26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 KASIM 2011 PAZARTESİ 2 açısından tutarlı bir örnek olabilecek Kemalist Devrim’in mirasına inançla sahip çıkmak gerekiyor. Ana muhalefetin şimdiki iktidara karşı çıkışını bu açıdan yeterli ve başarılı sayabilir misiniz? Dersim tartışmasında olduğu gibi arada bir Cumhuriyete ve ulusdevlete ters düşerek etnik kimlik ya da mezhep tartışmalarına dalmak, hatta yetenek ve parti içi adam yemede bunu kullanmak cumhuriyetçi ana muhalefete yakışmıyor. ysa, dış politika alanındaki konjonktür, cumhuriyetçi inanç açısından Kemalist ilkelere ve halkın somut çıkarlarına uygun bir muhalefet çizgisi izleme fırsatını bu ülkenin siyaset sahnesine sık sık getirmekte. Kapitalizmin ‘Arap Baharı’ diye estirdiği kasırganın meteopolitik merkezi Şam üzerine yerleşince, bin bir güçlükle kurulmuş Suriye dostluğunu yıkmaya kalkışmak, cumhuriyetçi bağımsızlık ve ulusal çıkarlar açısından önemli bir muhalefet fırsatı yaratmalıydı. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Muhalefet Ödevi EN çok üyeli muhalefet partisi olmanın kazandırdığı bir unvanın sorumlulukları iktidarınkilerden az olamaz; hatta daha da çoktur. Özellikle, ülkede bir karşıdevrim dönemi yaşanmakta ve iktidar sahipleri rejim değişikliği emelleri taşımakta iseler. Hele, küreselleşme nöbeti geçiren dünyanın büyükleri, herkesi kendilerine benzetmek peşindelerse. u bakımdan, vaktiyle kapitalizmin benzer hesaplarını bozarak kurulmuş bir Türkiye’de, dünya büyükleriyle kol kola girmeyi marifet saymaya başlayan yeni türedilere karşı ana muhalefetin sorumluluğu evrensel bir değer kazanıyor. Bu ülkeyi yönetenlerin Sovyet İhtilali’nin kazanımlarını kapitalizme peşkeş çeken Rus türedileri gibi davranmaları artık durdurulmalıdır. Dünya tarihinin talihsiz halkları Anayasanın Hazırlanma Süreci ve Öncelikler Anayasanın hazırlanıp yürürlüğe girmesi ve çok sayıda uyum yasasının kabul edilmesine kadar geçecek uzun süre içinde, toplumsal ve siyasal sorunların süregelmesi beklenemez. Toplumu derinden etkileyen sorunlar için çözüm getirecek yasa değişikliklerinin ivedilikle sonuçlandırılması, yeni bir anayasadan daha da önemlidir. Prof. Dr. Aysel ÇELİKEL / ÇYDD Genel Başkanı nayasa, devletin temel kuruluşunu, işleyişini, kişilerin hak ve özgürlüklerini düzenleyen ana kanun olarak, bir toplum sözleşmesi niteliği taşır. Bu açıdan bakıldığında anayasanın toplumda yer alan her siyasi örgütlenmenin, her kesimin, grubun, kişinin benimseyebileceği bir metin olmalıdır. TBMM’de yeni bir anayasa hazırlanması sürecini yaşıyoruz. Belirli bir amaç için oluşmuş ve belirli bir siyasal düşünceyi benimsemiş olan sivil toplum kuruluşlarının, meslek örgütlerinin ve baroların, sendikaların ve en önemlisi parlamentoda temsil edilmeyen siyasal partile ‘Piyasa’ Ekonomileri... Ertuğrul KAZANCI EğitimciHukukçu A B O rin ve bilim kuruluşlarının, üniversitelerin yeni anayasa hakkındaki görüşleri ve önerileri dikkate alınmalıdır. Ancak bu şekilde evrensel ve bilimsel kurallara göre hazırlanmış, bütün toplumun benimseyebileceği bir anayasadan söz edilebilir. Yukarıda anılan kuruluşların önerilerini yazılı olarak sunmalarının yeterli olmadığını, kuruluş temsilcilerinin anayasanın hazırlanma ya da görüşülme sürecine katılmaları ve görüşlerinin kamuoyuna açık olarak tartışılması bir toplusözleşmenin oluşması için gereklidir. Yüzde 10 barajı Yüzde 10 gibi çok yük sek bir seçim barajının uygulanmakta olduğu ülkemizde, her konuda bütün görüşlerin müzakere sürecine katılmasının ve tartışılmasının zaman alıcı bir usul olduğu açıktır. Kanunların yasalaşma sürecinde yapıldığı gibi, yukarıda anılan yüzlerce kuruluşa “yeni anayasa hakkında görüşlerinizi bildirin” biçiminde bir yazı gönderilecek ve binlerce sayfalık cevabın komisyonca değerlendirilmesi ile yetinilecekse, ortaya çıkacak metin kanımca komisyonun görüşlerinin yansıtıldığı bir metin olacaktır. 30 yıl önce yürürlüğe girmiş, 16 defa değişikliğe uğramış olan 1982 Anaya sası, askeri darbe döneminde terörü önlemek amacı ile özgürlükleri kısıtlayan, yürütmeye aşırı yetkiler veren, “devlet için birey” anlayışını öne çıkaran bir anayasa olduğu için yenilenmeliydi. Toplumdaki değişme ve yeni ihtiyaçlara cevap verebilme açısından özgürlükçü, hukuk devleti ilkelerini güçlendirecek yeni bir demokratik anayasanın yapılması konusunda toplumda fikir ağırlığının oluştuğu görülmektedir. Amaç hak ve özgürlükleri genişleterek güvence altına almak, kuvvetler ayrılığını gerçek anlamda sağlamak, düşünce özgürlüğünü hayata geçirmek, hukuk devletini güçlendirmek olunca, tabii ki yeni bir anayasaya heyecanla evet demek gerekiyor. 220 yıl önce “Hakların güvence altına alınmadığı, kuvvetler ayrılığının sağlanmadığı bir toplumda anayasa yok hükmündedir” diyen Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin, bir anayasanın temel felsefesini açıkladığını ve insan onuruna saygının ifadesi olduğunu unutmayalım. Aradan bu kadar yıl geçtikten sonra dahi olsa, aynı felsefeyi, insan odaklı bir anayasayı amacına uygun olarak yasalaştırmak yüce Meclis’in onurlu bir görevi olacaktır. Yurttaş olarak yıllar boyu kalitesini yükseltmek için mücadele verdiğimiz demokrasiyi, daha da otoriterleştirecek, bağımlı bir yargı sistemine kapı açacak, toplumun ortak paydası olan Cumhuriyetimizin temel değerlerini, laikliği unutturacak bir anayasa düzenlemesi ise bir geriye gidişin ifadesi olacaktır. Hemen belirtmek gerekir ki, yeni bir anayasa bugün ülkede yaşayan sosyal, kültürel, hukuksal, siyasal sorunların çözümünde bir anahtar değildir. Anayasa, temel kuralları ve ilkeleri belirler. Bu ana kuralların hayata geçmesi uyum yasaları ve uygulamaya, uygulayıcıların demokrasi kültürüne bağlıdır. Yeni anayasaya rağmen, özgürlüklere engel oluşturan ve sorun doğuran yasalarda, yürütmede ve yargıda zihniyet değişliği olmadıkça, hayal kırıklığı yaşamamız kaçınılmaz olacaktır diye düşünüyorum. oplumsal ve zorunlu yaşam düzeni olarak saptanan ekonomi, siyasetlerin yönlendirici sosyal karakteridir. İnsanlık tarihi, feodaliteye dayalı irsi ve totaliter yönetsel anlayışlarla doludur. 1789’da “Jakobenist” ihtilal; klasik özgürlüklerin yolunu açarak, monarşi kavramına darbe indirir ama iktisadi eşitlik mücadelesi ancak 1848’lerde toplumcu işlev kazanır. Sosyoekonomik eşitsizliklerin çözümündeki ciddi arayışlar, 19. yüzyıl kapsamındadır. Marx ve Engels, kitlesel gerçekçiliğin radikal teorisyenleri olarak sömürüye karşı çıkarlar. Buna göre: “Kapitalizm, feodalizmin yerini alan formasyondur. Düşüncelerin, temelde maddesel koşulların ürün ve yansımaları olduklarını içeren diyalektik materyalizmin devrimci özü, yeni toplum inşasında anahtar görevi üstlenecektir.” Öbür yandan Adam Smith: “Liberal ithalat ve ihracat sistemi” görüşüyle belirir. Smith: “Serbest ticaretin, bireysel özgürlüğün temeli olduğu” savıyla: “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” şeklindeki ilkesini, sermaye ve koruyucuları nezdinde yaşama geçirir. Smith; “Ulusların Zenginliği” adlı yapıtında: “En iyi devlet, ekonomiye en az müdahale edendir” görüşünü öne sürer. 1980 sonrası ABD ve Avrupa ülkelerini etkileyen Smith izindeki “Chicago” okulundan Friedman ise: “Piyasanın yapmadığını devlete bırakmalı” yaklaşımıyla, insani ilişkilere piyasa işleyişiyle değer biçerek; “Şirketler, topluma karşı sorumsuzdur” der. Sosyoekonomik tarihsel gerçek, liberalizmin; toplumu ezen ve iktisadi suçlara yataklık yapan kapitalist özgürlük(!) anlayışını yansıtır. Oysa yaşamda halkların mutluluğu, ancak kamu yararı zemininde yaratılacak toplumcu hak ve özgürlüklerle, güvenceli ekonomik refahı birlikte kapsar. T İdeoloji Halkların, ilerici ve toplumcu bir dünya görüşüyle “İdeoloji” faktörüne düşünsel ve eylemli ilgileri, egemen çevrelerin dirençleriyle karşılaşmıştır. Filozof Traccy’nin bu konudaki baskın tanımı şudur: “İdeoloji; düşünceleri inceleyen bilimsellikle, toplumsal yararlı tutumların zincirlenerek kurallaşmasıdır.” İdeolojik yaşamsallık, kuramsallık oluşturan öğretilerin üzerinde yükselir. Taşıdığı; politik, ekonomik, hukuksal, maddesel, felsefi ve sanatsal ilke değerlerleriyle “kamu yararı” içerme koşulludur. Anadolu İhtilali, “antikapitalist” ve “antiemperyalist” tavrıyla yayılmacılığın kırılma noktasıdır. “Mazlum ulusları” yönlendirir. “Oktobr” devrimiyle de Rusya, kökten değişimlere girişecek ve emperyal karşıtlık ilkesi izlenecektir. Kemalizm ve Marksizm kamu yararı güttüklerinden, ideolojidirler. Liberalizm ise ideoloji değildir. Kapitalist bireycilik ve şirketleşme aygıtsallığına payanda olan ekonomik bir yöntem ve giderek ‘Faşizm’in esin kaynağıdır. Klasik özgürlükleri de gerek gördüğünde kenara atabilir. Kamu yararı içermediğinden ideoloji sayılamaz. Anadolu İhtilali’nin getirdiği “Kemalist” ilke ve uygulamalar; teori ve pratiğiyle cumhuriyetçi ve sürekli devrimcidir. Halkçıdevletçi sosyal ve ekonomik yön; ilerici ve toplumcu misyonu, ülkesel bazda ama evrensel etkiyle sergiler. Ulusalcılık, doğal bir yurtseverliktir. Laiklik, halktan yana özgür düşünceye öncülük eder. “Kemalizm”; siyasal, sosyoekonomik ve kültürel nitelikleriyle, “tam bağımsızlık” ve 1937 Anayasası’ndaki “altı ok” açılımlı ideolojik yapısıyla, kamusal yararı meşrulaştırmaktadır. Evrimsel deneyimlerden esinlenmekle birlikte; kendine özgüdür. Güney Amerika’daki antiemperyalist gelişimde, Havana’dan Caracas’a uzanan ve Atatürk büstleriyle simgeleşen ideolojik mesajlarla, AsyaAfrika’daki güçlü örneksemeler dikkat çekicidir. “Freiburg Öğretisi’nin”(*) ekonomik düzen teorisyeni Prof. Armack’ın öncelikle Almanya’yı etkileyen sosyal piyasa modeli; kapitalizmin sulandırılmış sahte yüzüdür. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler’e karşı ABD yardımı alan ve ithal ucuz işçi çalıştıran yöntem bulunmuştur. Bazı sosyal güvenceler ise işgücü kitlesel patlamalarını önlemek için sınırlı korumacılıklarla 19. yüzyılda zaten yapılandırılmıştır. Güvencelere yeni eklentiler yoktur. Alman Federal Bankası’nın son verileriyle; “En zengin yüzde 10’luk tabakanın serveti; ülkenin batısında yüzde 40, doğusunda yüzde 100 oranında artmış, halkın dörtte biri yoksulluğa yaklaşmıştır”. İşsizlik, krize dönüşmüştür. İşte sosyal piyasa “mucizesi” budur. (*)Freiburg A. Ludwig Ünv. iktisatçıları 193040 (**) İkt. İşlt. ve Ekonomi D. 2010 C MY B C MY B ntidemokratik uygulamalar Bugün toplumca yaşadığımız sorunların büyük bir kısmının yasalardaki antidemokratik hükümler ve özellikle antidemokratik uygulamalardan kaynaklandığını görüyoruz. Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine ve örgütlenme özgürlüğüne, basın, iletişim ve düşünce özgürlüğünü sınırlayan hükümlere ilişkin yasalar, siyasi partiler ve seçim kanunları ve diğerleri bu konuda sayılabilir. Öncelikle bu yasalara ilişkin değişikliklerin hayata geçmesi ve gergin olan toplumsal havanın yumuşatılması sağlanmalıdır. Anayasanın hazırlanıp yürürlüğe girmesi ve çok sayıda uyum yasasının kabul edilmesine kadar geçecek uzun süre içinde, toplumsal ve siyasal sorunların süregelmesi beklenemez. Toplumu derinden etkileyen sorunlar için çözüm getirecek yasa değişikliklerinin ivedilikle sonuçlandırılması, yeni bir anayasadan daha da önemlidir. A Sosyal piyasa Sonuç Piyasa ekonomileri, iflastadır. Piyasalara müdahale etmeyen devlet kalmamıştır. “Serbest piyasa” ve “makul” seçenek gibi öne sürülen “sosyal piyasa” tanımlı ekonomiler, aynı liberal kefededirler. Ülke ve ulusun yaşamsal “istikrar” modeli; “halkçıdevletçi” uygulamadır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle