19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 17 AĞUSTOS 2011 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yıldönümünde KocaeliMarmara Depremi Anayasa Aldatmacası GÜLE oynaya ve büyük umutlarla “yeni” anayasa yapmaya giden bir toplum izlenimi verilmekte. Bayram havası estirilmek isteniyor. Oysa, büyük bir aldanışın eşiğinde de olabiliriz. Her şeyden önce, ortaya konan yeni bir anayasa gereksinimi pek inandırıcı değil. İktidar çoğunluğunun başlangıçtan beri sürekli çabalarla oluşturduğu böyle bir gereksinim acaba gerçek ve zorunlu nedenlere mi dayanmaktadır? Yoksa iktidar sahiplerinin ve en başta Başbakan’ın kendi isteklerine, niyetlerine ve hesaplarına dayalı bir planla mı karşı karşıyayız? Ayrıca, o plana içten ve dıştan eklenen başka istekler, niyetler ve hesaplar da yok mu? Örneğin, yeryüzünün kritik bir coğrafyasında en yok edici hainlikleri yenerek kurulan ve büyük çıkar girişimlerini altüst eden gürbüz bir cumhuriyeti dayandığı evrensel ilkelerden uzaklaştırarak tek adamın kafasındaki boş hayallerin peşine takmak? Ulus kavramını yok etmek ve sözde yeni ama özde köhne ortaçağ kokulu etnik kavgaların girdabına sürüklemek gibi? şırı kuşkuculuk mu? Gereksiz ürkeklik mi? İnsanların iyiniyetine inanmamak mı? Hayır, öyle değil. Yakın geçmişin derslerinden, özgürlük ve ileri demokrasi adına yapılmış anayasa değişiklerinin ters sonuçlarından, hukuk ve adalet adına yürütülen uygulamaların olumsuz etkilerinden, askersivil ilişkilerinde yaratılan kritik gerilimden, verimli yönetim sağlamak üzere çıkarılmış yetki yasalarının yarattığı kargaşadan kaynaklanan doğal, basit, hiç de şaşırtıcı yanı olmayan, insanca bir duraksama. Üzülerek belirtmek gerekiyor ki, iktidar sahiplerinin anayasa değiştirme, hukuk reformu yapma, adaletli düzen kurma karneleri pek parlak değil. “Şaibe” denmese bile, yine de AKP’nin merkezî ve yerel yönetimlerdeki hizmet başarılarına gölge düşüren bir güvensizlik var. tnik haklara kavuşma beklentisiyle yeni anayasa heyecanına kapılanlar da ortalıkta dolaşırken böyle bir girişim için bayram havası estirmek ve hele o havaya katılıp oynamak niye? Hızlı ve çarpık kentleşme, gecekondulaşma, plansızlık ve denetimsizlik Türkiye’nin alın yazısıdır. Yerel ve genel yönetimlerin oy kaygıları içinde verdikleri ödünlerle onulmaz yaralar açılmıştır. Ödüncülük giderilerek, çıkarcı politikaların yerini bilimsellik almalıdır. Olay yerine hızlı ulaşım ve müdahale senaryoları ayrıntılı şekilde hazırlanmalıdır. Deprem sigortasının uygulanabilirliği sağlanmalıdır. Jülide KÖROĞLU JeomorfologEğitimci 2 A 7 Aralık 1939 tarihli “Erzincan” depremi; 52 saniye süreli, yüzey dalga büyüklüğü 7.9 olan ve 32 bin 962 yurttaşımızı yaşamdan ayıran, 100 bin yaralıyla Cumhuriyet döneminin büyük felaketidir. Belleklerde kalan iki Erzincan deprem fotoğrafı ise ilgi çekicidir. İlkinde, 116 bin 720 yıkık bina yanında, sağlam yapı olarak görülen Erzincan Halkevi’dir. Rejimin kültür simgelerinden Halkevi, dimdik ayakta durmaktadır. Çünkü Cumhuriyet, deprem ülkesi olmanın bilinciyle dayanıklı binaların yapılmasını denetleyen tutum takınmıştır. Yıkılmayan devlet binası, bu anlayışın simgesidir. İkinci fotoğraf, Cumhurbaşkanı İnönü’ye; ıstırap ama güvenle yaslanan bir kadını göstermektedir. Yurttaşın tavrında, devleti temsil eden İsmet İnönü’nün kişiliğinde bu facianın ancak devlet kudretiyle çözülebileceği inancı yansımaktadır. 1939 yılından 60 yıl sonraki 1999 Marmara ve dünya ölçeğinde karşılaşılan depremlerin neden ve sonuçları üzerinde yapılan irdelemeler; tehlike veri ve bildirimlerine karşın aldırışsız kalan, doğayı tahrip ederek güçsüz kılan insanoğlunun yanlışlıklarını göstermektedir. Silah denemeleriyle dirençsiz toprak altları oluşturmak, deniz, göl ve akarsuları, toprak ve havayı kirletmek de insanlığın işidir. Ozon tabakası delinmiş, ekosistem bozulmuştur. Türkiye, dünyadaki büyük deprem kuşaklarından “AlpHimalaya” üzerindedir. Depremler ülkemizde Avrasya ve Afrika kıtaları arasındaki tektonik süreçlere bağlı olarak oluşan diri faylar boyuncadır. Anadolu’nun yer aldığı levha, Avrasya’nın dar bölümüdür. Ülke yüzölçümünün yüzde 60’lık kısmı faal, yüzde 42’lik parçası da birinci derece deprem kuşağındadır. Gölcük kaynaklı 17 Ağustos 1999 Marmara depremi; 45 saniye süreli ve 7.4 büyüklükteki etkiyle 18 bin 243 kişinin canına mal olmuştur. 48 bin 953 yaralı vardır. Hasarın saptanmasının güç olduğu deprem, 150 km. uzunluğunda yüzey kırığı oluşturmuştur. Marmara kıyılarında deniz, 100 m. karaya girmiştir. İzmit Körfezi’nden BoluDüzce havzasına doğru uzanan Kuzey Anadolu Fay Zonu’nun yüzey kırık segmentleri 4 m. yer değiştirmiştir. Deprem, başta Kocaeli olmak üzere Sakarya, BoluDüzce, Yalova, İstanbul, Bursa ve Eskişehir illerini kapsamıştır. raklarken, haberleşme kaynakları da işlevlerini yitirmiştir. Ailelerin parçalanması, ruhsal bozukluklar, enkaz kaldırma ve inşaat için uzak yörelerden gelerek yerleşenlerle uyumsuzluk ve medya haberlerinin verdiği gerginlikler gözlenmiştir. Marmara l999 depremi üzerindeki yüksek lisans tezimizin hazırlık safhası, l yılı aşkın sürmüştür. Yerel ve genel yönetimlerden görevlilerle, bilim adamları, basın ve mimari kaynak yetkilileriyle görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Buna göre; öncelikle sağlıklı “imar planları” yapılması gelmektedir. “Makro bölgelendirme” projeleri tamamlanmalıdır. Yerel zemin yapılarına bağlı eş ivme, eş şiddet ve deprem tehlikeleri haritaları üretilmelidir. Çılgınlığa Gerek Yok... Prof.Dr. K. Erçin KASAPOĞLU HÜ Doğal Afetler Araştırma ve Uygulama Merkezi (HÜDAM) Müdürü Eğitimli kamu görevlileri Bölgede alınacak kayıtlarla, depremin maksimum ivmesi ve kuvvetli yer eylem süreci görülebilir. Topografik ve sıvılaşma etkisi belirlenebilir. Deprem dalgasının uzaklıkla olan ilişkisi saptanabileceği gibi, güvenli istatistiklere sahip duruma gelinebilir. Ağır hasar mevkilerinin kent planlamalarında yeşil alanlara çevrilmesi kesin bir zorunluluk taşımalıdır. Hasar saptamalarında; az ve orta hasarlı binalar birbirlerine karıştırılmıştır. Eleştirilen ehliyetsiz bakanlık elemanları yerine, eğitimli kamu görevlileri gerekmektedir. Hızlı ve çarpık kentleşme, gecekondulaşma, plansızlık ve denetimsizlik Türkiye’nin alın yazısıdır. Yerel ve genel yönetimlerin oy kaygıları içinde verdikleri ödünlerle onulmaz yaralar açılmıştır. Ödüncülük giderilerek, çıkarcı politikaların yerini bilimsellik almalıdır. Olay yerine hızlı ulaşım ve müdahale senaryoları ayrıntılı şekilde hazırlanmalıdır. Deprem sigortasının uygulanabilirliği sağlanmalıdır. Devletin; nüfus artışı, göçler, bölgeler arası dengeler ve yerleşim ilkelerinden elde edilecek verilere bağlı bir “ulusal strateji” belirlemesi gerekmektedir. Sadece “yaraları sarma” söz konusu olamaz. Bu, olsa olsa “kadercilik” olur. “Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir” diyen Atatürk, ne dereceye kadar izlenmiştir? Türk halkı, bilimden yana nesnel devlet siyasetlerine gereksinim içindedir. stanbul Boğazı’nın yanına yeni bir kanal açmak ve bu kanalın iki tarafında yeni kentler inşa etmek gibi milyarlarca dolarlık çılgın projeler peşinde koşan AKP hükümeti, 25 bin yurttaşımızın yaşamını yitirdiği ve ülkemizin 40 milyar dolarlık ekonomik kayba uğradığı 17 Ağustos 1999 Doğu Marmara depremini ve depremlerle mücadeleyi çoktan unutmuş gibi görünüyor. Nitekim 12 Haziran 2001 genel seçimlerinden sonra yeni kurulan üçücü AKP hükümetinin programında depremlerle mücadele adına bir tek satır bile bulunmamaktadır. Oysa, sismotektonik konumu itibarıyla dünyanın iki büyük deprem kuşağından biri olan AlpHimalaya Deprem Kuşağı üzerinde bulunan, yüzölçümünün yüzde 96’sı, nüfusunun yüzde 98’i deprem riski altında olan ve hemen her yıl yaşanan bir büyük depremle maddi ve manevi ciddi sosyal ve ekonomik kayıplarına uğrayan Türkiye’de “depremlerle mücadele”, terörle mücadeleden sonra ikinci en önemli gündem konusu olmalıdır. İ Ekonomik kayıplar Türkiye’nin depremler nedeniyle her yıl uğradığı ekonomik kayıpları istatistiksel olarak ortaya koyan bir veri tabanı, bugüne dek ne yazık ki oluşturulamamıştır. Oysa, Türkiye gibi deprem bölgesi olan başka gelişmiş ülkeler, örneğin ABD, Japonya, İsviçre, İtalya ve İspanya, bu tür istatistikleri 1950’li yıllardan bu yana oluşturmuşlar ve her yıl, deprem nedeniyle uğradıkları ekonomik kayıp kadar mali kaynağı, depremle ilgili bilimsel çalışmalar, araştırma ve uygulama projeleri için, bütçelerine koyarak, elli yıl önce 5060 milyar dolar olan ekonomik kayıplarını, bugün 12 milyar dolar düzeyine indirebilmişlerdir. Türkiye ise, depremlerden bu kadar büyük zarar gören bir ülke olmasına karşın, depremle ilgili projelere bugüne dek hiç kaynak ayırmadığı gibi, yıllarca ‘afet fonu’ adı altında değişik yollarla topladığı vergileri de başka amaçlarla kullanmış ve 17 Ağustos 1999 depremi sonrasında afet fonunda yalnızca 500 bin TL bulunduğu ifade edilmiştir. ağışlanamaz suçlar ve deprem: Canlı varlıkların fiziksel ve kimyasal anlamda etkilendikleri ortam, yaşamdır. Bu ortam ise cansızlarla birlikte “çevre” olgusunu yansıtır. Canlı ve cansızların kendi aralarında ve fiziksel çevreleriyle ilişkileri sağlıklı gelişmelere izin veriyorsa, doğal (ekolojik) denge sağlanmış demektir. Ama çevreyle bilinçsizce oynayan insan, doğal dengeyi bozmaktadır. Yaşam sürdürülen coğrafyaya karşı bağışlanamaz “çevre katliamları” insanlarca düzenlenmektedir. Nehir yataklarında evler kuran veya çıkarsal doymazlıkla ormanlara saldıran ya da kalitesiz barınaklar inşa eden, zehirli atıklar saçan yine insanlardır. B Sorun ve öneriler: Depremde mevcut su sisteminin arıza görmesi, arıtma ünitelerinin onarılamayacak şekle dönüşmesi, su temin ağının zararla karşılaşması ve kaynakların yetersizliği görülmüştür. Atık sular, sivrisinek, böcek gibi hastalık yapan faktörlerin yüzeysel ve yeraltı su kirlenmeleri, çöplerin toplanması başlıca konular olmuştur. Gölcük’e bağlı ‘AKSA’ fabrikasının zarara uğramasıyla “akrilonitril” adı verilen kimyasal madde, kitlesel zehirlenmeler yaratmıştır. ‘TÜPRAŞ’ yangını, tehlikeli kimyasal atıklar yaymıştır. Tarihsel miras zedelenerek yüzyılların uygarlıkları zarar görmüştür. Yolların yetersiz kalmasıyla birlikte ulaşım du Sonuç: E Çağ dışı politikalar Bu durumun en önemli nedeni, hiç kuşkusuz, Türkiye’de bugüne dek gelmiş geçmiş tüm hükümetlerin depremlerle mücadele konusuna olan yanlış yaklaşımları ve yıllardır uygulamakta olduğu çağdışı politikadır. Bu politika, deprem olmadan önce yapılacak çalışmalar ve alınacak önlemlerle, olası bir depremin oluşturabileceği zararların en düşük düzeyde tutulması yerine; deprem olduktan sonra, oluşan zararın devlet tarafından karşılanmasını öngören ‘yara sarma politikası’dır. Bu politika ile deprem bölgelerinde oluşan ekonomik değer pirimi sürekli devlet tarafından ödenen bir tür sigorta kapsamına alınmış olmaktadır. Dalyan’da Yaralı Kaplumbağalar Erdal ATICI alyan; doğal ve tarihi güzelliklerinin yanında, soyu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan caretta caretta kaplumbağalarının yumurtalarını sahillerine bıraktığı ünlü bir tatil beldemiz. Geçen ay, yaz dinlencesi için gittiğim beldenin girişinde bir levha gördüm, caretta caretta iki ayağının üstüne kalkmış, insanlara soruyordu: “Biz on bin yıldır bu sahillerde yaşıyoruz, ya siz?” Bu sözler çok anlamlı geldi bana… Levhanın altına; “Sahillerimize gitmeden önce lütfen yukarıdaki sözleri beş dakika düşünün” diye eklenilse miydi acaba? Anımsanacağı gibi, Özal iktidarı döneminde, Dalyan’ın İztuzu sahiline 1800 yataklı bir otel yapımına izin verilmiş, bu olay yurtiçinde ve dışında tüm çevrecileri ayağa kaldırmıştı. Dalyan’da otel inşaatına karşı başlatılan direniş, ülkemizde çevre bilincinin yaygınlaşması açısından ilk önemli adımlardan biri olmuştu. Bu direnişin sembollerinden biri Kaptan June idi. June, İztuzu sahilinde kendi yaptığı ilkel barakada yaşarken, kaplumbağalarla karşılaşmış, onlarla ilgili tüm bilgilere sahip olmuş, Yunanistan ve İspanya’da yaşam alanları yok olan kaplumbağaların yalnızca bu sahillere gelip yumurtladığını öğrenmişti. Otel inşaatının başlaması üzerine Kaptan June, bir kampanya başlatarak dünyanın ilgisini bu kumsala çekmişti. Deniz Som’un Cumhuriyet’te yazdığı yazılar, ODTÜ öğrencilerinin çabaları, olayın farkına varan yöre halkının kısmen desteği direnişi alevlendirmişti. Sonuçta direniş başarıya ulaşmış, Özal hükümeti geri adım atmış ve otel için verilen izin iptal edilmişti. O günden bugüne İztuzu sahili birinci derecede sit alanıdır; akşam saat sekizde sahil boşaltılmakta ve kaplumbağalar özgürce sahile çıkıp yumurtalarını bırakabilmektedir. Sahili işleten Dalyan Belediyesi sorumluluklarının farkında olarak hizmet vermektedir. İnsanlara, “Biz on bin yıldır bu sahillerde yaşıyoruz, ya siz” diye soran caretta carettalar için tehlike bitmiş midir? Önümüzdeki yüzyılı görebilecekler midir? Bu sorunun yanıtını olumlu verebilmek olanaklı değildir. Gazetemizin Muğla muhabiri Özcan Özgür’ün haberine göre; gerekli önlem alınmadığı takdirde, kaplumbağaların nesli 100 150 yıl içinde tükenebilirmiş. Carettalar için tehlike çanları çalmaya devam ediyor… Öğrencilerin sağalttığı kaplumbağaları izliyoruz çocuklarla birlikte. Tekneler parçalamış çoğunu… Ama bir tanesi var ki, görünce insanın kanını donduruyor. Kafasından zıpkınla vurulmuş! İnsan kendi kendine sormadan edemiyor. Yaşatmak için bu kadar savaşım verilen bu hayvanlara bu vahşeti yapan insan olabilir mi? D Oluşturulan fonlar Türkiye’de deprem ve diğer doğal afet yönetimi çalışmalarının tüm süreçleri için, kısa ve uzun vadede yapılması gereken etkinlikleri kapsayan, çok sayıda entegre projeler oluşturulmuş, ancak bunların büyük bir bölümü finansal kaynak sağlanamadığından amacına ulaşamamıştır. Bu bağlamda, değişik zamanlarda oluşturulan muhtelif fonlar da genel bütçe yönetimi kapsamına alınarak, amaçları dışında başka yerlerde kullanılmıştır. Bugün Türkiye’nin, her şeyden önce, doğal afet zararlarını afet öncesi süreçte alınacak önlemlerle azaltmayı temel politika olarak benimseyen, afet yönetiminin her sürecinde, gerek merkezi yönetim gerek yerel yönetimler bazında, etkili bir afet yönetimi uygulamasına olanak sağlayacak, kapsamlı ve çağdaş yeni bir Afet Yasası’na gereksinimi vardır. epreme Dayanıklı stanbul Projesi Hedefe ulaşabilmek için yapılması gereken en akılcı ve etkin yaklaşım, “Depreme Dayanıklı İstanbul” sloganı ile, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin organizatörlüğünde toplumun konu ile ilgili tüm kesimlerinin, merkezi ve yerel yönetim temsilcilerinin, ilgili meslek odalarının, sivil toplum örgütlerinin, yerli ve yabancı bilim adamlarının katılacağı ve her yıl düzenli olarak toplanacak bir uluslararası kongrenin düzenlenmesidir. İlk toplanacak kongrede öncelikle İstanbul’u olası bir büyük depreme hazır hale getirebilmek için yapılması gerekenler öncelik sırasına göre belirlenmeli; sonra, bunların hangilerinin toplumun hangi kesimleri tarafından ve nasıl yapılacağı; gerekli finansmanın nereden nasıl sağlanacağı karara bağlanmalıdır. Ertesi yıl yapılacak ikinci kongrede ise önce bir önceki kongrede yapılması planlanan işlerin hangilerinin ne kadar yapılabildiği, yapılamayanların neden yapılamadığı, bunların da yapılabilmesi için alınması gereken önlemlerin neler olabileceği, bir sonraki yılda nelerin yapılacağı tüm ayrıntıları ile tartışılıp karara bağlanmalı ve bu süreç, her yıl düzenli olarak toplanacak kongrelerde tekrarlanarak sürdürülmeli, böylece İstanbul, her geçen yıl depreme daha hazır bir duruma getirilmelidir. Tüm bunları yapabilmek için çılgınlığa gerek yok. Yalnızca siyasi irade gerekiyor. D C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle