25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 EKİM 2011 PAZARTESİ KÜLTÜR CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr 15 Özgen Acar, ‘Yorgun Herkül’ün üstünü Metropolitan Müzesi’nde keşfedişinin ve heykelin Türkiye’ye geri getirilişinin öyküsünü anlatıyor Polisiye bir film gibi... SELDA GÜNEYSU Dağlarca İçin Üç Yeni Cümle Dağlarca’yı 94 yaşında yitirdik, ben de onun için sağlığında kurmaya başladığım cümlelerin sayısını böylece 94 olarak belirledim. O cümlelerin birinde yazmıştım, aslında niyetim, isteğim, hevesim 100 cümle kurmaktı Dağlarca için. 38. cümle: Şimdiye dek 37 cümle kurmuşum, yazıyla. Demek ki çoğu kurulmayı bekliyor daha. Cümleler biraz uzunca. Yine de Dağlarca’nın yapıtını düşününce hiçbir önemi yok bunun. O derinlik, o yükseklik ancak bir sonsuzluk duygusuyla ölçülebilir. Ölçülebilirse tabii. Hurufilik yalnızca harflere ilişkin değil bence, bende sayılar da dahil bu işe, işçiliğe. Doğrusu Hurufi deyince benim gözümde, demirci gibi, marangoz gibi, saat onarıcısı gibi uğraşlar da canlanıyor, eh o uğraşları sürdürenler de, el emeği, zihin emeği, göz emeği döktükleri ve verdikleri için işçi sayılırlar. O yüzden de Hurufi de işçi bilge, işçi derviş sayılır, sayılmalı. Fakat Hurufi bir ‘zanaatkâr’ olarak en çok şiire sayılır, şair sayılır. Dağlarca da onların başında gelir, ‘Hurufi alfabesi’nin ilk büyük harfidir Dağlarca. Sonsuzluğu çalışır çünkü. Bir ‘sonsuzluk alfabesi’ni yazmaya çalışır. Murat Tokay’la yaptığı söyleşideki “Ben yarısı şiir olan bir yaratığım” cümlesinin okuyabildiğimiz, sezebildiğimiz yerleri, sanki ‘gizli harf/açık şiir’ inanışının bir karşılığı gibidir Dağlarca’da. Yarısı şiir, yarısı harf. 39. cümle: Dağlarca bir ‘anıtşair’di. Düşünceleri resmi, şiirleri sivil. Bir anlamda Mayakovski gibi, Pablo Neruda gibi. Resmi düşünceye ya da yaşadıkları rejimin ‘kurucu düşünce’sine mensup, onu destekleyen, savunan, bazen ömrünün sonuna dek, hatta belki giderek artan bir biçimde onu yükselten, yücelten şairler arasında sayılabilir Dağlarca da. Mayakovski, evet, sonradan, komünizme olan inancını yitirmese de, rejimden hayal kırıklığına uğrayacak, bu dünyaya da daha fazla dayanamayacaktır. Dağlarca tutkuyla savunduğu Kemalizmi yüceltirken, elbette bütün sistemler ve rejimler gibi onun da bir ‘yeryüzü rejimi’ olduğunun bilincindeydi. Fakat şairler, özellikle Dağlarca gibi, Türkçenin ve şiirin başyapıtlarından Çocuk ve Allah’ı genç yaşta dünyaya armağan etmiş olan bir şair, elbette sadece ‘yeryüzü’yle sınırlandıramazdı kendini ve şiirini. Üstelik o kitabın da açıkça ortaya koyduğu şey, şiirin yedi kat derinliğini ve yüksekliğini araştıran bir şairin, doğallıkla harflerini de evrenden başlayarak sonsuzluğa çıkaracağıydı. Kimi şairin sözcükleri aşklarda, kimi şairin sözcükleri ölümde, kimi şairin sözcükleriyse çocukluğunda yıkanır, bazen gittiğinden daha güçlü, bazen daha halsiz biçimde geri gelir, şiir olur. Dağlarca daha en başta harfleri öyle yükseğe göndermişti ki, o harflerin gölgeleri bile büyük bir şiir yazmasına yetti. Dağlarca hem içgözü hem dışgözü açık ve uyanık bir şairdi. O yüzden ‘yeryüzü’ ile yetinmedi, pek çok büyük şair de böyle yaptı, ama bana kalırsa Dağlarca vatanını ‘gökyüzü’ olarak bildi, Türkiye ise onun bir şehri, bir semtiydi. Dağlarca ‘gökyüzü’ne mensup bir ‘velişair’di. Bunu nereden çıkarıyor ya da söylüyorum, elbette Dağlarca’nın şiirlerine ve onların ‘uzaklığı’na bakarak: Uzaklarla Giyinmek. Uzaklığı giyinmek. Anavatanının kâinat, anadilinin tabiat olması da doğaldır. Sözcükleri Türkçe olan, yazılırken Türkçe, okunurken doğadili olan bir büyük şiir, ‘biricik’ olan şiir de böyle büyük bir tasarımın, algının, esinin sonucu olabilirdi. Dağlarca şiiri üzerine okuduğum yazılarda hiç ‘ironi’ geçmiyor, fakat bazen asıl ironi şiirlerde değil, şairiyle şiiri arasındaki ilişkide, benzerlikte ya da farklılıkta aranmalıdır. Tıpkı Dağlarca’nın görüşünün resmi, şiirininse belki başka şairlerin hiçbirinde olmadığı ölçüde sivil olması gibi. Fakat buradaki ‘sivil’liği, kendileri de zamanla bile değil, hemen ‘resmi’leşen günümüz sivilleri ve sivilliği gibi okumamak ve anlamamak kaydıyla. Yoksa Dağlarca’nın hem hatırasına hem de şiirine saygısızlık olur böyle bir tanım. 40. cümle: Dağlarca’nın şiiri bir ülke gibidir, adına Dağlarca Cumhuriyeti denilebilir. ANKARA Türkiye’den kaçırılan tarihi eserlerin ülkeye geri getirilmesi için yıllardır mücadele veren Özgen Acar, söyleşimizin dünkü bölümünde, “Yorgun Herkül” heykelinin üstünün Amerika’ya kaçırılışının öyküsünü anlatmıştı. Söyleşimizin bugünkü bölümünde, Acar’ın heykelin üst bölümünü New York’taki Metropolitan Sanat Müzesi’nde keşfedişi ve Türkiye’ye geri getirilişinin öyküsüne yer veriyoruz. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, eserin Türkiye’ye getirilmesinde sizin çok önemli bir payınızın olduğunu söylemişti. Siz eserin Türkiye’ye getirilmesine nasıl dahil oldunuz? 1990 Eylül ayında New York’ta görevliydim. O tarihte birkaç kez New York Metropolitan Sanat Müzesi’ne gidip geliyordum. Bir gün müzede, Leon LevyShelby White koleksiyonuna ait bir serginin açıldığını duydum. Koleksiyonda Türkiye’den bir eser var mı diye de merak ediyordum. Gözüm ‘Yorgun Herkül’e ilişti. Bir taş kaide ve temel tahtanın üzerine oturtulmuştu; üzeri cam vitrinle çerçevelenmişti. Heykeli görünce şaşırdım, karar veremedim. Çünkü heykelin üzerinde nereden geldiği yazılı değildi. Sadece “Yorgun Herkül” yazıyordu. Heykelin etrafında dolaşmaya başladım. Müzenin bekçisi benden huylanmış, o da benim etrafımda dönmeye başlamış. Sanki heykel Güneş, ben Dünya, bekçi de Ay... Yörüngeye girmiş gibi... Sonra bir şey yokmuşçasına çıktım müzeden... Çıkarken de serginin kataloğunu aldım, ‘Yorgun Herkül’ sayfasının fotokopisini çektirdim. Türkiye’de yaklaşık 95 müze var. Hiçbirine değil, doğrudan dönemin Antalya Müze Müdürü Kayhan Dörtlük’e fotoğ rafları ilettim. On dakika sonra Kayhan Bey beni aradı. “Ağabey, nasıl bilmezsin, bu eser hani bizim müzenin kapısının orada duran Yorgun Herkül heykeli var ya, ona bire bir uyuyor” dedi. O böyle söyleyince, “Bir dakika, ayrılma” dedim ve benim müzelerden çektiğim fotoğraf arşivime baktım. Her iki fotoğrafı birleştirdim, ışığa tuttum, uyuyordu. Daha sonra ben bu işin peşini bırakmadım; bir iki ay daha uğraştım. Cumhuriyet gazetesinde de yayımladım ilk kez; ardından Amerika’daki bir dergide... O dergiyi okuyan New York Times muhabiri, Boston Müzesi müdürüyle bir söyleşi yapıyor. Söyleşide de benim gazetede kullandığım ve sonradan birleştirdiğim fotoğrafa yer veriyor. Bu olayı soruyor müze müdürüne. Müdür de “Bu heykelin birçok kopyası var dünyada. Her yerden olabilir. Üstelik bir heykelde iki tane göbek olmaz” diyor. Yalan söylüyor. Benim birleştirdiğim fotoğraftaki, heykelin alt kısmındaki kırığı, göbek olarak anlatıyor muhabire ve onu ikna etmeye çalışıyor. Öyle bir kanıt öne sürmek istiyor. pos’un bu heykelinden dünyada 50, 52 tane var ve düştükleri zaman genelde bu şekilde kırılırlar. Yani illa ki bu parça, Antalya’dakinin bir kopyası olmayabilir” yanıtını verdi. Boston Müze Müdürü uzman, Jale Hanım da... İkisi de aynı şeyi söyleyince ilkin, büyük bir düş kırıklığı yaşadım. Dünyaya rezil olacağım diye düşündüm. Sonra Türkiye’ye geldim, elimdeki fotoğrafları Jale Hanım’a gösterdim. Jale Hanım fotoğrafları görünce, “İki kere iki dört, kesinlikle Antalya’daki Yorgun Herkül’e ait bu parça” dedi. Dönemin Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürü Prof. Dr. Engin Özgen’e, “Beni Amerika’ya gönder, ben bu parçanın Antalya’daki Yorgun Herkül’e ait olduğunu kanıtlayayım” deyince Jale Hanım, dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar tarafından Amerika’ya gönderildi. Önce, heykelin Amerika’daki üst bölümünde silindir şeklinde kaide olduğu için kopyalar uyum sağlamadı. Uzmanları aradım, bana, “Biz mahkeme koşullarına karışamayız, ama yazılmamak kaydıyla söyleyebiliriz ki, bu parça yüzde 100 uyuyor, ancak alttaki kaidenin çıkması gerek” dediler. merika’yla iletişim kopmuştu’ Peki, parçanın Türkiye’den kaçırıldığı nasıl kanıtlandı? Jale Hanım, Türkiye’ye döndü ve parçanın alt bölümünün alçıdan bir kopyasını çıkardı. Ancak, bakanlık bu sefer Amerika’ya göndermek istemedi. Fakat Jale Hanım ısrar etti ve kendi çabalarıyla Amerika’ya gitti. Gitmeden önce de benden ‘A Müdür yalan söylüyor orkunç günler yaşadım’ Bu yazıyı görünce, Prof. Dr. Jale İnan’ı aradım. “Haberleri okudunuz mu, ne düşünüyorsunuz” dedim; “Özgen Bey, ilginç bir nokta var. Lysip ‘K Yörü girmiş gibi. Genel Müdür Murat SüsSonra bir şey lü’nün Türkiye’den yurtdışıyokmuşçasına na kaçırılan eserlerle ilgili bir çıktım anlaşması var değil mi? İlişkiler o nedenle yeniden başladı... müzeden. Evet, Boston Müzesi, TürkiÇıkarken ye’den birtakım sergiler istiyorserginin du. Ancak bu sergilerin gerçek kataloğunu leşmesi için bakanlığın şart koştuğu bir konu var. Bakanlıaldım, ‘Yorgun ğın koşulu şu: Türkiye’nin isteHerkül’ diği eserleri geri vermeyen müsayfasının zelere sergi gönderilmez. Bu nedenle bakanlık Boston Müzesi fotokopisini yetkililerine dedi ki, “Sizde geçiçektirdim.” rica etti, ben de bu istek üzerine Amerika’daki Türk hükümetinin avukatlarıyla konuştum, heykeldeki taş kaidenin çıkarılmasını istedim. Yeni keşif süreci de böylece başladı. Sonradan Jale Hanım’dan öğrendim ki, yeni keşif sırasında bizim avukatlar ve yetkililer, yine bir düş kırıklığı yaşamamak için heykelin birleşimi sırasında arkalarını dönmüşler. O sırada da Jale Hanım bir se“Bir gün vinç çığlığı atmış. Birebir uymuş... Sonra da Metropolitan’ı zaten Türkiye heykeli gezerken geri istedi Leon Levygözüm ‘Yorgun Shelby White’tan. Fakat, Leon LevyShelby Herkül’e ilişti. White heykelin iadesi Şaşırdım, karar için bir şart koşmuş. Karveremedim. şılığında yeni bir eser veEtrafında rilmesini istemiş, Türk hükümeti de karşı çıktı tadolaşmaya bii bu duruma. başladım. Sonra da bu işin peşi bıMüze bekçisi rakıldı. Bakanlar, genel benden müdürler değişti. Dosya rafa kalktı. Ben zaman zaman huylandı, o da yazılarımda bu konuyu dile benim getirdim. “Ne oldu bu işin etrafımda sonu” diye sordum. Bakanlıktan tarafıma gelen iletilerdönmeye de, “Amerika ile görüşmebaşladı. Sanki ler sürüyor” denildi hep, anheykel Güneş, cak bu yazışmaların sürmesine imkân yoktu, biliyordum. ben Dünya, Çünkü Amerika’daki avukatbekçi de Ay. larla iletişim kopmuştu. ngeye Kabul ediliyor BİTTİ C MY B C MY B Murat Bey’e tahsis edilen diplomatik bir arabanın bagajında getirilmiş. Bu bir tehlike... Bir trafik kazası olsa ne olacaktı? Eserin Başbakan’ın uçağıyla getirilmesi ise tamamen bir tesadüf. Çünkü eser Murat Süslü’nün girişimiyle zaten Türkiye’ye getirilecekti. Süslü, bu durumu Türk diplomatlarına ve Bakan’a aktardı. Bakan da Başbakan’a aktarmış. Bu olay, Başbakan’a mal ediliyor, ama hayır, bu tamamen rastlantı... “Dönemin Antalya Müze Müdürü Kayhan Dörtlük’e fotoğrafları ilettim. Kayhan ‘Başbakan’ınki Bey, ‘Bu eser tamamen rastlantı’ bizim müzenin Eser neden Başbakan Erkapısının orada doğan’ın uçağı ile getirildi? duran Yorgun Burada ilginç olan bir nokta var. Şöyle ki, bu ve bunun Herkül gibi eserlerin sigortalı bir şeheykeline kilde Türkiye’ye getirilmesinbirebir uyuyor’ de, THY ile bir anlaşma yadedi. Benim pıldı. Murat Süslü’nün güzel bir adımı bu. Boğazköy fotoğraf Sfenksi’nde de öyle oldu ki arşivime ilk uygulamadır. THY ile baktım. Her iki bakanlık arasındaki anlaşmaya göre THY, yurtdışınfotoğrafı dan eserleri ücretsiz ve sibirleştirdim, gortalı olarak taşıyacak. ışığa tuttum, Ancak THY’nin Boston uyuyordu. uçuşu yok. Bu nedenle eserin New York’a getirilDaha sonra bu mesi gerekli. Bana söyleişin peşini nene göre eser Bosbırakmadım...” ton’dan New York’a, ci olarak sergi açabiliriz, ancak bu eseri bize geri verin.” Bu arada da Shelby White’ın kocası Leon Levy ölmüştü. White da iyice yaşlanmıştı ve elindeki koleksiyonları müzelere bağış olarak dağıtmaya başlamıştı. Boston Müzesi de, sergi için White’ı ikna etti. Eserin Türkiye’ye getirilmesi kabul edildi ve Boston’da Murat Süslü’ye teslim edildi. MUĞLA (AA) “Yorgun Herkül” heykelinin üst yarısının ülkesine geri dönmesi, İngiltere’deki British Museum’da sergilenen “Knidos Aslanı” ve “Knidos Demeteri” heykellerini geri isteyen Datçalıları umutlandırdı. Muğla’nın Datça ilçesinin sınırları içerisinde bulunan Knidos Antik Kenti’nden, yaklaşık 150 yıl önce alınan özel bir izinle savaş gemisiyle İngiltere’ye götürülen heykellerin iade edilmesi için mücadele eden Datçalılar, ‘Yorgun Herkül’ün geri getirilmesinin ardından kampanya çalışmalarını hızlandırdı. Datça Belediye Başkanı Şener Tokcan, Knidos heykellerinin de geri getirilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvuruda bulunduklarını ve “Datça heykellerini geri istiyor” kampanyasına hız vereceklerini söyledi. ‘Yorgun Herkül’ Datçalıları umutlandırdı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle