18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
24 MART 2011 PERŞEMBE CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 17 Sömürgeci koalisyonun saldırdığı Libya’da ‘ortak tarih’imizi anımsamak gerekiyor Geçmişimizdeki ‘biz’ ve Libya 1 Kültür Bakanı’na sitem 4 3 Libya Bombalanırken... Şiir Emperyalist güçler yeniden saldırıya geçmişken, çoook eski bir oyun yeniden oynanırken, daha yeni izlediğimiz bir filmi yeniden izlerken, çevremizi ateş çemberi sarmışken, ikiyüzlülüğün bin bir yüzsüzlüğe dönüştüğüne tanıklık ederken bir 21 Mart’ı daha geride bıraktık. 21 Mart yani Dünya Şiir Günü… Yaşadığımız tüm olaylar elbet bir gün şiirde yansımasını bulacak. Ama sanki gençliğimde daha mı çabuk, daha mı tez elden yansırdı? Ya da şairler daha mı isyancıydı, daha mı tepkili, öfkeliydi? Anımsayın, ne diyordu Arthur Rimbaud, “Şiir eyleme uymaz, eylemin önünde yürür”. Yoksa, o gençlik günlerimde, ben mi daha çok şiir okur, şiir araştırır, şiir düşünürdüm?.. Doğrusu yanıtı bilemedim… Bildiğim, şu son günlerde peş peşe şiir ödülleriyle taçlandı şiirimiz. Bunların haberlerlerini bu sayfalarda okudunuz. Metin Altıok Ödülü’nü kazanan Birhan Keskin’i, AKSAV Antalya Altın Portakal Şiir Ödülü’nü kazanan Ahmet Telli’yi ve PEN Şiir Ödülü’nü kazanan Sait Maden’i canı gönülden kutluyorum. Yukarıda adı geçen şairlerimiz farklı kuşaklardan. Ortak yanları şiirlerini okuduğunuzda yüz yüze geldiğiniz sorumluluk duygusu bir de birikim zenginliği… Onları okuyarak, kendi birikimimizi çoğaltmak, zenginleşmek, bu zenginlikten sonsuz tat almak elimizde. Sait Maden’in “ŞİİRİN DİP SULARINDA” başlıklı Pen Şiir Bildirisi de işte bu çoğalmaya ve şiirin yapıcı gücüne işaret ediyordu. Bildiriyi yer sınırından kısaltarak paylaşıyorum: “Günübirlik insan için ‘söz’ soyut bir olgudur, toplumsal ilişkilerinde, dilsel alışverişlerinde kullana geldiği incecik bir zar, yapay bir kurgu. Nesneleri simgeleyen sözcükler, adlar gösterme nitelikleri dışında sadece boş birer kılıftır. Bugün bir vidanın, bir bilgisayar faresinin işlevselliği yanında sözün, sözcüğün iş görür hiçbir niteliği yok. Gülünçtür bunu beklemek ondan. Oysa gerçek ozan için ‘söz’, şiirinde kullandığı dil somut bir güçtür, tıpkı kolu, bacağı gibi vücudunun bir üyesidir. Kendine özgü bir evren kurmaya çalışır onun yardımıyla. (…) O ülkelere ayak basan kişi, bizim günlük yaşamımızda kullanageldiğimiz sözcüklerin kıskacından kurtulmuş ve yepyeni, alışılmadık seslerin dokuduğu, biçimlendirdiği o gizemli varlıklarla yüz yüze gelmiştir. Kendine özgü bir evren kurmaya başlar böylece.(…) O ülkeleri aramakla geçti bütün yaşamım. Kıyısından köşesinden ulaştığımı sanıyorum. Bu çaba ne kazandırdı bana? Birçok şey: Günlük yaşamın, sıradan yaşamın, ıvır zıvır ilişkilerin çürük ipliğiyle örülmüş yaşamın dışında, gökkuşakları, ışık yağmurları, mutluluk denen kavramı bin bir renkle süsleyip somutlaştıran bir bakış sağladı bana. Daha ne olsun!” Osmanlı’nın en önemli vilayetlerinden Libya’nın başına gelenleri en iyi yorumlayacak ülke Türkiye’dir; çünkü 1910’lardaki “emperyalizme karşı direniş”lerinde, Libyalıların yanında yer alanlar sadece Türklerdi.. Aynı yıllarda 30’una bile varmamış genç bir Osmanlı subayı olan Mustafa Kemal’in, aynı emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelemize önderlik etmesindeki ilk deneyimlerini edindiği ülke de Libya’ydı... Bu onurlu ülkenin tarihinde antikçağlara uzanan zengin geçmişini görürüz… Nil’in batısındaki Berberilere eski Mısır’da “Lebu” denirdi. Adı bu deyimden gelen Libya, Fenikeliler, Kartacalılar, Büyük İskender, Romalılar, Bizanslılar, Arapların yönetiminde yaşadıktan sonra Osmanlıyla ilk tanışması 1550’lerde Turgut Reis’le olmuştu… “Dayı” denilen Libya beylerinin 19. yüzyıl başlarında Amerika Birleşik Devletleri’ne direnişleri ise destansıydı. 1835’te Libya’ya yeniden hâkim olan Osmanlı zayıflama dönemine girdiğinde, İtalyanların ülkeyi işgal etmesine karşı Ömer Muhtar’ın başlattığı isyan hareketi, ünlü özgürlük liderinin idam edilmesiyle bastırılmıştı. Libya’nın Kaddafi’yi yaratan yakın geçmişi ise özetle şöyledir: 2. Dünya Savaşı’nın ardından bugünkü emperyalist saldırının militanı Fransa ile İngiltere bölgeye egemen oldu. 1920’lerden sonra ülkesini İtalyanlara karşı savunan Şeyh İdris yönetimi devraldı ve Libya, BM kararıyla ancak 1951’de bağımsızlığına kavuştu. 1969’da ise Muammer Ebu Minyar AlKaddafi liderliğindeki genç subaylar Kral İdris’i devirerek “Libya Arap Sosyalist Cemahiriyesi”ni kurdu… 90’larda başlatılan ABD ambargosuna karşı “İslam sosyalizmi” denen rejimiyle liderliğini 40 yılı aşkın sürdüren “diktatör” olarak da tarihe geçti... UPSD’nin sanatçılar için hazırladığı yasa tasarısı beklemede CEREN ÇIPLAK 2 1 Atatürk Berberi kıyafetiyle. 2 Atatürk Libya’da. 3 Trablusgarp Komutanı Mustafa Kemal (1912) 4 Libyalı yurtsever Ömer Muhtar talyanlar tarafından idam edilmeden önce... arkadaşlarının Libya’da başlattıkları “bağımsızlık hareketi” artık Şeyh Ahmet Sunusi ve Ömer Muhtar tarafından sürdürülecekti.. İşte böylesi gururlu ortak bir tarihimiz olan Libya’nın bugün başına gelenleri en gerçekçi yorumlayabilecek de “biz”ler değil miyiz? Nitekim bunu düşünürken Muğla Barosu’ndan 20 Mart’ta ilan edilen “Libya Açıklaması”nı okudum. Sözün devamını, kadim dostum Baro Başkanı Av. Mustafa İlker Gürkan’a bırakmaya karar verdim. Muğla Barosu’ndan “Tarih bize öğretiyor ki, eğer Akdeniz’de bir ülke ile tarihsel bağlarımız varsa, orası önce Libya’dır... İtalyanlar tarafından işgal edildiğinde, daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderleri olacak Mustafa Kemal, Rauf Orbay, Refik Saydam, Ali Fethi Okyar, Çerkez Reşit Bey, Mim Kemal Öke, Kuşçubaşı Eşref, Nuri Conker ve daha niceleri Libya’ya koşmuşlardı… Osmanlı Libya’dan çekilince İtalyan işgaline karşı Senusi lider Ömer Muhtar’ın önderliğinde Libya tarihinin şanlı bir sayfası yazıldı. Hepimiz Anthony Quin’nin Ömer Muhtar’ı canlandırdığı o direnişi anlatan filmi büyük bir hayranlıkla izledik. O gün de böyle olmuştu… gökyüzünden İtalyan uçakları ölüm yağdırmışlardı. Düşen bombaları yakalamak için ellerinde çuvallarla koşan zavallı yoksul halk katledilmişti. Bu fotoğraf (resim 4) Libya Kahramanı Ömer Muhtar’ın İtalyan faşistlerince yakalandığında çekilmiş resmidir. Tek dişi kalmış canavar emperyalist Batı’nın ‘sömürdükleri’ ülke halklarına bakışıdır... Bugün de aynı anlayış sürüyor. ABD yönetimindeki Fransız ve AB koalisyonu en büyük düşman ilan ettikleri ‘El Atatürk ve Libya İtalyanlar 1912’de Fransa’nın desteğiyle Trablusgarp’a saldırınca, Osmanlı Genelkurmayı Mustafa Kemal, Enver Paşa, Fethi (Okyar), Kuşçubaşı Eşref, Yakup Cemil, Ali (Çetinkaya) gibi gönüllüleri Libyalılara destek için görevlendirmişti. “Gazeteci Şerif” kimliğiyle Libya’ya giden Mustafa Kemal, aynı dönemde Meşrutiyete karşı “Hilafeti kaldırıyorlar” diyerek isyana kalkışan dincilerle de mücadele etti. 1911’de Derne’de ve Tobruk’ta halkı silahlandırıp örgütleyerek İtalyanları bozguna uğrattı. Libya özgürlük savaşının başkomutanlığını da üstlenen Mustafa Kemal’in bu tarihsel başarısını kesintiye uğratan ise 1912’nin martında Balkan devletlerinin Osmanlı’ya savaş açmalarıydı… Balkan Savaşı sürecinde Osmanlı’nın Trablusgarp’ı İtalyanlara bırakmasıyla, Mustafa Kemal ve Kaide’ ile ittifak kurdular ‘bir deliden Libya halkını kurtarma’ya gidiyorlar… Yalan! Libya’nın petrol zenginliklerine el koymaya, işkence etmeye gidiyorlar. Vahhabilik emperyalist kökenli bir ‘istihbarat malı’dır… bunu en iyi Arabistan çöllerinde binlerce evladı sırtından vurulan biz Türkler biliriz. BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya ve Çin çekimser kalmışlar... yani yeni bir Yalta anlaşması yapılmış. Tarihlerinin kara bir lekesi, katliamların ve bir ülkeyi yağma suçunun mahcup ortakları... Herkes Bush’a lanet okuyordu, Obama’ya övgüler düzülüyordu, ne oldu? Genişletilmiş BOP yürüyor. Bütün Kuzey Akdeniz ve Ortadoğu, Irak oluyor... Modern Haçlı seferleri durmak bilmiyor. Lanet olsun emperyalizme… Lanet olsun dinselmezhep ayrımlarını bahane ederek emperyalizme hizmet edenlere, işbirlikçilere; mezhebim farklı diye ‘sureti Hakk’tan görünenlere; susanlara, görmezden gelenlere, önemsemeyenlere… Kimse susmasın… Libya’ya atılan her bomba bizim ruhumuzda patlıyor. Ağır emperyalist saldırı altında bulunan Libya halkı ile en derin dayanışma duyguları içinde olduğumuzu ilan ederiz.” Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD) tarafından güzel sanat yapıtlarının ve eser sahiplerinin desteklenmesi ve korunması hakkında bir yasa önerisi hazırlandı. Hazırlık aşaması 8 ay süren yasa önerisiyle ilgili olarak UPSD Başkanı Bedri Baykam, tasarı için görüşme istedikleri Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın aradan 1 yıl geçmesine karşın konu hakkında herhangi bir geri dönüş yapmadığını söylüyor. Baykam sitem ediyor: “Biz hâlâ bakandan görüşme günü bekliyoruz. Kanun tasarısı hazırlamak bizim işimiz değil. Normalde bunun tersi olmalıydı. Yani devletin böyle bir yasa tasarısını hazırlayıp devreye sokması gerekirdi. Oku tersine çevirdik, biz yaptık ve onlara sunduk. En azından bizi çağırıp siz bunu hazırlamışsınız ama şu nedenlerle bizce bu uygulanamaz denmeliydi. Bir sanat derneğinin üyelerinin ve profesyonel sanat kesiminin bu kadar ihtiyacı olan bir yasa tasarısının görmezden gelinmesi, emeğin yok sayılması düşündürücü!” Baykam, yasa önerisinin sanatçı haklarını ve sanatçıların neye ihtiyacı olduğunu gündeme getiren önemli ve emek harcanmış bir çalışma olduğuna değiniyor: “Sanatçıların şartlarının önünü açmaya çalışıyoruz. Hangi yasalar devreye sokulursa sanatçılar daha fazla resim satar, daha fazla maddi güç kazanır, daha fazla eserleri dünyada dolaşıma girer diye düşünerek kendi kurduğumuz komisyonla yasa tasarısı hazırladık” diyor. Baykam yasa önerisinin nasıl bir paket olduğunu da şöyle örnekliyor: “Mesela yurtdışında sergi açacak sanatçıların masraflarının yarısının devlet tarafından karşılanması gibi birçok konuda sanatçının önünü açacak, Anadolu’da sanatın yayılmasını sağlayacak, Türk sanatının dünya çağdaş sanatıyla birleşmesini hızlandıracak büyük kararları, kanun tasarılarını, önerilerini içeren bir paket.” Şiir birikimi ‘Medeni Hali: Kadın’... Kültür Servisi Evlilik düşüncesi üzerinden kadınlık hallerine değinen “Medeni Hali: Kadın” adlı oyun 30 Mart’ta saat 20.30’da Bakırköy Belediye Tiyatroları Yunus Emre Kültür Merkezi’nde sahnelenecek. Gülce Uğurlu’nun yazdığı, Yelda Baskın’ın yönettiği oyun Bakırköy Belediye Tiyatroları’nın oyun yazarlığı atölyesinde oluşturuldu. Oyunda, Elif Ürse, Gülce Uğurlu, Selen Domaç, Esra Ruşan, İpek Ayaz, Pervin Bağdat, İlkin Tüfekçi ve Pınar Tuncegil rol alıyor. (0 212 661 38 94) Sait Maden, sadece kendi yazdığı şiirlerle değil, Lorca, Baudelaire, Octavio Paz, Neruda, Aragon, Eluard, Mayakovski gibi şairlerden çevirileriyle de yaşamımızı zenginleştirdi. Sadece sözcüklerle değil, çizimleriyle de zenginleştirdi. Benim için onun bir özel yeri de, taa 70’li yıllardan başlayarak “Sanat Dergisi”ne verdiği eşsiz destektedir. Gönüllü bir nefer, incelikli, duyarlı bir “emekçi”, aydın sorumluluğunun bilincinde bir insan… İyi ki varsınız! Sonsuz teşekkürler sevgili Sait Maden. Ceyhun Atuf Kansu’yu düşünüyorum: “Şiir yazılan toplumdan asla umut kesilmez” diyordu.. Öyleyse devam… Can Yücel, “Şiir bir çalar saattir/ Dakik/ Tam zamanında çalan./ Zırvasız / Ve zartasız, zurtasız…” diyordu… Her yanda öyle çok “zarta zurta” var ki, önümüzdeki günlerde, zırvasız ve zartasız zurtasız şiire devam edeceğim. ‘Şiir yazılan toplumda…’ C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle