24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 1 MART 2011 SALI [email protected] 16 KÜLTÜR Ferhan Şensoy, Ortaoyuncular için 30 yılda 40’tan fazla oyun yazdı Katıksız bir ‘yazar tiyatrosu’ Haldun Taner’in öncülüğünü yaptığı ‘yazar tiyatrosu’ anlayışını kurumlaştıran sanatçı Ferhan Şensoy’dur. Şensoy, katıksız bir ‘yazar tiyatrosu’ olarak nitelendirilebilecek Ortaoyuncular topluluğu ile 31. yılı sürdürüyor. Topluluğun yazarı, yönetmeni, başoyuncusu, sahne tasarımcısı olarak yaman bir ‘tiyatroculuk serüveni’ne imza atmış durumda. rtaoyuncular’dan ‘İşsizler Cennete Gider’ oyununu yeni izledim. Tam 30 yıldır tiyatrosunu hem oyunlarla besleyen, hem reji yapan, bir yandan ‘yapımcı’ olarak tüm sorumlulukları üstlenmişken öte yandan oyuncu olarak hep sahnede kalan Ferhan Şensoy rekora gidiyor. Hem oyun yazarlığı, hem de tiyatroculuk tarihindeki özel yerini yıllardır koruyan Dario Fo gibi tıpkı… ‘Yazar tiyatrosu’ olgusu kabaca şöyle tanımlanabilir: Bir yazarın, aynı zamanda oyuncu, yönetmen, dramaturg, sahne tasarımcısı ya da yönetici olarak sorumluluğunu taşıdığı bir topluluğu, oyunlarıyla ‘sürekli olarak’ beslemesiyle, bir başka deyişle, kendi aşını kendi pişiren bir topluluğun yaşam serüveninin temelini oluşturmasıyla gerçekleşen ve kurumsallaşan tiyatro. Ülkemizde ‘yazar tiyatrosu’ anlayışına bilinçli olarak ilk yönelen kişi Haldun Taner’di. Taner’in ‘yazar tiyatrosu’ eylemi, esprilerin üst üste patlatıldığı, danslışarkılı, hızlı kabare oyunculuğunun yolunu açmış, kıvrak ve soluklu bir oyunculuk biçemi gerektiren kabare olgusu doğrultusunda yeni sanatçıların yetişmesini sağlamış, kabare yazarlığını kurumlaştırmıştır. Taner, 16 yıla ulaşan ‘ya Salgın “Böylece herkes, her biri kendi usulünce, gündelik hayatını sürdürüyor, düşünerek ya da düşünmeden; her şey alışılmış yolunu izler görünüyor, her şeyin bir kumarmışçasına sallantıda olduğu o dehşetengiz durumlarda bile insan sanki hiçbir şey yokmuş gibi nasıl yaşar giderse öyle.”(*) Evet, öyle. Oysa korkunç bir salgınla karşı karşıyayız. Bulaşıcı, ölümcül bir salgın bu. Hızla yayılıyor ve erkekten erkeğe geçiyor. Hep vardı da bu kadar ürkütücü bir boyuta ulaşmamıştı. Hastalığı kapanın nevri dönüyor, azılı bir katile dönüşüyor. Hedef, bir zamanlar sevdiği, çocuklarını doğurmuş, bir yastığa baş koyduğu kadın! O kadın geleneklerin, göreneklerin, feodal ve ikiyüzlü ahlakın cehenneme çevirdiği hayatından çıkış aramakta. Sevmediği, anlaşamadığı, sorumsuzluk ve hoyratlığına katlanamadığı bir adamla yaşamaktan bıkmış. Ayrılma hakkına sahip olduğunu ve bunun ölümcül bir suç olmadığını öğrenmiş. Kadın ve erkeğin eşit kabul edildiği bir dünyanın ferahlığını özlemiş, mal olmaya karşı çıkmış. Ekranlardan, radyolardan, gazetelerden yansıyan başka hayatları görmüş. Yönünü yeniden çizmek ve özgür olabilmek için ölümü bile göze almış. Birlikte yaşadıkları erkekler tarafından öldürülen kadınların çoğu ilgililerden korunma istemiş, devlete görevini hatırlatmak için uğraşmışlar. Ama ne yeterince ciddiye alınmışlar ne de kollanmışlar. Son yedi yılda yüzde 1400 artış gösteren kadın cinayetleri polisi, yargıyı fazla ırgalamıyor. Darbeci avlamaktan göz açamıyorlar, işleri başlarından aşkın. Özel hayatlara, kişisel seçimlere yasaklar getiren siyasiler de susuyor bu vahşet karşısında. İlgili kadın bakan bile tehlikeli yükselişi “ayrıksı” diye niteleyebiliyor. Ama işte, dünya değişiyor ve her gün daha çok kadın kendisine biçilen role, kader diye dayatılan kölelik düzenine kafa tutuyor. Gel gelelim erkek toplumun kendini kadın karşısında güçlü hissetme ihtiyacı o kadar meşru görülüyor ki başkaldıran kadın yerine caninin yanında saf tutmak doğal sayılıyor. Devletin başlıca görevi yurttaşlarının güvenliğini sağlamaktır. Kızamık tehdidine karşı hemen önlem alındı, risk grubundakiler aşıya çağrıldı. Peki kadın kıyımını durdurmak, kadınları yakınlarından korumak için neden acilen önlem alınmıyor? Kadınlarımız bugün en kutsal, en temel insan hakkı olan can güvenliğinden yoksun. Yazık ki sadece yargı değil hastanelerden adli tıbba, siyasetçilere kadar sistemin bütünü, insafsızca erkek saldırganı kurtarmak için işliyor. Kadını kurban saymayan anlayış, caniyi ihanete uğrayarak suçun aşırılığına itilmiş bir kurban olarak görmeyi yeğliyor. Ekonomiyle aile huzuru birbiriyle bağlantılıdır. Arka planında, hayatın gidişini durdurmaya, suları tersine akıtmaya çalışan anlayışın hüküm sürdüğü bir ekonomik, kültürel, toplumsal aşınmanın getirdiği umutsuzlukla cinnet geçiriyoruz. Sorunları çözmek, bu vebadan beter salgını durdurmak için gıda ve kömür yardımı yetmiyor, o aşı kızamık aşısı gibi tutmuyor. Erkek cinsine şefkat ve birlikte yaşama bilinci aşılayacak, refah, eğitim ve kültür düzeyini yükseltip insanlık algısını geliştirecek çağdaş kavrayışlara ihtiyacımız var. Tarihin karanlık dönemleri boyunca, kadınlar kendilerine biçilen role uyum sağlayamadıkları için akıl hastanelerine düştüler, kendi canlarına kıydılar, lanetli sayılıp yakıldılar. Yeter artık, gün doğsun, bitsin bu dayanılmaz cadı avı. (*) Goethe /Seçme Akrabalıklar / P. Handke / Solak Kadın / Çev: Tevfik Turan, Metis/1987 O zar tiyatrosu’ eylemi içinde bir bölümü başka yazarlarla birlikte çoğu Devekuşu Kabare Tiyatrosu için10 kabare oyunu, bir de uzun oyun üretmiş, birçok yazarın da kabare oyunları yazmasını sağlamıştır. Taner’in öncülüğünü yaptığı ‘yazar tiyatrosu’ anlayışını kurumlaştıran sanatçı Ferhan Şensoy’dur. Şensoy, bir anlamda ‘el almış’ Taner’den: “Haldun Taner bana ‘Sen kabarecisin’ dediğinde on yedi yaşımdaydım” diyor; ‘kabare nedir, bilmiyordum. Okulda arkadaşlarımı eğlendirmek için öğretmen taklitleri yapıyordum. Bunlar bire bir taklitlerden çok, yakıştırmalarla, güncel esprilerle bezenmiş numaralardı.” (Haldun Taner Kabare, 2000: 7) Taner’in yüreklendirdiği Şensoy, Devekuşu Kabare’nin sürekli izleyicisi, sonra da yazarı olmuş. Ferhan Şensoy, katıksız bir ‘yazar tiyatrosu’ olarak nitelendirilebilecek Ortaoyuncular topluluğu ile 31. yılı sürdürüyor. Shakespeare’in Londra’daki tiyatroculuk yıllarından çok daha uzun bir süredir ‘yazar tiyatrosu’ yapıyor. Topluluğun yazarı, yönetmeni, başoyuncusu, sahne tasarımcısı olarak yaman bir ‘tiyatroculuk serüveni’ne imza atmış durumda. Oyunlarının sayısı 40’ı aştı bile. Yüzde 25 oranında (Fişne Bahçesu gibi) ‘özgür uyarlama’, yaklaşık yüzde 10 oranında (Ferhangi Şeyler gibi) tek kişilik oyun, yüzde 65 oranında da İstanbul’u Satıyorum, Köhne Bizans Operası gibi çok kişili özgün sahne metinleri yazdı. Şensoy’un topluluğu, absürd tiyatro anlayışını, ‘grotesk’i, sirk palyaçoluğunu, dahası, Moliere’de de görüldüğü gibi, Commedia dell’Arte oyunculuğunu yansıtan, meddah ve ortaoyunu öğelerini de bu Batılı biçemlerle kaynaştırabilen bir oyunculuk çizgisi izliyor. Doğaçlama yolu hep açık. ‘Ferhanca dil’i ise Ortaoyuncular’ın söylemini daha da farklılaştıran, özel kılan bir olgu. Şensoy özgün sahne metinlerinden önemli bir bölümünü kabare biçeminde yazıyor. ‘İşsizler Cennete Gider’ de böyle bir metin. Birbirini hızla izleyen tablolarda, yalnız üniversite değil, yüksek lisans eğitimi de görmüş bir karı kocanın (Serap Günaydın ve Şensoy), 2000’lerin başından bu yana tavan yapan işsizlik sorunu karşısındaki çırpınmalarını gülünçleştirme ve taşlama dozunu düşük düzeyde tutarak kahkaha attırmaktansa, buruk bir gülümseme uyandıran, kara gülmeceyle paslaşan bir biçemde dile getiriyor. Eğitim ve iş deneyimi açısından kusursuz konumdaki çiftin açlık sınırında bir var oluşa tutsak edilişinin nedeni, ‘gereksizce nitelikli’ (overqualified) olmaları… Oyunun çeşitli tablolarında Ali Çatalbaş ve Elif Durdu, farklı tiplemelerle toplumdan portreler sunuyor. Günaydın ve Durdu’nun oyunculuğundaki aşırı yüksek seslilik ve abartı, oyunu belli belirsizce sarıp sarmalayan hüzne çoğunlukla ters düşüyor. Bu da oyunun dokusunu zorluyor. Şensoy, tıpkı Dario Fo gibi, oyunlarını seyirci karşısında sınamadan ve sahnede yapılan eklemeleri de değerlendirmeden yayımlamıyor. Yapımlardan önemli bulduklarının görüntülerini ve seslerini de kayda alarak belgeliyor. Araştırmacılar için, Şensoy’un cömertçe sunduğu malzemeyi toplamanın tam sırası… 8 milyonluk çatlak MELTEM YILMAZ kanlığı Milli Saraylar Daire Baş ul Resim an restore edilen stanb tarafınd bitmiyor l Müzesi’nde sorunlar Heyke Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Rektörü Prof. Yalçın Karayağız ile Genel Sekreteri Öğretim Görevlisi Zeki Coşkun, dün üniversitenin Fındıklı’daki yerleşkesinde basın mensupları ile bir araya gelerek üniversitenin kurucusu Osman Hamdi Bey’in ölümünün 101. yılında, ilk kez “Osman Hamdi Bey Ödülü” vereceklerini, ödülün ilk sahibinin 7 Mart’ta düzenlenecek törende mimar Emre Arolat olacağını açıkladı. Bu açıklamanın ardından yıllardır kötü durumda olan ve birçok değerli eserin zarar gördüğü, üniversiteye ait Resim Heykel Müzesi’nin sorunları masaya yatırıldı. Dört yıldır restorasyon çalışmaları nedeniyle kapalı olan müze binasının sorumlusu TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı. Müzenin sorumlusu ise Mimar Sinan Üniversitesi Rektörlüğü. Rektör Karayağız, restorasyonu yapanın Milli Saraylar olduğunu anımsatarak “Bu müzede 12 bin eser var ve hepsi çok kıymetli, sorumluluğu da bize ait. Müzedeki eserlerin dört yıldır ışıksız ve havasız kalması, eserlerin zarar görmesine neden oluyor. Biz, kurum olarak üzerimize düşeni yaptık, bize aktarılan bütçeyi, yani 8 milyon 240 bin TL’yi dört yıl içerisinde Milli Saraylar’a aktardık, ancak onlar üzerlerine düşeni yapmıyor. Restorasyonun ne zaman biteceği ise bilinmiyor. Bize Milli Saraylar tarafından orayı boşaltın yazısı da geldi, ama protokolde böyle bir şey yok. Kaldı ki, orayı boşaltmamız durumunda eserler bozulacaktır” dedi. Mlli Saraylar yetkililerinin işin yalnızca ekonomik kısmıyla ilgilendiğini söyleyen rektör, “Bu müze tamamıyla restore edilene kadar başka bir bina istediğimizi yetkililere ilettik, bu konudaki görüşmelerimiz sürüyor” diye konuştu. Bu binanın ise Sultanahmet Adliyesi olarak düşünüldüğü öğrenildi. boyalar atmış Restorasyon çalışmalarındaki son durumu biz basın mensuplarının da görmesi için rektörle birlikte Resim Heykel Müzesi’ne gittik. Müze Müdür Yardımcısı Salih Yavaşoğlu, çalışmaların “yavaş ilerlemesini” elektrik ve kalorifer ihalesinin iptal edilmesine bağlayarak bu nedenle personelin çalışamadığını belirtti. Yavaşoğlu’nun, “Çatısı ve zeminlerin kabası olmak üzere, binanın yarısından fazlası bitmiş durumda, bu yıl sonu itibarıyla teslim etmeyi planlıyoruz” şeklinde yaptığı açıklama ile rektörün, “Ama restorasyon protokole uygun yapılmıyor, burası hâlâ hiç el değmemiş gibi” yanıtının ardından gezmeye başlıyoruz müzeyi. Öncelikle depo olarak kullanılacak alana giriyoruz ki burası, tavan yüksekliğinin son derece alçak olması başta olmak üzere depo olarak kullanım için elverişsiz görünüyor. Kapıları gösteriyor rektör, “Bu kapılara biraz sert vursanız kırılacak durumda” diyor. Binanın ikinci kanadına geçtiğimizde Duvarlar çatlamış, MSGSÜ Rektörü Karayağız, “8 milyon 240 bin TL’yi dört yıl içerisinde Milli Saraylar’a aktardık, ancak onlar üzerlerine düşeni yapmıyor. Müzedeki eserlerin dört yıldır ışıksız ve havasız kalması, eserlerin zarar görmesine neden oluyor” derken Müze Müdür Yardımcısı Salih Yavaşoğlu ise çalışmaların “yavaş ilerlemesini” elektrik ve kalorifer ihalesinin iptal edilmesine bağlayarak, bu nedenle personelin çalışamadığını belirtiyor. ise restorasyonu bitmiş olduğu söylenen odaların duvar boyalarındaki çatlaklar göze çarpıyor. Abdülmecid’in kütüphane olarak kullandığı odanın tavanının restorasyonunun kötü olduğunu anlamak için uzman olmaya gerek yok, tavanın birçok yeri, nemden dolayı şimdiden kabarmış durumda. Binadan çıktıktan sonra genel sekreter Coşkun, sponsorluk teklifleri geldiğini ve bu teklileri değerlendirdiklerini vurguluyor. Telefonla ulaştığımız müze eski müdürü Ferit Özşen ise görevinden geçen yıl ayrıldığını anımsatarak “Benim dönemimde duvarlarda çatlak yoktu. Restorasyon başlamadan önce, bu çalışmaların 30 milyon TL tutacağı tahmin ediliyordu. Başta bana da yüksek gelmişti ama onarımın pahalı bir süreç olduğu ortaya çıktı” dedi. Son bir yıldır müzede hiçbir çalışma yapılmadığını söyleyen Özşen, “Elektrikkalorifer ihalesinin iptal edilmesi nedeniyle çalışmaların durması gerçekçi bir neden değil. Milli Saraylar Dairesi’nde yapılan görev değişikliklerinin çalışmaların durmasındaki temel neden olduğunu düşünüyorum. Restorasyonun biteceğine dair umudum da yok” değerlendirmesini yaptı. Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı’ndan ulaştığımız ismini vermek istemeyen bir yetkili ise, çalışmaların durmasının nedeninin, iddia edildiği gibi elektrik ve kalorifer ihalesinin iptal edilmesi olmadığını, asıl nedenin, “üniversite yetkililerinin müzeyi boşaltmaması olduğunu” söyledi. K A M İ L M A S A R A C I Ç İ Z İ K K Ü L T Ü R C MY B C MY B . El Kısa 2 Film Festivali başlıyor Kültür Servisi “Uluslararası 2. El Kısa Film Festivali” bugünkü açılış kokteylinde “Bir Ankara Polisiyesi: Behzat Ç.” dizisi yönetmeni Serdar Akar ve dizinin oyuncularını ağırlıyor. Saat 19.00’da başlayacak açılışın ardından Behzat Ç. dizisinin müziklerini yapan ve yılların eskitemediği Pilli Bebek grubu, Eskiyeni Bar’da akustik bir performans sergileyecek. Daha önce en az bir film festivalinde elenen filmleri kabul eden festival, 5 Mart’a kadar Ankara ANKAmall AVM’de sürecek. Ayrıntılı bilgi için: www.ikincielfestivali.org
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle