınca, garip bir mutluluk sarardı tüm benliğimi. Annem, terli sırtıma havlu koyarken çıkışırdı: “Sokak çocuğu mu olacaksın?...” Sokak çocuğu olmak! Yani oynamak, yorgunluktan bir köşede uyuyup kalıncaya kadar oynamak... Büyüyünce ne olacaksın sorusunun yanıtı buydu benim için: “Sokak çocuğu olacağım.” Gecenin geç vaktinde, bir binanın giriş kapısında kıvrılıp yatan çocuklar görsem, üstlerinde oynanan oyunlarla nasıl da yorgun düştüklerini düşünürüm. 10 yaşındaki Koray konuşuyor: “Benim babamla sorunum vardı. Beni döverdi, annemi döverdi, kardeşimi döverdi. Dayanamadım kaçtım. Dışarda dört sene kaldım; tiner çektim, sokaklarda yattım. Orada, burada karnımı doyurdum: Böyle bir şey hiçbir kimsenin başına gelmesin.” Sokaklarda tiner çeken çocuklara dizeler arasında da rastlarız. Erdal Alova, “Bütün öpüşlerde tinerci çocukların yanaklarını gördüm” derken Oğuz cummizah@gmail.com SUNAY AKIN Ah! Onlar Tutunacak Bir El Arıyor... han Akay şöyle seslenir: “Elime alacaktım istikbalimi, Bali koklayacaktım” Akgün Akova da bir oto hırsızını anlattığı “Sansürttürme ŞairAbüüü ” adlı şiirinde, çocukları sokağa yönlendiren koşullara değinir: yetim’anede, sübiş’anede memişhanede tekmeyle düşüp yumrukla kalkarak ana/baba kısmısı boş nüfus cüzdanımı saygıyla ve sevgiyle kalaylayarak Edebiyatımızda sokak çocuklarını konu alan ilk şiir belki de 25 Kasım 1926 tarihli Serveti Fünun dergisinde yayımlanandır. Şairin göstermiş olduğu duyarlılık günümüzde bile geçerliliğini korumakta, şiirde sormuş olduğu sorular yanıt beklemektedir: Kimbilir ki bu çocuk ne işler işleyecek? Belki üç kuruş için birini şişleyecek, Yahut bir mağazanın delecek kasasını, Bu vaka artıracak mücrim piyasasını: Hemen kolundan tutup atacaklar hapse... Fakat ya onun cürmü tamamen bizdeyse? Çünkü o, cemiyetin, bizim mağdurumuzdur... Onu bu hale koyan bizim kusurumuzdur... Şiirin adını okuyacak olursak, Haliç’in bir köşesine sürgüne gönderilen tarihi bir yapıyla karşılaşırız: “Köprünün Çocukları” Galata Köprüsü Uzun Ömer, Sülün Osman ve Fokbalığı Yaşar’ın yanında, dubalarının kuytu köşelerinde barınan kimsesiz çocuklarıyla da ünlüydü. Sokak çocukları bir zamanlar suyun üstünde beşik gibi sallanan Gala ta Köprüsü’nde uykuya dalarlardı. Köprünün bu özelliği unutuldu gitti çoktan... Sokak çocuklarına sahip çıkılmasını isteyen, onlardan toplumun sorumlu olduğu gerçeğini haykıran şairin unutulması gibi!... Kim midir bu şair? Yanıtı, şiirinden birkaç dize daha okuduktan sonra verelim: Bir parça düşünelim biz de vazifemizi... Çünkü bu nesil yarın telin edecek bizi... Bu biçare sürüyü geliniz kurtaralım! Biz onları bir öz kardeş gibi saralım... Onlar kendilerine açılan bir âğguşa Nasıl atılacaklar bilseniz koşa koşa.. Ah! Onlar tutunacak birer el arıyorlar, Bize yalvarıyorlar!.. Bize yalvarıyorlar... Sırayla oturmuşlar dubanın kenarına Güneş hayat veriyor köprü çocuklarına... 9 yaşındaki Nesim konuşuyor: “Gideceğim, suçluları hırsızları yakalayacağım. Hırsızlardan sonra, kaçak uyuşturucu satanları. İnsanları koruyacağım. Çocukları kandıranları hapse atacağım. Benim yaşadığım dünya iyi çocuklar ve iyi kalpli insanlarla dolu olacak.” “Köprü Çocukları” adlı şiiri yazan, dünyanın iyi insanlarla dolu olması için kavga veren ve bu yolda öldürülen Sabahattin Ali’den başkası değildir!.. KAK AR A K K R B R OL BA YR AM  babam iş bulma gezisinde...  giden füze gelmiyor / acep ne iştir!  dar boğazımdan tek haram gemi geçmedi...  ben her bahar’a âşık olurum...  üç mantık hatası bir penaltı...  seni heron bombalıyabilirim...  bana bağlanmayan manita bin yıl yaşasın!..  akdeniz akşamları bir başka, gü neydoğu akşamları bir başka oluyor...  evet aşşa sınıflardan sömürülmeyen kalmasın!  bugün benim doyum günüm...  insanlar donar büzülür ölür...  karaköy gazze vapur iskelesi...  dördüncü tekil şahıs da ö olsun!  bugün kan akıcı trafik...  şortla güzellik olmaz!  ben dert dertlik bir insanım... kanım nihayet beni deeeee, evet beni deeeee gördü ve uçağına aldı. Artık yalakalıktan ölsem de gam yemem! Mısır’dayız. Hem de en sütlüsünden! Ne diyor Piramitler üstü insan; “Kutlu doğumlar sancılı olur!” Anlayanlar için; Arap Baharının aslında “Kutlu Doğum Haftası”yla olan yakın ilişkisini anlatmaya çalışıyor. Kahire yıkılıyor! Tahrir Meydanı’nda esen Ak Parti rüzgârıyla tahrik olmamaya çalışmanın âlemi var mı? İşin özeti şu ki; Arap âlemi âlemin kralı kimmiş, yaşanan Bahar havası sonrasında görmeye başlıyor. 15 EYLÜL: Müthiş bir mesaj veriyor Kahire’de Piramitler ötesi Başbakanımız, ne diyor: “Müslümanım ama laik değilim. Fakat laik bir ülkenin başbakanıyım!” Yaaani laik bir ülkenin başbakanı olmak için laik olmak zorunda değilsin. Yok böyle bir zorunluluk. Laik beyler, bayanlar! Laiklik dediğiniz naneyi ters köşeye yatırmak buna derler. Eski futbolcu başbakanımız tersten çakıyor Mısır ağlarına golü! Laik gözük ama dinini hayatın merkezinde yaşa! İşte budur beeee! Piramitlere Bülent Arınç gibi sarılıp ağlamak istiyorum. 16 EYLÜL: Türkiye Arap âlemine model olma yolunda diye yazıyor dünya medyası. Şimdi bazı art (yani sanat) niyetliler çıkıp: “Zaten modeliz ama NATO ve ABD mağazasının vitrinindeki cansız modeliz!” filan diyecekler ama demode kafalar ne derlerse desinler son model bir Türkiye var! İran’a kalkanlı, Suriye’ye posta, İsrail’e atak, Mısır’a yatak atan müthiş bir karışım, yeme de yanında yat derim:)) CİHAN DEMİRCİ 12 Eylül “Şükran Günü” olmalı! 11 EYLÜL: NATO’nun füze kalkanlarının yerleştirileceği yerin belli olmasının mutluluğu sardı içimi! Tam da 11 Eylül günü İkiz Kuleleri anımsarken, Malatya’ya yerleştirilecek füze kalkanları geliyor gözümün önüne. Kalkanı yerleştirmek gerekir diye bir kural olduğundan habersiz, dışarıda kalabilen son muhalifler gene tantana edecekler. Neden Malatya diye? Biliyorum şimdi; kayısıya zararı olur mu diye çıkacak bütün gürültü. Kardeşim kayısının belki yaşından çok biraz “kuru”su öne çıkar bu kalkanlardan sonra, ne fark eder. “Tuzu kuru kayısı” diye yeni bir ürün bile bekliyorum ben. 12 EYLÜL: 31 yıl oldu demeyin! Çünkü 12 Eylül’ün kaderi de Ak Parti sayesinde değişti. Ak Partiye sarılmış yeni kuşaklar 12 Eylül’ü 1980 darbesinden çok 12 Eylül 2010’daki anayasa referandumuyla hatırlayacaklar. Ak Partinin olağanüstü zeki hamlesiyle 12 Eylül bundan böyle Yeni Anayasanın onaylanma günü olarak “Yüzde 58 Günü” olarak kutlanmalı. Biat etmiş bir kalem olarak bu günün artık “Şükran Günü” tarzı bir gün olarak kutlanmasını öneriyorum. 14 EYLÜL: Piramitlerden yüce Başba VUR KAÇ PKK’ye İsrail de yardım edecekmiş. AKP’den sonra İsrail de Kürt açılımı yapmaya başladı galiba… Kaçak elektrik bedelini normal vatandaşa ödettiriyorlar. Normaldir! Silivri’de, Hasdal’da, Metris’te de asıl suçluların yerine de aydınlar bedel ödüyor. Gülhan ELMAS TAR H YEN DEN YAZILACAK! Çivi yazısının mucidinin, MÖ 536 yılında Orta Asya steplerinde yaşamış olan Mengüç Han adlı nalbur olduğu ortaya çktı. Çivi yazısının, ilk atasözü 'Çivi, çiviyi söker’ olduğu da anlaşıldı. Yazıların paslanmaması da, kafalarda birçok soru işareti bıraktı. İnsanoğlu, ne zaman 10'luk inşaat çivisine geçti, yazın hayatı bitti. Ve ardından emlak sektörü patladı. Bizler ‘şaşaalı’ bir dönem yaşarken, Batı ise ‘iğne’ ile kuyu kazıyordu. Ne yazık ki, bu altın çağ aşırı yağışlar sonunda husule gelen ‘pas vebası’ salgınıyla son buldu. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle