18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 13 OCAK 2011 PERŞEMBE EVET / HAYIR Alıştıra Alıştıra, On Yıla!.. Anayasa Mahkemesi bir iki oy farkla önemli bir kararı alamamıştı. AKP hükümetine para cezası vermekle yetinmişti. İki oy daha olsa AKP kapatılacaktı. Nedeni, “laiklik karşıtı” olmasıydı. Her şey o günden sonra hızlandıkça hızlandı. AKP Anayasa Mahkemesi’nin uyarısından hiçbir ders almadı. Üstelik daha da cüretkârlaştı. Nerdeyse gururlandı, değerlendirilmiş gibi oldu, öyle sandı. Bugün on yıllık tutuklama cezaları, laik aydınlara, demokrat, Atatürkçü kişilere uygun görülüyorsa, şeriatçılar, Hizbullahçılar, gericiler, katiller bağışlanarak cezaevlerinden çıkabiliyorsa!.. Anayasa Mahkemesi’nde iki oy eksikle alınan bir kararı ister istemez anımsamak gerekiyor! Yine de bir şey olmayacaktı. AKP’nin de adı değişip yeni bir parti kılığına girecek, yine iktidarını yeni partinin hükümeti olarak görevini sürdürecekti. Türkiye Cumhuriyeti Mustafa Kemal’in kurduğu, yarattığı Cumhuriyet, kendi öz değerlerine kıyacak bir duruma gelmişse, Anayasa Mahkemesi’nin o önemli uyarısının boşa gitmesidir nedeni!.. Hizbullah diye bir örgütün adamları yüzlerce cinayetin suçlusu olarak tutuklanmıştı. Adalet önündeki dava uzadıkça uzamıştı. On yıl geçmiş yargıçlar bir karara varamamıştı. Silivri Mahkemesi’nde de, aylar yıllar geçiyor herhangi bir karara varmak yok! Derken, yeni bir gerçek, tutukluluğun süresi iki yıl, derken dört, derken on yıla kadar çıkarmak olasıdır, deniliyor! Kimse de böyle bir duruma şaşmıyor, nasıl olur mahkeme kararı olmadan bir tutuklu dört, beş, on yıl hapislerde bırakılabilir, diye sormuyor!.. Artık birtakım saçmalıkları bile doğal saymaya başlıyoruz! Ne demişti Başbakan, “alıştıra alıştıra...” Evet alıştık, alıştırıldık, her şeyi kör gözlerle, kör vicdanlarla, kör düşüncelerle görmeye benimsemeye!.. Kimse çıkmayacak mı bu gidişin karşısına? Bir zamanlar şairliği döneminde Necip Fazıl’ın yazdığı gibi “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak” demeyecek mi? Çıkmaz sokak hepimizi felakete götürüyor, bunu anlamak o kadar mı zor, o kadar mı?.. Ben çok yazılar yazdım. Zaman yeterse daha da yazacağım. Biliyorum bunlar yazı değil, bir çığlık, bir çeşit imdat çağırışı... Batan bir geminin umulmadık yerlerden yardım bekleyişi! Nedir o umulmadık yer, bilinç ışığı... Bir türlü ortaya çıkmayan, çıkarılmayan aydınlık... Teşekkür: Sevgili eşim Ayla Akbal’ın kardeşi Bülent Bingöl’ün Bodrum’da ani ölümü dolayısıyla gösterdiği yakın ilgi ve kardeşçe yardımından ötürü Muğla İl Genel Meclisi Başkanı değerli dostum Zeki Köylü’ye ve cenazeye katılarak başsağlığı dileyen CHP başkan ve üyelerine ve tüm okurlarıma teşekkür ederim. Davutoğlu’nun Vizyoner Diplomasisi Taner BAYTOK Emekli Büyükelçi OKTAY AKBAL ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN D ışişleri Bakanı Davutoğlu, kendi inisiyatifi ile düzenlenen büyükelçiler toplantılarının üçüncüsünü 3 Ocak 2011 tarihinde yaptığı bir konuşma ile açtı. Emekli büyükelçilerin de davet edilmesi inceliğinin gösterildiği bu açılışa ben maalesef iklim koşulları yüzünden katılamadım. Ama bakanımızın konuşmasını internetten kendi seslerinden birkaç kez dinledim. Dışişleri Bakanlığı 1995 Mart’ında uzman kişilerin kaleme aldığı dış politikamızla ilgili makaleleri bir araya getiren Yeni Türkiye başlıklı bir kitap yayımlamıştı. Bu kitapta Mümtaz Soysal, Şükrü Elekdağ, Cem Zorlu gibi tanınmış uzmanlar yanında o zaman isimleri pek bilinmeyen Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu’nun görüş ve yorumlarına da yer verilmişti. Gül ve Davutoğlu’nun bugün işgal ettikleri seçkin mevkiler dikkate alınırsa bu husus, kitabı hazırlayanların ileri görüşlülüklerinin bir göstergesi olarak alınabilir. Ahmet Davutoğlu’nun Yeni Türkiye adlı kitabın 497501’inci sahifelerinde yer alan Türk Dış Politikasında Stratejik Terori Yetersizliği başlıklı makalesinin dip notunda yazarın Malezya İslam Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde doçent doktor olduğu kayıtlıdır. Sayın bakanın 3 Ocak konuşmasını dinledikten sonra bu makaleyi bulup tekrar dikkatle okudum. Makalenin ana düşünce ve yapısına zarar vermemeye özen göstererek bazı bölümlerini aşağıya alıyorum: Doçent Dr. Davutoğlu, Osmanlı Devleti’nin her toprak kaybından sonra kalanın korunması telaşına kapılıp sınırların ötesinde kalanlarla ilgisinin koparıldığını, “ya mutlak hâkimiyet, ya da mutlak terk” açmazına girildiğini, ikisinin arasındaki alanlardan yararlanılamadığını savunmaktadır. Davutoğlu’na göre, Balkanlar’da, Kafkaslar’da ve Ortadoğu’da OsmanlıTürk politikalarındaki başarısızlıkların başlıca nedeni budur. “Türkiye artık Balkanlar’da mutlak terkin sembolü haline gelen göçler politikasının yerini alacak alternatifler yaratmak zorundadır. Bu ana politikanın temelinde Balkanlar’daki Osmanlıİslam kül türünün canlı tutulmasının yer alması kaçınılmazdır. ...Yeni bölgesel şartlar içinde Doğu Trakya ve İstanbul’un savunması Doğu Trakya’ya konuşlandırılmış olan konvansiyonel birliklerden değil, Balkanlar’da sınır ötesi oluşturulacak etki alanlarının diplomatik ve askeri alanda aktif bir şekilde kullanılmasından geçmektedir. ...Kafkaslar’da da durum aynıdır. Türkiye psikolojik bir yılgınlık içinde Kafkas içlerindeki tabii müttefik unsurları ve Rusların iç çelişkilerini kullanabilmenin hayalini bile kuramamıştır. ...Uygun konjonktürel şartlarda basiretli bir atak politika ile ele geçirilecek kazanımlar ihmal edilirse gelecekte Doğu Anadolu’yu savunmak için üstlenilecek masraflar daha fazla olacaktır. Balkanlar ile bir kıyaslama yapılır ise artık Doğu Trakya ve İstanbul’un savunması Adriyatik ve Saray Bosna’dan, Doğu Anadolu ve Erzurum’un savunması Kuzey Kafkasya ve Grozni’den başlamaktadır. ...Türkiye’nin Ortadoğu politikası da mutlak hâkimiyet, mutlak terk açmazının izlerini taşımaktadır. Bunun tek istisnası Fransa’nın terk etmesi ile doğan boşluğu değerlendiren Hatay politikası olmuştur.” Davutoğlu 1995 tarihli bu makalesinde siyaset teorisyenleri ile siyaset yapımcıları arasındaki kopukluktan yakınmaktadır. Şimdi bu kopukluk kendisinin kişiliğinde giderilmiş durumdadır. Davutoğlu’nun aradan 15 sene geçtikten sonra yaptığı büyükelçiler toplantısı açış konuşmasında kullandığı birçok kavram ve tanımın dahi aynı olduğu, bazı görüşlerin bakan olmanın sorumluluk ve deneyimi ile, daha barışçıl ifadelerle dile getirildiği, bir kısmının ise “öyle demedim, böyle demek istedim” şeklinde yeniden formüle edildiği görülmektedir. Bununla birlikte Davutoğlu’nun bakan olduktan sonra uygulamaya koyduğu politikaların altında yatan temel stratejinin bu makalede belirtilen asal görüşlerle bire bir çakıştığı çok açıktır. Bakanın Türkiye’yi, Türk Dışişleri’ni ve kendi liderliğinde yürütülen dış politikamızı anlatırken çizdiği parlak güneşli tablo elbette iç ve dışta yaşanan sıkıntılarda boğulan herkes gibi bana da moral kaynağı oldu. Ama bunu çok ileri götürerek retoriği gerçekten çok kuvvetli olan konuşmasında Türkiye’nin artık sadece bölgemizde değil bütün insanlığa hizmet verecek tarzda küresel düzenin odak noktasındaki bir ülke olduğunu, sorunların çözümünde akıl danışılan ülke durumuna girdiğini, Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Birliği ve G20’lerde temel düzenleyici konumuna geldiğini, küresel stratejilerde görüşler ortaya koyup bunları herkese kabul ettirecek şekilde “vizyoner diplomasi” uyguladığımızı söylemesi, sanırım, bu işleri çok iyi bilmesi gereken diplomatlarımızca abartılı, inandırıcılığı az, gerçek dışı aydan gelen bir neşriyat olarak değerlendirildi. Bundan da önemlisi hedefler seçilirken ve bunların üstlerine gidilirken başarısız olmanın yaratabileceği olası tehlikeleri de gözden uzak tutmamak zorunluluğunu yakın tarihimizin bize çok iyi öğretmiş olması gerekir. Bakan Davutoğlu görüş ve stratejilerinin abartılı olduğunu kendisi de takdir etmiş olmalı ki, konuşmasının sonunda bu stratejileri uygulamanın mümkün olup olamayacağı sorusunu yöneltti ve bunun yanıtını kendisi olumlu şekilde verdi. Bunun garantisi olarak da büyükelçilerimizi gösterdi. Başbakanımızın “monşerleri”nin bakanlarının ağzından böyle bir övgüye layık görülmeleri elbette onları çok memnun etmiştir. Demokratik Şeriat!.. Rakının vitrinde gofretin yanına konulmasını yasakladılar. O da geçer asli yeri sucuğun yanına… Bir şeye bakarken bir başka şey düşünmek tabiatları olduğu için, böyle mesafe ayarlamaları yapıyor badem… Zaten okul müdürü de “Erkekler, kızların yanına en fazla 45 santimetre yanaşacak” dedi… Ayrıca görmediniz mi cumhuriyet resepsiyonunda, tüm bu işleri becerenlerin kadın eli sıkmaya ne kadar mesafede durduğunu: 2 metre… Rakının gofretten vitrin boyu, erkek öğrencilerin ise kız öğrencilerden 45 cm uzak tutulma girişimleri sürerken, duymuşsunuzdur; mangal da balkondan uzaklaştırıldı… Balkonda mangal yakmayı, kiracının evden atılma nedeni arasına sokuşturuverdiler… Mangal gören Türk’ün aklına, kömürden önce rakının geleceğini bilmeyen mi var… Eşek değiliz ya, anladık balkonda da rakı içilmeyeceğini… Koyun bunların üzerine; restoranlara çocuk yasağını, resim sergisi baskınlarını, heykel düşmanlıklarını, yılbaşı süslemelerinin bu sene dine uygun bulunmamasını, kamuda limonataşerbet dışında ikram sınırlamasını… Kaç gündür bunları düşünüyorum … Neler oluyor?.. Ne bu?.. Halkın seçtiği dinci iktidar, toplumun tavırlarını, alışkanlıklarını, tutkularını, kısacası yaşam biçimini adım adım değiştiriyor… Kendi yaşam biçimlerini ulusal yaşam biçimine dönüştürüyorlar… Akıl almaz cinliklerle… Oya işler gibi… Referans ise; İslam… İçini bilmediği anayasa katakullisini çok beğenip de “evet” diyen yüzde 58 kardeşimiz, hâlâ uyuklayıp da Türkiye’nin “ileri demokrasiye” geçtiğine inandığına göre… Belki de yeni rejimin adıdır: Demokratik şeriat!.. [email protected] C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle