15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 21 HAZ RAN 2011 SALI [email protected] 16 KÜLTÜR Tiyatro Baykuş ikinci yılına Sam Shepard’ın ünlü oyunu ‘Vahşi Batı’ ile girdi Amerikan ‘Batı’sının iki yüzü iyatro Baykuş, 2010 Haziran’ında Erkan Bektaş tarafından İstanbul’da kuruldu. İlk yapım, Bektaş’ın ve Evren Erler’in yorumladığı, Brezilyalı yazar Plinio Marcos’un iki erkek oyuncu için yazılmış “Gece O Kadar Kirliydi ki İkisi de Kayboldu” başlıklı oyunuydu. İkinci yılın oyunu ise “Vahşi Batı” (‘True West’). Amerikan tiyatrosunun “ağır top”larından Sam Shepard’ın ünlü oyunu, Yıldırım Türker’in Türkçesiyle ve Levent Suner’in rejisiyle sahneleniyor. Amerika’nın ‘Batı’sı iki karşıt olguyu çağrıştırır. Bir yandan, “geçmiş”te maden arayıcılarının, çiftçilerin, kovboyların cenneti olmuş, uçsuz bucaksız ilkel ‘Batı’yı, öte yandan, gelişmiş teknolojiyle bezeli, aşırı boyutlarda kentleşmiş, bireyler arasındaki “sıçan yarışı”nın amansızca sürdüğü “şimdi”nin uygar Batı’sını… Birbirinden bütünüyle kopmuş iki karşıt “Amerikalı kimliği”nin göstergeleri... Yazarın dramatik arenası “aile ortamı”dır. Tüm büyük trajedilerin üstünde yapılandığı “aile içi şiddet”, “Vahşi Batı” oyununun da belkemiğini oluşturur. Shepard, oyununda, “trajik” olanın kökeninde bulunan “aile” olgusuna, “Amerikan düşü”nün vazgeçilmez unsuru olarak öne çıkartılan “aile” olgusunu da eklemlemektedir. Oyun, birbirine karşıt konumdaki iki kardeşin buluştuğu dramatik ortamda yer alıyor. Lee, kimliğini, tıpkı babası gibi, “geçmiş”teki özgür çöl ortamındaki “ilkel” yaşam doğrultu Yaz Okumaları Yakın zamana kadar yayınevleri yaz aylarını ölü sezon sayar, yeni kitaplarını sonbaharda yayımlamayı yeğlerdi. Son birkaç yıldır yazın da iyi kitaplar sunuluyor okurlara. Okumanın belli bir mevsimi yok ama yaz tatilleri kitaplarla birlikte olmak için fırsat sayılmalı. Yeni kitapları beklemek de gerekmiyor. Günceli izlemek, piyasaya ayak uydurmak kolay değil ama tanıtım eksiği ya da raf ömrü kısalığı yüzünden okura ulaşamamış harika kitaplar var. Arada kaynayıp giden bu kitaplara internet üzerinden indirimli olarak ulaşmak mümkün. Ben bu hafta sizlere okuyup sevdiğim ve tatilde zevkle okuyabileceğinizi düşündüğüm birkaç kitaptan söz edeceğim. Önce, çağdaş dünya edebiyatının usta kalemlerinden biri olan Ian McEwan’dan iki roman: “Beton Bahçe” ve “Zamanın İzlerinde.” Beton Bahçe, bir yaz mevsiminde, blok apartmanların kıyısındaki ıssız bir bölgede, anne ve babalarını beklenmedik biçimde, arka arkaya kaybeden, en büyükleri on altı yaşındaki dört kardeşin, devlet korunmasına alınarak ayrılmamak için başvurdukları korkunç yolları konu ediyor. Yazar, otorite boşluğunun yarattığı masumiyet kaybını, sapmaları ve cinselliğin keşfini vurucu, derinlikli bir bakışla anlatıyor. “Zamanın İzlerinde” ise yetişkinlik ve çocukluk üzerine benzersiz bir roman. Üç yaşındaki kızını süpermarkette alışveriş yaparken kaybeden bir babanın altüst olan yaşamı, bu telafi edilemez kayıpla yıkılan evliliği ve çocukluğunun gizli dünyasına dönüşü okunmaya değer. McEwan’ın her iki romanı da önemli ödüller almış. Patti Smith’in, eleştirmenler tarafından 2010’un en iyi kitabı olarak gösterilen ve National Book Award’u kazanan anıbiyografi kitabı “Çoluk Çocuk”, New York’ta, altmış dokuz sonlarında tanışan iki genç, yoksul sanatçının aşk, dostluk ve yükseliş yolculuklarını aktarıyor. Şiir, rock and roll, sanat ve cinsel politikayla yüksek bir farkındalığın iç içe geçtiği bir patlayış döneminde, kendilerini yaratmaya adamış bu ikiliden Smith, şair ve müzisyen, Mapplethorne ise aykırı bir fotoğraf sanatçısı olarak zaman içinde öne çıkacaklardır. Smith, genç yaşta AIDS’ten ölen arkadaşı Mapplethorne için yürekten, şiirsel, etkileyici bir ağıt kaleme almış. Unutulmayacak, bıraktığı duygu uzun zaman silinmeyecek bir başka roman da Jim Crace’in “Ölürken”i. İkisi de zooloji uzmanı olan orta yaşlı sıradan bir çift, otuz yıl önce tanıştıkları ve ilk kez seviştikleri sahilde gezintiye çıkarlar. Nostaljiye kapılarak aynı yerde yeniden sevişmeye hazırlandıkları sırada da bir hırsızın taşlı saldırısına uğrayarak öldürülürler. Crace, geçmişle şimdi arasında gidip gelerek müstehcen bir ölüm halini, bir evliliğin anatomisi ile birlikte ve doğal, geniş bir biyolojik süreç bağlamında şaşırtıcı, büyüleyici ayrıntılarla ve olağanüstü bir dille anlatıyor. Birsen Ferahlı’nın “O Yaz”ı, bir ilk kitap ama bildiğimiz birbirine benzer öykülerden apayrı bir yerde duran, heyecan verici bir toplam. Ferahlı, öyküyü iyi bilen, özgün bir yazar. “O Yaz”, bekleyip süzülmüşlüğüyle ve olgunluğuyla zengin, doyurucu bir çalışma. Tutkuyla okunuyor. Oray Eğin’in “İmha Planı” cesur, ödünsüz bir gazetecinin medyanın teslim alınış hikâyesi içinde başarıyla çizdiği portrelerle ilginç, önemli bir kitap. Korkmak, öfkelenmek, olanları anlamak dahası Eğin’in ironik anlatımından keyif almak için kesinlikle okunmalı. Uzandığınız bir şezlongda yaz kokuları ve sesleri içinde okumak ve başka hayatlara gitmek çok güzeldir, bu zevki bilen bilir. Huzurlu yaz okumaları dilerim. Her şeye rağmen… T sunda biçimlendirmiş, Austin ise kentli annesinin değerlerini izleyerek “şimdi”nin “uygar” kimliğini benimsemiştir. Oyun süreci içinde, ters yönde kimlik değişimi çabasına giren iki kardeşin, “açmaz”larını aşma yolunda yaptıkları “seçim”ler izlenecektir. Shepard, “Amerikan düşü”nü olumsuzlayan bir aile durumu çizerken, aynı zamanda Amerikalı kimliğinin barındırdığı uzlaşmaz karşıtlıkları irdeliyor. Bunu yaparken de insan doğasının labirentlerinde dolaşıyor. Sonuç olarak da oyunları hem “çok Amerikalı” hem de “evrensel”. Oyunu izlerken, bir düzlemde Amerikalı insanın “kimlik bunalımı”nın oluşturduğu karabasana tanık oluyorsunuz, bir başka düzlemde ise insanoğlunun bilinçaltında barındırdığı şiddete… Kısacası, Lee ile Austin arasındaki amansız ça Sahnede yavaştan başlayıp gitgide yoğunlaşan “şiddet” gösterisini, yönetmen Levent Suner, tuzu kuru “Batı”nın, tuzu kuru olmayan ülkelere dayattığı “yeni dünya düzeni”nin göstergesi olarak da yorumluyor. tışmayı, çağdaş bir HabilKabil öyküsü olarak izliyorsunuz. İsterseniz, bu iki kardeşi tek bir “Amerikalı” ya da tek bir “insan” olarak kabul edin. Lee, insanın “hazza yönelik”, “vahşi” yanını simgeleyen “id”, Austin de insanı “toplumla uyumlu”, “uygar” konuma yönlendiren “süper ego” olsun. İd ve süper ego aynı bireyin psişik katmanları olarak çatışsın birbiriyle. Bu çatışma sonucunda, iç barışıklığı olan ego (ben) oluşabilecek midir? Shepard’ın yanıtı olumsuzdur. Sahnede yavaştan başlayıp gitgide yoğunlaşan “şiddet” gösterisini, yönetmen Suner, tuzu kuru “Batı”nın, tuzu kuru olmayan ülkelere dayattığı “yeni dünya düzeni”nin göstergesi olarak da yorumlamaktadır. “Vahşi Batı”nın sahne başarısı Lee ile Austin arasındaki ilişkinin görsel ve işitsel boyutta yoğunluk kazanmasına, neredeyse bir dans rit mine oturtulmasına bağlıdır. Oyunun bireysel oyunculuk gösterilerine olanak tanıyor olması ise sanatçılar için bir tuzak oluşturabilir. Bu noktada yönetmen Levent Suner’in oyuncularla yaptığı çalışma gündeme gelmektedir. Kapitalist değerlerle kuşatılmış bir ortamda “normal” insan davranışları sergilediği inancında olan Austin, Kerem Atabeyoğlu’nun doğal ve sakin oyunculuğuyla canlandırılmakta, oyun süreci içinde ise gitgide çelişkili bir kişiliğe büründürülerek uygar Amerikalı’nın “normal dışı” sayacağı bir davranış biçimi içinde debelendirilmektedir. Atabeyoğlu, Austin’i “ironik” pozisyonu içinde gerçekçi biçemde, duru bir oyunculukla yorumluyor. Burak Sergen ise Lee’yi “parodik” bir yaklaşımla çizmiş. Çünkü Lee, yolu uygar bir kentin şık bir caddesine düşmüş bir “kovboy” gibi ayrıksı (tuhaf, abartılı) bir konumdadır. Sergen, Lee’deki yorumunun gerektirdiği “grotesk”i, dizgesel (sistematik) bir bütüne ulaştırmakta, oyunun her anındaki –inceden inceye tasarlanmış duruş, bakış, jest, mimik ve hareket düzenini şaşmaz bir disiplinle uygularken, tiyatroculuktaki ustalığını gözler önüne sermektedir. Sevindirici olan, farklı kişiliklerin farklı oyunculuk biçemleriyle sunulmasına karşın, iki oyuncu arasındaki göz göze diş dişe iletişimin kıl payı dengeler gözetilerek sürmesidir. Ne ki bu dengenin şu ya da bu nedenle kurulamadığı temsiller “riskli” olabilecektir. İki kardeş arasındaki yoğun itişmenin egemen olduğu ortamda bile oyunculuğunu doğal ve sevimli kılabilen yorumuyla Levent Ulukut’un, “uygar kentli” konumundan hiçbir koşulda ödün vermeyen Anne’de Tülin Oral’ın özenli yorumlarıyla, Barış Dinçel’in gerçekçi mutfak dekoru içinde değerlenen bu Sam Shepard çalışması önümüzdeki dönemde de sürecek. Kaçırmayın. Konser iptal ama Amy stanbul’da Kültür Servisi Belgrad konserinin ardından dün akşam Maçka Küçükçiftlik Park’ta gerçekleşmesi planlanan İstanbul konserini iptal eden Amy Winehouse, konseri düzenleyen Pozitif Organizasyon’un açıklamasına göre birkaç gün daha İstanbul’da kalacak. İptal edilen konserin bilet iadeleriyse, Biletix satış kanallarında dün başladı. 18 Haziran’daki Belgrad konserinde sahneye alkollü çıkan ve performansı nedeniyle yuhalanan sanatçı, konserin hemen ardından özel uçağıyla İstanbul’a gelmesine karşın İstanbul konseriyle birlikte Avrupa turnesi kapsamındaki Atina konserini de iptal etmişti. Amy Winehouse’un İstanbul konserinin iptal gerekçesinde, “sanatçının bu konserleri gerçekleştirmeyi çok istemesine rağmen, sanatçı yönetimi ve menajeriyle beraber verdiği karar neticesinde, gösterebileceği performansın en iyisi olmadığına ve bu süreç içinde dinlenmesi gerektiğine kanaat getirildiği” ifadeleri yer almıştı. Konser biletlerinin iadesi için biletlerin Biletix satış noktalarına teslim edilmesi gerekiyor. Detaylar, Biletix çağrı merkezleri aracılığıyla öğrenilebilir. Troya Müzesi yolda Müzenin yapımının, uygulama ihalesinin açılmasının ardından 2012’de başlaması bekleniyor S BEL ÇORBACIOĞLU ÇANAKKALE Homeros’un “İlyada Destanı” ile ölümsüzleşen, yaklaşık 5 bin yıllık geçmişiyle arkeologların gözbebeği, UNESCO Dünya Miras Listesi’ndeki Troya, iki önemli gelişmeyle yeni bir döneme giriyor. Gelişmelerden ilki, yapımına bundan 15 yıl önce karar verilen ancak bugüne kadar bürokratik nedenlerle bir türlü hayata geçirilemeyen “Troya Müzesi”. Çanakkale’nin Tevfikiye köyünde yapılacak müze için Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nce düzenlenen “Troya Müzesi Ulusal Mimari Proje Yarışması” sonuçlandı. Mimar Ömer Selçuk Baz başkanlığındaki ekibin birinci olduğu yarışma sonucuyla müzenin hayata geçebilmesi için en önemli adımlardan bir tanesi atılmış oldu. Müzenin yapımına, uygulama ihalesinin açılmasının ardından 2012’nin başında başlanması bekleniyor. Yıllarca Troya’da yürüttüğü kazı ve araştırmalarla ören yerinin gelişmesinde büyük rol oynayan, 2005 yılında kaybettiğimiz Prof. Dr. Manfred Osman Korfman’ın da hayali olan müzenin kurulmasıyla, Türkiye ve dünyanın 44 ülkesine yayılan Troya buluntularının, çıkarıldıkları topraklarda ve bir arada sergilenme şansı doğmuş olacak. Ayrıca, Heinrich Schliemann’ın 1800’lü yılların sonunda yurtdışına kaçırdığı “Priamos Hazinesi”nin de evine Rüstem Aslan dönme ihtimali doğacak. 2002 yılından bu yana Siemens’in ana sponsorluğunu üstlendiği Troya kazılarının bugüne kadar yaşadığı en büyük problemin bürokrasi olduğunu söyleyen Troya Antik Kenti kazı ekibi başkan yardımcısı Rüstem Aslan, müzenin açılmasıyla bu döngünün kırılacağını ümit ediyor. Aslan’ın bir hayali de Troya aşağı kentinde olduğu düşünülen, yıllardır bulunamayan Nekropol’ün, yani toplu mezarların keşfedilmesi. Çanakkale’deki arkeolojik çalışmaları olumlu yönde etkileyecek bir diğer gelişme ise, İsviçre Bern’de yaşayan “Juker” ailesinin, “Manfred Osman Korfman Kütüphanesi”ne 10 binden fazla kitap bağışlaması oldu. 2007 yılında kütüphane haline getirilen Çanakkale Fevzipaşa Mahallesi’ndeki 100 yıllık tarihi binada kitap sayısı, bu bağışla 20 bine, dergi ve makale sayısı da 50 bine ulaştı. Dünya Müzik Günü ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) MüzikSen Genel Başkanı Mehmet Çırıka, 21 Haziran Dünya Müzik Günü nedeniyle yazılı bir açıklama yaptı. Dünya Müzik Günü’nün 1982 yılından bu yana dünya genelinde birçok ülkede kutlandığını ifade eden Çırıka, anayasanın sanatın ve sanatçının korunmasını öngören hükümlerinin önemli ölçüde kâğıt üzerinde kaldığını belirtti. Çırıka, “Devletimizin toplum yaşamını derinden etkileyen müziğin yaratıcı ve uygulayıcıları olan müzisyenlere olan ilgisi de ne yazık ki umut verici olmamaktadır” dedi. J. D. Salinger’in gerçek kimliği Kültür Servisi Hakkında çok az şey bilinen ancak çok merak edilen, kendini yalnızca yazıya, yazmaya açmış usta yazar J. D. Salinger’ın dünyasının perdeleri ilk kez gerçekten aralanıyor. Kenneth Slavenski’nin Sel Yayınları’ndan çıkan “Üzüntü, Muz Kabuğu ve J. D. Salinger” adlı kitabı, okura Salinger’ın gerçek kimliğini, yazar kimliğini anımsatmayı amaçlıyor. LET Ş M YAYINLARI’NDAN ÇIKTI Kızılkaya’dan ‘Açlığın Sofrasında’ Kültür Servisi “Ben Hâlâ Annemin Dilini Kullanamıyorum”, “Bir Dil Niye Kanar?” kitaplarının da yazarı, ayrıca Mehmed Uzun’un kitaplarını Kürtçeden Türkçeye çeviren Muhsin Kızılkaya’nın son hikâye kitabı “Açlığın Sofrasında” İletişim Yayınları’ndan çıktı. Küçük bir KürtçeTürkçe sözlük de içeren kitaptaki hikâyelerin sonunda yemek tarifleri de yer alıyor. Kızılkaya kitaptaki hikâyeler için şöyle diyor: “Hikâyeler pek iştah açıcı değilse bile, insanoğlunun birbirini yerken pek iştahlı olduğuna bir kanıt gibidir hepsi.” ‘Hamlet’ Oyuncak Müzesi’nde Kültür Servisi Shakespeare’in yaşlanmayan “Hamlet”i, Ahşap Çerçeve Kukla Tiyatrosu’nun grotesk yorumuyla İstanbul Oyuncak Müzesi’nde ziyaretçilerle buluşuyor. Yönetmenliğini Emre Tandoğan, kukla tasarımını Çağrı Yılmaz’ın yaptığı, Çağrı Yılmaz, Emre Tandoğan, Ergin Karataban’ın rol aldığı oyun yarın saat 19.30’da Ahşap Çerçeve Kukla Tiyatrosu’nda gerçekleştirilecek. Ücretsiz gösterime katılmak için rezervasyon numarası: 0216 359 45 50 51 C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle