19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 KASIM 2011 PAZARTESİ [email protected] 12 EKONOMİ İnternette hak ve özgürlükleri mahkeme kararı olmadan keyfi olarak sınırlayacak ‘Güvenli İnternet’ uygulaması yarın başlıyor Yargısız infaz dönemi eliyle merkezi bir şekilde filtreleme yapılacak ve hizmetten yararlanacak yurttaşların hangi sitelere erişeceği / erişemeyeceği BTK tarafından belirlenecek. Yurttaşların filtre içeriklerini değiştirme özgürlükleri de bulunmuyor. nayasanın 13. maddesine göre temel hak ve hürriyetler ancak kanunla sınırlanabilir ilkesini çiğneyen Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTK), ‘Güvenli İnternet’ uygulaması yarın hayata geçiyor. Güvenli internetle birlikte BTK istediği siteye erişimi engelleyecek. Türkiye’de sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte erişim engelli internet sitesi sayısı 6 bini geçerken Güvenli İnternet’le birlikte bu sayının yüz binleri bulması bekleniyor. 22 Şubat 2011’de yayımlanan ve ‘Güvenli İnternet Uygulaması’ şeklinde sunulan ilk BTK kararı, kamuoyunun eleştirilerine maruz kalmış ve kurum tarafından Ağustos 2011 içinde geri çekilmişti. Ardından karar revize edilmiş ve inceltilmiş yeni versiyonu 16 Eylül 2011’de tekrar yayımlandı. BTK salı gününden itibaren internet kullanıcılarının güvenli interneti, isteğe bağlı ve ücretsiz olarak kullanılabileceğini açıklarken hizmetin, çocukların ve gençlerin internet üzerindeki bilgi kirliliğinden ve zararlı içeriklerden korunmaları amacıyla geliştirdiğini savundu. Alternatif Bilişim Derneği ise “BTK’nin düzenlemesi iddia edilenin aksine salt gönüllülük esasına dayanmıyor. İnternet servis sağlayıcıları idarenin sunduğu listeleri (beyaz ve kara listeler) reddedemeyecekler, buna ilişkin altyapıyı kurmaktan kaçınamaya Devlet eliyle filtre: Yarından itibaren internette devlet Başkanı Akgül dünyada 500 milyona yakın internet adresinin bulunduğunu kaydederek “BTK hangi yetkiyle, hangi insan gücüyle bunları değerlendirmeye tutacak. Bu yetkiyi kim ona veriyor. Yasaklı site sayısı artacak” dedi. 500 milyona yakın internet adresinin bulunduğunu kaydederek “BTK hangi yetkiyle, hangi insan gücüyle bunları değerlendirmeye tutacak. Bu yetkiyi kim ona veriyor. Bu sitelerin içeriği her an değişiyor. Bunları nasıl kontrol edecek. BTK’nin burada adil olma şansı yok. Hoşuna gitmeyen siteyi ya da içeriği kafasına göre kara listeye alıp siteye erişimi engelleyebilir” dedi. BTK’nin yargısız infaz yaptığını mahkeme kararı olmadan kurulun tek tip bir filtreyi yurtaşlara gönüllü de olsa dayatma yetkisinin bulunmadığına dikkat çekerek, BTK’nin kara listesine girecek linklerin de belli olmadığını söyledi. Akgül, “BTK’nin neleri yasakladığını önceden görmek mümkün değil. Kaç tane siteyi yasaklayacaklar onu Allah bilir. Saydam bir çalışma alışkanlıkları yok. Kendi bildiklerini yapıyorlar. Yetkilerini yasadan almıyorlar, hukuğun temel ilkelerini çiğniyorlar. Bunun seçmeli oluşu BTK yetkiyi kimden aldı? İnternet Teknolojileri Derneği Antakya’dan Suriye’ye Bakmak… Hafta sonu KESK EğitimSen Antakya Şubesi’nin konuğu olarak Antakya’daydım. Küresel krizi ve Türkiye’ye etkilerini bir panelde Doç. Dr. Cem Doğan ile birlikte konuştuk. Bu, Antakya’yı 2007’den bu yana dördüncü ziyaretim oldu. Her defasında bu şehri biraz daha sevdiğimi fark ettim. Antakya’yı, Ayla Kutlu’dan dinlemenin tadı başkadır: “Antakiye denilen, akşam alacasına saklı şehri, hayatına hiç dişi girmemiş yalnız bir subayın keşfettiği ilk dişi kimliğiyle ve tutkuyla bir anda sevdiğini hissetti… Asi’nin yeline kanmıştı. Yel sırtını okşamış, içine dolmuş, onu sarhoş etmişti”... Ayla Kutlu, Antakya coğrafyası ve Asiyel ailesinin yaklaşık yüz yıllık yaşamını harmanladığı “Asi… Asi…” isimli romanında Antakya’nın Osmanlı’dan başlayıp Hatay Cumhuriyeti ile devam eden ve Türkiye Cumhuriyeti’ne katılması sürecinde gelişen siyasi olayları bir aile öyküsü ile harmanlayarak sunar romanına, keyifle okursunuz… Her ziyaretimde “bu akşam alacasına saklı şehrin”, bu nadide cevherin biraz daha farkına varıldığını, ona biraz daha özen gösterilmeye başlandığını görmekten mutlu oluyorum. Kentin tarihi mirasına biraz daha sahip çıkılıyor, binalar restore ediliyor. Kentin tarım ve ticaret zenginliğinin yanında emsalsiz bir turizm potansiyeli var. Keşke turizme biraz daha az paragöz yaklaşılsa ve sürdürülebilirlik ilkesi daha çok gözetilse… ??? Geçen yıl yine bu mevsimde ziyaret ettiğim Antakya’da bu yıl önceki yüksek tempo, enerji yoktu. Bunun nedeni de deprem ve savaş olasılıkları. Hatay da tıpkı Van gibi, Güneydoğu Anadolu Deprem Kuşağı üstünde. Bu kuşak, İskenderun Körfezi’nden Van’ın doğusuna kadar bir yay çizerek uzanıyor ve Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya, Elazığ, Bitlis ve Van’ı kapsıyor. Deprem kuşağı üzerinde yer alan Hatay’da meydana gelebilecek bir depremin büyüklüğünün 7’nin üzerinde olacağı bildiriliyor ve Van’daki depremi, bazı yorumcular Hatay’da beklerlermiş meğer. Van’da olduğu gibi 7 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmesi halinde Hatay’da 3540 bin kişinin hayatını kaybetmesinin söz konusu olduğu belirtiliyor. Kentte 27 bin bina üzerinde yapılan incelemelerin ardından hazırlanan bir raporda, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından afet zararlarının önlenmesi için 8 ilde yapılacak kentsel dönüşüm projesine Hatay’ın da eklenmesi gerektiğine işaret edilmiş. Hatay’ın temposunu düşüren bir gelişme de Suriye ile yaşanan gerilim. Geçen yıl hem Antakya’da hem Gaziantep’te Suriyeli grupları gördükçe önemli bir ekonomik, sosyal, kültürel alışverişin başladığını gözlemiş ve sevinmiştim. Suriye’den gruplar geliyor, Türkiye’den Halep’e, Şam’a yolculuklar uzatılıyordu. Şimdi ise bunun boşluğu yaşanıyor. Antakyalılar, tedirgin ve savaş çığırtkanlıklarına karşı tepkili. Arap Alevisi kimliğinin baskın olduğu Antakya’da, Esad yönetimine karşı oluşturulan muhalefet için “dış destekli” algısı hâkim. ??? Antakyalının barış dileğine karşılık, içten içe düşünülen fakat telaffuz edilmeye çekinilen “Suriye’ye müdahale” ifadesini, Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe’nin Türkiye’ye gelişinden hemen önce Müslüman Kardeşler dile getirdi. Müslüman Kardeşler müdahaleye tamamıyla karşı olmadıklarını, ancak bunu Türkiye’nin üstlenmesi gerektiğini açıkladı. Bu çağrıdan Ankara rahatsız olduğunu henüz açıklamadı. Ancak böyle bir senaryo gündemde tutuluyor. Suriyeli muhaliflerin öncelikli olarak ve hemen olmasını istediği şey, sivillerin ve asker kaçaklarının her türlü bastırma eyleminden korunması için sınırın Suriye tarafına bir tampon bölge kurulması, hatta açıkça ifade edilmese de arzulanan, hava ve kara sahalarının kapatılması. Bu seçenek, Fransa Dışişleri Bakanlığı kaynaklı bir bilgiye göre, Paris’in Libya’da yaşadığı senaryoyu tekrar yaşamasını engelleyecek. AKP rejiminin Suriye’ye karşı tutumunun ABD güdümlü olduğu çok açık. Bunu 16 Kasım tarihli New York Times’tan okuyabilirsiniz. Şöyle yazıldı: “Arap Baharı Türk dış politikası için fırsatlar da sunuyor. Halk ayaklanmalarının başlamasından bu yana Obama yönetiminin Türk yetkililerle üst düzey temasları, Türkiye’nin Ortadoğu’nun geleceğinde büyük menfaatleri olacağı anlayışını ve ABD’nin hızla değişen Türk çıkarlarını daha geniş Doğu Akdeniz stratejisine dahil etmesi gerektiğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Ortadoğu’daki Amerika sonrası ortaya çıkan düzende, bölgedeki hızlı değişimin ışığında tutarlı ve incelikli siyasi bir yaklaşımı benimsemiş Türkiye, ABD’nin etkili bir müttefiki olacak.” Her şey açık ifade edilmemiş mi? ??? Şimdi mesele şu: Türkiye, sıcak bir çatışmayı göze alabilir mi? Zor. Bu denklemin içinde sadece ABD, Türkiye ve Suriye yok. Denklemin içinde İran, PKK var, Rusya ve hatta Çin var. Savaş serüvenine heves edenler, bir anda ateş çemberinin içinde bulabilirler kendilerini. İstikrarı dayandırdıkları bütün ekonomik dengeler, denk bütçeler vs. hızla alabora olup AKP’yi, pirince giderken bulgurdan yoksun bırakabilir. Suriye gerilimini yükseltmenin silah tacirlerine yaradığı, yarayacağı da akıllarda tutulmalı. İran ile ilgili bilgilere ulaşılamıyor ama Ortadoğu ülkeleri böyle gerilimlerden de etkilenerek askeri harcamalarını hızlandırıyorlar. Ortadoğu’da Askeri Harcamalar (Bin $) A caklar. İdare, kamu gücü ayrıcalıklarını kullanarak milyonları etkileyen bir düzenlemeyi yetkisini aşarak zorunluluk haline getiriyor” açıklamasını yaptı. Yarından itibaren internette “devlet eliyle merkezi bir şekilde” filtreleme yapılacak ve hizmetten yararlanacak yurttaşların hangi sitelere erişeceği / erişemeyeceği BTK tarafından belirlenecek. Yurttaşların filtre içeriklerini değiştirme özgürlükleri de bulunmuyor. Güvenli İnternet denilerek kamuoyunun yanıltıldığını söyleyen dernek, güvenli internetin ancak dijital okuryazarlık ve yeni medya okuryazarlığı ile mümkün olabileceğini belirtti. BTK’nin yaptığının doğru yasal ve hukuki olduğunu göstermez. BTK, beğenmediği içerikleri mahkeme kararı almadan sen erişemezsin, iletişim yapamazsın diyecek. Bu durumda hiç kimse bilimsel çalışma yapamayacak. Sadece siz siteye girdiğinizde sitenin yasaklandığını görebileceksiniz. Ama bu sitenin neden yasaklandığı ile ilgili size kimse hesap vermeyecek. BTK’nin saydam olması lazım. Kapalı kapılar ardından kendilerine göre yönetmelik yapamazlar” değerlendirmesini yaptı. İptal davası Öte yandan Alternatif Bilişim Derneği, BTK’nin merkezi filtreleme uygulaması ile ilgili kararın ve ilgili Güvenli İnternet Hizmetine İlişkin Usul ve Esaslar’ın iptali için Danıştay’da iptal davası açtı. Sistem nasıl işleyecek? Güvenli İnternet uygulamasında kullanıcılara bir kullanıcı adı ve şifresi verilecek. Güvenli internet hizmetinden yararlanmak isteyen kullanıcılar, bu kullanıcı adı ve şifre ile hizmetten yararlanmaya başlayabilecekler. Kullanıcılar istedikleri zaman çocuk seçeneğine, aile profiline ve birtakım alt profillere geçebilecek. İnternet servis sağlayıcıları kullanıcı istediği takdirde güvenli internet profillerini temin etmekle yükümlü olacak. 00 milyon siteyi nasıl denetleyecekler? İnternet Teknolojileri Derneği Başkanı Mustafa Akgül dünyada 5 Turkcell müziğe başladı Turkcell, her an her yerden müziğe erişebilme olanağını tanıyan yeni servisi Turkcell Müzik’i kullanıcıların beğenisine sundu. Yasal MP3 sunan Turkcell Müzik, sadece internetten canlı yayınlanacak interaktif Turkcell Müzik konserleriyle de fark yaratmayı amaçlıyor. 1 ayda 100 bin Turkcell’linin yüklediği uygulama ile yine 1 ayda 2 milyon şarkı indirildi. Turkcell Müzik konserlerinin ilki geçen cuma Yalın ile başladı, Atiye, Bengü, Model gibi isimlerle devam edecek. Turkcell Müzik sayesinde tüm müzikseverler; 3 milyondan fazla şarkı içinden istedikleri şarkı, albüm ya da sanatçıyı arayarak dinleyebiliyor, sevdikleri sanatçı adını kaydederek sanatçı radyolarına ulaşabiliyor ve 16 radyo türü arasından seçim yaparak müzik zevklerine uygun olarak önerilen şarkıları dinleyebiliyor. Avrupa’yı solladık Türkler, internet kullanımında birçok Avrupalıyı geçti. Dijital ölçümleme şirketi comScore’a göre, eylül itibarıyla Avrupa’da internet kullanımında Türkiye, ziyaret edilen sayfa sayısına göre ilk sırada, internette kalma süresinde 3. sırada, toplam ziyaretçi sayısında ise 23 bin 167 kişi 6. sırada yer aldı. Bir kişi ortalama olarak İngiltere’de 35.6, Türkiye’de ise 32.2 saat interneti kullandı. Teknolojinin en hızlıları Deloitte, Türkiye’nin en hızlı büyüyen 50 teknoloji şirketini açıkladı. Deloitte Teknoloji Fast50 2011 sonuçlarına göre son beş yılda en hızlı büyüme kaydeden şirket 2005 Logic Bilişim oldu. 2. Elkotek İletişim olurken listede sırasıyla şu şirketler yer aldı: Erguvan Bilişim, P.I. Works, Medianova, MCD Bilginet, BTT Bilgi Teknoloji ve Ericom Telekomünikasyon. Büyükler ligi olarak anılan ‘Big Stars’ kategorisinde ise ilk üç sırasıyla Aselsan, MCD Telecom ve İnnova oldu. Geçen hafta mali kriz, Avrupa Birliği’nin geleceğine ilişkin kaygılar derinleşir; Avusturya, Hollanda, Finlandiya ve Fransa, İtalya’da faizler yükselir; ABD, İtalya, Yunanistan’da muhalefet yine sokaklara dökülürken, 2011 yılını bu olayların merceğinden değerlendirmeye başlayan tartışmalarda öne çıkan temalar, beni “Tarih kendini tekrarlıyor mu” gibi tatsız bir soruya getirdi. ir küreselleşmeden diğerine Anımsarsanız Avrupa Birliği, aslında küreselleşme sürecinin bir prototipini, hatta en gelişmiş örneğini, belki de gelecekte alacağı biçimi ifade ediyordu. Şimdi AB’nin iki farklı bölgeye bölünmesi (ayrışması) hatta belki de toptan dağılması olasılıkları konuşuluyor. Bu konuşmalar bana, Prof. Jeffery Williamson’un (daha önce de birkaç kez aktardığım) 1996’da yazılmış, 2002’de geliştirilerek revize edilmiş bir tebliğini anımsattı: “Küreselleşmenin 200 yılı boyunca kazananlar ve kaybedenler” (2002). Williamson, biri 19. yüzyılın son çeyreğinde, diğeri de 20. yüzyılın ikinci yarısında olmak üzere iki hızlı büyüme ve ekonomik benzeşme (küreselleşme), bir de 19141950 arasında yavaş büyüme ve dağılma dönemi saptıyor. Sonra da 19141950 döneminden, bu kez küreselleşmenin bir dağılmaya yol açmaması için yapılması gerekenlere ilişkin dersler çıkarmaya çalışıyor. Bu derslerden iki tanesi çok önemli; bugünlerde yoğunlaşmakta olan tartışmalarla da yakından ilgili. Ülkelerin içinde ve ülkeler arasında eşitsizliklerin derinleşmesi, yabancılara ve B göçmenlere karşı tepkileri, dış ticarette korumacı talepleri gündeme getiriyor. Siyasetçiler bu taleplere dayanarak geliştirdikleri politikalarla 19151950 döneminin dağılma koşullarını hazırlamışlar. Geçen hafta aktardığım denemesinde de Dani Rodrik, Harvard’dan Prof. Jeff Frieden’e atıfla 191550 döneminde “küreselleşmeye karşı tepkilerin iki özgün siyasi radikalizmi, komünizmi ve faşizmi beslediğini” vurguluyordu. “Eşitlik ve ekonomik bütünleşme (küreselleşme) arasında bir seçim yapmak durumunda kalanlar komünizme, radikal toplumsal reformlara, kendi kendine yeterli ekonomik yapılar kurmaya yönelmişler. Ulusal irade ve küreselleşme arasında tercih yapmak durumunda kalanlar Nazizme faşizme, ulusu yeniden inşa etme projelerine yönelmişler.” Diğer bir deyişle kapitalizm, “demokratik” bir rejim için gerekli iki koşulu, orta sınıflar için sakin, istikrarlı bir burjuva yaşamı, işçi sınıfı için de çalışma, istikrarlı bir aile yaşamı sürdürme olanağını sunamaz duruma gelince, her iki tabaka da kendi özelliklerine uygun siyasi hareketlere yönelmişler. Tarih Kendini Tekrarlıyor mu? Yine bir trajedi olasılığı söz konusu. Bir küreselleşme prototipi olarak AB’ye dönersek. Faşist özellikler taşıyan sağ partilerin, halkın ekonomik siyasi seçkinlere, küreselleşmeye (Avrupa Birliği’ne), yabancılara (göçmenlere) yönelik tepkilerini göz önüne alarak “çokkültürlülüğe”, uluslararası kapitalizme (finansa), ulusal sınırların aşınmasına, ulusal paraların ortadan kalkmasına karşı çıkan programlar oluşturarak başarılı olmaya, bulundukları ülkelerin siyasi iklimlerini güçlü bir biçimde etkilemeye başladıkları görülüyor (Gideon Rachman, Financial Times, 14/11). Hollanda’da, katılım olmadan hükümet kurulamayan anahtar parti konumuna yükselen aşırı sağcı Özgürlük Partisi propagandasının ağırlığını, Müslüman karşıtlığından, AB karşıtlığına, Brüksel seçkinlerine yönelik eleştirilere, Avro öncesi nostaljisine kaydırıyor. Başkan seçilirse Fransa’yı AB’den çıkaracağını söyleyen Marine Le Pen’in, kazanma şansı olmasa bile 2012 seçimlerinde büyük etki yapması bekleniyor. Avusturya’da Özgürlük Partisi, göçmenlere ve AB’ye karşı propagandayla, iktidar partisinin oy oranına yakın bir düzeye yükselmiş durumda. Finlandiya’da Hakiki Finler Partisi’de AB ve göçmen karşıtı propagandayla oylarını yüzde 20’ye yükseltti. İsveç’te bile Neonazi İsveç Demokrasi partisi geçen yıl yüzde 6 oy alıp parlamentoya girdi. topyacılar’ ve ‘Gerçekçiler’ Liberal demokrasinin merkez partilerinin, finans kapitalin programına saplanıp kalarak bu yükselişe bir çare üretmek bir yana adeta yangına körükle gittiği görülüyor: Bir taraftan “kemer sıkma politikaları” krizin ortasında işsizliği, yoksulluğu daha da arttırıyor; orta sınıf yaşamını yıkıyor; genç kuşakları umutsuzluğa sürüklüyor. Diğer taraftan, bir “uluslararası irade”(?) adeta halkla alay eder gibi, bu kemer sıkma politikalarını uygulatmak için, seçilmiş hükümetleri devirerek yönetimi TrilateralKomisyon’dan Bilderberg’den (aşırı sağın, “Siyonist dünya hükümeti kuruluyor” paranoyalarının nesneleri) Goldman Sachs gibi uluslararası sermayeden topladığı, Papademos, Monti, Draghi gibi tiplerin eline veriyor. “Küresel finans” kesimi, dar fraksiyon çıkarını savunarak tüm kapitalizmi tehlikeye atarken bir zamanlar Margaret Thatcher’e danışmanlık yapmış, Prof. John Gray’in işaret ettiği gibi, düşünsel düzeyde tam anlamıyla ütopyacı bir anlayış, “Piyasalar kendi kendilerine dengeye gelir, ‘Ü kinci kez komedi olmayacak... Bugünlerde yoğunlaşan tartışmalarda öne çıkan konular, 19. yüzyılın, yukarıda değindiğim koşullarını korkutucu bir biçimde anımsatıyor. Ama, tarih sanırım bu kez Marx’ın sözündeki gibi bir komedi olarak tekrarlanmayacak. İ dolayısıyla piyasaların taleplerine öncelik vermek gerekir” derken piyasaların dağılmakta olduğunu göremiyor. Krize, küreselleşmeye karşı sol tepki, insanlığın “komünist refleksini” temsil eden “meydan işgalleri” hareketi de, genelde hayalcilikle, belirgin bir programa sahip olmamakla ne yaptığını bilememekle suçlanıyor. Ancak, John Gray’e göre aslında gerçekçi olan, bu hareket. Çünkü var olan durumun sorunlarına ışık tutuyor, bu durumun böyle devam edemeyeceğini vurguluyor, toplum yararına çözümler arıyor. Ancak, faşist gelenek bu küreselleşme tepkilerine uyum sağlayarak kendi klasik tabanı bağlamında yararlanmaya başlarken, komünist gelenek yeni durumdan aynı oranda yararlanamıyor. Komünist gelenek açısından sorun belki de yeni duruma uyum sağlama sorunu olarak ortaya çıkıyor. Meydan işgallerine bakarken, sağda Fukuyama’nın, solda Tarık Ali’nin neredeyse aynı saptamalarda buluşması bu durumun bir göstergesi: “Şirin çocuklar, gençlerin yeniden siyasete katılması harika... Ama ortada bütünsel bir program, geniş kitle desteği ve örgüt yok... Olanlar büyük ölçüde simgesel” (The Guardian, 15/11). Bu gözlemler, andaki gerçeği yansıtıyor olabilir. Ama Tarık Ali gibi eski tüfeklerin, komünist partilerin de bu hareketi örgütleyecek, kitleselleştirecek önerilerden, “bütünsel programdan” yoksun olması da bir başka gerçeği yansıtıyor: Bu yeni dalga yaratıcı olmayı, “geleneği” yenilemeyi gerektiriyor! S.Arabistan BAE Türkiye İsrail Irak Kuveyt Umman Mısır Suriye 2009 41.273 15.774 16.302 12.373 4.156 4.334 4.489 4.017 2.182 2010 42.917 15.749 15.634 13.001 4.663 4.411 4.047 3.914 2.236 ABD’nin güdümündeki S. Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri askeri harcamalarını hızla arttıran ülkeler. 73 milyonluk Türkiye’nin askeri harcamalarına, 7 milyonluk İsrail aynı boyuta yakın harcama ile karşılık veriyor. Tırmandırılan gerilim, bölge ülkelerinin eğitime, sağlığa, kalkınmaya ayıracağı kaynakları, silaha, askere harcaması ile sonuçlanıyor. Bu da başta ABD kökenliler olmak üzere, emperyalist silah tekellerini mutlu ediyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle