19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 AĞUSTOS 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] EKONOMİ 13 Türkiye’de suç ekonomisinin en önemli kalemlerini fuhuş, eroin, esrar ve insan kaçakçılığı oluşturuyor 8 milyar liralık suç SMMMO’nun araştırmasına göre 2010’da 27 kalemde Türkiye’de yasadışı faaliyetlerden oluşan ciro en az 8 milyar, elde edilen net kazanç ise 3 milyar 250 milyon lira oldu. Ekonomi Sevrisi Türkiye gündeminde kaçak içki ölümleri, artan fuhuş, hırsızlık gibi olaylar sıkça tartışma masasına yatırılırken, İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın (İSMMMO) ‘Suç Ekonomisinin Türkiye Bilançosu’ adlı araştırmasına göre 2010’da 27 kalemde Türkiye’de yasadışı faaliyetlerden oluşan ciro en az 8 milyar TL. Araştırmaya göre, suç ekonomisini oluşturan; kriminal ve kaçakçılığa dayanan illegal sektörlerde, kaçak içki, fuhuş, uyuşturucu, hırsızlık, sahtecilik gibi birçok kalemdeki toplam yıllık net gelir de en az 3 milyar 250 milyon TL’yi buluyor. Araştırmaya göre, Türkiye’de 56 genelevde 3 bin kadın seks işçisi çalışıyor. Bu Ekonominin kara deliği İSMMMO Başkanı Yahya Arıkan, suç ekonomisinin temelde kayıt dışı ekonomi içinde büyüdüğüne ve bu durumun kamu düzeni açısından büyük tehlike oluşturduğuna dikkati çekerek “Ekonominin kara deliğine dönüşen, insanlarımızın canına ve malına kasteden suç ekonomisinin önüne geçmek için kolluk kuvvetlerine ve hukuk sistemimize büyük iş düşüyor” dedi. Türkiye’de 2010’da 362 bin şişe kaçak içki yakalandı. Her şişenin yarım litre olduğu kabul edilirse, bu 181 bin litre kaçak içki demek. Verilere göre bunun en az beş, ortalama on katı yakalanmadan piyasaya sunuluyor. İSMMMO’ya göre ülkemizde geçen yıl 22.5 milyon adet korsan kitap ve DVD yakalandı. Her ne kadar kitabın az okunduğu ileri sürülse de bu korsan DVD ile birlikte yakalanmayan miktar üzerinden düşünüldüğünde 450 milyon TL’ye yakın bir pazar oluşturuyor. Yüksek oranlı ÖTV’nin yarattığı bir başka pazar kaçak akaryakıt. Geçen yıl 7.6 milyon litre kaçak akaryakıt yakalandı. Hepsinin motorin olduğu varsayılsa bile 1.3 TL ÖTV ile 50 milyon TL’lik bir vergi avantajı ve en az 153 milyon TL’ye ulaşan bir pazar söz konusu. Yılda 200 bin ton çay tüketilen Türkiye’de piyasaya yılda 25 bin ton çayın kaçak olarak girdiği tahmin ediliyor. Kaçak çay yüzde 45 oranındaki gümrük vergisi kaybına yol açıyor ve yılda 205 milyon TL’lik ciroya ulaşıyor. Bir TÜB TAK Cinayeti Daha TÜBİTAK, geçen günlerde, bilimsel cinayetlerinden birini daha işledi. Lise öğrencisi, 18 yaşındaki Barış Paksoy’un matematikle ilgili bir projesini reddetti. Proje, “Ramanujan Asallarının Genelleştirilmesi” adını taşıyordu. TÜBİTAK’ın Paksoy’un projesini ret gerekçesi akıllara durgunluk verir türden: Seviye üstü bir çalışma olduğundan. Paksoy olayı, TÜBİTAK’ın onca bilimsel cinayetinden yalnızca biridir. Anımsanacağı gibi, kurum Mart 2009’da kendi yayını olan Bilim ve Teknik dergisinde ünlü Evrim kuramcısı (teorisyeni) C. Darwin ile ilgili bir bilimsel yazının yayımlanmasını yasakladı; yazıyı sansür etti. Bilimin gelişmesinde her geçen gün önemi sürekli artan Evrim Kuramı’nın yasaklanması, bu ülkenin geleceğini de karartacak bilimsel körlükten başka bir şey değildi. Yasaklarla, sansürlemelerle bilimin bağdaşmadığını bir türlü anlamayan TÜBİTAK yönetimi, geçen günlerde bir başka bilimsel cinayet daha işledi. Ünlü fizikçi Feza Gürsey’in adını taşıyan kendisine ait bir bilim merkezini fiilen kapattı. O Gürsey ki, yine bugünlerde 48. yılını kutlayan TÜBİTAK’ın ilk bilim ödüllerinden birini almış ve ömrünü bilime adamış; uluslararası pek çok ödül almış; bilim dünyasında çok önemli bir yeri olan bir bilim insanımızdı. TÜBİTAK, Gürsey Merkezi’ni kapatmakla, yalnızca bu ülkenin yetiştirdiği en önde gelen bilim insanlarından birini önemsizleştirmekle kalmıyor; gerçek bilimi de önemsizleştiriyor! Paksoy olayında, önce, neresinden bakılırsa bakılsın ret gerekçesinin tutarlı bir tarafı yoktur. Çünkü, burada, “Neye göre ya da kime göre seviye üstü” sorusu yanıtlanmıyor. Bu nokta önemli olmakla birlikte, Paksoy olayı, tıpkı Darwin ve Gürsey örneklerinde olduğu gibi, bir bilime bakış anlayışının yansımasıdır. Genç bir insana, bilimsel bir çabası konusunda senin aklın yetmez; sen bundan anlamazsın gibi bir yaklaşım, yalnızca o genci bilimden soğutmak ve uzaklaştırmakla kalmaz; diğer çocuklar ve gençler üzerinde de aynı etkiyi yaparak birikimli yıkıma neden olur. Bu genci bilimsel düşünmesinden alıkoyup, hak arama amacıyla mahkeme kapılarına göndermenin, akılla, mantıkla en ufak bir bağı olabilir mi? Kaldı ki, kuşku duymak, acaba sorusuna yanıt aramak, bilimsel çalışmaya giden yolun başıdır. Pek çok bilimsel büyük başarının ve giderek bütünüyle bilimsel ilerlemenin temelinde kuşkuculuk yatar. Ya Paksoy, böyle bir bilimsel gizilgücü (potansiyeli) taşıyorsa? Asıl bu olası bilimsel gücün TÜBİTAK’ın bu tutumuyla yok edilmesinin yol açacağı toplumsal ve bireysel kaybın matematiği ne olacak? TÜBİTAK, bu ülkenin en üst bilim ve teknoloji kurumudur. TÜBİTAK halkın vergileriyle yaşamını sürdürüyor ve halkın bilimsel geleceğini bu tür cinayetlerle yok etmekten kesinlikle kaçınması, bunu bir zorunluluk sayması gerekir. Bunu yapacak olan sorumlu, kurumun yönetimidir. Kurumu yönetmekle görevli Bilim Kurulu’nun şu sıradaki üyeleri: Prof. Dr. Nüket Yetiş (Başkan), Prof. Dr. Ahmet Ademoğlu, Prof. Dr. Hüseyin Akan, Prof. Dr. Yaman Arkun, Prof. Dr. Ömer Cebeci, Nuri Gürgür, Prof. Dr. Metin Heper, Ahmet Kula, Abdülkerim Dervişoğlu, Prof. Dr. Ahmet Mete Saatçi, Prof. Dr. Ayşe Soysal, Prof. Dr. Feridun Cahit Tanyel, Prof. Dr. İskender Yılgör’dür. Adları yazılan TÜBİTAK yöneticilerinin de çok iyi bilmesi gerekir ki; Türkiye, özellikle 12 Eylül 1980 öncesinde ve sonrasında çok sayıda bilim cinayeti yaşadı. Bu cinayetlerin olumsuzluklarını gördü; bilimsel ilerlemede çok geri kaldı. Ek olarak, bu toplum her gün çok sayıda cinayete tanık oluyor; bireysel ve toplumsal yıkımlar yaşıyor. Ancak, bir gencin bilimsel çalışmaya olan hevesini kırmak, diğerlerine göre, her bakımdan çok daha yıkıcıdır. nun dışında 15 bin civarında kayıtlı seks işçisi olduğu ileri sürülüyor. Türkiye’de yabancılardan yılda ortalama 2 bin kişi fuhuşa karıştığı için sınırdışı ediliyor. Bu rakamlar, yabancılar da dahil, tahmini 100150 bin seks işçisinin varlığı nı gösteriyor. 2010’da yakalanan 12 ton eroin baz alındığında tahmini yılda 60 ile 120 ton arasında eroin Türkiye’den kaçak olarak geçiyor. 2010’da Türkiye’de 33 bin göçmen yakalandı. Her bir göçmen için insan kaçakçıları ortalama 3 bin dolar peşin para alıyor. Türkiye’de yılda 5 milyar paket sigara satılıyor. Geçen yıl 43.5 milyon paket kaçak sigara yakalandığı düşünülürse, tahmini olarak bu pazardaki kaçakçılığın büyüklüğü 250 ile 500 milyon paket arasında. Yorgo’nun yardım isyanı: Mora’yı da mı satalım? Ekonomi Servisi Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu, ülkesine yardımla ilgili yapılan olağanüstü Brüksel zirvesinde “İnanmanız için ne yapmam gerek? Ne istiyorsunuz Mora Yarımadası’nı mı satayım” diye isyan etti. Atina’da yayımlanan To Vima gazetesi, Yunanistan’ın kurtarılması için 22 Temmuz’da Brüksel’de düzenlenen ve nihayetinde yardım paketinin onaylandığı olağanüstü zirvede yaşananların perde arkasını yazdı. Borç ödeme süresinin kısa, faizlerin yüksek, yardımın cimrice ve bakkalvari olacağının göründüğünü aktaran gazete, Papandreu’nun, Yunanistan’a verilenlerle ilgili olarak Almanya Başbakanı Angela Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve diğer liderlere “Atina’ya boş ellerle dönemem” dediğini ifade etti. Papandreu’nun konuşması sonrasında görüşmelerin başka bir yön aldığını ifade eden gazete, Marsall Planı gibi konulara yolun açıldığını yazdı. ABD’de umut ışığı yandı Ekonomi Servisi ABD’de Borçlanma sorununun çözümü için son kanlık seçimlerini geride borçlanma limiti sorununa çözüm tarih olan 2 Ağustos’a sayılı günler kala, bırakacak bir dönemi içine alacak şekilde yükbulunması yönündeki çabalar tüm hızıyla sürüyor. Borç tavanı Beyaz Saray ile Kongre liderlerinin ABD’nin seltilmesini istiyor, çüntarihinde ilk kez temerrüde düşmesini kü gelecek yılki seçim görüşmelerini yarına kadar sonlandırması gereken Beyaz Saray önleyebilecek bir anlaşma doğrultusunda kampanyası döneminde bugünküne benzer krizi ve Kongre’deki cumhuriyetçi liönemli ilerleme kaydettiği bildirildi. tekrar yaşamak istemiyor. derlerin, günlerdir süren tartışmalardan sonra bir anlaşma doğbanka battı rultusunda önemli ilerleme kayYetkililer, limitte 1 trilyon dolarlık Öte yandan, Amerikan Federal dettiği bildirildi. Gece geç saatlerde yükseltme öngören ilk aşamanın alındığı öne sürülen kararlar, hemen, ikinci aşamanın ise yılın Depozito Garantisi Ajansı ABD’nin tarihinde ilk kez temerrü ilerleyen zamanlarında yürürlüğe FDIC, ABD’de yılbaşından bu yana batan banka sayısının de düşmesini önleyebilecek bir adım gireceğini söyledi. Amerikan CNN televizyonu da an 61’e yükseldiğini bildirdi. olarak umut verdi. Amerikan haber ajansı The Asso laşma taslağının 10 yıl içinde toplam Bunlardan en önemlisi saciated Press, müzakerelere yakın bütçe açığının 2.8 trilyon dolar ci yılan, Indiana’daki 2.2 yetkililere dayandırdığı haberinde, ta varında azaltılmasını öngördüğünü milyar dolar aktifi ve 1.9 milyar dolar deraflar arasında geliştirilen planın fe bildirdi. Çalışılan planın, borçlanma limi pozitosu olan deral hükümetin borçlanma limitini iki aşamada 2.4 trilyon dolar civa tinin en az 2012’nin sonuna kadar I n t e g r a rında yükseltmeyi ve harcamalarda yükseltilmesine olanak verdiği be Bank’ın 59 da bundan biraz daha fazla bir mik lirtildi. ABD Başkanı Barack Oba şubesi bulutarda kesinti öngördüğünü belirtti. ma, borçlanma limitinin 2012 baş nuyordu. 61 Geçen hafta uluslararası medyayı izlerken, İran’ın, Suriye’den Irak’a, füze kalkanı projesinden El Kaide bağlantıları iddialarına kadar çeşitli alanlardan gelen sinyaller bağlamında, bölge jeopolitiğinin ekranlarında yeniden öne çıkmaya başladığını düşündüm. rak’ı yöneten ranlı general’ ABD basını uzun süredir Irak’ta ABD askerlerini öldüren patlayıcıların İran’dan geldiğini ileri sürüyordu. Haziran ayında, ABD’nin Irak’taki askeri kayıpları birden uzun süredir görülmeyen düzeylere çıkınca bu iddialar yeniden gündeme geldi. Washington’da yayımlanan National Journal’ın ve The Guardian’ın aktardıklarına göre, haziran ayında Irak’ta öldürülen 14 ABD askerinden 12’si İran kaynaklı EFP adı verilen patlayıcılara ve IRAM olarak nitelenen havan toplarına hedef olmuşlar. Irak’taki ABD askeri görevlileri, 2010 yılının ikinci yarısında hiç bu tür saldırı gerçekleşmemişken, 2011 yılının ilk altı ayında saldırılarda belirgin bir artış olduğuna dikkat çekiyorlar. The National Journal yazarı, “Irak’tan çıkma” tartışmaları sürerken, ABD’nin ülkedeki etkisi zayıflarken, İran’ın etkisinin artmakta olduğuna dikkat çekiyor. Martin Chulov’un, The Guardian için Bağdat’tan gönderdiği bir araştırma yazısına göre, Irak’ın yönetimi çoktan, perde arkasından ipleri çeken, Kasım Süleyman adında bir İranlı generalin eline geçmiş. İran’ın doğrudan “Yüce Lider” Hamaney’e bağlı olan elit silahlı birlikleri El Quds Kuvvetleri’nin komutanı olan Süleyman, 2008 yılında, ABD ve ‘I Irak ordusu, Şii milislerle savaşırken, General Petreaus’a bir tekst mesajı göndererek, İran’ın, Irak, Gazze, Lübnan işlerinden kendisinin sorumlu olduğunu haber vermiş. İran’ın Ulusal Güvenlik Bakanı Mowaffak el Rubai’ye göre, General Süleyman bugün Irak’taki en güçlü adammış. Irak’ın üç başbakan yardımcısından biri, Salih el Mutlak, Süleyman için “O gücünü Hamaney’den alıyor, Ahmedinejad’a bile hesap vermek zorunda değil” diyor. Chulov, bir üst düzey ABD görevlisinin Süleyman için “O adeta Kayser Söze Olağan Şüpheliler filmindeki esrarengiz ama o kadar da acımasız gangstergibi biri” dediğini aktardıktan sonra, Başbakan Nuri el Maliki’nin yakın çevresinin düzenli olarak General’le görüştüğünü, Irak yönetimindeki politikacıların General’den çok korktuğunu ekliyor. Süleyman geçen yıl Şam’da, yeni Irak hükümetini oluşturma çalışmaları sürerken, Türkiye, Suriye, İran ve Hizbullah temsilcilerinin katıldığı toplantıda herkesi, El Maliki’nin yeniden başbakan yapılması konusunda ikna etmiş. Irak Parlamentosu’ndaki Kürt temsilcilerden Mahmud Osman’a göre, “bugün Irak’ta alınan her kararın arkasındaki anahtar isim General Kasım Süleyman’dır” (The Guardian, 28/07/11). ABD’nin bu General’le sorunu yalnızca Irak’la sınırlı değil. ABD gazeteleri, Suriye içindeki ve dışındaki kaynaklara dayanarak, General’in emrindeki Quds Kuvvetleri’nin, Suriye’de ‘İran Cephesinde’ Yeni Bir Şey mi Var? ayaklanmayı bastırma konusunda Esad yönetimine yardımcı olduğunu, diğer bir deyişle İran’ın, Suriye’nin içişlerine doğrudan karıştığını ileri sürüyorlar. Jarusalem Post’ta geçen hafta, General Süleyman’ın “portföyünde” olduğu kolaylıkla varsayılabilecek Hizbullah’ın, Suriye muhalefetinin kimi sözcülerinin, “isyanı bastırması için hükümete yardım ediyor” suçlamasına şiddetle itiraz ettiğini aktarıyordu. Hizbullah sözcüsü, bu suçlamalar için “siyasi amaçlı ve asılsızdır” demiş. ABD yönetimi İran’ın bölgedeki etkisini kırmak, nükleer enerji/silah programını engellemek istiyor; bu bağlamda, İran’ın nükleer çalışmalarını sabote eden bilgisayar virüslerinin yanı sıra, yakın zamanda bir nükleer fizikçinin öldürülmesi gibi gizli operasyonlar düzenliyor. Ama daha açık bir müdahale söz konusu olduğunda ABD, müttefiklerinin ve dünya kamuoyunun desteğini alamadığı için adım atamıyor. Geçen hafta ABD’nin, İran’ın El Kaide’ye yardım ettiğini ileri sürmesi, bu alanda yeni bir sürecin El Kaide ran’da başlamış olabileceğini düşündürüyordu. The Wall Street Journal’ın aktardığına göre, ABD Hazine İdaresi, geçen perşembe günü, El Kaide’nin kaynak transferi işleri için İran’da yerleşik üyelerinden yararlandığını gösteren bilgileri açıklamış. Böylece ABD, İran’ı ilk kez ve resmi olarak doğrudan terörizmle işbirliği yapmakla suçlamış oldu. ABD yetkilileri, Şii İran’ın, Sünni El Kaide ile işbirliği yapmasının arkasında, ABD’yi bölgeden çıkarma hesaplarının olduğunu söylüyorlar. Saddam’ın ne nükleer enerji programı vardı ne nükleer silah yapma programı. Saddam’ın El Kaide ile ilişkisi yoktu. Ama ABD kitle imha silahları ve El Kaide ilişkisi iddiaları üzerinden, bunları kanıtlamaya gerek duymadan Irak’a savaş açtı. Bugün, İran’ın nükleer enerji ve büyük olasılıkla da nükleer silah programı var. ABD Hazine İdaresi’nin El Kaide ilişkisi iddiaları, kimi isimler ve hesaplara ilişkin verilerle desteklendiğinden oldukça ciddi görünüyor. Acaba bu sürecin sonucu ne olacak diye düşünürken, gözüme Novosti Press’in “ABD’nin füze kalkanı, İran’a yapılacak bir saldırının ön adımlarından birini oluşturuyor” başlıklı haberi takıldı. Novosti Press’in aktardığına göre, Rusya’nın NATO’daki temsilcisi Dimitry Rogozin, perşembe günü yaptığı bir açıklamada, “Füze savunma sistemi tümüyle savunmaya yönelik değil, Rusya’da ve birçok ülkede, çok sayıda uzman kurulacak bir Avrupa füze savunma sisteminin, İran’a yapılacak bir saldırıyı hazırlamanın gerekçesi olabileceğine inanıyor” diyormuş. Bu savunma sisteminin ayaklarından birinin Türkiye’ye kurulması olasılığını düşününce de akla ister istemez Türkiyeİran ilişkilerindeki son gelişmeler geliyor. Bu iki ülke aralarındaki dostluğu korumaya özen göstermeye devam etseler de, Suriye krizi bağlamında giderek farklı saflarda yer almaya başlamış gibi görünüyorlar. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun 11 Temmuz’da gerçekleşen İran ziyaretinin ardından, 18 Temmuz’da İran Devrim Muhafızları’nın yayın organı Sobesadegh gazetesinde yer alan bir yorum, tarafların Suriye sorununa yaklaşımlarındaki farkı çok açık bir biçimde sergiliyordu. İran yönetimi Suriye’deki rejimi, Arap baharıyla devrilen “ABD yanlısı rejimlerin” aksine “direniş cephesinin bir parçası olarak görüyor, ayaklanmanın arkasında da ABD, Siyonist parmağı olduğuna” inanıyor. Sobesadegh’in yorumuna göre “Türkiye Suriye’de çok olumsuz bir politika izliyor; Suriye muhalefetine giden silahların sınırlarından geçmesine izin veriyor”. Sobesadegh, “Eğer Türkiye Suriye karşıtı politikalarında ısrar ederse, İran, Suriye ile Türkiye arasında bir seçim yapmak zorunda kalacak” diyor ve “o zaman da İran’ın Suriye’yi seçeceğini” ileri sürüyor. (Wahied Wahdat – Hagh, European Foundation for Democracy, Brüksel, 28/07/11) Özetle; geçen hafta rastladığım kimi veriler, bana İran’a yönelik bir askeri, müdahale olasılığının güçlenmekte, bu müdahalede ABD’ye yardımcı olabilecek bir cephenin şekillenmekte olduğunu düşündürdü. BAŞKENT DOĞALGAZ hale şartları kolaylaştırıldı ANKARA (AA) Başkent Doğalgaz’ın yüzde 80 hissesinin satış yöntemiyle özelleştirmesinde, ihale şartlarında da yatırımcıya kolaylıklar getirildi. Başkent Doğalgaz’da 26 Temmuz Salı günü ilana çıkan Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, yeni ihale sürecinde, 2010’da yapılan ve iptal edilen ihaleye göre bazı farklılaştırmalar yaptı. Yatırımcılara, ihale bedelinin yüzde 50’si peşin, yüzde 50’si 2 yıl sonra olmak üzere vadeli ödeme opsiyonu getirildi. Ankara Büyükşehir Belediyesi ile bir borç protokolü yapılırken Baymina Doğalgaz Yakıtlı Kombine Çevrim Santralı’nın devir sorunu çözümlendi. Baymina ve hastane, üniversite, sanayi tesisi gibi 25 serbest tüketicinin abone portföyüne eklenmesiyle Başkent Doğalgaz’ın dağıtım hacmi 1.3 milyar metreküp arttırıldı. Ağustosta yeni tarifeleri açıklayacak olan EPDK, Başkent Doğalgaz’da tüm abone grupları için tarifeleri 31 Ağustos 2017’ye kadar sabitledi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle