25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
AYDINLANMA B LGES N ÖZLEMLE ANIYORUZ Savaş, ister gerilla türünden olsun, ister klasik savaş koşullarında uygulansın. Anadolu’da Kürt sorununu çözmeye yararlı bir araç değildir; insanların kuşaklar boyunca kırımına yol açılsa bile, çıkış yolu yok... 2000 yılına doğru yol alan dünyamızda, demokrasi içinde çözümlenebilecek sorunları terörle, savaşla, cinayetle çözmeye yönelen kişi insanlaşma sürecinde geri kalmış insandır. (18 Eylül 1992 tarihli yazısından) O Pencere’nin Işığı Aranıyor ŞAK R BALKI Yunus Nadi, Nadir Nadi, İlhan Selçuk; üç dönemin tanığı üç başyazar... Aydınlanmacı yazar İlhan Selçuk, bir yıl önce 21 Haziran 2010 günü hayata veda etmişti. Bir iki gün sonra, Hacı Bektaş’ın o gizemli, insancıl (hümanist) dünyasına uğurlanmıştı. O, dostları, okurları ve Türk basını için önemli bir kayıptı. Pencere’nin o ışığı aranıyor ve özleniyor. Yaşlılığın ve yorgunluğunun doruğundayken, sabahın şafağı daha sökmeden, kanlı katillere bile reva görülmeyen, o kapkara faşizmin o korkunç ve dehşet verici yüzü, bu aydınlıkçı yazarı tutuklayıp götürmüştü. İnsanlık, tarih ve o etik değerler bu olayı, bu örtülü faşizmi hiçbir zaman affetmeyecektir. Çünkü bu “tevkifat” olayının içeriği, ona yapılan bu baskın, gerekçeler ne olursa olsun, bu değerli düşün adamını ortadan yok etmek senaryosuydu. Bu kurgu, ne hukuk ve ne de insanlık açısından asla kabul edilemezdi. O eski Babıâli Babıâli’de 46 ya da 50 yıl yazmak? Ama o eski Babıâli artık kalmamış olsa da, onun o gizemli, tarihsel, anısal esintileri ve bu “Yokuş”; yazarımızın da hayatının belleğine kazınmıştır hiç kuşkusuz. Bir yazar ve yazarlar için asla unutulması mümkün olmayan bir dünyadır burası, Babıâli.. Yarım yüzyıl boyunca burada yazılar yazar ve düşünceler yansıtır. Ama o, kalemini rüzgârlara ve o malum esintilere göre asla kullanmaz. O, bu konuda çok hassas ve duyarlıdır. Çünkü onun için en önemli husus, yazarlığın o etiksel değerleridir. İnsanların kaderinde kimi fiziksel ve düşünsel değişimler olabilir; ama bu, o düşünce evreninin tümünü kapsıyorsa bu durum, hele o transferlere de dönükse; ne olursa olsun böyle bir “değişim”, etiksel ve yazarlık onuru açısından asla kabul görmez. Evet, hem bir gazeteyi, o dış odaklara (şer) karşı korumak ve bu uğurda savaş vermek; 46 yıl boyunca da yazmak? Beri yanda da Babıâli’nin o malum kaygan yokuşunda tutunmak, tutunabilmek hiç de kolay olmasa gerek. Hele o “Fikri namus”undan da asla ödün vermeden? Evet, eskiler böylelerine, “Kalem sahibi bir adam” derlerdi. Yazmak uğraşı Bu medya cehenneminde, her şeyin ucuzladığı, basitleştiği, şımarıklaştığı, yozlaştığı bir dönemde; bu köşe yazarlığı enflasyonu da sürüp giderken; “yazar” olmanın onu runu, saygınlığını korumak; Babıâli’nin o acayip esintili, karmaşık dünyasında çok az yazara nasip olmuştur. Selçuk yarım yüz yıldır, tüm yazılarında Türk dilini bir oya gibi işleyerek buralara dek gelmiştir. O, en çetin ve karmaşık konuları bile, o duru ve yalın diliyle yorumlayarak, onlara çarpıcı eleştirel boyutlar da katarak her gün okurlarının karşısına çıkıyordu. Onun yazış tarzındaki bu zenginlik, dilimize olan saygısından kaynaklandığı gibi, o yoğun birikimlerinden, deneyimlerinden, o derinlikli kültüründen de kaynaklanmaktaydı. “Mesleğe ‘Babıâli’de başladım ben, ‘Bizim Yokuş’ dediğimiz yerde toplanmıştı gazeteler, dergiler, matbaalar... Artık Babıâli yok.. Dağıldık...” Onun ilk “Pencere” yazısının adı “Başlangıç”tı. O takvim yaprağı da, 8 Nisan 1962’yi gösteriyordu. Şöyle devam ediyordu yazı: “Başlangıçta her şey kelam idi” der Mukaddes kitap’lardan birinin ilk cümlesi... Kelam, yani söz... Önce söz vardı, evren söz üzerine bina edildi. Her binada pencere vardır; penceresiz bina, ya mezardır, ya sığınak!.. İkisi de hayatın değil, ölümün komşusu...” Yunus Nadi, Nadir Nadi, İlhan Selçuk ve Cumhuriyet gazetesi... Bu üç yazar; evet bu üç yazar, üç dönem ve üç geçiş; onlar bu önemli sürecin, bir “Ulus”un kuruluşunun, bu büyük maceranın tarihsel tanıklarıdır. Bir çağdaşlık/uygarlık kavgasının da.. Bu kavga hâlâ da sürüyor. Evet, 46 yıl Cumhuriyet’te yazmak ve bir okyanus feneri gibi, asla ödün vermeden ışık saçmak, düşündürücü bir durum. Bu, birçok serüveni yaşamak ve onca gerilimli durumlara da tanık olmaktır bir bakıma. Selçuk, o bu kavganın kahramanıydı. Cumhuriyet’in yaşaması ve yaşatılması için büyük kavgalar verdi. Eğer Babıâli’nin duayeni, bu savaşı yitirmiş olsaydı Cumhuriyet, o aydınlanmacı ve Atatürkçü kimliğine veda etmiş olacaktı. Yıkılmadı, yıkılmayacak da. Yazarımızın bu çalkantılı ve yoğun macerası, aslında bir Cumhuriyet romanıdır. Bunu yazacaktı ama onun yaşamına kasteden o faşizm fırtınası bu önemli romanı engellemiş oldu. Cumhuriyet’te çıkan ilk yazısını (8 Nisan 1962) şöyle noktalamıştı: “Atatürk’ün Türkiye’ye açtığı pencereden ışık düpedüz girer... Aklın ışığı!..” O ışığı ve o aklın Pencere’sini özlemle arıyor ve özlüyoruz. Kozak Yaylası’nda Bir Çınar MEHMET BAŞARAN Madra Dağları’na çıkıyoruz, Kozak Yaylası’na... Biz, dünyaya, yaşama İlhan Selçuk’un Pencere’sinden bakanlar: Aydınlanma diyoruz, korkusuz, baskısız, sömürüsüz insanca bir düzen diyoruz; boşuna yaşamı karartmaya çalışmalar... Durdurabildi mi dünyayı engizisyon yargıçları? Yiğit bir dağ Madralar, ta başından beri dikilmiş karşılarına denizden gelenlerin, geçit vermemiş yağmaya, sömürüye, talana... Çok uğraşmış, geçememiş Düveler köyünü saldırganlar. İşbirlikçi Kozak ağası da, başa çıkamamış köyün üç yiğidiyle; başlarını vurdurmuş sonunda adamlarına. Başlar düşmüş ama, dimdik ayakta kalmış gövdeler, taş kesilmişler yontu gibi. Bugün de, direnişin simgesi o Kanlı Kayalar... İlhan Selçuk ölmedi ama, hava kurşun gibi ağır: Olağanüstü mahkemeler, özel yetkili savcılar, yargıçlar... Namık Kemal, Tevfik Fikret, Nâzım Hikmet gibi, devletlerden güçlü bir aşk var İlhan Selçuk’un yüreğinde de... Ziverbey Köşkü işkenceleri, bir gece sabaha karşı evinin basılması, vurgun yemiş yüreğiyle tutuklanma, sorgulanma, söndüremez penceresinin ışığını... 1960’tan bu yana yazdığı, yönettiği Cumhuriyet gazetesi, Atatürk’ün kurduğu, YÖK’ün, yönetimlerin güdümleyemediği özerk bir bilgi yurdudur (üniversite). Aklın, bilimin, sanatın aydınlığını yayan; Aydınlanma devrimini kökleştiren; çağdaş uygarlığa giden yolu genişleten, “tam bağımsız, onurlu bir toplum” diyen bilim yurdu... “Hepimiz İlhan Selçuk’uz, İlhan Selçuk Türkiye’dir” diye sesini yükseltmedi mi insanımız, tutuklandığı duyulduğunda; nöbete girmedi mi okurları, Cumhuriyet gazetesi önünde?.. Sayrılar evinde yatsa da, halkıyla atar yüreği, “pencere”sinden duyulur insan sıcağı sesi... Boyun eğmez, başımıza çuval geçirmeye, korkular, yıldırmacalarla, yaşamı Silivri zindanına döndürmeye kalkışanlara: İmece der hep o: Dokunsak yıkılır korkunun duvarları Çıkar herkes zındanından Eşsiz dolaşımı başlar kanın Benden sana senden ona Kutsal bir imecedir yaşamak Kaz Dağı eteklerinden, körfez köylerinden, Ayvalık yöresinden, Balıkesir’den, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün yıldıramadığı ak saçlı öğretmenler, eşleri, oğulları, torunları; Atatürkçü Düşünce Derneği üyeleri, Çağdaş Yaşam Derneği üyeleri... Önde, her yana haber salan İsmail Erten Kozak Yaylası’na gidiyoruz. Bu top top çamlar, ev büyüklüğündeki koca kayalar Kuvayı Milliyecilere arka vermiş. Cephe komutanı Ali Çetinkaya, Edremit Kaymakamı Hamdi Bey, Burhaniyeli Borazan Çavuş, Çanakkale’de 2010 okkalık mermiyi sırtlayıp namluya süren Manastırlı Koca Seyit de bizimle... İşte, kirli bakışların ulaşamadığı düzlük, yarpuz kokulu çam ormanı. Az ileride, Kızıl Kayalar, doğanın direnç yontuları... İşte, her yıl ciğerlerimizi tazeleyen, yaşama gücümüzü bileyen özgürlük alanı... İşte, Onur Çınarlarımız: En başta, karşıdevrimcilerin yürekleri ne korkular salan Sabahattin Ali çınarı... Yanında, mizahıyla egemenlere ter döktüren Aziz Nesin çınarı... Sonra, tüm susanları şiiriyle “Aydın mısın” diye silkeleyen Rıfat Ilgaz çınarı... Bir de, basın tarihimizin onuru Marko Paşa çınarı... Uğultularıyla, halkımızın özgürleşme tarihini dile getirir bu çınarlar yurt boyunca... Yolcumuz, Hacıbektaş’a vardı. Suskunluk büyüyor, Türkiye oluyor... Dedem Korkut duruşlu İsmail Erten eğiliyor, kabartılmış toprağa bir yeni çınar dikiyor, tüm ormana, dağlara, Anadolu’ya “merhaba” diyen: İLHAN SELÇUK ÇINARI... Güzel sesli, aydınlık yüzlü Nail, öne çıkıyor Ahmed Arif’in Anadolu şiirini okumaya başlıyor: Öyle yıkma kendini Öyle mahzun öyle garip Nerede olursan ol İçerde dışarda derste sırada Yürü üstüne üstüne Tükür yüzüne celladın Dayan kitap ile Dayan iş ile Umut ile sevda ile düş ile Dayan... İlhan Selçuk, gayrı bir çınar, Kozak Yaylası’nda Zalimleri, işbirlikçileri, zaman yargıcının karşısına diken, seslenen tüm dünyaya, insanlığa: Bir gök böğürtlenidir benim sunduğum Evrenin uyumu tadında Kalsın bencil mutluluk kokmuş odada Özgürlük kardeşlik barış Kutsal bir imecedir yaşama. Aydınlanma bilgesi lhan Selçuk’u dördüncü boyuta uğurlayışımızın yıl dönümünde onu sevgi, özlem ve saygı ile anıyoruz. Ülfet Ertel, Ruhan Selçuk, Murat Ertel, Mehmet Benli C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle