25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER yüzlerle hep soruluyor: “Cumhuriyet’in ilericiliğini kurtarmak için çare kalmadı ve her şey oldubitti mi yani?” Tutuculuğun kazandığını, ülkenin artık bir tarikat yönetimine düştüğünü ima ederek böyle konuşuyorlar. Oysa, Dil Kurumu’nun sözlüğüne göre “oldubitti” sözü bir sürecin değil, eski dildeki “emrivaki”nin, yani anlık bir olayın ifadesi oluyor. Uzun sürmüş bir olaya “emrivaki” denmez. Demek ki, olay bitmemiştir, sürmektedir. Tek sözcük olarak “oldubitti” diye yazılmasaydı, “emrivaki” anlamına gelebilirdi belki. azır yeri gelmişken, bu anlam karmaşasından yararlanıp iman tazeleyerek birbirimize söyleyelim: Hayır, her şey bitmemiştir. Cumhuriyet’in aydınlığını geri getirmek için yapılacak daha çok iş var. Süreç sürüyor, hem de kendi sonunu kendi davranışlarıyla hazırlaya hazırlaya... AKP iktidarını yönlendiren zihniyet ölçüyü kaçırmış, özellikle dış politikada tam bir başdönmesiyle hata üstüne hata yaparken, bir yandan da içte ve dışta bol keseden atıp tutuyor. Tek kişinin iradesine indirgenmiş rejimlerin sonu hep bu tür başdönmelerle gelir, şöyle ya da böyle. Yeter ki, sonrasına yönelik umutlar sönmemiş olsun. CUMHURİYET 17 EKİM 2011 PAZARTESİ Oldubitti mi? ALMANCA, Batı dilleri arasında sözcük dağarcığı en zengin olanlardan biridir. Ama bu zenginlik, Latin ya da Anglosakson kökenli dillerden farklı olarak, eski Cermen dillerinin önek bolluğundan ve özellikle de son yüzyılların sözcüklerini birbirine ustaca birleştirmekten kaynaklanır. Türkçeyi sözcük zenginliğine kavuşturmanın bize özgü yollarını halkımızla dilcilerimiz de bol bol kullanabilmeli ki dil gelişsin. Bir de, şu son zamanların “sözcük bölme” hastalığı olmasa... Eskiden “sivrisinek” diye yazardınız, değil mi? Türk Dil Kurumu’nun sözlükleri ve bilgisayar yazılımcıları bir süre “sivri sinek” diye ayırmakta ısrar ettiler. Basımevleriyle gazete düzeltmenleri, hatta bilgisayar yazılımcıları da “uluslararası”nın beline balyozu çoktan vurdular. şin kötüsü, bu eğilim düşünceyi de şaşırtabilir. Örneğin, toplumun bu iktidarlarca gericiliğe, hatta karanlık bir tarikatçılığa çekilmesiyle umutsuzluğa düşen çevrelerde son aylarda sorulmakta olan bir soruya gelelim. Endişeli Muhalefetin iktidarı yıpratmasının dava konusu olduğu ülkeye ve rejime hangi sıfat verilir? Hadi bir de kopya verelim: Demokrasi, iktidarı yıpratma hak ve özgürlüğünün olduğu rejimdir. AKP Dönemi Yargısı CHP’nin Sabrını Sınıyor lemize gol atıyordu? Odatv iddianamesini hazırlayanlar bu teknik tartışmayı iktidarı yıpratma kampanyasının bir parçası olarak görmüşler. Ama bilmedikleri bir şey var: İzleyen tarih diliminde, Kasım 2010’dan itibaren TL yabancı paralar karşısında sürekli değer yitirmeye başladı. (Acaba iktidar bizi duyduğu için mi yoksa akıllar başa geldiği için mi?) Bu değer yitimi Temmuz 2011 sonrasında kontrol altında da tutulamadı, çünkü ekonominin kırılganlığı sahneye çıkmıştı. Şimdi sayın savcıların iktisat bilgilerinin sınırlarını gördük. Ama daha vahimi “hukuk” anlayışları. Sorgulamayı ve bağımsız düşünmeyi öğrenen özgür ruhlu öğrenciler yetiştirmek için çeyrek yüzyılını harcayan bir öğretim üyesi olarak söz konusu dayanaksız iddianamenin beni büyük hayal kırıklığına uğrattığını ifade etmem gerekir. Üstelik işin şekli içeriğinden daha vahim. Benim yazılarım ve bazı CHP milletvekillerinin Meclis kürsüsünde yaptıkları konuşmalar nasıl iddianameye eklenebilmiştir? Bu savcılara, muhalefetin görevinin iktidarı yıpratmak olduğunu hatırlatacak bir merci acaba yok mudur? Buradan HSYK’ye ve Adalet Bakanı’na suç duyurusunda bulunuyorum. AKP dönemi yargısı CHP’nin sabrını ve tepkisini sınıyor olabilir. Şimdi iktidarın “ileri demokrasisini” sınamak da bize düşüyor. Deniz Feneri savcılarını düzmece bir suç duyurusuyla görevden alanlar bakalım bu savcılara yönelik suç duyurumuzu işleme koyacaklar mı? Ve final sorusu: Muhalefetin iktidarı yıpratmasının dava konusu olduğu ülkeye ve rejime hangi sıfat verilir? Hadi bir de kopya verelim: Demokrasi, iktidarı yıpratma hak ve özgürlüğünün olduğu rejimdir. Anayasa ve Atatürk’ün Türk Dil Kurumu Günay GÜNER nayasa sözünden geçilmeyen günlerdeyiz. Türkiye’nin yakıcı sorunu ölümler, kıyımlar, sürekli fiyat yükselişleri, geçim darlığı, işsizlik değilmiş. Ya neymiş dersiniz: Anayasa! Ne halk ne de uzman geçinenler neden anayasa sorusunu yanıtlayabiliyorlar. (Almancada Alman denmesiyle, Türkçede Türk denmesinin aynı anlamda olmadığını savlayacak kadar densiz “profesörleri” de bu süreçte görüyoruz.) Çünkü Türkiye’nin gerçek gereksinimini karşılayacak, ulusa yarar sağlayacak iş anayasa yapmak değildir. (İngiltere’nin hiçbir zaman anayasası olmadı.) Geçmişte çalışma yaşamıyla, eğitimle, sağlıkla, ekinle ilgili birçok kazanımın koşullarını oluşturan ulus devlet yapısını, devlet kurumları ile eşit yurttaş ilişkisini gelecek kuşaklarımızın güvenliğini bozmamak yönünde güçlendirmek; üretimi, çalışan sayısını arttırmak, yeni düzenekler işletmek için üretimlikler kurmak; bilime, araştırmaya önem vermek gerekir. A H İ Prof. Dr. Oğuz OYAN CHP PM Üyesi ve İzmir Milletvekili nce Odatv iddianamesinin 120. meslektaşım Prof. Nami Çağan Çalışsayfasında ismim geçirildi. ma Bakanı (30.6.1997 25.2.1999) iken, Üstelik davayla ilgisi olma kendisine, Zorunlu Tasarruf kesintileyanların isimleri verilmeden rinin İşsizlik Sigortası Fonu kesintilexxx boşluğuyla geçilirken, benim ismim rine dönüştürülmesiyle bu sigorta dalıüç yerde açıkça yazılmaktaydı. Konu, na kolay bir geçiş yapılabileceğini anOdatv ve medya üzerindeki baskılar üze latmıştım. rine bir araştırma önergesi vermem Sayın Çağan kapsamlı bir kanun üzerine bir telefon görüşmesiydi. Mil taslağı hazırladı ancak bu geçiş izleyen letvekili olarak basın özgürlüğünü sa hükümet ve bakan dönemine kaldı. vunmak ne zamandan beri örgütlü suç Kuşkusuz, işsizleri bahane edip Haziçetesi işlemi görüyordu? ne’yi fonlayan bu model bizim ön4 Ekim’de aldığım bir telefonla bu de gördüğümüz model değildi. O nedenfa Odatv’ye yazdığım iki ekonomik ana le de ilk günden itibaren bu düzenlelizin “AKP’yi yıpratmaya yönelik meye karşı hep eleştirel konumda olyayınlar” bağlamında iddianameye duk. Ama demek ki sayın savcılara (ve eklenmiş olduğunu öğrendim. Benim iddianamenin diğer oluşturucusu Emle ilgili bir suç duyurusu bulunmuyor niyet güçlerine) uygulamadaki model du ama yazılarım başkalarını suçlamak tartışılamaz derecede doğru görünüiçin suç delili oluyordu. Bu nasıl bir hu yormuş. Ne diyelim, belki de bunun kuk anlayışıydı? “Hazine bizim maaşları ödeyemez Geçen yılki yazılarıma tekrar merakla duruma düşmesin” gibi özel bir kaybaktım. “40 Milyar Dolar Nereye gı zemini de vardır! Gitti?” başlıklı 6.6.2010 tarihli yaur savaşları zımda, İşsizlik Sigortası Fonu’nun işsizlere yönelik olarak kullanılmadığı ve “AKP Kendi Kalemize Gol Atıyor” bunun fonun kurulduğu Haziran başlıklı 23.10.2010 tarihli diğer maka2000’den beri geçerli olduğu, AKP lede ise dünyada geçen yılki “kur sadöneminde de fonun Hazine’nin kolay vaşlarında” bize benzer ülkeler kendi bir borçlanma kaynağı olarak kullanıl paralarının aşırı değerlenmesini önleması yanında, bütçenin finansmanına meye çalışırken Türkiye’nin tam tersi(hatta memur maaş ödemelerine) işsiz ni yaptığına dikkat çekilmekteydi. Sılerden daha fazla kaynak ayrıldığı ortaya cak paraya ve ithalata bağımlı bir ekokonulmaktaydı. nomik büyümenin sonucu olan bu terŞimdi bu yazıyı iddianameye kanıt cih, dış açık ve borçları sürekli büyüten olarak ekleyen pek değerli savcılara şu aşırı kırılgan bir ekonomik yapı oluşnu da itiraf edeyim ki, İşsizlik Sigorta turuyordu. Peki, AKP hükümeti yüksek sı’nın akıl hocası da benim! Değerli değerli TL’yi savunarak neden kendi ka Ö K Yapılacak iş budur. Oysa özellikle son otuz yılda ne sendikal ne toplumsal kazanımlar kaldı. 4/C uygulamasını bile anayasaya uygun bulan bir Anayasa Mahkemesi var. “Darbe anayasası”, “özgürlükler”, “vesayet”… sözcüklerini her saniye kullananların dilinden, 12 Eylül 1980 darbecilerince 1983 yılında Atatürk’ün kalıtının çiğnendiğini, Türk Dil Kurumu’nun, Türk Tarih Kurumu’nun silah zoruyla kapatıldığını, giderek 22 Nisan 1987 tarihinde Türkçe sevdalısı aydınlarımızca kurulan Dil Derneği’nin çok “sivil” ANAP yönetimi döneminde yasak dernek sayılmaya çalışıldığını, zorla alınan kazanımların geri verilmesi gerektiğini geçmişte de duymadık, şimdi de duymuyoruz. Tüze tarihine geçecek, dünya okullarında ders diye okutulacak ağırlıktaki bu saldırı karşısında ilgili herkes üç maymunu oynuyor. Gördükleri yerden Türk sözcüğünü kazımaya çalışanların Türkçeyi savunmaları beklenemez. Onlar olsa olsa Türkçe bilincini öldürmek için Türkçe “olimpiyat”ı düzenler. Dille ilgisi olmayan birtakım aymazları toplayıp sözcük türetme adına İngilizce yollu soytarılıklar türeten yasadışı darbe Türk Dil Kurumu’nu besler. 4/C uygulaması Kıdem Tazminatı Sorunu Dr. Engin ÜNSAL Tekgıdaİş Sendikası Genel Başkan Danışmanı lusal İstihdam Strateji Belgesi’nin 4 Şubat 2011 tarihinde yayımlanmasından sonra kıdem tazminatı konusu çalışma yaşamımızla ilgili en çok tartışılan konu olmuştur. Belge kıdem tazminatının işletmeler için önemli bir maliyet kalemi oluşturduğu, yeni istihdamları önlediği ve işletmelerde verimlilik kaybına neden olduğu görüşündedir. Kıdem tazminatı mevzuatımıza 1936 yılında 3008 sayılı İş Yasası ile girmiş ve yıllar boyunca bazı değişikliklerle günümüzde 1475 sayılı yasanın 14. maddesi, 4857 sayılı İş Yasası’nda saklı tutularak varlığını sürdürmüştür. Kıdem tazminatının varlık nedeni başlangıçta işten çıkarmalarda işçinin geçim güvencesi olarak düşünülmüştür ama aslında kıdem tazminatının işçinin bedensel ve ruhsal yıpranmasının karşılığı olduğu gerçeği açık olarak vurgulanmamıştır. İşveren nasıl sermayesinin ve üretiminin artı değerinden pay alıyorsa o artı değeri üreten emeğin yıpranma payının kıdem tazminatı ile de ifade edildiği gerçeğini unutmamak gerekir. İşverenler ve Çalışma Bakanlığı 4447 sayılı yasa ile işsizlik sigortasının kurulduğunu ve böylece işten çıkarılacak işçiye geçim güvencesi verildiğini ayrıca, 4857 sayılı iş yasasının 1824. maddelerinin işçiye çalışma güvencesi verdiğini ve bu nedenlerle kıdem tazminatının öneminin göreceli olarak ortadan kalktığı görüşündedirler. Strateji belgesinde vurgulandığı gibi OECD ülkeleri arasında en katı ve en yüksek oranda ülkemizde var olan kıdem tazminatının yeni istihdamı önlediği, işsizliğin bu nedenle de arttığı, kayıt dışının bu nedenle önlenemediği görüşünün işverenleri ve bakanlığı destekler nitelikte olduğu vurgulanmaktadır. Bu görüşlere karşı her şeyden önce işsizlik sigortasının ve İş Yasası’ndaki iş güvencesi hükümlerinin işçileri korumaktan çok uzak, cılız hükümler taşıdığını belirtmek isteriz. İşten çıkarılan bir işçinin işsizlik sigortasından yararlanabilmesi için akdin feshinden önceki son 120 gün prim ödeyerek çalışmış olması ve son üç yıl içinde en az 600 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş olması 4447 sayılı yasanın 50. maddesinde hükme bağlanmıştır. Gene aynı maddeye göre bu koşulları yerine getirmiş olan işçiye ödenecek işsizlik sigortası ödeneği asgari ücretin brüt tutarının yüzde seksenini geçemeyecektir ve bu ödenek 600 U İş yasası gün prim ödeyenlere 180 gün, 900 gün prim ödeyenlere 240 gün ve 1080 gün prim ödeyenlere de 300 gün ödenecektir. İşçi örneğin 4000 TL tutarındaki ücreti üzerinden prim ödese de, asgari ücret üzerinden prim ödese de alacağı işsizlik ödeneği asgari ücretin yüzde 80’ni yani asgari ücret brüt 837 TL olduğuna göre 706 TL’yi geçemeyecektir. İşsizlik ödeneği fonunun 53 milyar TL’ye ulaştığını düşünürsek, işçiye ödenecek paranın ne kadar komik ve ödeme süresinin ne kadar az olduğu ortaya çıkacaktır. İş Yasası’ndaki hükümlerin bugün işten çıkarılan işçilere bir güvence sağlamadığı açıktır. Yasa hükmüne rağmen işe iade davaları iki yıla kadar uzamaktadır. Bu iki yıl içinde işçi dava sonucunu bekleyerek yaşamını nasıl sürdürecektir? Dava yolunun pahalı olduğu, sürecin çok uzun olduğu gerçeği düşünülürse, kıdem tazminatını kaldırmak için ileri sürülen bu dayanağın da havada kaldığı unutulmamalıdır. İşsizlik ödeneği prim ödenen ücretin yüzde 80’i oranına, yararlanma süresi de daha uzağa çekilmeden, yargı reformu yapılarak işe iade davalarının yasada öngörüldüğü gibi dava ve temyiz süresi olan üç ayda sonuçlandırılmadan işverenlerin ve bakanlığın görüşleri inandırıcı olamaz. Bu iki husus sağlansa bile işçinin işyerinde tükettiği yılların karşılığı olarak kıdem tazminatı mutlaka varlığını sürdürmelidir. 4857 sayılı yasanın geçici 6. maddesi bir kıdem tazminatı fonunun kurulmasını öngörmektedir. Eğer bu fon kurulursa yürürlük tarihinden sonra işe girecek işçileri kapsayacaktır. Kurulacak fon çalışma barışını büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır. İşçi geçmiş uygulamaya oranla çok daha düşük miktarda kıdem tazminatı alabilecektir. İşverenler kıdem tazminatı ödeme baskısından kurtulacakları için diledikleri gibi işçi çıkaracak, sendikalaşmayı önemli ölçüde önleyebilecek, sendikaların üye sayısı iyice dibe vuracak, sendikalı sendikasız ve kayıt dışı tüm işyerlerinde işverenlerin sınır tanımaz, mutlak egemenliğini sağlayacaktır. Kıdem tazminatını kaldırma girişimleri karşısında örgütlü işçi kesiminin çok şiddetli tepkisi sokaklara yansıyacak ve çalışma barışı büyük bir yara alacaktır. İşverenlerin ve bakanlığın bu konuda çok dikkatli davranması, işçinin insan yanını yok sayan katı ve acımasız bir tutum içine girmemesi gerekir. Kıdem tazminatı fonu C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle