25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 25 EKİM 2011 SALI Kadına Yönelik Şiddet Önlenebilir mi? ‘Âkil Adam’ Önerileri “Bir politikacının başına gelebilecek en büyük felaket, ortak akla dayanmayan başarıların üstünde yürümektir. Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü bunu yapmadı. Bunu yapanlara örnek aranıyorsa, Adolf Hitler ve Mussolini’yi anmak istiyorum.” Bu sözler Ali Topuz’un... Yıllarca milletvekili, bakan, parti yöneticisi olarak görev yapmış bir aydın!.. Üst üste dört kez seçim kazanmış, Demokrat Parti iktidarında CHP’nin önde gelen bir yöneticisi olarak çeşitli deneyimlerden geçmiş... “Âkil adamlar” her zaman aranır. Düşünceleri sorulur, geçmişte yaşadıklarından dersler çıkarılır. Ali Topuz kökten CHP’li, ama şu anda CHP’den uzak... Oysa, yeni diye kendini adlandıran Kılıçdaroğlu CHP’sinde yer alacak, partisine önemli katkılarda bulunacak bir değerli politikacı... Nedense, “eskiye rağbet” olmaz diye, Topuz gibi, Fikri Sağlar gibi kişiler görmezlikten geliniyor. Ali Topuz, “Herkes içtenlikli bir özeleştiri yapmalı, bugüne gelişin sorumluluğunu kendinde aramalı, gerçekleri iyi analiz etmeli” diyor. CHP’de etkin olan kişilere şu öğüdü veriyor: “Böyle bir hedef ortaya konulduğunda inanıyoruz ki Türkiye’deki çok geniş bir çevrede çok önemli destekler alabilecek ve Cumhuriyetimizi yüzüncü yılına erişmeden esas doğrultusuna sokabilecek toplumsal ve siyasal bir hareket oluşturabilecektir.” Evet, herkes eleştiri yapmalı, yapabilmeli! CHP’de, ama en çok AKP’de, daha da çok “tek adam” Tayyip Bey eleştiriye açık olmalı! Yeni bir anayasa ile ülkenin yönünü ters bir yöne doğru çevirmeye kalkışacak AKP böyle bir yanlışlığa düşmemeli... Atatürk Cumhuriyetini değiştirmeye kalkışmanın bedeli çok büyük olacaktır. Bunu deneyenlerin sonu ne oldu. Ortada değil mi? “Tek başı”na hükümdar olmaya kalkışanların yazgının elinden kurtulmalarına olanak yoktur. Ali Topuz CHP’yi yararlı sözlerle uyarıyor! “Parti yönetiminde sağlam bir siyasi iradenin ortaya konulmasında gecikilmemesi gerekir. Bu konuda geç kalınmasından korkarım” diyor. Van ve Erciş’te yaşananlar bizlere büyük acılar yaşattı. Milletçe başımız sağ olsun diyoruz. Ama doğanın bizlere yeni bir ders verdiğini de anlamak zorundayız. Sağlam yapılmış yapılara deprem bir zarar vermiyor, ama denetimsiz çürük yapılar yerle bir oluyor. Bu kaçıncı ders! Doğa hep uyarıyor, ama bizler hep uyuyoruz!.. İlk amacımız toplumda kadının “insan olarak hak ve özgürlüklerini” kabul etmemiz olmalı. İkincisi, şiddet göstermenin erkekliğini ispat yolu ya da maçoluk işareti değil, aksine gelişmemişlik ve ciddi bir davranış bozukluğu olduğu düşüncesini toplumun zihnine kazımalı. Prof. Dr. Aysel EKŞİ Psikiyatr adına yönelik şiddet örnekleri hemen her gün basında yer alıyor. Bu yeni bir olgu değil, ama ülkemizde giderek arttığına dair pek çok bulgu var. Şiddetin aslında hayvanın ve insanın doğasında var olduğunu, ancak insanda bastırılmış ve yüceltilmiş bir davranış biçimi olduğunu biliyoruz. Şiddet, bu ilkel duyguyu bastıramayan insanın başka birinin fiziksel, cinsel, psikolojik bakımdan zarar görmesine, acı çekmesine, yaralanmasına, ölümüne yol açacak davranışlarda bulunması demek. Aynı şekilde tehdit etmesi, baskı uygulaması, o bireyin özgürlüğünü keyfi olarak engellemesi de bu başlık altında düşünülür. Şiddet hayatın her yerinde ve dünyanın pek çok ülkesinde görülüyor. Kanada başta olmak üzere Batı ülkeleri bu alanda uzun süre epey çaba harcadılar, çocuğa ve kadına yönelik şiddetin denetim altına alınmasını tamamen değilse de büyük ölçüde başardılar. Kadına yönelik şiddetin her ülkede farklı nedenleri var. Bizde toplumun kadına bakışı, kadınla ilgili değer yargılarımız çok çelişkili ve problemli. Toplumun büyük kesimi “Kızını dövmeyen dizini döver” ya da “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etme” sözleriyle yetişir. Erkeğimiz kendi yerini kadının üstünde tutmayı, kadını “malı” gibi görmeyi, yetiştiği ailede ve çevrede öğrenir. Bunun tek istisnası vardır, o da bu aslan erkeklere hayat veren analardır. Analar dışında diğer kadınlar, hatta çocuklarının anası bile kendi tapulu malıdır. Onu sever de, döver de, öldürür de. Buna kimse karışamaz. Şimdi gazetelerde okuyoruz, kadın bakanlığının hazırlıklarına göre şiddet uygulayanlar psikiyatr ve psikologların tedavisine gönderilecekmiş. İyi olur; tamam da toplumun kadına genel bakışı değiştirilmedikçe psikiyatrlar ve psikologlar ne kadar başarılı olabilir? adınların pantolon yasağına karşı kravat zorunluluğunun da kaldırılması ve kadınların başörtüsü! Güzel bir takas! Çok akıllıdır bu ülkenin politikacıları. Düş K Olayın temeli bence kadına “insan “ olarak saygılı olmak, onun erkeğin gerisinde bir mal olmadığını toplumun kabul etmesinde yatıyor. Söze gelince kızların eğitim görmesini isteyen ama pratikte, çok sayıda çocuk doğurmasını ve dışarda çalışma yerine eve kapanmasını cesaretlendiren tutumları “kadın erkek eşitliği” olarak değerlendirebilir miyiz? Çok sayıda çocuk doğuracak ve onları büyütecek kadın hangi müstesna yeteneklerle donatılmış olmalı ki erkekler kadar iyi eğitim yapabilsin, iş yaşamında karar alma mekanizmalarında onlar kadar söz sahibi olabilsin ve gereğinde haklarını yeterince savunabilsin?.. Başını bağlayan kadını namuslu, tesettüre girmeyeni namussuz ve hafif olarak değerlendiren tutumların kadına saygıyla ilişkisi var mıdır? Şiddet uygulanan ya da öldürülen kadınların çoğunlukla mutsuz giden evliliğini bitirmek isteyen kadınlar olduğunu görüyoruz... “Benim olmayan malı kimseye yâr etmem” zihniyeti ve bunun şiddete dönüşmesi büyük ilkelliktir ülkemizde. Özetle, bence ilk amacımız toplumda kadının “insan olarak hak ve özgürlüklerini” kabul etmemiz olmalı. İkincisi, şiddet göstermenin erkekliğini ispat yolu ya da maçoluk işareti değil, aksine gelişmemişlik ve ciddi bir davranış bozukluğu olduğu düşüncesini toplumun zihnine kazımalı. Ciddi davranış bozukluğu diğer insanların temel hak ve özgürlüklerini hiçe sayan, toplumun temel kural ve kanunlarını bozan davranışlar demek. Kadın döven, ona şiddet uygulayan insanlar genellikle duygusal bakımdan gelişmemiştir, sabırsız, sıkıntıya ve engele katlanamayan, öfkesine hâkim olamayan, çoğunlukla dürtü kontrolü gelişmemiş kişilerdir. Saldırganın bu özelliklerini herkes bilmeli... Kadına yönelik şiddetin pek çok nedeni var. Ailelere ait bireysel nedenleri hariç tutarsak, şiddetin kitle iletişim araçlarında sunumu da son derece önemli... Batılı ülkelerde televiz yonda devamlı şiddet izleme ile saldırganlık gelişimi arasındaki ilişki uzun süre araştırıldı. Devamlı şekilde şiddet içeren program izleyen kişilerde saldırgan davranışların belirgin şekilde yüksek olduğu görüldü. İnsanların sosyal ve ekonomik düzeyleri, zihinsel yetenekleri ve yetişmesindeki pek çok faktör arasında en önemli etken, devamlı saldırgan programlar izleme olarak işaretlendi. Özetle, son otuz yılı aşkın bir sürede yapılan güvenilir bilimsel araştırmalar önemle şu sonucu vurguladı: Medyanın, devamlı şiddet sahneleri bombardımanının insanlarda saldırgan davranışları arttırdığı artık hiçbir şüpheye meydan bırakmayacak şekilde kabul edilmiştir Şu halde önemli soru şu: Şiddet içeren TV programları karşısında ne yapılabilir? Görsel medya yapımcılarının şiddet sunmaktan asla vazgeçmedikleri Batı ülkelerinde de açıkça görüldü. Hiç olmazsa yapımcılara bazı öneriler yapılabilir. Örneğin şiddet içeriğinin azaltılması ve şiddet karşıtı içeriğe daha çok yer verilmesi istenebilir. Mutlaka konu içerisine saldırganın pişmanlık, eleştiri ve cezalandırılmasının dahil edilmesi gereği vurgulanabilir. Yapılan çalışmalarda saldırgan model eksik cezalandırılırsa, şiddetin uygulanması haklı gösterilirse, saldırgan üzüntü ve pişmanlık gibi duygulardan yoksunsa, şiddet abartılı bir biçimde çok sık ekranlarda görülürse bunların zamanla saldırganlığı ve şiddeti arttırıcı etkisi olabildiği anlaşılmıştır. Bu nedenle film ve program yapımcıları ve özellikle halk bu konularda uyarılmalı ve halkın tepki göstermesi desteklenmelidir... Kaynaklar: Ekşi A. Beş Kıtada Gençler. Yakında yayımlanacak kitap. Huesmann LR ve arkadaşları (2003). Longitudinal relations between children’s exposure to TV violence and their agressive and violent behaviour. in adulthood: Developmental Psychology, 39, 2, 201221. Johnson JG ve arkadaşları (2002). Television viewing and aggressive behavior during adolescence and adulthood. Science, 295 (5564 / 29 March), 24682471 Battaniye... O battaniye... Evi yıkılmış, soğukta sokakta kalmış bir Kürt çocuğa, batıdaki Türk annenin koşturarak gönderdiği battaniye... Her şeyin üstünde... Her şeyden önemli... Her şeyden anlamlı... “Yeni anayasa” diyordunuz... Onun yerine koyun battaniyeyi... Her şeye çaredir... Olasıdır ki birbirinizi yiyeceğiniz “yeni anayasanın” maddeleri, ilmek ilmek o battaniyededir: Ortak duygular... Ortak yazgı... Ortak sevinç... Ortak gözyaşı... Ya da Meclis’te yapılacak “genel görüşme” diyelim.. Bölücü terörü, TürkKürt meselesini, sorunun nasıl çözülebileceğini, ne yapılması gerektiğini, Türkiye’nin başına ne geldiğini konuşacaklar, belki elli saat... O battaniyeyi götürün... Koyun kürsüye... Anlatsın... O gece İzmir’de, Edirne’de, Çanakkale’de, Kırklareli’nde, Afyon’da, Muğla’da, Trabzon’da, Antalya’da... Ülkemizin dört bir yanındaki evlerde insanların uyumadıklarını, kötü haberler geldikçe dizlerine vurduklarını... Van’da ağlayanlarla birlikte ağladıklarını... Kürt anne ile birlikte canlarının yandığını... Dinlesin Meclis battaniyeden... Olmadı; çıkartın battaniyeyi televizyona... Oturtun stüdyoya... Kimse onun kadar anlatamaz... Kameraya konuşsun... Oraya çıkıp; ayrımcılığın, bölünmenin, parçalanmanın, düşmanlığın, terörün ve kanın simsarlığını yapan o koca çeneli soytarıya yanıt versin battaniye... Gözleri dolu dolu annenin, yapacak hiçbir şeyi yoksa... Gücü o kadarına yetiyorsa... Çocuğunun üzerinden kaptığı gibi Van’daki anneye gönderdiği o battaniye... Ülkenin bu ucundaki bir evin buram buram kokusu ile yetişip de vatanın öbür ucunda evi yıkılmış, sokakta kalmış ve üşüyen çocuğa sarılan... Her şeyin üzerinde... Her şeyden güçlü... Her şeyden önde... Her şeyden anlamlı o battaniye... K Pantolon Pazarlığı Fatma ESİN lerini süsleyen Türkiye için iyi değerlendirirler fırsatları. Bu defa fırsat düşlerindeki parlamento için çıktı karşılarına. İşte İran parlamentosu! Kravatsız politikacıları ile pekâlâ yapıyorlar işlerini. Sonra artık tesettürlü kadınların girmediği yer mi kaldı. Gelsinler TBMM’ye de, dünya görsün Türkiye’de demokrasinin ne denli ileri, kadınlarımızın ne kadar özgür olduğunu. Çünkü başörtüsü kadın özgürlüğünün simgesi, değil mi?.. Bu pazarlık tam başarı ile sonuçlanacaktı ki, iki ayrı yönden itirazlar yükseldi. Birincisi iktidar partisinden; önerinin BDP’den gelmesi nedeniyle! “Ne demek” dediler. “TBMM’de kadınlara başörtüsü özgürlüğü sağlamak bizim işimiz. Tabanımız, yandaşlarımız bu işi bizden bekliyor, bunu size kaptırır mıyız? Hem siz Zerdüşt dinindensiniz; Zerdüşt’ün başörtüsü ile ilişkisi olabilir mi? Sizlerin derdi istismar.” İkincisi, pantolonun “cinsel teşhir” olduğunu ileri süren yandaş basından! Vakit gazetesi yazarı Nusret Çiçek gazetesindeki köşesinde şöyle yazmış: “Sokaklardaki dar pantolon giyen kadın popolarındaki iğrençlik Meclis’e taşınmış olacak.” Bu durumda pazarlık başarıya ulaşamadı ve TBMM’de pantolon yasağı korundu. 3540 yıl öncesine kadar dünyada ve Türkiye’de kadınlarda pantolon giyme alışkanlığı yoktu. Ancak özel koşullarda, örneğin dağ, orman gibi zorlu arazilerde çalışmak zorunda kalındığında veya at binmede giyilirdi. Fakat 3540 yıldan beri hem dünyada hem ülkemizde pantolon yaygınlaştı. Günümüzde her kesimden ve her yaştan kadın severek isteyerek pantolon giyiyor. Hatta eskiden kadınların resmi ortamlarda, bilimsel ve sosyal toplantılarda, öğretmenlik, Öğretim üyeliği vb. gibi bazı meslek kolla rında çalışanların giymeyi yeğledikleri etek ve ceketten oluşan tayyörlerin yerini bile pantolon ceketten oluşan takımlar almaya başladı. Kısaca, kullanışlı bir giysi olarak yaygın bir şekilde kullanılagelmekte. Bu değişime koşut olarak TBMM’nin içtüzüğündeki kadınlar için pantolon giyme yasağının sürmesi beklenemez. Çoktan kaldırılması gerekirdi. Uygun bir gerekçe de ortaya çıkınca kalkması için ilk adım atıldı; ama BDP’den bir milletvekili de bu adımın üstüne atıldı. Yukarıdaki takası önerdi. Akılcı bir bakışla bu pazarlık çok şaşırtıcı görünse de, ülkemizin politik ortamı ve politikacıları dikkate alındığında hiç şaşırtıcı değil. Hatta çok normal! Çünkü politikacılar önlerine konulan her türlü öneriye sağduyu ile yaklaşmak yerine, partisinin çıkarları, siyasi beklentileri, yandaşlarına vereceği mesaj olarak yaklaşmakta. Böyle olunca da yukarıdaki gibi akıldışı takas önerileri ortaya çıkabiliyor. Yıllar yıllar önce buna benzer bir pazarlık daha yaşanmıştı TBMM’de. Anayasanın 141 ve 142. maddelerinin kaldırılması gündeme getirildiğinde, Sayın Necmettin Erbakan bu önerinin üstüne atlamış, 163. maddenin de kaldırılması koşulu ile öneriyi destekleyeceğini söylemiş ve isteğini kabul ettirmişti. Ondan sonra olanlar ortada: Artık tarikatlar meşru kurumlar, şeyhler saygın ve ülkenin gidişatında söz sahibi kişiler. Başta eğitim olmak üzere bütün kurumları yönlendirmekteler. Sözleri, istekleri emir kabul edilmekte. Sakallı, takkeli, cüppeli, şalvarlı müritleri ise özgür ve ilerici bir Türkiye görüntüsü sergileme görevini yerine getirmek için sokakları doldurmuş durumdalar! C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle