22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 ŞUBAT 2011 SALI KÜLTÜR CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr 17 Kültür Servisi Bağımsız Filmler Festivali on bir günlük maratonun yarısına geldi. Festivalde bugün gösterilecek filmler arasında; AFM Fitaş Salon 1’de Doğu Karadeniz’de HES’lere karşı girişilen mücadeleyi anlatan “Bir Avuç Cesur İnsan” adlı belgesel saat 15.30’da, William S. Burroughs’un ölümünden bu yana yapılan ilk kapsamlı film “William S. Burroughs: İçerdeki Adam” saat 19.30’da, İsveçli müzisyen Jose Gonzales’in kahramanının düşüncelerine ve günlük yaşamına dair bir film “José González’in Olağanüstü Sıradan Yaşamı” saat 22.00’de. Cinebonus Maçka G Mall’da saat 19.00’da ise Alaska’da genç bir adamın bir felaket sonrasında sınanmasının gerilim dolu hikâyesi “Buzlar Üzerinde” gösterilecek. AFM İstinyepark’ta saat 19.30’da Şili filmi “Balıkların Yaşamı”, saat 22.00’de “İki Kadın Bir Erkek” izlenebilir. Kültür Servisi !f İstanbul’un “Açılıma Devam” bölümünün bu yılki etkinliği, önceki akşam The Hall’de yapıldı. “Derdimiz başkalarının hikâyelerini dinlemek, başka hikâyelerin de hafızalarımızda yer almasına izin vermek” denilerek yola çıkılan “Açılıma Devam”ın bu yılki konukları, arp ile Kürt tınılarını yayarak şarkılar söyleyen Tara Jaff, dünyaca ünlü Kürt müzisyen Aynur ve Kürt müziğini bambaşka bir mecraya sürükleyebilecek bir yetenek olarak nitelendirilen Mehmet Atlı’ydı. Gecede, ilk olarak Bejan Matur, hafta sonunda yayımlanacak yeni şiir kitabı “Karlı Dağ”dan bir şiir okudu. Ardından Sırrı Süreyya Önder, renkli hikâye ve anılarıyla herkesi neşelendirdi. Müzisyen Tara Jaff’ın Sorani ve Gorani lehçelerinde söylediği şarkıların ardından gazeteci Nadire Mater, yazar Ragıp Zarakolu ve yönetmen Hüseyin Karabey anılarını ve duygularını, izleyicilerle paylaştı. İnsanın, binaların, aşkın, mutluluğun, çalışmanın, statü endişesi ve felsefenin popüler yazarı Alain de Botton İstanbul’dan geçti Felsefenin İsviçre çakısı EVRİM ALTUĞ İngiltere’de yaşayan Fransız asıllı yazar Alain de Botton. sviçre pasaportu taşıyan, İngiltere’de yaşayan Fransız asıllı küresel “aylak” yazar Alain de Botton, geçen hafta İstanbul’dan geçti. Sel Yayıncılık etiketli kitapları Türkiye’de çok satanlar raflarına iyiden iyiye alışan yazar, geçen günlerde önce İKSV’nin Salon’unda, ardından ise Management Centre Türkiye’nin konuğu olarak, Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapılan İnsan Kaynakları Zirvesi 2011 münasebeti ile okurlarıyla bir araya geldi. İnsanın, binaların, aşkın, mutluluğun, çalışmanın, statü endişesi ve felsefenin popüler yazarı, mimarisini hiç beğenmediğini açıkça itiraf ettiği Lütfi Kırdar’da “modern çalışma hayatının mücadelesi”nden dem vurdu. Yazar gelmişken, mürekkebini batırdığı konuları bir de Cumhuriyet okurlarıyla paylaştı. Felsefenin İsviçre çakısıyla, her işi gören kaleminin yansıttığı dünyayı, en sevdiği tarzda, “deneme” mahiyetinde ele aldık. Farklı ülkelerin farklı insanlarını gözlemlerken kendinizi bir sosyolog gibi hissettiğiniz olmuyor mu? Bu büyüleyici durum, yaptığım işin beklenmedik bir yüzünü ortaya çıkarıyor. Mes İ Gündelik hayatla felsefeyi bir araya getirdiği kitaplarıyla tanıdığımız İsviçreli yazar Alain de Botton’a göre “Hepimiz, kapitalizmden kaynaklanan muazzam bir iç baskı altındayız”. De Botton, “Eşitsizlikler, gerilimler üzerinde hep sosyalizm ve Marksizmin parmağı var. Bu yüzden bu iki kuram da inanılmaz bir kışkırtıcılıkla var olmayı sürdürecek” diyor. leğim, farklı kültürlerden farklı insanlarla temasa geçmeye olanak tanıyor. Evet, buna bir tür sosyologluk diyebiliriz. Bu bakımdan Türk okurları için de hazırlık yaptım. Onlar oldukça tepkiseller. Birkaç gün geçirdiğim bu şehir ve insanlarıyla ilgili büyük merakım var. Ancak birkaç günlük tecrübeyle Türkiye’yi yazmak mümkün değil. Yazacağınız konuyu duygularınız mı, aklınız mı tayin ediyor? Öncelikle seçtiğim konunun beni ne kadar cezbettiğini göz önünde bulunduruyorum. Saf ve masum biçimde, piyasa araştırması yapmaksızın, izleyici farkındalığıyla yazmaya çalışıyorum. Yazma yöntemimin kişisel olduğunu söylemek yanlış olmaz. Görece orta sınıfa marjinal gelebilecek insanlar ve durumlar üzerine yazıyorsunuz. Peki sosyal eşitsizlik ve sınıfsal uçurumlar da ilgi alanınıza giriyor mu? Bir yelpaze sunmaya gayret gösteriyorum ama her şeyi birbiriyle uyumluymuş gibi göstermek gibi bir vazifeyi de üzerime almış hissetmiyorum. İş çalışma hayatı hakkında yazarken, bunun ne olduğu sorusuna odaklıydım. Çalışma hayatının verdiği keyif ve hüznün tanımını öğrenme girişimiydi bu. Bir sosyal antropolog gibi çalıştınız yani... Bir bakıma, evet, daha çok etnografik bir çalışmaydı. Tanımlara kökten bağlı bir doğası vardı. Bir nevi “vaka analizi”ydi. Sözgelimi Kudüs, Tahran, Kahire gibi, nefret söylemi, ifade özgürlüğü vb. konularının gündemde olduğu farklı coğrafyalar yazı alanınıza giriyor mu? Sırf yazar olduğum için, dünya meselelerini çözme yükümlülüğünü taşıyacak biri olduğumu düşünmüyorum. Daha çok, yaratıcı bir birey olarak ne yapabilirim, ona bakıyorum. Yazar olarak, ancak sizinle karşılıklı çınlayabilecek şeyler üzerine gidebilirsiniz. Böylece söyleyebilecek şeyleriniz olur. Herhangi bir STK veya siyasi örgütle bağınız var mı? İki alanla yakından ilgiliyim. Biri “Hayat Okulu” adlı, kâr amacı gütmeyen bir sosyal girişim. Diğeri ise yaşayan mimarlığı daha kullanılabilir ve geleceğe taşınabilir kılacak fikirler üzerine kurulu bir diğer sosyal girişim: Yaşayan Mimari. Bunlar dünyanın en büyük problemleri olmayabilir ama kendi açımdan bunlara çaba, kaynak ve zaman harcamayı makul buluyorum. Sizin için bir mimari yapıyı ideal kılan ölçütler hangileri peki? Elbette binanın içinde yer aldığı bağlamla olan ilişkisi bunda belirleyici. Tokyo’daki bir binayı İstanbul’a “güzel olacak, ideal olacak” diye getirmeniz abesle iştigal olur. İçinde bulunduğumuz binayı (Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı) ele alalım. Bir kâbus burası. Nerede olduğunuzu bilmiyorsunuz, yönünüzü tamamen yitirmiş ve kentten tamamen koparılmış vaziyettesiniz. Tamam, burada olduğumuz için ağlıyor değiliz ama, başka bir yolu olabileceğine dair umudumuzu da koruyoruz, öyle değil mi? Bu binaya hep birlikte karşı koyabiliriz. Denize atlayalım diyeceğim, ama hayır, bunu yapmayalım. Kapitalist düzen ve ilişkiler Yazdıklarınızda sürekli olarak potansiyel girişimciliğin altını çizer bir haliniz var. Girişimcilik ise kişiye neredeyse doğal olarak liberal kapitalizmin rekabetçi doğasını çağrıştırıyor. Ayrıca bu fikirde de Darwinci, hayatta kalabilene dair bir hava var, yorumunuz nedir? Doğrusu sosyalizm ve Marksizm üzerine epey dirsek çürüttüm. Bu iki kuramın tutarlı birer politik sistem olduğunu düşünmüyorum. Bununla birlikte sosyalizm de Marksizm de inanılmaz bir kışkırtıcılıkla varolmayı sürdürecek. Çünkü eşitsizlikler, gerilimler üzerinde hep Marksizmin parmağı var. İngiltere’de yaşıyorum ve bu ülkenin kapitalist düzeninin aşk ilişkilerine ve dostluklara bile nasıl nüfuz ettiğine şahit oluyorum. Üzerimizde oluşan düzensiz rekabetçi baskının da elbet ayırdındayım ve kapitalizmden kaynaklanan muazzam bir iç baskı altında olduğumuzun bilincindeyim. Bildiğiniz gibi “Statü Endişesi” kitabım tam da bu tür durumların insan üzerindeki halini yansıtıyor. Kültür Servisi Mısır’da halkın yönetime karşı başlattığı isyan nedeniyle ocaktan bu yana kapalı olan Kahire’deki Mısır Müzesi ve tarihi mekânlar, yeniden açılmaya başladı. Mısır Müzesi yöneticisi Tarek El Awady, müzenin açılmasının Tutankamon’un maskının çalındığıyla ilgili çıkan dedikoduları sonlandırmak adına önemli olduğunu belirtti. Mısır’da yaşanan isyanın, turizm endüstrisine 800 milyon dolara (yaklaşık 1 milyar 270 milyon TL) mal olduğu belirtiliyor. Mısır Müzesi kapılarını açtı Caravaggio’nun karanlık dünyası Kültür Servisi Keskin, sert, karanlık ve dramatik tabloları ile tanınan ünlü İtalyan ressam Caravaggio, bugünlerde “kötü” yaşamı ile gündemde. Şu sıralar Roma Devlet Arşivleri sergisinde yer alan belgelerden bazıları Caravaggio’nun çalkantılı yaşamına da ışık tutuyor. Sergi, izinsiz bir şekilde silah taşıyan Caravaggio’nun “seri kavgalarını” kanıtlayan polise ait belgelerin yanı sıra, Ranuccio Tommassoni cinayetini de gündeme getiriyor. Belgelere göre, Caravaggio’nun Ranuccio Tommassoni’yi öldürdüğü vakanın kimlikleri belirlenen sekiz kişi tarafından organize edildiği anlaşılıyor. Kimi tarihçiler bu kavganın “bir kadın meselesi” yüzünden çıktığını iddia etse de kimileri Caravaggio’nun kumar borcunun neden olduğu fikrinde. Belgeler, bu olaydan sonra hapse atılan Caravaggio hakkındaki dava ile Papa V. Paul’un ünlü ressama verdiği idam cezasına da ışık tutuyor. Belgelerden ayrıca, Caravaggio’nun, kimi tarihçilerin idda ettiği gibi polisten kaçarak yalnız başına ölmediği, 38 yaşındayken bir hastane odasında öldüğü ortaya çıkıyor. İspanya sinemalarında seyirci kaybı MADRİD (AA) İspanya’da yaşanan ekonomik kriz her alanda kendini gösterirken, 2010 yılında sinemalara bir yıl öncesine oranla 11 milyon daha az seyirci gittiği açıklandı. İspanyol Sinemacılar Federasyonu (FECE) tarafından verilen bilgide, 2009’a göre yüzde 3.9’luk kayıpla 2010’da toplam 98.7 milyon kişinin sinemaya gittiği bildirildi. Avrupa’da İspanya dışında sinema seyircisinin azaldığı diğer bir ülke olarak Almanya gösterildi. Sergide Caravaggio’nun ressamı bilinmeyen portresi de yer alıyor. KİTAPLIK DERGİSİ ŞUBAT DOSYASINI FERİT EDGÜ’YE AYIRDI ‘İyi kitap bizi kendimize götürür’ Kültür Servisi Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık tarafından yayımlanan “Kitaplık” aylık edebiyat dergisi, Şubat 2001 sayısının dosyasını Ferit Edgü’ye ayırdı. Dosyada Murat Yalçın’ın Edgü’yle yaptığı bir söyleşinin yanı sıra, Demir Özlü’nün “Monsieur Edgü au téléphone!”; Mehmet Rifat’ın “Bir Yazı Saatinin TikTakları ya da Kendi Anlatımıyla Ferit Edgü”; Ali Teoman’ın “Sessizliğe Övgü”; Faruk Duman’ın “Çığlığı Atan Kimdi?”; Mahmure Kahraman’ın “Kimse ve O / Hakkâri’de Bir Mevsim Romanlarında Folklor Öğeleri”; Tunç Tayanç’ın “Ferit Edgü’nün ‘Ada’sına Yolculuk” başlıklı yazıları ve incelemeleri yer alıyor. Edgü’nün yaşamının çeşitli dönemlerinden fotoğrafların da bulunduğu dosyayla ilgili kapakta ve içeride yer alan iki desen ise Tuncer Erdem’in. Edgü, Murat Yalçın’ın sorularını yanıtlarken, kendi kuşağının geniş bir okur kitlesi oluşturamadığını vurguluyor: “Yoksa dile bu denli önem vermiş bir kuşağın ardından Türkçe bugünkü içler acısı durumda olmazdı…” Edgü, “Bir kitap bizi nereye götürür” sorusunu ise, “Bir kitap, iyi bir kitap bizi dünyaya götürür. Yani başkalarına. Sonra da, istemesek de kendi kendimize. Tabii işimize gelirse” diye yanıtlıyor. Ferit Edgü’nün “Leş” başlığı altında topladığı Toplu Öyküleri (19532002) bir süre önce Sel Yayıncılık tarafından yayımlanmış; yakın dostu ressam Yüksel Arslan’la 19572008 arasındaki yazışmaları ise Kitap Yayınevi’nden çıkmıştı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle