25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 EKİM 2011 SALI CUMHURİYET SAYFA 13 Haber Merkezi ABD Dışişleri Bakanlığı’na ait gizli yazışmaları yayımlayarak gündem yaratan WikiLeaks, mali zorluklar nedeniyle gizli belge yayımlamayı durdurdu. Londra’da ev hapsinde tutulan Julian Assange, para sorununu çözene kadar gizli belge yayımlamayı durdurduklarını söyledi. WikiLeaks’in mali sıkıntı içinde bulunmasından finans kurumları Visa, Paypal, Mastercard ve Bank of America’yı sorumlu tutan Assange, bağışların kendilerine ulaştırmamasından şikâyetçi oldu. WikiLeaks yayını durdurdu Havai fişek gösterisi iptal İstanbul Haber Servisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Çukurca’daki terör saldırısı ve Van’da meydana gelen 7.2 büyüklüğündeki deprem nedeniyle 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda yapılacak havai fişek gösterilerini iptal etti. İstanbul Haber Servisi Nakliyatİş Sendikası avukatları Ayhan Erkan ile Pınar Akbina’ya, Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nce, Coca Cola’nın avukatlarına “Amerikan uşakları” dedikleri gerekçesiyle 1’er yıl 15’er gün hapis cezası verildi. Mahkeme, avukatlar hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kararlaştırdı. Avukatlar karara itiraz edecek. Nakliyatİş’ten yapılan açıklamada ise “Dost da düşman da bilsin ki bu tür ‘cezalar’ bizler için de, avukatlarımız için de birer onur madalyasıdır. Bizler ekmek kavgası, demokrasi kavgası veriyoruz” denildi. Avukatlara hapis cezası Pankart böyleydi. Yazanların cehalet ve düşük farkındalık düzeyini yansıtan şekilde bitişik yazılmıştı: “Yetmedimi?” 17 Ağustos’ta yaşamlarını, yakınlarını, yerlerini yurtlarını yitiren on binlerce talihsiz felaketzede ardından, kendilerinde “7.4 yetmedimi?” edepsizliği ile ortaya çıkma cüretini bulan kesimlerden bahsediyorum… Hatırlayacaksınız… Depremin merkez üssünün Gölcük Donanma Komutanlığı olduğunun belirlenmesi üzerine, dinci yobazlar devreye girip hemen şu propagandayı yaymışlardı: “Gölcük Donanma Komutanlığı gazinosundaki içkili eğlenceler yüzünden Allah’ın gazabına uğradılar! Marmara depremi kendini bilmeyen kâfirlere müstahaktır!” Bu propagandayı dinciler, o dönemde popüler olan türban eylemlerine taşımış; Marmara Üniversitesi Göztepe Kampusu’nda türbanlılar kâfir gözüyle baktıkları laik düzene karşı bu pankartı açmışlardı: “7.4 yetmedimi?” 20 bin yurttaşın yaşamını yitirdiği badireye; “Başı açık, içki içen kâfirlere oh olsun!” bakışıyla yaklaşan bir anlayış; Van depreminde dönüp dolaşıp şimdi bu defa başka bir kutuplaşma üzerinden, faşizan Türk milliyetçiliği ile Kürt kutuplaşması şablonuyla karşımıza çıkıyor. ‘7.4 Yetmedimi?’ Kültürü Siyasi fay hatlarının tamiri, ötekine yaşama hakkı tanıyan bir konsensüs gelişmedikçe… imkânsız. Bunların ötesinde bizde ayrıca yerleşik, geleneksel, güçlü ve de köklü, yaygın bir “intikam kültürü” var. Latinlerin o “mors tua, vita mea/senin ölümün, benim yaşamımdır!” dedikleri türden bir “Beter ol!” kültürü bu. Bu kültür gerçekte ağır bir kurban psikolojisine, eziklik ve çaresizliğe dayanıyor… İnsanlar karşı taraf için akılları sıra reva gördükleri ama yeryüzünde bulamayacaklarına inandıkları adaleti Tanrı’ya havale ediyorlar. Tanrı’nın, akabinde “karşı tarafı cezalandırması”(!) suretiyle, “adaletin” yerine geleceğini düşünerek rahatlıyorlar. Mesele bir kez böyle “ilahi adalete” devredildiğinde; dincisi ya da faşisti hiç fark etmiyor. Ardından bir yana çekilip, “Beter olsun, yerle bir olsun Allah’ın gazabı!” şeklinde cümleler kurulabiliyor… Pazar günü Van depreminin ardından sosyal medya ve internet sitelerinde yazılan cümlelerin bazıları böyleydi: “Allah’ın sopası yok, beter olun!” / “Allah işte böyle vurur, Rabbim sana şükürler olsun!” On iki yıl önce, “7.4 yetmedimi?” pankartı açan yobazların su yüzüne çıkardığı ilkelliğin tıpatıp bir karbon kopyası bu. Bu ülkenin siyasi kutuplaşmalarının üzerini kolayına örtmek ve onarmak evet mümkün değil. Ama bu zorluk, temel bir “empati” enin ölümün, benim yaşamımdır!’ On iki yılda bu ülkedeki “tolerans ve birlikte yaşamak kültürü” üzerine gıdım ilerleme olmamış… 17 Ağustos depreminde laikler ve İslamcılar arasında derinleşen fay hattını 7.4 şiddetiyle vuran deprem… bu defa Kürtlerle kafatasçıları bölen faylardan 7.2 ölçeğinde geçiyor. Fay hatlarımız yalnız jeolojik değil, aynı zamanda politik. Ve biri diğeri kadar derin. Aralarında yalnız şöyle bir fark var: Jeolojik yapıdan doğan fay hatları değiştirilemiyor. O yapıyla eli mahkum yaşamak zorundayız. Siyasi fay kırıklarını tamir etmek ise teoride!mümkün. Ama Türkiye’de bu mümkün olan da yapılamıyor... ‘S Demokrasi ve deprem bilinci kültürü geliştirmeye de mani değil. Bunun için çaba sarf etmemiz şart. Hangi görüşten olursa olsun, hangi etnik kökenden gelirse gelsin, karşımızdakinin her şeyden önce bir “insan” olduğu ve insan yaşamının “kutsal olduğu” bilincinin bu topluma “işlenmesi” ve “öğretilmesi” gerekiyor… Parklarda çimenler üzerine konan “çiçekleri kopartmayın!” ilanları var ya… Onlar gibi… çok basit bir hassasiyetin geliştirilmesinden bahsediyorum: Kim olursa olsun “insan yaşamı en büyük kutsaldır” öğretisinin… küçük yaştan itibaren bu ülkede insanlara aşılanması gerekiyor. Bu bilinç ve duyarlılığa sahip olmayan çok insanımızın olduğu yazık ki ayan beyan ortada artık. Japonya’dan hiç söz etmiyorum. Ama Türkiye ile aynı ekonomik gelişmişlik düzeyine sahip bir ülkeden bahsedeceğim… Bundan bir yıl önce Şili’de, tarihin en büyük depremlerinden biri 8.8 gücünde bir deprem yaşandı. Toplam 525 kişinin ölümüyle sonuçlanan depremden sonra en çok konuşulan konulardan biri, bizim gibi bir depremler ülkesi olan Şili’de, yıllar içinde “deprem bilinci ve kültürünün” ne büyük gelişme gösterdiği idi. Şilililer, 8.8 gibi kıyamet gücündeki bir depremi nispeten düşük bir rakam olan525 kurbanla geçiştirmeyi; sadece daha dayanıklı binalar yapmak ve depremden korunabilmekle açıklamıyorlar; aynı zamanda demokrasi kültürünün gelişmesine, kaderlerine hükmetmek şuuruna bağlıyorlardı. Bunu “Şili trajedisi” adlı bir yazıda anlatmıştım. (Sağnak 2. 3. 2010) Türkiye’nin de, Şili’nin de… kişi başına düşen geliri 15 bin dolar. Ama biz bir Şili olmaktan çok uzağız. Sadece ekonomik büyüme yetmiyor. “Uygar” olmak için gayret sarf etmek ve “senin ölümün benim yaşamımdır” anlayışı yerine, “Senin yaşamın, benim yaşamımdır!” anlayışının geliştirilmesi gerekiyor. Van’da evlerini, yakınlarını yitiren tüm yurttaşlarımızın derin acısını paylaşırım. Kan ve Şal... Gerçeğe, onu yansıtacak doğru habere ekmek, su, hava gibi ihtiyacımız var. Alın en son Çukurca baskınında şehit olan 24 askerimizi ve tepkileri. Hafta kapanmış 50 ölümle, halk kan ağlıyor, yasta. Türkiye’nin dört bir yanı ayakta, on binler yürüyor. “Yeter söz şehidin” pankartları. İzmir’de on binlerle dolu Gündoğdu Alanı. Genç kızlar, askerlik çağı gelmemiş delikanlılar ağırlıklı. Her üç slogandan biri “Hükümet istifa”. Hani bunu yazan medya? Kanlı gerçeğin üstünde karanlık bir örtü. Bir tür karartma günleri, geceleri... Daha geçen hafta Başbakan medya patronlarını topladı; şehit haberleriyle ilgili çerçeveyi sınırladı, muhalefete esti, gürledi ve yağdı. Not aldı muhabirler gibi, enerji, maden, inşaat ve daha bilumum sektörde iş gören, hükümetle kredi alışverişindeki medya patronları. Anlı şanlı medya sahipleri! Korku dağları sarmış; öyle ya, Uzanlar gibi olmak da var işin içinde. Bir adım daha ötesi, icabında Silivri. O toplantıya Cumhuriyet, Sözcü ve Aydınlık’ın niçin çağrılmadığını zaten soramazlardı, sormadılar. Ertesi gün kendi gazetelerinde yazılmadı, kimileri de kuytuya sakladı. Genel yayın yönetmenleri, demokrasi havarisi yandaş köşe yazarları, “Bu nasıl basın özgürlüğü, böyle bir ayrımcılık olur mu?” diye satır oynatmadı. 60’a yakın gazeteci hapiste, basın özgürlüğü zaten kâğıt üstünde. Bir tek “Türk basını, tarihinin en özgür, en demokratik dönemini yaşıyor” sözleriyle 13 Ekim’de tarihe geçen Devlet Bakanı Egemen Bağış’a, “haklıdır” demedikleri kaldı. Yıllardır yazıp çiziyoruz, “Medyada holdingleşme ve tekelleşme halkın haber alma özgürlüğüne engel” diye. Ama manzara böyle... Alın Van depremini... Ülke genelinde depreme karşı eylem planları, sayısız tatbikat, sivil savunma hazırlıkları. Oysa, Van’a yardım gitmez zamanında. Daha gün ışığında, 30 kilometre ilerde ne oldu bilinmez ama. Karanlık örtünce göçüğü, soğukta son nefesler tükenir. Örtünün bir ucunda iktidar eli, diğerinde medya desteği... Deprem uzmanı bilim adamı devletin televizyonunda, deprem vergilerini sorar, “40 milyar lira ne oldu?” diye. Memlekette boşaltılmış mıdır yıkılacağı belli, envantere girmiş tek bir bina? Ne haddine iktidarı sorgulamak, sustururlar adamı anında... Hükümetin Kandillisi aceleyle ve büyük bir “bilimsellikle” “6.6” der önce. Sonra “7.2” düzeltmesi. ABD’den gelen ölçümlere göre revize edilir durum. Demiri çalmışlar, çimentoyu da, ama elinde devletin verdiği kapı gibi “oturma belgesi.” Nasıl olsa bir suçlu bulunur sonunda “Yalova” misali; göçüğün hesabı başka bir müteahhit Veli Göçer’den sorulur. Deprem yıkar, terör yıkar, gelen ölür, giden ölür, kalır sağlar. Susarız! Ne bu düzen, ne de sahipleri, aptal yerine sayılırız sen, ben... Daha ne, elde var her zaman bir Veli, gerisi ne de olsa “deli”... Öte yandan “oh olsun” deme acizliği, insanlık ayıbı. Göçükten bir ses yükselir bu arada: “Sesimi duyan var mı?” ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] Çünkü Onların Bir Atatürk’ü Olmadı… Kaddafi’nin ölüm anları, uzun süre bu sahneyi televizyonlarda neredeyse “naklen” izleyen insanların belleğinden gitmeyecek. 42 yıldır ülkesinin liderliğini yürüten diktatörün gözlerinin üstünden boşalan kan, ter ve belki gözyaşlarına aldırmadan onu tekmeleyerek, tokatlayarak, çekiştirerek, yaralarına aldırmadan adım adım ölüme taşıyan linç sahneleri bunlar… En katı Kaddafi düşmanlarının bile şayet bir nebze insanlık taşıyorlarsa içlerini kaldıran insanlık dışı tiksindirici görüntüler: Kaddafi’yi, çoğu diktatörlüğe geçişinden sonra doğmuş kendi “halkı” öldürdü. Dünya ve özellikle içinde bulunduğumuz coğrafyada Türkiye, dünyanın yaşadığı gerginlik hatları üstünde belirsiz geleceğine kuşkularla bakarken Batı emperyalizminin bu yeni “Ortadoğu fethi”, doğal olarak birçok tepkiyi beraberinde getirdi. Avrupa ve ABD’nin, ortaçağ psikozlarıyla 21. yüzyılın doymaz çıkarcılıkları arasına sıkıştıkları senaryolarda bu çirkin linç olayını neredeyse olumlayan ve hatta dünya barışı adına “kutsayan” tavırları, tabii ki ülkemizde de birçok solcu ve ulusalcının tepkisini çekti. Birçok makale, Kaddafi’nin antiemperyalist ve Batı’ya meydan okuyan yanlarını öne çıkarıp emperyalizmin bugün Ortadoğu’da üstlendiği çirkin sömürgeci rolü bir kere daha şiddetle kınadı. Bu noktada bir itirazımı, Kemalist bakış açısının getirdiği kaçınılmaz nesnellik ve siyasifelsefi bakış eşliğinde belirtmek istiyorum: Bugün sol kesimin kendisini Kaddafi ve Batı ikilemi arasında Kaddafi’ye daha yakın hissetmesi, kesinlikle Kaddafi’nin yıllardır halkına çektirdiği antidemokratikten de öte zulümleri görmezden gelmek için bir gerekçe olamaz. Biraz düşünmeyi ve bugün yaşananlardan geriye geniş açıyla bakmayı bilenler, ne demek istediğimi hemen görebilir. Bu nedenle ifrada kaçan “Kaddafi’yi aklama veya mazlum gösterme” çabalarına gerek yoktur. Aynı şekilde, tabii ki Batı’nın mide bulandırıcı sahte demokratlığının da elle tutulur hiçbir tarafı kalmamıştır. Onlar da her zamanki gibi, Ortadoğu petrolüne el koymak isteyen artık gelenekselleşmiş “eşkıyadevlet” kimliğiyle hareket etmektedirler. Zaten Ortadoğu halklarının kaderi değil midir bu? Batı sömürgeciliği ile halkını ezen veya onun yaralarına merhem olamamış faşist veya şeriatçı dikta rejimleri arasında sıkışmak, Batılı ülkelere göç ederek yaşama tutunmaya çalışmak, fırtınada yalpalanan bir duba gibi oradan oraya savrulmak! Çünkü onların bir Atatürk’ü olmamıştır. O ülkelere elle tutulur bir anayasa, bir hukuk devleti kimliği, bir aydınlanma devrimi, bir kadınerkek eşitliği, bir laikdemokratik çok partili parlamenter rejim altyapısı, din, mezhep ve ırktan bağımsız bir vatandaşlık kimliği taşınamamıştır. İşte bu nedenledir ki, “Arap Baharı” hiçbir şekilde bu ülkelere demokrasi veya insan hakları taşıyamayacaktır. Tüm bu ülkelerde görülen o abartılı sevinç gösterileri tarihte ne yazık ki bir köpük gibi kalacaktır. Batı emperyalizmi ve/veya şeriatçı iktidarlar, bu eğitimsiz ve feodal yapıya bağımlı kitleleri, ne olduğunu anlamadan imrenerek baktıkları gerçek demokratik rejimlerin yanına bile yaklaşamadan nüfuslarına geçireceklerdir. “Hayatta ‘ne oldum’ değil, ‘ne olacağım’ diyeceksin” derler… Diktatörler, güç ellerindeyken gerçekleri algılamak istedikleri gibi görürler. Zaten güçleri kendilerine sonsuz gözükür. Tarihten hiçbir şekilde ders almazlar. Bu nedenle de tarih hep tekerrür eder. Bu diktatörler doğal nedenlerle ölmezlerse, onları birileri en korkunç şekilde tarihin çöplüğüne taşır. Adları, ideolojileri ne olursa olsun... Son anlarında pişmanlık duyarlar mı bilemem, ama her birinin kendine göre bahaneleri, gerekçeleri, ideolojik amaçları vardır. Ortak noktaları demokrasi ve insan hakları düşmanlığıdır. Ömürlerini muhaliflerini yok etmekle geçirirler. Bir gün herkes ölür. Lider vardır, Atatürk gibi uğurlanır. Kuşaklar arkasından ağlamaya devam eder. Lider vardır, kendi halkı tarafından linç edilir. Bu halk belki çeşitli aşiretlerdir, belki farkında olmadan emperyalizmin kuklası olmuştur. Ama yanıt hangisi olursa olsun, suç yine buna el veren o liderin değil midir? Türkiye Kemalist devrimin getirileriyle son yüzyılda bu senaryolara yaklaşmadan halkının çoğunluğu Müslüman olmasına karşın bağımsız, demokrat bir hukuk devleti olmuş, her olumsuzluğa rağmen Batı’nın oyuncağı haline gelmemeyi başarmıştır. Başarmıştı… HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULMACA BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Doğu Anado 1 lu’da çift sürülürken hep bir ağızdan 2 söylenen türkü. 2/ 3 Kimi hastalıklarda 4 elde, yüzde ve ayak5 ta görülen yangısız şiş... “Mercan 6 köşk” de denilen, 7 güzel kokulu bir 8 saksı bitkisi. 3/ Afrika’da yaşayan bir 9 maymun... Bir ilimiz. 4/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Kalınbağırsağı anüs yo 1 B A L MA N F A luyla su fışkırtarak yıka 2 A T A MA S İ F maya ve bu işte kullanılan 3 L EMY E Z E L aygıta verilen ad. 5/ Do4B P E R EME Ç ğalgazın önemli bir bileşeni 5A R A L N A T O olan gaz... Dövülmüş et, 6 L O R Ş İ F ON bulgur ve soğanla yapılan T O R İ NO M ızgara köfte. 6/ Şekerka 7 8 T İ O K R U A mışından elde edilen sert 9A L AME T A K bir içki... Bir gıda maddesi... Çin ve Japonya’dan tüm dünyaya yayılmış bir strateji oyunu. 7/ Küçük mağara... Bir tür keten patiska ya da basma. 8/ Toplum yaşamına giren geçici yenilik... Bir nota. 9/ Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da konargöçerlerin kıl çadırlarından oluşan yayla yerleşmesi... Tibet sığırı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Tuzsuz taze peynirle yapılan bir tür helva. 2/ Serbest meslek adamlarını içinde toplayan resmi birlik... Bir mekânı örten kemerli yapı. 3/ Bir malın tanıtımını ve sürümünü sağlamak için başvurulan etkinliklerin tümü... Bir nota. 4/ Ürdün’ün başkenti... Şamanizmin din adamlarına verilen ad. 5/ Tuzağa düşürülen şey... Rütbesiz asker. 6/ Hayat arkadaşı... Önemli yol kavşaklarının yakınına kurulmuş otel. 7/ İçinde diri balık saklanan, denizden ayrılmış havuz... Atın yavrusu. 8/ Kadın ve çocuklarda görülen çok ince tüy; ayva tüyü. 9/ Olta ya da tuzağa konulan yem... Kundak çocuklarının tepelerinde görülen kepek tabakası. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle