25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 EK M 2011 CUMA CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 19 Kadın meselesi partiler üstüdür! Dün Antalya Altın Portakal’da 1. Kadın Zirvesi vardı. Amaç hızla tırmanan ve yaygınlaşan kadına yönelik bu şiddeti geriletmek… Hem de bir an önce! Kadından Sorumlu Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in zirveye katılması bence önemliydi… Hem söyledikleriyle hem de tavır olarak önemliydi. “Kadına yönelik şiddet, kadın meselesi, partiler üstü bir meseledir…” “Parti politikalarından bağımsız ele alınmalıdır” tümcelerinin aldığı büyük alkışı görmeliydiniz… Bu noktayı vurgularken ön sırada yerini almış CHP Milletvekili Gülsün Bilgehan’la daha önce de sürdürdükleri ortak çalışmalardan örnekler veriyordu. Nitekim zirveye katılan sayısız STK başkanı, kadın sorunları üzerine çalışan akademisyenler ve ilgili izleyiciler “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı” konusunda Fatma Şahin’in çabalarını yakından izliyorduk. Farklı partilerin kadın milletvekilleriyle ve STK’lerin temsilcileriyle işbirliği içinde olduğunu biliyorduk. Bu nedenle de hepimiz onu destekliyor, şu tasarının Bakanlar Kurulu ve Meclis’ten onaylanıp geçmesini istiyorduk! Hem de bir an önce! Ama hiç kuşkunuz olmasın en büyük alkış, bakanın şu sözlerineydi. “Mustafa Kemal Atatürk’ün bize bıraktığı en büyük miras bilim ve akıldır. Bu mirasa sahip çıkmalıyız!..” Ben de herkes gibi ayakta alkışladım bu sözleri ama aynı zamanda içim içimi kemiriyordu: Bu güzel sözleri uygulamaya koymak, hele hele partisinin zihniyetinden bağımsız hareket Meriç Hızal’ın “Al Yazma” adlı eseri. Altın Portakal 1. Kadın Zirvesi’nde Bakan Fatma Şahin’den çağrı: Atatürk’ün mirası bilim ve akla sahip çıkmalıyız! 2010’da Antalya Kent Konseyi Kadın Meclisi’nin tüm sivil toplum örgütleri bir konuda kolları sıvadı: Kadın cinayetlerine karşı çıkmak, toplumda bu konuda duyarlılık geliştirmek amacıyla bir anıt yapılmasına karar verdiler. Çok çalıştılar, emek verdiler, projeyi geliştirdiler; kadın sanatçılara yönelik yarışma açtılar, sonunda 12 eser arasından Meriç Hızal’ın “Al Yazma” adlı eseri seçildi…. Sponsor arandı, para toplama izni alındı ve 3 ay önce bağış kampanyası açtılar. Meriç Hızal’ın “Al Yazma” tasarımını gördüm, hayran oldum. Antalya Kadın Yarı’na dikilecek olan anıt, sembolik, içi boş, içine girilebilir bir al yazma. Kıpkırmızı. (Paslanmaz çelik ve boyalı plaka. Kaidenin üzerinde 6 metre yükseklikte. Kaide siyah granit… Yeşilliğin ortasında hemen göze çarpacak nitelikte… Meriç Hızal eserini şöyle tanıtıyor: Yapının kanatlı üçgen formu boş, sahipsiz bir yazmayı; kırmızı renk kadını, yaşamı ve cinayetleri simgeliyor. Katların birinde cinayet mağduru kadınların adları, tabandan yukarıya (günümüzden geriye) giderek silinecek (maalesef unutulacak) şekilde ve dış yüzden okunacak biçimde oyma olarak yazılacak… Gündüz ışığı isimleri zemine; gece ışıklandırması ise gökyüzüne yansıtacak. Gece ve gündüz anıtın içine girildiğinde isimlerin oyulduğu deliklerden rüzgâr hiç kuşkum yok ki o isimleri bize fısıldayacak: Güldünya… Şemse… Şimdi haydi, herkesi kampanyaya katılmaya çağırıyorum: 5 kuruş, 10 kuruş, 20 lira, bin lira… gönlünüzden ne koparsa değil! “Yeter artık” diyenlerin sesine ses katmak için siz de katılın kampanyaya! (Hesap No: Garanti Bankası. Konyaaltı Şubesi. 312 666 1454. Alıcı: Ahmet Çiçek) Üniversitelerde ‘Genel Kültür’ Derslerinin Yalnızlığı (2) Geçen haftaki yazıma şu satırlarla başlamıştım: “Türkiye’de, üniversitelerin çeşitli bölümlerinde ve konservatuvarlarda çoğunlukla ‘genel kültür dersleri’ anabaşlığı altında verilmekte olan çeşitli dersler, yalnızlık kokar… Bunlar, yükseköğretim kurumlarının ‘yalnız bırakılmış’ dersleridir. Bu dersleri hakkıyla verebilecek nitelikteki az sayıda öğretim elemanları da genellikle üniversitelerin en yalnız veya yalnız bırakılmış hocalarıdır…” Bazen “kuramsal dersler” diye de anılan bu derslerin amacı, üniversitelerin “evrensel kültür” kavramı ile olan/olması gereken göbek bağını her zaman canlı tutmak, bu kurumları birer “meslek okulu” olmaktan korumaktır. İçinde yaşanan zamanın ve ortamın gerekliliklerine göre değişiklik sergileyebilecek bu derslerin yardımıyla, herhangi bir bölümün, fakültenin veya başkaca bir birimin, asıl konusu (örneğin hukuk, iktisat, iletişim, mimarlık, kimya, tıp vb.) ne olursa olsun, “evrensel kültür” denilen bütün içersinde de yer edinmesi ve böyle bir çaba harcanmadığı takdirde asıl konularda verilecek eğitimin hayatın bütünlüğü ve çeşitliliği karşısında “kısır” kalacağının gösterilmesidir. Örneğin mimarlık eğitiminin çevreye, çevre bilincine, estetiğe ve sanatın genel kavramlarına ilişkin derslerle desteklenmemesi durumunda mimarlık, her şeyden yalıtılmış bir “bina dikme zanaati” olmaktan öteye geçemez. Ya da konservatuvarların tiyatro bölümünde verilmekte olan oyunculuk eğitimi, önce “tiyatro insanı” ve ancak onun çatısı altında “oyuncu” yetiştirmek gibi bir amaç gütmediği takdirde, eğitimin sonunda ortaya “kendi” tiyatro ve oyuncu kavramını geliştirmemiş, o yüzden de hep “oynatılmayı” bekleyecek oyuncular çıkar. Öte yandan, örneğin ruhbilime (psikolojiye) ait bilgilerle desteklenmemiş bir resim eğitiminin, ressam adaylarının ileride çizecekleri veya boyayacakları yüzlere nasıl “karakter” kazandıracakları gibi Batı’daki sanat eğitiminde en geç Rönesans’tan bu yana sorulmakta olan bir soruya karşılık getirmesi beklenemez. Bu örnekler elbette daha da çoğaltılabilir. Bu bağlamda, örneğin iletişim fakültelerinde öğrencilere kamera kullanımı konusunda bilgi aktarılırken bir kamera teknik açıdan ne kadar gelişmiş olursa olsun, sonucun yalnızca o kameradan bakan gözün eğitilmişliği oranında başarılı olabileceğinin söylenip söylenmediği de sorulabilir. Ülkemiz üniversitelerinde sorun, bütün bu eksiklikleri giderecek derslerin programlarda bulunmamasından değil, programlarda bulunan genel kültür derslerine nasıl bir gözle bakıldığından ve bu dersler ile “asıl dersler” arasında ne ölçüde bir koordinasyon sağlanabildiğinden kaynaklanmaktadır. Kendi kültürüne, ondan da önemlisi, genel olarak “kültür” ve “kültürel kimlik” kavramlarına, yabancı dilde eğitim yapmakla övünecek kadar yabancılaşmış üniversitelerin sayısının hızla arttığı bir ülkede genel kültür derslerinin sayısal artışı, yalnızca yamaların sayısının artışı kadar önem taşıyabilir. Ha, bir de şu var: Kendi tarihimiz üzerine yabancı dilde yazılmış eserleri de okumak, yararlıdır; buna karşılık kendi tarihimizi yabancı dilde düşünerek oluşturmaya çalışmanın, böyle bir şeyin kendi kültürel kimliğimizi kendi dilimizde sorgulamadan gerçekleştirebileceğimize inanmanın adı, yalnızca gaflet olabilir! etmek nasıl mümkün olacaktı? Ona ne kadar izin verilecekti? Kadının çalışmasını “günah” sayanlar; kadına karşı ayrımcılığı içselleştirmiş olanlar; kadını sadece bir çocuk doğurma makinesi olarak görenler, yok 3, yok 4 çocuk doğurun diye bireysel haklarına müdahale edenler; kendileri kadına ekonomik, politik şiddet uygulayanlar nasıl, nasıl razı olacaklardı ki aklın ve bilimin üstün gelmesine?.. evlet Politikası ve Eylem Planı Kadın Zirvesi bütün gün sürdü. Sabah oturumlarını Aysel Çelikel, öğleden sonraki oturumlarını ben yönettim. Birbirinden değerli konuşmacılar söz aldı. En gencimiz kuşkusuz Muazzez İlmiye Çığ idi. Akşam saatlerinde yayımlanan ortak zirve sonuç bildirgesini nasılsa ileride okuyacaksınız. Ben şu birkaç noktayı yeniden yeniden vurgulamakta yarar görüyorum: Türkiye’de kadına yönelik şiddet ve bu şiddetin tırmanışı, benim için her şeyden önce, ülkemizde egemen olan genel şiddetin bir uzantısıdır. D Çeşitli nedenlerin bir araya gelmesiyle oluşan çok yönlü ilişkiler aracılığıyla gelişen, sistematik bir “kadın düşmanlığıyla” bütünlenen bir olgu bu. Sadece “zihniyet”, “gelenek görenek”, “eğitimsizlik” ya da sözüm ona “dinsel nedenlerle” açıklanamaz. Erkeğin iktidarları paylaşmak istememesinden tüm gücü elinde tutmak istemesinden beslenir. Ayrımcılığı giderecek bir politika geliştirilmemesi; bu politikayı uygulamaya sokacak mekanizmaları kurmamış olmamız bunu güçlendirir. Bırakın “İleri Demokrasiyi”, henüz demokratik düzene geçememiş olmamız işi körükler. Bu nedenle hem devlet politikası oluşturmak hem de acil eylem planı yapmalıyız. Umarım bu zirve sonucunda bu düşünce kabul görür. Al Yazma Anıtı Kadın konularına daha çok döneceğiz… Ama madem hâlâ Antalya’dayım, sizlere Al Yazma Kadın Cinayetleri Anıtı Projesi’nden mutlaka söz etmeliyim: Altın Portakal’da ödül günü 9’u ilk film olmak üzere 13 filmin yarıştığı Antalya’da Altın Portakallar sahiplerini bu akşam bulacak ÖZLEM ALTUNOK Geç gelen ödüller AYŞEGÜL ÖZBEK Türkiye’nin en uzun soluklu film festivali Altın Portakal’da bugün ödül günü. Henüz izlemediğimiz ve merakla beklenen M. Caner Alper Mehmet Binay imzalı ‘Zenne’ dışında, yarışan 13 filmden hangilerinin ödüle yakın olduğunu tahmin etmek güç değil. Altın Portakal’da Altın Koza’nın tersine büyük meseleler yerine mikro hikâyelere yönelen, daha doğrusu cinsiyet ayrımcılığı, şiddet, darbe, töre cinayetleri, iktidar ilişkileri gibi konuları daha bireysel hikâyeler aracılığıyla aktaran filmler çıktı karşımıza. Tüm jüri üyelerinin kadın olduğu fesitval bilindiği üzere ‘kadın’ teması etrafında şekillendi. Her ne kadar yarışmada sadece bir kadın yönetmenin filmi yarışsa da başta bu film, yani ‘Geriye Kalan’da, hem de ‘Can’, ‘Güzel Günler Göreceğiz’ ve ‘Nar’ da kadını hem konu hem de rol itibarıyla merkezde görme şansını yakalamak dikkat çeken bir başka önemli noktaydı. Bu anlamda ‘Geriye Kalan’daki rolleriyle Devin Özgür Çınar ve Şebnem Hassanisoughi ile ‘Can’daki performansıyla Selen Uçer ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülüne en yakın isimler. 9 ilk filmin yer aldığı ulusal yarışmada izleyicinin ‘Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm’ ve ‘Can’a tam puan verdiği kesin. Serdar Akar’ın Behzat Ç.’sinin diziden sinemaya taşınan bir film olması ve bunu yaparken pek de iddial taşımaması, ‘Can’ın ise gerçek ve inandırıcı bir öyküden Yeşilçam melodramına dönüşerek dağılması bu iki filmi ödülden uzaklaştırıyor. Yine de Raşit Çelikezer’in ‘Can’ı, Çiğdem Vitrinel’in orta sınıf ahlakını, evlilik kurumu üzerinden eleştirdiği ‘Geriye Kalan’, Hasan Tolga Pulat’ın bir kesişen hayatlar hikâyesi ‘Güzel Günler Göreceğiz’i ‘En İyi İlk Film’ ödülünün başlıca adayları arasında olduğu söyle nebilir. Deneyimli yönetmen Ümit Ünal’ın ‘Nar’ı da yarışmanın iddialı filmlerinden. ‘9’ ve ‘Ara’ filmleri gibi küçük bütçeli ve oyunculukların öne çıktığı filminde ‘nar’ metaforuyla dört kişinin değer yargılarını çarpıştıran Ünal, ‘küçük dünyaları’ hayata dair kılmayı başarıyor. Dün izlediğimiz ve 12 Eylül döneminde Mardin’deki yansımaları bir çocuğun gözünden izlediğimiz “Meş” (Yürüyüş) filmi, 12 Eylül’de devletin Kürtler üzerinde kurduğu baskının yansıtılışından rahatsız olan bazı izleyenlerin tepkisine yol açsa da, yaşanmış bir hikâyeden yola çıkan dikkat çekici bir yapım. Egemen Sancak’ın ‘Hangi Film’, Savaş Baykal’ın ‘Ön Görüye Ağıt’, Ramin Matın’ın ‘Canavarlar Sofrası’ ise festivalde farklı bir kulvarda duran deneysel filmler olarak göze çarpsa da ödüle yakın olduklarını söylemek güç. Öte yandan Ulusal Belgesel Yarışma’da filmlerin yönetmenleri belgesel gösterimlerinde yaşanan ilgisizlik ve teknik aksaklıklara yönelik şikâyetlerini dün bir basın metniyle duyurdular. ANTALYA 1979 ve 1980 yıllarında sansür ve darbe nedeniyle yapılamayan Antalya Altın Portakal Film Festivalleri’nde yarışan filmlerin ödülleri önceki gece sunuldu. Geceye eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, CHP İstanbul Milletvekili Şafak Pavey ve CHP Ankara Milletvekili Gülsün Bilgehan da katıldı. Törende ödül alan bütün sanatçılar sansürden, işkenceden, faili meçhullerden, idam edilenlerden, atanamayan öğretmenlere ve hâlâ devam eden baskılara yönelik düşüncelerini ifade ederken ortak bir dil oluşturdular. Ali ve Aysun Kocatepe’nin dönem şarkılarını seslendirdiği “Geç Gelen Altın Portakal Ödülleri”nde sahneye ilk “Yusuf ile Kenan” filmiyle En İyi Çocuk Oyuncu ödülüne değer görülen ve gecenin de sunuculuğunu üstlenen Cem Davran çıktı, “Bir aktörün kaderi 32 yıl geriden gelir mi?” diyen sanatçı, “Bana göre çok trajikomik bir durum. Koskoca bir teşekkür ülkem adına” dedi. Filmin yasaklanmasıyla ilgili olarak çocuk yaşında neler hissettiğini ise şöyle anlattı: “Solsağ meselesini biraz anlıyorum. Abilerim var etrafımda. Onlardan duyuyorum. Ama bir türlü kafam almıyor, bizim filmi neden yasakladıklarını. En sonunda anladım, mey hane sahnesinde dansözün memesi görünüyordu. Herhalde bunun için kestiler dedim. Bir de biliyorlarmış gibi sol memesi görünüyordu.” Sahneden özellikle öğretmenlerine selam gönderen Davran, öğretmen atamasıyla ilgili şunları söyledi: “Devlet 55 bin öğretmenin atamasını çıkardı. Ancak daha sonra Bakan ‘Atayamıyoruz’ dedi. Buradan yalvarıyorum. Benim ödülüm 32 yıl gecikti, öğretmenlerin ataması gecikmesin.” 1980 Yılı En İyi Erkek Oyuncu Ödülü alan Tarık Akan ise sahneden şunları söyledi: “12 Eylül 1980. ülkemde karanlığın başladığı bir an. Ama 2011... Silivri, Ergenekon, Balyoz, YÖK, adalet, gençlik... Yahu 2011 ak mı, kara mı, siz karar verin.” Tuncel Kurtiz “Sürü” filmindeki rolüyle “1980 En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülünü” Şerif Sezer’in elinden alırken ayakta alkışlandı. Dün Erdal Eren’in belgeselini izlediğini söyleyen Kurtiz, “Asılan, işkence gören binlerce insanın acısı hâlâ yüreğimizdedir. Bu ödül benim değil onlarındır” dedi. 1980 yılı en İyi Film Ödülü ise Sürü filmine verildi. Ödülü Zeki Ökten adına filmin senaryosunu yazan Yılmaz Güney’in eşi Fatoş Güney aldı. Güney, ödülü Türkiye halklarına, tüm faili meçhullere, işkencede ölenlere, hapishanelerde yatanlara ve onların yakınlarına adadı. ‘Can’ Genç Yetenekler Projesi sahnedeydi Kültür Servisi Türkiye’nin müzikte üstün yetenekli gençlerini bulup desteklemek amacıyla Onduline Avrasya ile GüherSüher Pekinel tarafından başlatılan proje kapsamında seçilen “harika çocuklar” ilk konserlerini Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda verdiler. Konserde genç yetenekler Dorukhan Doruk (Çello), Elvin Hoxha (Keman), Eren Aydoğan (Piyano), Yusuf Çelik (Çello), Yunus Tuncalı (Piyano), Kıvanç Tire (Keman), Veriko Tchumburidze (Keman), Ege Banaz (Klarinet) ve Yağızcan Keskin’e (Klarinet) GüherSüher Pekinel ve konuk viyola sanatçısı Efdal Altun eşlik etti. Fotoğraflarla ‘Beklemek’ Kültür Servisi İFSAK’ın (İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği) düzenlediği “Beklemek” konulu “Ayın Fotoğrafı Yarışması” sonuçlandı. Yarışma neticesinde Figen Yazan, Tuğba Özer ve Tuğba Kırallı başarılı bulundu. Cemil Ağacıkoğlu’nun seçiciliğinde 6 Ekim’de yapılan yarışmaya sadece İFSAK üyeleri katılabiliyor. (www.ifsak.org.tr) ASLI ULUŞAH N Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. ÖMER ÖZKAN C MY B C MY B İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden aldığım çıkış belgemi kaybettim.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle